İktidarın ve muhalefetin çabalarına bakınca genel ve cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaştığı anlaşılıyor. AKP-MHP-BBP’den oluşan “Cumhur İttifakı”, yapılacak genel ve cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak, iktidarlarını sürdürmek için hazırlık üstüne hazırlık yapıyor; meclisteki çoğunluğuna dayanarak seçim yasasını değiştiriyor, grup kuran partilerin doğrudan seçime katılmasını önlüyor, ülke barajını %7’ye indirerek, ittifakın aldığı oyu hesaba katmayarak ittifak içinde partilerin milletvekili çıkarmasında seçim bölgesinde %7 oranında oy alması koşulunu getiriyor, en kıdemli birinci sınıf hâkimin başkanlığı altında oluşan seçim kurullarının başkanlarının birinci sınıf hâkimler arasından kurayla belirlenmesini düzenliyor, aday olacağı düşünülen partili cumhurbaşkanını seçim yasaklarından bağışık (muaf) tutularak, devlet olanaklarından sınırsız yaralanması ve engelsiz propaganda yapması yolu açılıyor.
Böylece iktidarın, kendi liderini seçim yasak ve kısıtlamaların dışında tutarak, ittifak içinde yer alan partilerin ittifakın aldığı oy oranından yararlanmasını engelleyerek, iktidarları döneminde atanan ve parti teşkilatında görev yapmış hukukçuların ve partili avukatların seçilmesiyle belirlenen hâkimleri kura yoluyla kurul başkanlıklarına getirerek, seçmen listelerine, oy ve zarflarına, sandıklarına, sandık ve seçim kurulların işlem ve kararlarına dolaylı veya dolaysız müdahale edebilmelerinin olanağını yaratarak, Adalet bakanlığına bağlı savcılığın, içişlerine bağlı jandarma ve polisin yansız görev yapmasını engelleyerek, yönlendirerek, valileri, kaymakamları, emniyet müdürlerini, jandarma komutanlarını, muhtarları harekete geçirerek, hileli, şaibeli ve adaletsiz bir seçim kazanmayı hedefledikleri anlaşılıyor.
Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, yağma isnadı altında olan iktidarın halkın önüne çıkacak yüzü yoktur, itibarları sıfırlanmıştır; oy tabanları erim erim erimekte, hileden başka yol bulamamaktalar.
İktidarın hukuksuz ve adaletsiz seçim için harekete geçmesi, seçim sandıkları ve seçmen kurulları önünde kargaşa ve kavga çıkarılmasını tetikler. İktidar eliyle eşit ve adil seçim güvenliğinin yok edilmesi, ülkeyi çekişme ve çatışmanın, kargaşanın içine sokar, sonu gelmez kin ve düşmanlıklara yol açar.
Bunu Demokrat Parti denemiş, tahkikat komisyonu kurmuş, tepetaklak olmuş, liderlerini ipe göndererek büyük acılar çekmiştir. Seçim yasalarıyla sürekli oynayan iktidarlar halkın gazabından kurtulamaz, seçim kazansa da iktidarda rahat oturamaz. Ülkemizde Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi hep seçim yasalarıyla oynamış, halkın gazabından kurtulamamış, tokadını yemiştir, kuşkusuz seçim yasası değişikliği ile kendine avantaj sağlamaya çalışan AKP’de yiyecektir.
CHP, İyi Parti, Demokrat, Saadet, Gelecek ve Deva partilerinden oluşan “Millet İttifakı” ise, seçime hazır olduklarını, seçim yasasındaki değişliğin iktidar partilerine umdukları başarıyı getirmeyeceğini, cumhurbaşkanlığını mutlak kazanacaklarını, mecliste çoğunluğu sağlamak için ittifak içinde ittifak dâhil çeşitli seçenekler deneyeceklerini dillendirirken, Deva Partisi ittifaka bağlı kalarak kendi adıyla, kendi logosuyla tüm illerde seçime katılacaklarını açıkladı.
CHP, seçim yasasında seçim kurullarını düzenleyen 5 ve 6. maddesinin, cumhurbaşkanının propaganda yasaklarından bağışık (muaf) tutulmasını düzenleyen 11. madde ile seçim kurullarının 3 ay içinde yenilenmesini öngören 12. maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Bu başvuruyu inceleyecek olan 15 üyeden oluşan Anayasa Mahkemesinin üyelerinin 3’nü TBMM (2 Sayıştay, 1 TBB) belirlemekte, 12’sini Cumhurbaşkanı (3 Yargıtay, 2 Danıştay, 3 YÖK, 4 resen) belirlenen adaylar arasından seçip atamaktadır. HSK eliyle Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay üyelerinin atanmasını ve YÖK üyelerini belirlenmesini sağlayan cumhurbaşkanının, mecliste çoğunluğunu elinde bulunduran iktidar ve ortakların Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesindeki ağırlığı Anayasa Mahkemesi’nin Anayasaya uygun hukuki bir karar veremeyeceği endişesini doğurmaktadır. Herkes gibi Anayasa Mahkemesi üyeleri de biliyordur ki iktidar ve lideri gidici, devlet kalıcı ve hesap sorucudur. Kimse sonsuza kadar dokunulmaz değildir. Üyeleri sorumluluktan kurtaracak olan, cumhurbaşkanı ve meclisteki iktidar çoğunluğunun seçmesi değil, Anayasa’nın laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesine ve hukukun üstünlüğüne uygun, seçimlerin özgür, adil, eşit ve hilesiz yapılmasını sağlama yönündeki kararlarıdır.
Mahkemelerin son günlerde politik içerikli kimi davalarda aldıkları kararlar, Cumhurbaşkanın ve iktidarın yargı üstündeki baskısının etkinliğini yitirmeye başladığının göstergesi gibidir. Yürütmenin yargı üzerindeki baskısının etkinliğini yitirdiğini, yargının gerçek gücünün ortaya çıkmaya başladığını, haksızlık, hukuksuzluk, hırsızlık, yolsuzluk batağına düşenlerin yakasına yapışmanın yaklaştığını sezdirmektedir. Bu ülkede cumhuriyetin laik, demokratik ve hukuk devleti ilkelerine bağlı, kararlarıyla konuşan, bağımsız, tarafsız, onurlu yargıçları vardır, var olmaya da devam edecektir, gelecek için endişe duymaya pek gerek yoktur.
Son günlerde yayınlanan anketlere göre, devletin ve kamunun tüm olanaklarını sınırsız kullanan “cumhur ittifakı” partilerinden AKP’nin oy oranı %31, MHP’nin %7, BBP’nin %1-2 dolaylarında olduğu, buna karşın kendi yağı ile kavrulan “millet ittifakı” partilerden CHP’nin %28, İyi Partinin % 14, Demokrat, Gelecek, Deva ve Saadet partilerinin % 3 ile 5 oranlarında oyu bulunduğu vurgulanıyor.
Bunların dışında %9-11 oy bandında yer aldığı söylenen HDP, toplam oy oranları %3-5 oranında olduğu savlanan TİP, Sol Parti, EMEP, TKP, TKH, HKP gibi sosyalist partiler var.
Ayrıca, bir dönem halkın desteğini alıp ülkeyi yöneten Ecevit’ten miras Demokratik Sol Parti (DSP), Demirel’den miras Adalet Partisi (AP) ve Doğru Yol Partisi (DYP), Özal’dan miras Anavatan Partisi, Haydar Baş’tan miras Bağımsız Türkiye Partisi (BTP), Uzanlar’ın Genç Partisi, Rıfat Serdaroğlu’nun Doğru Partisi, Öztürk Yılmaz’ın Yenilik Partisi, Muharrem İnce’nin Memleket Partisi, Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi, Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın kurduğu Yeniden Refah Partisi, İçişleri eski Bakanı Sadettin Tantan’ın Yurt Partisi, Doğu Perinçek’in Vatan Partisi, Ahmet Reyiz Yılmaz’ın Muhafazakâr Yükseliş Partisi (MYP) seçime katılabilmek için yoğun faaliyette bulundukları, çeşitli seçenekleri düşünüp tartıştıkları basına yansıyor.
Türkiye’de 122 siyasi parti faaliyette görünüyor. YSK’nın 15.01.2022 tarihli Resmi Gazete ’de yayınlanan kararına göre bunlardan yalnız 24’ü seçime katılma koşullarını taşıyor ki bunlar: iktidardaki AKP, destekçisi MHP, BBP, Vatan Partisi; Ana muhalefet CHP, millet ittifakı içinde yer alan İyi Parti, Demokrat Parti, Deva, Gelecek ve Saadet Partisi. Aykut Edibali’den miras Millet Partisi, Anavatan, BTP, DSP, EMEP, GP, HDP, Hür Dava Partisi, MYP, Sol Parti, TİP, TKH, TKP, Yeniden Refah Partisi’dir.
Seçime katılma koşullarını tamamladıklarını iddia eden Rıfat Serdaroğlu’nun Doğru Partisi, Muharrem İnce’nin Memleket Partisi, Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi ile sosyalist Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) seçim tarihine kadar eksikliklerini tamamlar deniliyor.
Millet İttifakı, Cumhur İttifakı ve HDP dışındaki partilerin seçim ittifakı kurarak %7 ülke seçim barajını aşmaları zor görünüyor. HDP ve kurmayı düşündüğü Demokrasi İttifakının şansı olabilir, ancak HDP hakkındaki kapatma davası Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.
Sol Parti, TİP, Emeğin Partisi, TKP, TKH, HKP gibi sosyalist partilerin; Saadet, Deva, Gelecek gibi muhafazakâr liberal partilerin; Memleket, Değişim, Doğru ve Yenilik gibi merkezin sağında ve solunda yer alan partilerin seçim ittifakı birer çekim merkezi olabilir.
Asıl sorun, partilerin seçime katılıp katılmamasından öte seçmenin ne yapacağı ve nasıl davranacağı sorunudur.
Ülkede milliyetçi, muhafazakâr, liberal, demokrat kimlikleri kullanan sağ partiler, Ulusalcı, Kemalist, devrimci, sosyalist, komünist, demokratik, laik, halkçı kimlikleri kullanan sol partiler var. Seçmenin, işçi, köylü, esnaf, tacir, sanayici, meslek sahibi, emekli, memur, kadın, öğrenci, Kürt-Türk, Alevi- Sünni, Köylü-Kentli gibi ayrımları kullandığı düşünüldüğünde, tavırları kestirmek zor.
Aslında mücadelenin emek ve sermaye ayrımıyla ele alınması, buna göre tavır belirlenmesi doğru ve bilimsel olanıdır. Toplum içindeki asıl çelişki emek ve sermaye çelişkisidir, gerisi teferruattır dense de seçmen tavrında farklılıklar görülmektedir, o nedenle net bir şey söylemek zordur.
Ülkede ağırlıkla milliyetçi, dinci, mezhepçi, liberal kimlikli partiler, özel girişimciliği savunan, kamuculuğa ve devletçiliğe karşı çıkan sermaye partileridir. Ulusalcı, halkçı, demokratik sol, sosyal demokrat kimlikli partiler ise emek ile sermaye arasında denge kurmaya çalışan karma ekonomiden yana olan ve özünde piyasa ekonomisini önceleyen partiler durumundadır. Sosyalist, komünist partilerin, emeği savunduğu, devletçi, kamucu, toplumcu ve antiemperyalist olduğu kitlelerce yeterince kavrandığı söylenemez ve gözlemlenemez.
Toplum içinde liberal partilerle sosyal demokrat partilerin bir ağırlığı vardır, bunlar kitle partileridir, her değeri kullanırlar, her kesimden, her sınıftan oy alırlar, genelde de iktidar olurlar, iktidar olma potansiyeli taşırlar.
İktidarda ki AKP, kamuculuğu, devletçiliği reddeden, dini ve milli duyguları istismar eden liberal ekonomiyi savunan, emperyalizme göbekten bağlı gayri milli sermaye partisidir.
Muhalefetteki CHP, sermaye sınıfıyla çatışmaksızın kamuculuğu, halkçılığı öne alan, karma ekonomiden yana olan ulusalcı bir partidir.
Seçim yarışı, genellikle liberal ekonomiyi savunan liberal muhafazakâr partilerle karma ekonomiyi savunan sosyal demokrat partiler ve türevleri arasında olmaktadır.
Emeği savunan sosyalist partilerin, sermaye düzenini eleştirileri ve karşı çıkışları doğru ve gerçekçi bulunsa da, mücadeleleri yükselse de seçim barajları nedeniyle kitle destekleri yetersizdir, ancak emek ve sermaye arasındaki mücadelede belirleyici bir etkiye sahiptir.
Milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçiminde en büyük dalgalanma emekçi halk kesimlerde olmaktadır.
Bu kesim alışkanlıklarına bağlı olarak ya iktidar ve muhalefet partilerine bağlılıklarını sürdürmekte ya da yeni kurulan sol ve sağ partilere yönelmektedir. Sosyalist partilerin barajı aşamama olasılığı nedeniyle bunların tabanları ya CHP’ye ya da barajı aşma olasılığı görünen HDP’ye bakmaktadır.
HDP’nin ayrılıkçı tutumu, ayrılıkçı hareketin şiddetini görmezden gelen tavrı ve hakkındaki kapatma davası çekince yaratmakta, bazı sol partilerle ortak hareket etse de sol kitlenin ilgisi ve yöneliminin ciddi biçimde daraldığı söylenmektedir.
Toplum “Millet İttifakı’nı” bir çekim merkezi olarak algılamaya başlamıştır, ancak bu ittifakın seçim yasasındaki değişiklikten sonra nasıl bir yol izleyeceği netleşememiştir. Deva Partisi’nin açıklaması da hem iktidarın hem de muhalefet seçmeninin kafalarını iyice karıştırmıştır.
Görünen odur ki “Millet İttifakı” ile “Cumhur İttifakı” arasında kıyasıya bir seçim yarışı olacak, ya “kuvvetler ayrılığını esas alan parlamenter demokrasi, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” ya da “dinci, gerici teokratik diktatörlük” tercih edilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin yolu ve yönü belirlenecektir. Birinci yol seçilirse huzur, ikinci yol seçilirse kavga kaçınılmaz olacaktır.
Yönümüz, elbette emperyalizme, kapitalizme karşı halkçı, emekten yana, bağımsız, demokratik, laik, devrimci cumhuriyet idealine, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü esasına bağlı sosyalist demokrasidir.
Bu ilke ve idealleri taşıyan, gerçekleştirmek için uğraşan oluşum, hareket ve parti içinde yer almamız ve adayları desteklememiz sorumluluğumuzdur. Düşünenlere, çalışanlara, uğraşanlara kolay gelsin. 28.04.2022