12 Mart darbesinin üzerinden 46 yıl geçti. Bu darbeden sonra devrim mücadelesini sürdüren Mahir Çayan’ın Mayıs 1971’de yazdığı “İhtilalin Yolu” bildirisinde ortaya koyduğu düşüncelere kaynaklık eden o günün Türkiye’sinin somut koşulları günümüzde daha da ağırlaşmış biçimde varlığını sürdürmektedir.
O bildiride yer alan iki paragrafı okuyunca bu gerçeği göreceğinizi sanıyorum.
“Türkiye yer altı kaynaklarından dış ticaretine, ekonomisinden politikasına, kültüründen sanatına kadar Amerikan emperyalizminin denetimi altında bir ülkedir. Amerikan emperyalizminin sömürge veya yarı-sömürge bir ülke için anlamı ülke zenginliklerinin talan edilmesi, halkın açlığı, sefaleti ve ulusal onurun hayasızca Amerikan postalları altında çiğnenmesidir…
Milli kurtuluşçu ve demokratik nitelikteki en küçük kıpırdanmaların bile ezilmeye çalışıldığı, milli kurtuluşçuların ana caddelerde halkın gözü önünde kahpece şehit edildiği, işkencehanelerde en hunharca işkencelere maruz kaldığı bu ortamda, kanun devletinden, demokrasiden bahsetmek gülünçtür. Ülkemizde hukuktan, kanun devletinden, anayasadan, vatandaşlık haklarından, hatta insanlık haklarından söz etmek, art niyet aranmazsa safdillikten başka bir şey değildir.”
Bu bildirinin yazılmasının üzerinden 46 yıl geçmesine rağmen hala Amerikan emperyalizminin hegemonyasından kurtulamadığımız gibi bağımlılık koşullarının daha da ağırlaştığını görüyoruz. Ulusal onurumuzun emperyalist ülkeler tarafından sürekli çiğnendiğine tanıklık etmekten yorulmadık mı? Ülke semalarında hala Amerikan savaş uçakları uçuyor. İncirlik hava alanı Amerikan askerlerinin yanı sıra diğer emperyalist ülkelerin askerlerinin de postalları altında inlemiyor mu? Amerikan askerleri Kürecik radar üssüne milletvekillerini dahi sokmuyorlar…
O gün sıkıyönetim vardı, bugün olağanüstü hal var. Bugün de ülkemizde hukuktan ve hatta kanun devletinden söz edilemez. 2010 Anayasa değişikliğiyle devleti AKP+FETÖ devleti yapmışlardı, 16 Nisan’da referanduma sundukları Anayasa değişikliğiyle devleti Tek adam devleti yapmak istiyorlar. Yargıyı kontrolleri altına almakla yetinmiyorlar, kayıtsız şartsız emirleri altına almayı amaçlıyorlar. 12 Mart döneminde Meclis’i kontrol altında da olsa çalıştırmışlardı. Ama şimdi yapmak istedikleri Anayasa değişikliyle Meclis yasa yapma ve yürütmeyi denetleme haklarını kaybedecek. 12 Mart cuntası döneminden çok daha geri bir noktaya düşülecek.
16 Nisan’da referanduma sunulacak Anayasa değişikliğiyle kurulacak Tek adam rejiminde ülkemiz çok daha ağır ekonomik, siyasi ve hukuki şartlarla karşı karşıya bırakılacak. Emperyalizme olan bağımlılığımız daha da artacak, demokrasinin ise kırıntısı bile kalmayacak. Demokratik ülkeler Türkiye’yi dünyanın en gerici ülkeleri arasına yerleştirecekler ve vatandaşlarımıza beşinci dereceden insan muamelesi yapmaya başlayacaklar… Unutmayalım, Balzac’ın dediği gibi; “Felaketler insanı yalnız bırakır”mış.
Bu felaketlerle karşılaşıp karşılaşmamak bizlerin ellerinde. Bu ülkenin insanları ya Hayır’da Hayır var diyerek bu 12 Mart’tan da berbat dönemin kapısını bir daha açılmamak üzere kapatacaklar ya da çok daha koyu esarete yürüyecekler.