Gerçekten de vakit nakittir. Gelin sizinle bir hesap yapalım değerli okurlarım. Facebook’un dünyada 1.350.000.000 kullanıcısı var. Her bir kullanıcının günde on dakika Facebook’ta kaldığını varsayalım. Bu durumda tüm kullanıcıların Facebook’ta toplam kalış süresi 13,5 milyar dakika olur. Bu süre 255 milyon saate, 9,375 milyon güne, bu da 25.685 yıla eşittir. Demek oluyor ki Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg, kişi başına on dakika hesabıyla, her gün 25.685 yıllık bir zamana hükmedebiliyor. Kişi başına ortalama kalış süresinin günde 30 dakika olduğunu varsaydığımızda, Zuckerberg’in bir günde hükmettiği zaman 77.055 yıla yükselir. Bir de kimi insanların saatlerce sosyal medyada kaldığını düşünürsek, varın Zuckerberg’e teslim edilen zamanı siz hesap edin…
Bu kadar büyük bir zamana Zuckerberg zorla sahip olmuyor; öyle çekici bir ortam oluşturuyor ki insanlar “kendi iradeleriyle” Facebook’a geliyorlar ya da Facebook’a kendi iradeleriyle
geldiklerini sanıyorlar.
İnsanların Facebook’a kendi iradeleriyle mi geldikleri yoksa öyle mi sandıkları konusunu bir tarafa bırakalım ve Zuckerberg’in insanların kendisine teslim ettikleri akıl almaz zamanı ne yaptığına bakalım. Bay Zuckerberg her gün her kullanıcının verdiği 10 dakikadan toplam 25.685 yıl zamanı ne mi yapıyor? Derhal paraya, yani nakde çeviriyor. Nasıl mı? Biz paylaşımlarımızı kaç kişinin beğendiğine, kimlerin ne yorumlar yaptığına bakarken, gözümüzün önünden geçen Sponsor ibareli paylaşımlar var ya işte bu paylaşımlar, Zuckerberg’in bizden bedavaya aldığı vakitleri, birilerine satıp, onlardan aldığı paralar karşılığında yaptığı reklamlardır. Ayrıca Zuckerberg, her birimizin resim, yazı vs. paylaşım, beğeni ve yorumlarımızı yapay zekâlarına okutup, analiz ettirip, her birimizin tek tek profillerimizi çıkarıp, bu muazzam bilgi hazinesini, kendi zenginliğine zenginlik katmak için kullandığı gibi, başka zenginlere parayla satıyor. İşte değerli okurlarım, Facebook vb. ortamların akıl almaz parasal değeri buradan kaynaklanıyor. Sadece Facebook'tayken değil, TV’lerde yarışma programı, eğlence programı ya da film veya dizi film izlerken de zamanlarımızı birilerine teslim ediyoruz. Onlar da bizim zamanlarımızı aynı yolla, yani reklâm yaparak nakde çeviriyor. Ne dersiniz; Vakit diyen atalarımız ne kadar ileri görüşlülermiş değil mi?
Esasen tüm sömürü türleri, aslında insanların vakitlerine hükmetmektir. Kapitalistin zenginliğinin kaynağı olan artı-değer, emekçinin kapitalist için çalıştığı emek-zamanına eşdeğer değil mi? Dahası; altın ve gümüş de dâhil herhangi bir malın ya da hizmetin veya bunların eşdeğeri olan paranın üzerini kazıyın, altından zaman çıkacaktır. Ne dersiniz değerli okurlarım; atalarımızın vakit nakittir sözünün ne kadar derinlere gittiğine sizleri ikna edebildim mi?
Dahası da var: Vakit, nakit olmanın da ötesinde candır. Çünkü bizim zamanımız yaşamamızdan gelir. Ölülerin zamanı yoktur, yaşayanların zamanı vardır Biz yaşayıp hareket ettikçe zamanımızı üretiriz. Bu nedenle zamanımızı başkalarına vermekle, onlara verdiğimiz şey yaşamımız, yani canımızdır. Öyleyse sevgili dostlarım, nakdin de ötesinde “vakit candır”.
Değerli okurlarım, vaktimiz bizim canımız ise, birileri de doğrudan veya dolaylı olarak vakitlerimize hükmediyorsa, bu bizim canımıza hükmetmektir. Canlarını koruma anlamı taşıdığı için, insanların vakitlerine sahip çıkması, onların doğal yaşama hakkı kapsamındadır.
İnsanların kendi vakitlerine sahip çıkmalarını “zaman hakkı” olarak adlandırıyorum. Eski kölecilik ve derebeylik zamanlarında, efendiler ve derebeyleri kölelerin ve serflerin vakitlerine, yani canlarına zor kullanarak hükmederek, onları angaryaya koşarlardı. Uzunca bir zamandır, insanların vakitlerine zor kullanarak hükmetmek, hukuk ve yasa dışı olup, suç teşkil etmektedir. Epeyce bir zamandır, insanların vakitlerine doğrudan, yani zorla hükmetmenin yerini, giderek “incelen” dolaylı yöntemler almıştır. Facebook ve Zuckerberg örneği üzerinden gidersek: Kuşkusuz Facebook vb. sosyal medya ortamları, deyim yerindeyse bir “sosyal hayvan” olan insanın sosyalleşme doğal güdüsünden kaynaklanan ihtiyacına cevap verdiği için yararlıdır, yani bir “kullanım değeri” vardır. Ancak açıktır ki bütün kapitalistlerde olduğu gibi Zuckerberg’in temel güdüsü bizlere sosyalleşme ortamı sağlayan bir “meta” sunmak değil, bizi Facebook ortamına cezbederek, böylece zamanlarımıza el koyarak zamanlarımızı meta haline getirip, zaman adlı bu metaı, reklam verenlere satıp, para kazanmaktır. Ne kadar çok Facebook kullanıcısının, Facebook’ta ne kadar çok vakit geçirmesi, o kadar çok meta, o kadar çok kâr demektir. Bu nedenle, insanlar, sosyalleşme güdüleri kışkırtılarak, sürekli “arkadaş” sayılarını arttırmaya, paylaşımları izlemeye, katılmaya, oyunlar oynamaya vs. teşvik edilerek, mümkün olduğu kadar uzun süre Facebook’ta kalmaları sağlanmaya çalışılmaktadır. Facebook’un astronomik piyasa değerine ve bu değerinin kaynağının, metalaştırılmış zamanlarımız olduğuna dayanarak diyebiliriz ki Zuckerberg, insanların zamanına hükmederek metalaştırma güdüsü ve kastı ile davranmaktadır. Çok büyük bir olasılıkla, Zuckerberg, mümkün olduğu kadar çok insanı uzun süre Facebook’ta tutmak için bilimsel ve teknik destek alıyor, bu amaçla Meta adlı şirketinde, psikologlar, sosyologlar çalıştırıyor, yapay zekâlar kullanıyor olmalıdır. Kuşkusuz sadece Facebook patronu Zuckerberg değil, tüm kapitalistler, insanlar için kullanım değeri taşıyan metalar üretip, bunları zorunlu bir ihtiyaçmış gibi gösterip, allayıp pullayıp mümkün olduğu kadar çok satıp, çok para kazanma kastıyla hareket ederler. Metalarını olduğundan farklı gösterip, insanları yanıltıp aldatmadıkları ya da metalarını zorla satmadıkları sürece, bu kasıtta hukuki bir sorun olmadığını düşünüyorum. Ancak, kapitalistlerin vakitlerimize el koyma kastıyla hareket etmeleri, bir zaman hakkı ihlali ise, zaman hakkı da yaşama hakkı kapsamındaysa, kamu otoritesinin yaşama hakkımızı korumak için bir şeyler yapması gerekmez mi? Kamu otoritesi tarafından, sayısız meta için “tüketiciyi koruma” kavramı altında bir dizi ayrıntılı önlemler geliştirilmiş olup, uygar dünyada uygulanmaktadır. Bu kapsamda, bir meta olan sosyal medyanın kullanılmasında da kamu otoritesinin zaman hakkı ihlallerine karşı, bilimin ışığında “tüketiciyi koruma” amaçlı önlemler geliştirip, bu önlemleri hayata geçirecek düzenlemeleri yapıp, uygulamaya koyup, uygulanmasını denetlemesi gerektiğini düşünüyoruz. Kamu otoritesinin tüketiciyi koruma önlemleri yanında, tüketici örgütlerinin de, sadece sosyal medya kullanımında değil, insanları aşırı meta tüketimine teşvik eden tüm zaman hakkı ihlali girişimlerine karşı, tüketicilere yönelik, “ihtiyaç esasına” göre davranmaları konusunda bilinçlendirici çalışmalar yapması gerektiğini düşünüyoruz.
Ne demiş atalarımız: Azı yarar, ortası karar, çoğu zarardır.