Search
Close this search box.

Zeytin Dalı Harekâtı- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

TSK Afrin’de operasyon yaparken, 29 Ocak 2018’de, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General J. Votel, ABD’nin Menbiç’ten çekilmeyi düşünmediğini söyleyerek PKK-PYD’yi Türkiye’ye karşı koruyacaklarını açıklamış oldu.

Av. Mehdi Bektaş

Türk Ordusu, ABD’nin Irak’ı ve Suriye’yi parçalayarak Türkiye’nin güney sınırları kenarından geçirmeyi düşündüğü, Kuzey Irak’tan başlayıp Akdeniz’e ulaşacak koridoru önlemek için Fırat Kalkanı harekâtından sonra Zeytin Dalı harekâtını başlattı. İşin Afrin’le bitmeyeceği, bundan sonra sıranın Fırat’ın batısında Menbiç’e, doğusunda Ayn El Arap’a (Kobani) geleceği söyleniyor.

İşin bu noktaya gelmesinin nedeni, kuşkusuz ABD ile işbirliği yaparak Irak’ın parçalanmasına katkı sunan, bir koyup üç almaya kalkan Özal ile Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını üstlenen, radikal İslamcı grupları destekleyerek Suriye’nin parçalanması için çalışan, Emevi Camii’nde namaz kılmaya kalkan Reis’in izlediği politikalardır. Bunlar, Osmanlının fütuhat dönemindeki kazanımlarının çağımızda da yapılabileceği ham hayaline kapılarak maceraya soyunanlardır. Özal önlenmiş ise de Reisin izlediği politika, orduyu Suriye bataklığına girmeye mecbur bırakmıştır.

Bunların ne tarih bilgisi var, ne devlet yönetmeyi biliyorlar, müsrif evlat gibi ülkenin değerlerin çarçur etmeyi beceri sanıyorlar, acıyı da sıkıntıyı da topluma yıkıp, hamasetle zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmaya çalışıyorlar. Kurtuluş savaşını, Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyetinin erdemlerini biraz öğrenseler, toplumu ve orduyu belanın içine sokmazlardı.

Mustafa Kemal, İttihat ve Terakkinin 1907’nin Kasım ayında yapılan gizli toplantısında, geleceği görerek, şöyle konuşur:

“Arkadaşlar,

Meşrutiyetin ilanından sonra gizli cemiyetin açık siyasi parti haline gelmesi ve iktidarı ele alması için şimdiden hazırlıklı ve programlı olunmalıdır. Bu olmazsa, ikinci meşrutiyette birincisi gibi iflas edecektir…

Köhneleşen ve hayatlılığını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet oturtulamaz. Ancak, Türk çoğunluğunun bulunduğu toprak üzerine bir devlet oturtulabilir. Büyük devletlere bir likidasyon (dağıtma) yaptırmaktansa, ihtilal idaresi bunu kendisi yapmalıdır.

Meşrutiyet hürriyetleri gerçekleşince bütün milliyet davaları ortaya çıkacaktır. Avrupa Türkiyesinde Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, Karadağ ve Selanik’e inmek isteyen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, birer parça toprak koparmak isteyeceklerdir.

Osmanlı devletine bağlı olanlar yalnızca Türklerdir. Bunlarda zayıf ve fakirdir.

Araplara da ayrılma fikri aşılanmıştır.

İmparatorluğun parçalanmasına çoktan karar verilmiştir.

Yalnızca biz Türkler ezileceğiz, İmparatorluğun yıkıntıları arasında biz kalacağız! Hıristiyanlar ayrılacaklar.

Türkler ve Araplar ayrı ayrı devletlerin sömürgesi olacak. Milli bir sınırlama gereklidir.

Avrupa yakasında Batı ve Doğu Trakya bizde kalmalı. Edirne vilayetinin kuzey sınırları genişlemeli.

Arnavutluk bağımsız olmalı. Avusturya- Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan İstanbul’da bir konferansa çağrılmalı. Dava milliyetler prensibine göre çözülmeli.

Anadolu kıyılarına yakın adalar bizim olmalı. Yabancıya bırakılan topraklarla bizde kalanlar arasında nüfus değişimi (mübadele) yapılmalı.

Hatay, Halep, Musul bizde kalmalı gerisi Araplara bırakılmalıdır” der. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya I, sayfa 61)

Mustafa Kemal, Osmanlı’da milliyet davalarının ortaya çıktığını, emperyalizmin bunu kullanarak Osmanlıyı dağıtacağını, önlemenin olanaksız olduğunu, emperyalizm işe karışmadan yapılacakları açıklar; Osmanlıya yalnızca Türklerin bağlı olduğunu, bunların da zayıf ve yoksul bulunduğunu, Arapların da ayrılacağını, milli bir sınırlama olmazsa ezileceğimizi, Araplarla birlikte sömürge olacağımızı vurgular.

Söyledikleri Birinci Dünya Savaşından sonra gerçek olur, Osmanlı dağıtılır, Türklerin ağırlıkla yaşadığı Anadolu işgal edilir. Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Türk ordusunun elinde tuttuğu toprakları Misak-ı Milli sınırları içine alır, yokluk ve yoksulluk içindeki Türk halkını örgütleyerek emperyalizme karşı koyar, işgalci dış, gerici iç düşmanı ağır bedeller ödeyerek Anadolu toprağına gömer, bağımsız, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurar, gençliğe ve millete emanet eder.

Bunla da yetinmez, kurtuluş savaşı sürerken, Arpların Türkiye ile birleşme önerilerini gerçekçi bulmaz, ayrı devlet kurmaları, İngiliz ve Fransız işgalcilerine karşı savaşmaları için milis teşkilatı örgütlenmesini ister, Ali Şefik Özdemir Bey’i görevlendirir, para ve silah yardımında bulunur. Daha sonrada Irak, İran, Afganistan’la Sadabat Paktı’nı oluşturarak dostluk çemberi kurar. Mustafa Kemal Arapların milli birliğini sağlamaya çalışırken, Menderes ne yaptı bağımsızlık savaşı vermiş Cezayir’i Fransızların yanında saf tutarak sattı, Özal ne yaptı bir koyup üç alacağım diye emperyalizmin Irak’ı parçalanmasına önayak oldu. Aynı zihniyetteki Erdoğan ne yapıyor, Sünni bloğun lideri olacağım, Emevi Camii’nde namaz kılacağım diye Suriye’nin emperyalizm tarafından parçalanmasına destek oluyordu, göz yumuyordu, şimdi şaşırıp kaldı.

Emperyalizmle işbirliği yaparak, komşusunun işgaline, dağıtılmasına, parçalanmasına önayak olanlardan devlet adamı olur mu? Bu zihniyetlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmesi bu milletin başına gelmiş en büyük felaketlerdir. Menderes Kore’ye asker gönderip Mehmetçiğin kanını akıtmıştır, Özal emperyalizmin askerine Türkiye topraklarını aşmış, Allahtan Meclis kabul etmemiştir. Reisin başında olduğu AKP, 16 yıldır iktidarda, Türk devriminin bütün kazanımlarını tersyüz etti, birikimlerini sattı, har vurup harman savurarak, gençlerin umudunu, çocukların geleceğini karartarak, okuldaki andı şeriat övgüsüne dönüştürerek, kadın askerin, polisin, hukukçunun, doktorun, öğretmenin, memurun başına türban geçirerek, dünya gerçekliğinden elini eteğini çekip doğrudan ahirete bağladılar. Bunlar okumadan âlim, yazmadan kâtip olanlardır, sivilken başkomutan olmayı, düşman ateşiyle karşılaşmadan gazilik unvanına sarılmayı maharet sanıyorlar, gerçekle sanalı karıştırarak ordunun, milletin başını belaya sokuyorlar.

Türk Ordusu, Suriye işine bulaştı, bataklığa girdi, nasıl çıkar, kaybı ne olur kestirmek zor. Bunlar, vesayet kurumu diyerek orduyu paramparça ettiler, önce Ergenekon davaların savcısı olup yüzlerce yetişmiş subayı ordudan attılar, sonra Feto ile işbirliği yaparak ordunun mahremine girdiler, şimdi de aslanım kaplanım diyerek güzelleme yapıyorlar. Bunlar hem ordudan korkarlar hem de ordusuz bir iş yapamazlar.

Türk Ordusu Afrin’e doğru ilerliyor. Askerliği bilenlerin söylediğine göre, ilk başta taarruz eden her zaman üstündür, taarruzun en yüksek noktaya ulaştığı anda hedefe varması gerekir, yoksa sonuç felaket olur. Savunmada bulunanın, araziyi tanıması, sığınma, saklanma konumunu güçlendirmesi açısından avantajlı olduğu söylenir. O nedenle kısa sürede hedefe varmak, kendini savunanın toparlanmasına olanak vermemek gerekir. Muharebeyi kazanmak her zaman savaşı kazanmak değildir. Vietnam’da Amerika, Afganistan’da Sovyetler muharebeleri kazandılar ama savaşı kaybettiler. Hamasetle iş yürütene kadar biraz soğukkanlı olmak, hesap kitap bilmek gerekir.

Suriye bataklığının başımıza daha ne işler açacağını bilmiyoruz, tahmin de edemiyoruz. Dileğimiz harekâtın biran önce bitmesi bölgeye ve ülkemize huzur gelmesidir.

Emperyalizm bölgeye kancayı takmış, işbirlikçileriyle ortalığı karıştırıyor, kazasız belasız kurtulmanın yolu Türkiye’nin komşularıyla işbirliği yaparak emperyalizmin planlarına dur demesinden geçer. Ne yazık ki bu tutum iktidarda görünmüyor, Reis ipin ucunu tutmuş rastgele sallıyor, kandırıldıkça milletin başı beladan kurtulmuyor. Bize de sonumuz iyi olur umudunu yitirmemek düşüyor.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir