12’lerin Dört Köşeleri…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Sivas’ın orta yerine bir ateş yakmış gericiler,

hala yangın sürüyor. O yangına odun atanlar kurulmuşlar başköşeye hala ateşi körüklüyorlar. Gazlıyorlar yakamadıklarını Adalet Sarayının önünde. Belli ki hala içleri soğumamış, dumanı tüterken Sivas’ın mahkeme salonunda.

Herkesi kendilerine benzetmeye and içmişler. Ya dört köşe kafalı olacaksın ya da yakılmalardan yakılma beğeneceksin. Çocukların kafaları kalıplara dökülecek, biat etmeyi, baş eğmeyi öğretecekler. Sivas’ı yakan ateşle bilimsel eğitim sistemini, çocukların geleceklerini kavuracak olan ateş aynı merkezlerden üflenmektedir.

***

12 Eylül faşizmi döneminde atılan en önemli karşı devrim adımlarından biri toplumun dincileştirilmesidir. Dinci ideolojinin toplumun bütün kesimlerinde, özellikle de çocuklar ve gençler üzerinde egemen olması planlanmış ve hayata geçirilmeye başlanmıştır. Kurgulanan bu gerici düzen, her ne kadar İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan itibaren yürürlüğe sokulmaya başlanmışsa da 12 Mart faşist darbesinden sonra bu alanda yeni adımlar atılmış ama asıl gerici adımlar 12 Eylül faşizmi döneminde atılmıştır. Okullardaki gerici eğitim uygulaması 12 Eylül dönemiyle birlikte daha belirgin bir biçimde yürürlüğe konularak toplum ABD emperyalizminin dayattığı politikalar doğrultusunda planlı olarak şekillendirilmeye başlanmıştır. Planı yapan ABD’nin emriyle Suudilerin parasal destekleri de sağlanarak özellikle çocuklar, gençler ve öğretmenlerin dincileştirilmesi hızlandırıldı.

Ülkemizde gerçekleştirilen faşist darbeler sürekli olarak gericilerin önünü açmıştır, dinciliği geliştirmiştir. Toplum içinde gericiliğin geliştirilmesi için eğitimin yanı sıra özellikle kültür ve tarih çalışmaları alanında da dincilik öne çıkarılmıştır. Kültürel geçmişimiz ve tarihimiz emperyalizmin politikalarına (BOP gibi) hizmet etsin diye gerici çevrelerin ideolojisine göre topluma sunularak halk uyuşturularak direnci kırılmaya çalışılmıştır. Diğer yandan da bu politikalarla dinci çevrelerin güç kazanmasına destek verilmiş ve bu destek çeşitli manipülasyonlar da dahil sürekli artırılmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, darbecileri sadece emperyalizme yaptıkları doğrudan hizmetler nedeniyle değil ülkeyi sürekli hale getirdikleri faşizme ve gericiliğe teslim etmiş oldukları, dinci bir eğitim sistemi kurdukları,  gerici-faşist ideolojilerin egemen hale gelmesi için emperyalistlerin yaptığı planları yürüttükleri için de yargılanmalıdır. Kültürümüzü yozlaştırdıkları, gericiliği modalaştırdıkları, bilimselliği, aydınlanmayı ve sosyalizmi suç ve suçlama unsuru haline sokup toplumun gözünde itibarsızlaştırdıkları için de suçlanmaları gerekir.

Günümüzde ABD’nin Ortadoğu’daki baş taşeronlarından olan AKP iktidarının, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni gerektirdiği için 12 Eylül döneminde yürürlüğe sokulan bu topyekun gericileştirme siyasetini günümüzde daha da karanlıklaştıran ve azdıran uygulamalarının altında BOP’un olduğu açıktır. Bu iktidarın attığı her önemli adımın arkasında emperyalizmin bölge politikalarının olduğunu görmemek, düşünmemek büyük bir körlüktür. İktidar sahiplerinin bu kadar pervasızca saldırganlaşmalarının arkasında emperyalizmin gücü vardır. İktidar ABD emperyalizmine güvenmekte ve ona yaslandığı, ona dayandığı için bu ölçüde dayılanabilmektedir. Bu güç gösterisinin arkasında Pentagon’un, CIA’nın ve uluslararası büyük sermayenin yer almakta olduğunu unutmayalım…

Bu emperyal güçler Türkiye’ye, 12 Eylül faşist döneminden beri inişli çıkışlı bir biçimde karşı-devrim süreci yaşatıyorlar. ABD emperyalizmi, 28 Şubat süreciyle de, AKP yandaşlarının bütün marifetlerini sergileyerek sınır tanımayan yaygaracılıklarıyla çarpıtmaya çalışmalarına karşın, yeni Ortadoğu politikalarının en has taşeronunu yaratma operasyonunu hayata geçirmiştir.  Emperyalizmin gericiliği ve dinciliği kullanması yeni bir politika değildir. Ortadoğu bölgesinde yapmayı planladığı her kritik proje için bu ideolojiyi ve aktörlerini öne sürer. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması için de, Türkiye’deki emperyalist işgale karşı savaşan Ulusal Kurtuluşçulara karşı da dincilik öne sürülmüştür. 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda solcuların, devrimcilerin ve ilericilerin sindirilmesi için de aynı gerici-dinci ideoloji ve militanları harekete geçirilmiştir. 1980’lerde faşist darbe ile bütünleşen, daha sonra da emperyalizmin Yeşil Kuşak projesinin gereği olarak hizmet sunan dinciler, 2000’lerle birlikte emperyalizmin taşeronluğuna terfi ettirilerek bölge politikalarının vaz geçilmezleri haline getirildiler.

Bu arada liberalleşen eski solcuları da kafesleyen emperyal güçler AKP eliyle ülkeyi istedikleri yöne daha kolay sevk etmeyi başarıyorlar. Sürekli artan olağanüstü borçlarla, büyük özelleştirmelerle, büyüyen cari açıkla uluslararası finans kapitalin ülkeyi ele geçirmesi kolaylaştırılıyordu.

2010’da yapılan Anayasa değişikliği de emperyalizmin taşeronlarının ülke üzerinde kurdukları hegemonyanın artırılması sürecinin bir parçasıydı ve bu değişiklikten sonra özellikle yargı alanında atılan adımlarla bu teslimiyetçi gerici süreç tahkim edilmiş ve edilmektedir. 4+4+4 operasyonu da bu karşı-devrim sürecinin bir parçasıdır. Toplumun 1961 Anayasası ile elde ettiği “demokratik haklar”, “sosyal güvenceler”, “işçi hakları” ve “örgütlenmeleri”nin önce 12 Mart darbesiyle, sonra MC’lerle, daha sonra da 12 Eylül’le elinden alındığını biliyoruz. Özallı yıllarda da yeni sağcılık toplumun içine işlendi, gericilik tahkim edildi. Bu ülkeyi topyekûn teslim alma süreci Amerikancı AKP ile çok daha da derinleştiriliyor. AKP ile 12 Eylül döneminde topluma dayatılan gerici ideoloji, yasakçı-tutucu-biatçi zihniyet, bilime karşı ortaya konan idealist düşünceler toplumun bütün hücrelerine yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Bir yandan 12 Eylül mantığı bütün alanlarda, siyasette, hukukta sürdürülmekte diğer yandan da kapitalist zihniyet Yeni Osmanlıcılıkla boyanarak toplumun laik yaşam tarzı tahrip edilmektedir. Öte yandan izlenen Amerikan İslamcılığıyla kozmopolit bir AKP kaymak tabakası oluşturularak halkın bütün değerleri bozulmaktadır. Bu sonradan görme kozmopolitlerin iktidarları emperyalizm önünde sonuna kadar teslimiyetçi ve korkak, ama kendi halkına karşı despotluk ve zalimlik yapmaktadır.

Gerek 4+4+4 operasyonu gerekse de Madımak katliamıyla ilgili çıkan karar bu karşı-devrim operasyonunun, toplumu sağcılaştırma, biat kültürünü egemen kılma faaliyetlerinin parçalarıdır. Halkın haksızlıklara, yolsuzluklara karşı çıkmaması, teslimiyetçiliği benimsemesi isteniyor ve iktidar yargıyı bu yönde baskı unsuru olarak işletmeye çalışıyor. Emperyalizmin tahakkümcü politikalarına hiç kimsenin karşı durması, itiraz etmesi istenmiyor. Bu sömürüyü, tahakkümü ve hegemonyacılığı esas alan politikalara karşı duranlar ise yumuşak güçle, yetmezse de zorla engelleniyorlar ve sonuçta baskı ve kontrol altına alınıyorlar.

Türkiye’ye “renkli devrimler” veya “baharlar” yıllardır, uzun bir süredir yaşatılmaktadır. Bu “baharı” bize ABD emperyalizmi ve ülkedeki uzantıları 12 Martlarla, MC’lerle, 12 Eylüllerle, Özallarla, 28 Şubatlarla, AKP’lerle yaşattılar, yaşatıyorlar. Faşist örgütlerle, Rabıta ile, Vahabilik ile, Hikmetyarlarla yaşattılar. Madımak katliamı ile, Fethullahçılık ile, Ortadoğu ülkelerinin işgali ile yaşatıyorlar.

Dünyayı ve ülkemizi işgal etmiş olan bu gerici barbarlığın yalan ve çarpıtmalara dayanan politikalarına, akıllarımızı, fikir hayatlarımızı teslim almak için saldıran haramilere karşı attığımız her adımla, yaptığımız her hareketle, aldığımız her nefesle karşı durmayı, teslim olmamayı öğrenmeliyiz.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir