Cumhuriyetin başkenti Ankara’da Gar önünde, Merasim sokakta, Kızılay’da suçsuz, günahsız, masum yüzlerce insan katledildi, binlercesi yaralandı.
Doğuda ayrılıkçı hareket isyan denemeleri yapıyor, devlet kuvvetleriyle çatışıyor, sokağa çıkma yasakları uygulanıyor, suikast silahı kanasla, topla, tüfekle, bombayla çatışma sürüyor, insanlar vuruluyor, kan, göz yası sel olup akıyor, şiddet toplumu sarıyor. Bu şiddet biter mi?
Şiddet, çeşitli kesimlerce kullanılan bir cezalandırma ve yok etme yöntemidir; insanlara, hayvanlara ve doğaya karşı uygulanır, baltayı kapan ormana dalar, silahı kapan can almaya koşar.
Şiddet bireyden bireye, örgütten örgüte, devletten devlete kullanıldığı gibi, otoriteyi sağlamak amacıyla devlet tarafından zaman zaman ülke içinde de kullanılır. Şiddet, örgütlü ya da örgütsüz, silahlı ya da silahsız kişi, grup ve örgütlere karşı kullanılan bir cezalandırma yöntemi olduğu kadar, iktidarı ele geçirmeyi, ekonomik, sosyal, siyasal düzeni değiştirmeyi, ülkeyi bölmeyi, ayrı devlet kurmayı düşleyen kimi örgütlerin başvurduğu da bir yöntemdir.
Şiddetin kaynağı ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, inançsal olabilir, ama bu şiddetin bir suç olduğu gerçeğini değiştirmez.
Şiddet bir savaştır. Şiddeti önlemek ülke dışında Birleşmiş Miletlerin, içeride devletin asli görevidir. Birleşmiş Milletler, dünya ve bölgesel savaşları önlemek için her türlü çabayı göstermek zorundadır. Dünyada ve bölgede yaşananlara bakıldığında bunun gereği gibi yapıldığını pek söyleyemeyiz. Birleşmiş Milletler, emperyalizmin baskısı, güvenlik konseyini oluşturan beş daimi ülkenin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) yönlendirmesi altında, özgürce karar almaz ve aldığı kararları uygulayamaz durumdadır.
İçeride şiddeti önlemesi gereken devlet, şiddet uygulamakla yüz yüze kalmıştır. Gerici siyasi iktidarın yönetimi altında ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel gelişim durmuş, halkın huzuru bozulmuş, can ve mal güvenliği ortadan kalkmış, ülke mezbahaya dönmüştür.
Suç işleyenin yargılanması, cezasının yargı tarafından saptanıp yerine getirilmesi temel hukuk kuraldır. Yargı devre dışı bırakılırsa veya böyle duygu toplumu sararsa, kin, düşmanlık kök salar, bireysel, örgütsel, kitlesel cezalandırmalar ortaya çıkar, eşkıya dağları tutar, yolları keser, köyleri, kentleri basar, güvenlik yok olur. Can güvenliğin olmadığı yerde haktan, hukuktan ve özgürlükten söz etmeninde bir anlamı kalmaz.
Emperyalizm, başta Irak, Suriye, Libya, Yemen, Afganistan olmak üzere dünyanın her yerinde şiddeti yayıyor, işbirlikçileri ve aymaz iktidarlar eliyle ülkeleri bölüp parçalamaya, yer altı yerüstü servetlerine el koymaya çalışıyor. Birleşmiş Milletler bu saldırganlığa seyirci kalıyor, kınasa da saldırgan istediğini yapıyor.
Öncelikle bilmek gerekir ki hiçbir devletin şiddete başvurma hakkı yoktur. Devletler uluslararası ve iç hukuk izin verdiği ölçüde zor kullanma yetkisine sahiptir. Şiddet yok etmedir, zor kullanma ise etkisizleştirme, dağıtma, yakalamadır.
Etkisiz hale getirmek, yaşamı son vermek değildir, düzeninin bozulmasını ve suç işlenmesini önlemedir. İster öldürme, ister zor kullanma olsun hukuka dayanmak zorundadır. Her baltayı kapanı, her eline silah tutanı öldüremezsiniz, önce uyaracaksınız, ikna etmeye çalışacaksınız, başkasının can ve mal güvenliği tehlikeye girdiği an müdahalede bulunacaksınız, başka çare kalmamışsa ölümcül olmayan noktalardan vurarak sağ ele geçirmeye çalışacaksınız. Öyle hışımla dalmak, kuralsız kurşun sıkmak, çat çat vurmak, yok etmek, ne hukukidir ne insanidir
Ülkede ayrılıkçı hareketin başkaldırısını önlemek adına yapılan öldürmenin, yaşama son vermenin adı, etkisiz hale getirme oldu. Öldürme, başka çare kalmadığı durumlarda başvurulan, yasal savunma sınırı (meşru müdafaa) içinde uygulanması zorunlu bir cezalandırma yöntemidir.
Devletin, koşullar ne olursa olsun, öncelikli görevi, insanı, canlıları, çevreyi, doğayı korumak, can ve mal güvenliğini sağlamak ve bunun için gerekli önlemleri almaktır. Devleti yöneten siyasi iktidar, tutum ve davranışıyla ülkenin ve bölgenin silah deposuna dönmesine seyirci kalıyorsa, halk çocuklarının dinci ve ayrılıkçı örgütlerin ağına düşmesine göz yumuyorsa, devletin polisini iktidarın polisi yapmaya çalışıyorsa, yetişmiş kadroları tasfiye edip yandaşlarla kadrolaşıyorsa, ülkede canlı bombalar cirit atıyorsa, katliamlar yaşanıyorsa, öyle asarız, keseriz nutukları ile şiddet önlenemez(!) Beceri, şiddet ortamına gelmeden önlemleri almak, adalet içinde davranmak, ayrım yapmamak, can, mal ve iş güvenliğini sağlamaktır. Olay olmadan önce yapılacak işler siyasi iktidarın görevine girer, olay olduktan sonra görev yargınındır. Mevcut yöneticiler her işe karışıyor, yargıya ayar ve ders vermeye kalkıyor ve huzur bekliyor.
Devleti yönetenlerin, sorumlu makamlarda bulunanların, konumlarına bakılmaksızın yargı önüne çıkarılması, yaptıklarının hesabının sorulması gerekir. Onca ölümden sonra halk %50 oyla bizi seçti diye kimse hesap vermekten kurtulamaz(!)
Devlet ve organları, milletin sahip olduğu yetkiyi kullanmaktadır. Yani yetkinin sahibi millet, kullanıcısı seçilmiş ya da atanmış gerçek kişilerin görev yaptığı devlet organlarıdır.
Milletin sahip olduğu yetkiye “egemenlik”, eski deyimle hâkimiyet denir. Egemenlik en üstün iradedir, devleti, halkı yönetme, toplumsal yaşamı düzenleme, emretme gücüdür.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecinde kurucu irade, egemenlik yetkisinin millete ait olduğunu, 1921 Anayasasının 1. Maddesine “Hâkimiyet bila kayd ü şart (kayıtsız ve koşulsuz) milletindir” yazarak dünyaya ilan etmiştir. Böylece, Kanun-ı Esasi’nin 3.maddesinde yer alan “Saltanat-ı seniye-i Osmaniye hilafet-i kübrayı İslamiyeyi haiz olarak sülale-i al-i Osmandan usulü kadimesi veçhile ekber (büyük) evlada aittir” ile 4.maddede yer alan “Zat-ı hazret-i padişahî hasbel hilafe-i din-i İslamın hamisi (koruyucusu) ve bilcümle tebeai Osmaniye’nin hükümdar ve padişahıdır” hükmünü ortadan kaldırmış, hanedan hâkimiyetine son vermiştir.
1924, 1961 ve 1982 anayasasında egemenliğin millete ait olduğu hem yinelenmiş hem de egemenliği kullanacak yetkili organlar gösterilmiştir.
1982 Anayasası’nın 6.maddesi, “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletinindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” demektedir.
Millet adına egemenlik yetkisini kullanacak organlar, 7,8,9.uncu maddelerinde sayılmıştır. Bunlar, Yasama, Yürütme ve Yargı’dır.
Anayasanın 7. Maddesi, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
Anayasanın 8. Maddesi, “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”.
Anayasanın 9. Maddesi, “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”.
Millet adına egemenlik yetkisini kullanan yasama, yürütme ve yargı organları, ekonomik, sosyal, siyasal hakların geliştirilmesi, ihlallerin önlenmesi, tarihi, kültürel varlıkların, çevrenin, doğanın korunması, halkın huzurunun ve güvenliğini sağlanması, hukukun üstünlüğünün egemen kılınması ile görevli ve sorumludur. Bu nedenle Anayasaya bağlı kalmak, düzenleyici, geliştirici, yönlendirici, önleyici önlemler almak zorundadır.
Hiçbir kimse, hiçbir kurum kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Tüm yetkilerin sahibi millettir. Millet, güncel değil tarihseldir, maddi ve manevi derinliği vardır, geçmişte yaşamışları, halen yaşayanları ve gelecekte yaşayacak olanları kapsayan bir olgudur. Halk ya da ahali ise günceldir, şu anda yaşayanlarla sınırlıdır. Örneğin Türkiye halkı ya da ahalisi dediğinizde, yaşayanları kapsar, geçmiş ve gelecek bu kavramın içinde yoktur.
Devlet adına yapılan her türlü eylem ve işlemin siyasi sorumlusu siyasi iktidar, hukuki sorumlusu eylem ve işlemi yapan gerçek veya tüzel kişilerdir. Siyasi iktidarların eylem ve işlemleri parlamentoca, Anayasa ihlalleri Anayasa Mahkemesince denetlenebilir. Yürütmenin eylem ve işlemleri yasa, tüzük, yönetmenlik ihlalleri idare mahkemelerinde, suçları ceza mahkemelerinde, verdikleri zararlar idare ve hukuk mahkemelerinde dava konusu olur. Suç işleyenin, zarar verenin, yargı önünde hesap vermesi hem hukuki hem de ahlakidir.
Yasama, yürütme ve yargı organlarında görev yapanların, kamu görevlilerinin haklarında suç takibi yapılmasının, dava açılmasının belirli yasal kuralları vardır. Bu kurallara uyarak, suç işleyen, zarar veren kim olursa olsun yargı önünde hesap sorulur.
Egemenlik yetkisi kullananların, kamu görevlilerin, herkesten fazla Anayasaya sadakat, hukuka saygı yükümlülükleri vardır. Çünkü bunlar bu görevleri Anayasaya sadakat ve hukuka bağlılık, yurttaşlara eşit davranma, yansız olma üzerine ant içerek üstlenmişlerdir.
Anayasayı fiilen askıya almak, Anayasanın vermediği yetkiyi kullanmaya kalkmak Anayasa ihlalidir, TCK’nun 305 ve 309. Maddeleriyle yaptırıma bağlanmıştır.
Ülkede cumhurbaşkanı tarafsız olacağı yeminine sadık kalmazsa, , millete ait olan yetkileri elinde toplamak için başkanlık kampanyası yürütürse, emperyalizmin yellemesiyle ayrılıkçı hareket isyana kalkışırsa, yasama susarsa, yargı yürütmeye boyun eğerse, yürütme komşularla düşmanlık siyaseti güderse, iktidar emperyalizmin hedef ve amaçlarına uygun davranırsa, eğitim çökerse, ekonomi bozulursa toplumda huzur kalmaz, şiddet şiddeti doğurur.
Şiddetten ve katliamdan arınmanın yolu, dinci, gerici, sözde liberal, hak, hukuk tanımayan, cumhuriyetin değerleriyle kavgalı, sosyal devleti sadaka devletine dönüştüren, ülkenin birikimlerini haraç mezat satan, ayrılıkçı hareketle işbirliği yapan, yolsuzluk batağına batmış siyasi iktidardan, başkanlık hayalleri kuran tarafsızlığını yitirmiş reisicumhurdan ve hık deyicisi hükümetten kurtulmaktır.
Bu zor, ama imkânsız değil, mücadeleye devam!
Av. Mehdi Bektaş