ABD’nin BM daimi temsilcisi Halley Kudüs sorununda ABD’nin yanında yer almayan ülkeleri tehdit etti.
Lenin 14 Nisan 1913’de Pravda’da “Uygar Avrupalılar ve Vahşi Asyalılar” başlıklı bir yazı yazdı. Lenin bu makalesinde, “uygar” Avrupalıların “vahşi” Asya’daki sömürgelerinde gerçekleştirdikleri insanlık dışı olayları yargıyı kullanarak nasıl örtbas etme çalıştıklarını bir İngiliz sosyal-demokratın yazdıklarına dayanarak ortaya koyar.
Lenin, Britanya sömürgesi Hindistan’ın bir şehrinde küçük bir yerli hizmetçi kızı iğfal ettikten sonra eve kapatan İngiliz Albayın yine bir İngiliz yargıç tarafından beraat ettirilmesini ve bu durumu haberleştiren bir İngiliz gazetecinin başına gelenleri aktardıktan sonra Hindistan’da bu tür binlerce-milyonlarca olay yaşandığını belirtir. Lenin, bu olayların baş sorumlusunun Hindistan sömürge valisi olan “… tanınmış radikal yazar, ‘Avrupa bilgisinin aydınlatıcı ışığı’, tüm Avrupalı ve Rus liberallerin gözünde ‘en saygın kişi’ olan John Morley’di” diyerek Britanya’nın liberallerinin Hindistan’ın başına “en iyi” kişileri getirdiklerini ifade eder. Bu “en iyi” kişilerin yönetimi altındaki uygar Batılılar “vahşi” Doğuluların icabına bakarlar… Bu uygarların “vahşi Asya”da kurdukları sistem gereği yargıları işledikleri suç ne olursa olsun sömürgeci görevlileri kollar. (V.I.Lenin, The National-Liberation Movement In The East, s.57, 58, Foign Languases Publishing House Moscow, 1969)
Görüldüğü gibi emperyalistler sistemlerinin çıkarları söz konusu olunca ne hak-hukuk ne adalet ne de insan hakları dinliyorlar. Uygarlıklarının sınırları, biçimi ve içeriği koşullara göre değişebilir ama her durumda tekelci sermayenin ve devletlerinin çıkarlarına bağlıdırlar.
Bu “uygar”ların günümüzdeki en büyüğü, en sömürgecisi, en zalimi ve en adaletsizi olan ABD’nin son olarak kendi yarattığı Kudüs sorunuyla ilgili BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan oylamanın istediği gibi sonuçlanmaması üzerine bütün dünyayı nasıl tehdit ettiğini ve aşağılamaya kalkıştığını hep birlikte gördük.
***
AKP iktidarı döneminde ülkemiz gündemini en fazla işgal eden konulardan biri yaşanan adaletsizlikler, yargının iktidar ve ortakları (başta FETÖ olmak üzere) tarafından ele geçirilerek siyasal amaçları için kullanılması oldu. Daha sonra da yargının tek adam rejiminin hizmetine sokulması ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktı. Türkiye’de yargı bu gerici güçler tarafından tahrip edilirken ABD emperyalizmi de boş durmadı. Amerika, kendi yargısını ülkemiz üzerindeki hegemonyasını ve bölgesel politikalarını sürdürmek amacıyla kullanmaya kalkıştı.
ABD, Türkiye’nin yargılaması gereken İran asıllı Türk vatandaşı Zarrab’ı kurguladığı yargılamayla Türkiye’yi “haddini aştığını” düşündükleri AKP iktidarının açıklarından yararlanarak köşeye sıkıştırmak, hizaya sokmak istemektedir. Washington, Türkiye’de demokratik ve hukuku uygulayan bir iktidarın yönetime gelmesini istediği için bu davayı açtırmış değil. Amerikan emperyalizmi attığı bütün adımlarda ne halkımızın ne de ülkemizin iyiliğini düşünür. Onların temel amacı, emperyalist sermayenin çıkarlarını esas alan politika ve planların coğrafyamızda en az sorunla hayata geçirilmesini sağlamaktır.
Son yıllarda Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölgeyle ilgili emperyalist siyasanın kirli yüzünün iyice açığa çıkmasıyla birlikte ülkemizdeki ABD karşıtlığı çok büyük boyutlara ulaştı. Halktaki bu ABD karşıtlığının yükselişini, AKP zihniyetini gerici ve emperyalizmle işbirlikçi tarihsel geçmişiyle birlikte düşününce, iktidarın önleme kabiliyetinin olmadığı görülür. Diğer yandan coğrafyamızdaki gelişmelerin ve Türkiye’nin iç dinamiklerinin etkisiyle iktidarın bölge politikaları emperyalist siyasadan sapma içine girdi. Emperyalist planların bölgesel oyuncusu olarak kurgulanan AKP’nin Amerika’nın Ortadoğu politikalarına ayak uyduramaması, Amerika’nın etkin çevrelerinde “metal yorgunluğu” içine girdiği kanaatinin yaygınlaşmasına neden oldu. Bu durum iktidarın ipinin çekilmesi sürecinin başlatılmasına ortam hazırladı. Bu nedenlerle ABD, politik ve askeri yönden sıkıştırmalara yargıyı da kattı. ABD’nin son Kudüs kararına karşı takınılan haklı tavırla birlikte Türkiye, askeri sınırlamaların yanı sıra ekonomik ve ticari yönden de baskı altına alınabilir.
Bu baskı altına alma ve kuşatma faaliyetleri Türkiye’ye karşı planlanan büyük çaplı stratejinin gelinen noktadaki bir merhalesidir. Yakın zamanlara kadar Türkiye’yi parçalama operasyonun en önemli aleti olan AKP’nin şimdilerde hedefe oturtulması geri dönüşü olmayan bir gelişme olarak görülmemeli. Geçerli bir alternatif yaratamazlarsa AKP içinde yapılacak bazı operasyonlarla bu parti merkezli ya da bu kesimden gelme bir yapılanmayı deneyebilirler. Bu muhtemel operasyonların İran ve Rusya ile kurulmaya başlanan ilişkileri tahrip etmeye ve Suudi Arabistan odaklı (İsrail, Arap Emirliği ve Suriye’nin kuzeyinde kurulmaya çalışılan yapı da bu eksenin içinde düşünülmeli) yeni planları uygulamaya uyumlu olması gerekir. Yoksa ABD’nin bölge politikalarını önemli düzeyde zora sokan gelişmeler art arda gelebilir.
Mao’nun “Panama Halkının ABD emperyalizmine karşı verdiği Haklı Yurtsever Mücadeleyi Destekleyen Bildiri”de söylediği sözler adeta bugünleri anlatıyor gibi:
“Dünyayı hiçe sayan ABD emperyalizmi dünya halklarının düşmanı haline gelmiş ve kendini gitgide onlardan tecrit etmiştir. Tutsak olmayı reddedenler, ABD emperyalizminin elindeki atom ve hidrojen bombalarından hiçbir zaman yılmayacaklardır. Amerikan saldırganlarına karşı dünya insanları arasında şiddetle gelişen akıma karşı konulamaz. Onların Amerikan emperyalizmine ve uşaklarına karşı mücadeleleri mutlaka daha da büyük zaferlere ulaşacaktır.” (Mao Zedung, 12 Ocak 1964.)
***
AKP iktidarından kurtulmak bizim sorunumuzdur, bu konuda dışarıdan medet ummak her halükarda işbirlikçilik ve teslimiyetçiliktir. Bu iktidar ne kadar gerici olursa olsun buna karşı dışarıdan yürütülen operasyonlar sonuçta ülkenin emperyalizme daha fazla bağımlı hale getirilmesidir ve bu gelişme devrimcilerin kabul edebilecekleri bir şey değildir. Bu durum karşısında yapılması gereken şey, bu gerici-tekçi iktidarı savunmak olamayacağına göre, bir yandan bu iktidara ve izlediği politikalara karşı mücadele ederken diğer yandan –daha da kuvvetli biçimde– emperyalizme ve bölgesel planlarına karşı çıkmak olmalıdır. Esasında emperyalizme karşı verilecek güçlü bir mücadele temelde demokrasinin ve akılcılığın düşmanı gerici AKP iktidarına karşı verilecek mücadeleyi de kapsar. ABD’den medet ummayan herkes çok iyi bilir ki; ülkemizin emperyalizme olan bağımlılığı kırıldığı ölçüde içerideki gerici güçlerin de iktidar etme gücü yok olacaktır. Unutmayalım, iktidardaki gericiliğin esas dayanağı içerden kaynaklı popülist destekten ziyade emperyalizmle kurulan ekonomik, politik, askeri, ideolojik bağımlılık ilişkileridir. Bu ilişkilere içerdeki işbirlikçi büyük sermayeyi ve yarı-feodal egemen güçleri de katmak gerekir. Emperyalistlerin ve işbirlikçisi egemenlerin destekleri boşa çıkartıldığı ölçüde gerici iktidar kısa sürede gücünü kaybeder ve yıkılması kaçınılmaz olur. Bu tür iktidarlar emperyalistler arasındaki çatlaklardan yararlansalar da fazla uzun ömürlü olamazlar. Bunun çarpıcı örneklerini “ecdat” Osmanlının yaşadığını hatırlayalım…
***
Bütün bu karmaşık duruma dağınık, her kafadan ayrı bir sesin çıktığı muhalefet güçleri nasıl müdahil olacaklar, ne yapacaklar, yapabilme şansları var mı? Popüler muhalefet partilerinin bu işi yapabilme kapasite ve ilkesel temelde kabiliyetlerinin olmadığını görüyoruz. Bu partilerin yönetimleri emperyalist politikalara ve gerici iktidara karşı halkla birlikte ülkenin çıkarlarını savunma temelinde mücadele yürütmek yerine, ABD ve AB’ye zımnen “bizi iktidar yapın” anlamına gelen bir siyaset geliştirme çabası içindeler. Bu politika hem yanlış hem de sonuçta onları bitirir.
Devrimci-sosyalist kesime gelince: Genelde sorunlar karmaşıklaştığı ölçüde devrimcilerin düşünme kapasiteleri daha da boyutlanır ve gelişir. Ama bizde uzunca bir zamandır böyle değil. Sol kesimlerin belli ezberleri ve düşünme kalıpları var. Bunların dışına pek çıkılamıyor. Birçok sol görünümlü kitle örgütü, sendika ve parti kendilerini uygar Batı’ya veya onun uzantısı olan kuruluşlara, çevrelere bağlamış durumda. Ağızlarına “Amerikan emperyalizmi “ kavramını bile almayanların gölgesine girmekteler veya onlarla birlikte yürümek derdindeler. Bunların bir başka açmazları da sınırlı bir çevre içinde meşhur olmuş kişilerle, bir kısım akademisyen ve politikacıyla paneller düzenleyerek, birlik toplantıları yaparak büyüyeceklerini ve hatta kitleselleşeceklerini sanmalarıdır. Bu ezberlenmiş, kolaycı ve mücadelecilik ekseninden uzak zihniyet toptan değişmeden devrimci-sosyalist kesimin gelişme ihtimalinden söz edilemez.
Emperyalist sermayenin her türlü saldırısına ve onun içerdeki ekonomik, siyasi, askeri, ideolojik planlardaki uzantılarına karşı geniş ve sıradan kitlelerle birleşilerek mücadele yürütülürse ancak ülkenin siyasi hayatına yön verilmesinde söz sahibi olunabilir. Yanlış düşünce sahipleri ve yapılar da ancak devrimci kitlesel bir mücadele içinde doğru yolu bulabilirler.
Bir Yanıt
Yazı her ne kadar başlıktaki eksenden kaymış olsa da çok güzel bir çözümleme içeriyor. Bugünün çoğu sosyalisti, devrimcisi; emperyalizmin coğrafyamızı nasıl karanlığa, kan ve baruta gömdüğünü görmeden politika üretmeye çalışıyor. Basit, içi boş, bir Erdoğan düşmanlığı üzerinden, hiç bir ciddi beyin gücüne ve emeğe dayanmayan, uzun vadeli bir stratejisi (hedefi olduğu da tartışılır.) olmayan, basit politik söylemlerle, Ülke ve Dünya gerçeklerini göz ardı ederek, alışılmış, klasik eylem biçimleri ve ezberler üzerinden,, saman alevi gibi hemen yanıp sönüveren sokak eylemlerinden medet uman, güdük bir kısır döngü içerisindeler. Ne yazık ki.