Emekçi halkımız, ülkemiz ve bölge ülkeleri açısından çok kritik karar günlerinden
geçiyoruz. ABD Dışişleri Bakanı akşamdan sabaha Türkiye’de cirit atıyor. Bu koşullarda, patronluğunu ABD emperyalizminin yaptığı Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirme politikasının Türkiye’deki uygulamasının son büyük adımında vaizlik yapmaktan geri kalmayan bazı “eski solcular” ne yazık ki iktidar sözcülerini aratmıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, bu kişileri, tv’lerde her akşam iktidar yandaşlarının, iktidarın kamuoyu araştırması ısmarladığı şirketlerin sözcülerinin, halkın AKP politikalarına desteğinin gün geçtikçe ne kadar arttığı, açılım sürecine destek oranının sürekli yükseldiği biçimindeki dezenformasyonları da etkilemiyor. Bu propagandalar kimin işine yarıyor, sonuç kimin hanesine yazılacak? Bunları düşünen yok. Onlar devrimcilerin kafalarını nasıl karıştırırız, kararsızları nasıl kararlı AKP politikalarının yandaşı yaparız onun derdindeler. Artık kalemleri ve dilleri iktidar için çalışıyor. Sosyalistlik iddiasında olan bir çok insan ve çevre yaklaşık 25 yıldır bu büyük yanlışlığı yapıyor. Etnisiteciliğin gölgesinde yürüyerek yol kat edebileceklerini sanıyorlar. Yıllardır bu düşünce ile hareket ettiler, ama sonuçta bunca zamandır hiç bir gelişme kaydedemedikleri gibi var olanı da yitirdiler. Tam “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olma” hikâyesini yaşattılar. Şimdi de bu yaşanılan olumsuzluklar yetmezmiş gibi solu stratejik olarak bitirme eylemine kalkışıyorlar. Öte yandan bu yaptıklarının destek verdiklerini düşündükleri güçlere ne ölçüde yararı olacak, o da belli değil. Her halükarda kullanılıp bir kenara atılacaklar. Olan ise bütün “sol”a olacak. Yarın emekçi kitleler hesabı bütün “sol”a kesecek.
Onların “emekçi kitleler” diye de bir sorunları yok. Kitleler nerde, onlar nerde. Bu ülkenin ilerici-demokrat, aklı başında insanları sizin gül hatırınız için, size bakarak tavır belirlemiyor. Onlar yüzlerce, binlerce yılın kültürünün içinde yoğrulmuş olan öngörüleriyle bu güne ve yarına bakıyorlar. Bu topraklar ve onun üstünde yaşayan bu insanlar, barışın da savaşın da içinden süzülüp gelen bir zengin kültürün kundak bezinde sarmalanıp büyüdüler. Onların zihin DNA’larında, iktidarın dar görüşlülüğünün çok ötesinde, zengin bir kültür harmonisinin olduğunu düşünmeyen bir entelektüel, bir solcu bilin ki dünyadan bihaberdir. Bu ülkenin kitlesi, Sümerlerden-Hititlere, Traklardan-Perslere, Orta Asyadan-Ortadoğuya kadar çok geniş ve derin, binlerce yılın izlerini taşıyan, kültür ve ideoloji köklerine sahiptir. Batı kültürü ile tanışmasının ise daha 200 yıllık bir geçmişi vardır. Bu büyük medeniyetler ne savaşlar ne barışlar gördüler. Daha hala yaşayan birçok insan dedesinden, ninesinden Balkan Savaşları, Cihan Harbi ve Kurtuluş Savaşının yarattığı acıları, sevinçleri ve ihanetleri canlı canlı dinledi. Kaybedilenleri ve kazanılanları adeta yeniden yaşadı.
Bizi biz yapan içinde yaşadığımız toplumsal değerlerimiz, dünyanın başka yerlerinden farklı yaşadığımız toplumsal düzenlerimiz ve tarihimiz, çevremiz, doğamız, ekip-diktiğimiz toprağımız, soluduğumuz havamız ve diğerleri. Ve bizi ayakta tutan devrimci gelecek tahayyüllerimiz. Bu gün artık çağ dışı kaldığı apaçık olan bu gerici kapitalist düzen, son on yıllarda, tarihin koynundan süzülüp gelen kültürümüzü, değerlerimizi zihin haritamızdan silerek kendi yoz kurallarını egemen kılmaya çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Tarihin kısacık bir periyodunda dünyayı ele geçirmeye kalkışan bu kokuşmuş sistemin kısır, gerici kültürüne-ideolojisine boyun eğmiş olanlar mı bu ülkeyi ve devrimcilerini teslim alacaklar? Çok şaşıracaksınız!
İşte bu toprakların devrimcileri böyle zor günlerde teker teker meydana çıkarlar. Toplumun bir avuç zorba tarafından teslim alınmaya çalışıldığı günlerde. Yüzyıllar içinde oluşan zihin haritamızın üstüne devrimci ideolojinin pusulasını koyarak ve ilerici-demokrat değerlerimizi öne çıkararak, devrimci renklerle geçilecek yolları işaretlemeye başlarlar. Böylece kitlelerle devrim yolunda buluşmanın koşullarını birer birer yaratırlar.
Fakat günümüzde pusulasını bir kenara atmış, kitle bağı yerine Batı bağını önemseyen ve hala devrimciyim diye ortalarda dolaşan birçok insana rastlamaktayız. Bunlar, her devrimcinin nihai hedefinin iktidar sorunu olduğunu ve bu sorunun üstesinden gelmek için felsefi, ideolojik-kültürel ve politik alanlarda bütünlüklü bir mücadeleyi yaratmanın ve yürütmenin zorunluluğunu unutmuşa benziyorlar. Ya da geçmiş mücadeleden dersler çıkararak yeni bir mücadele perspektifi kurmayı hiç düşünmedikleri, önlerine böyle bir ciddi sorunu hiç koymadıkları anlaşılıyor. Hedef, kitleleri iktidara doğru yürütmek olmayınca, oraya giden yolun ne ve nasıl olması gerektiği üzerine kafa yormak yerine, başkalarının yan yollardaki işlerine destek vererek “sosyalist vicdanları”nı rahatlatacaklarını düşünüyorlar. Aslında onlar, devrim yolunun tarifinde ve yürünmesinde kendi rollerini bilinçli bir biçimde yerine getirme sorumluluğunu çoktan bırakmışlar ama bunu ne kendilerine ne de arkadaşlarına itiraf edebiliyorlar. Son dönemlerdeki açıklama ve tavırlarının altında yatan gerçek, “açılım”ın iç yüzünü ve buna bağlı muhtemel ve kaçınılmaz gelişmeleri okuyamadıklarından kaynaklanmıyor; artık başka âlemlerin insanları haline geldikleri için bu yeni-liberal yolu tercih ediyorlar. Okların ne yanı gösterdiğini anlamak için söylediklerine ve yazdıklarına bakmak yeterli.
“Biz kırk yıldır barış istiyorduk, işte barış” diyenlere, elbette “barış” istiyoruz ama nasıl ve kimin için, hangi politikalar için barış? “Barış olsun da nasıl olursa olsun” mu diyeceğiz? “Önemli değil, ilkesiz olsa da olur” mu diyeceğiz? Dolgu maddesi olmaya rıza mı göstereceğiz?
Büyük bir karşı propaganda kampanyasıyla karşı karşıyayız. Suyu bulandırıyorlar sonra da devrimci avına çıkıyorlar. Bu avı yürüten çok sayıda medyatörü yeterli bulmadılar, entelektüellerin yanı sıra hala solcu-sosyalist olduğunu iddia eden birçok gönüllünün de görev almasını sağladıklarını görüyoruz. Ortalıkta bir sürü akil-vekil, AKP politikalarının gönüllü destekçisinden geçilmiyor.
Bu süreç ilerledikçe sosyalist sol daha fazla etkilenecektir. Yıllardır sosyalist solun politik ve fikri liderliğini yapanlar ya da bu şekilde benimsenenler bu olgudaki tavırlarına göre kitlelerce gözden geçirilecekler. Akil liderliğin yerini anti-emperyalist devrimcilik alacaktır. Yıllardır devrimci gelişimin önünü tıkayan, devrimci mücadele adına gösterişten öteye bir atılım yapamayan, vaziyeti idare eden hareketler, partiler de Türkiye solundan tasfiye olacaktır. Reformistlerin kitleleri daha fazla oyalamayacakları dönemlere doğru yol alıyoruz.
Artık, “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” demeye dilleri varmayanların kimler olduğu güneşin altında alenileşecek.