Birinci Dünya Savaşı sürerken İttifak ülkeleri (Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası) Osmanlı İmparatorluğunu paylaşmaya yönelik bir dizi görüşmede bulundu. Bu savaşı kazanan İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu teslim aldılar. Mondros Mütarekesi ile ülkeyi işgale yöneldiler. Böylelikle Osmanlı topraklarının paylaşımı başladı. Bu paylaşımın bir ayağı da Osmanlı egemenliği altında yaşayan azınlıklara bu toprakların bir kısmının verilmesi ve devlet kurmalarının sağlanmasıydı. Bu plan doğrultusunda Rumlar, Ermeniler, Süryaniler ve Kürtlerin bir kısmını Wilson ilkeleri doğrultusunda, özerklik ya da “bağımsızlık” için harekete geçerler.
Bu gelişme Türkler arasında ve diğer Müslüman ahalide endişeye ve tepkilere yol açar. Bu dönemde Kürt Aşiretlerinin bir kısmı “Osmanlı hudutları içinde ve Halifenin önderliği altında Kürdistan’a özerkliği” savunur. Bedirhan aşiretinden Kamil Bedirhan, eski Osmanlı paşası Şerif Paşa gibi bazı Kürt aşiret liderleri de İngilizlerle görüşerek kurulacak Kürdistan’ın kendi yönetimlerine verilmesini isterler.[1] 1918 Eylül ayında İstanbul’da yaşayan Osmanlı Ayan Meclisi başkanı Seyit Abdulkadir ve yandaşları bağımsız Kürdistan için bir araya gelir ve Kürt Teali Cemiyeti’ni kurarlar. İngiliz işgal kuvveti komutanlarından Tuğgeneral J. Duncan yazdığı raporda bu derneğin İngiliz güdümü altında “bağımsız Kürdistan” için savaşım verdiğini, merkezinin İstanbul’da olduğunu, Diyarbakır, Dersim, Siirt, Harput ve Malatya’da şubeleri olduğunu belirtir. Dernek bir süre sonra Kürtlerin Türklerle birlikte olmalarını söyleyen özerkçilerle, bağımsızlık yanlıları arasında ikiye bölünecektir.
Kürt aşiretlerinin ağırlıklı bir kısmı doğuda Ermeni devletinin kurulmasına karşı çıktı. Bazı Kürt ve Türk önderleri birlikte, 2 Aralık 1918’de “Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Milliye Cemiyeti”ni kurarlar. Cemiyet “Doğu illerinde Türklerin ve Kürtlerin tarihi ve soysal (ırki) hakları, Osmanlı uyruğu altında korunmalıdır. Her iki unsurun da çıkarları, birbirinin haklarını çiğnemeyecek biçimde uzlaştırılabilir” [2] düşüncesi temelinde kurulması planlanan Ermeni devletine karşı çıkar. Bu cemiyet Doğu Anadolu’da yaşayanların çoğunluğunun Türk ve öteki Müslüman unsurlardan oluştuğunu, dolayısıyla da bölge illerinin Türkiye’de kalmasına yönelik çalışmalarda bulunur.
Diyarbakır bölgesinin Kürt aşiretleri de kurulacak Ermeni devletine karşı çıkarlar. Bölgenin ileri gelen aşiretlerinden Tacirzade Seyid Han, Nurizade Şeyh Musa, Nurizade Mehmet, Mehmet Ali, Abdullah, Hacı Hamzazade ve Sabuncuzade, Nisan 1919’da Padişaha gönderdikleri mektupta Ermeni devletine karşı olduklarını ve bunun gelecekte büyük sorunlara yol açacağını yazarlar.[3]
Gittikçe artan tepkiler karşısında işgal güçleri Mayıs ayında “ Kürtlere rahat oturmalarını ve her türlü kışkırtmadan kaçınarak Paris barış konferansının kararlarını beklemeleri salık” verirler.[4] Bu dönemde İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser vekili Tuğamiral Richard Webb, Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda ortaya çıkan tepkileri şöyle değerlendirir: “En önemli Kürt önderlerinden kimilerinin Türklerle olan bağlantılarını kesinlikle kesmelerini sağlamak kolay olacaktır, yeter ki, çıkarlarının, Ermeni çıkarlarına kurban edildiği korkusundan kurtarılmış olsunlar. Öte yandan, İngiliz yönetiminden sempati görmezlerse, her yerde olay çıkarabilirler, ya da Türk İmparatorluğu’nu kurtarma mücadelesine katılabilirler” [5]
Paris Barış Konferansında İngiltere ve Fransa Osmanlı topraklarının paylaşım esaslarını belirleyerek “Doğu Sorunu” nu nihai olarak çözmeyi plandılar. Bu plana göre; İngiltere, Fransa ve İtalya aslan payını alacak Trakya ile İzmir bölgesi Yunanistan’a, Doğu bölgesi de Ermenilere verilecek, Kürtlere de özerklik tanınacaktı. 1919 Paris Barış konferansına, savaş döneminde Monte Carlo’da yaşayan Kürt kökenli eski Osmanlı diplomatı Muhammed Şerif Paşa, Osmanlı temsilci olarak katıldı. Doğu Anadolu’nun küçük bir parçasında bağımsız Kürt devleti karşılığında, Kürt bölgelerini Ermenilere bırakan bir anlaşmayı kabul etti. Şerif Paşa’nın birçok Kürt aşiretinin Ermeni yönetimine bırakarak Ermenilerle bir anlaşmaya vardığı haberi üzerine Kürt aşiretlerinin yaşadığı rahatsızlıkları daha da arttırdı.
Paris Konferansında belirlenen, daha sonra Sevres anlaşmasında yer alan “Kürt devletini ve sınırları” 62, 63 ve 64. Maddelerde belirtilir:
“MADDE 62. Fırat’ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir Komisyon hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği oluşamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince, bağlı oldukları Hükümetlerine götürülecektir. Bu plân, Süryani-Geldaniler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır; bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir Komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu Andlaşma uyarınca, Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir.
MADDE 64. İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, 62. Maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı…” [6]
Batılı galip devletler, Kürtlerin nüfusunun çoğunluk olduğu yerlerde yerel özerklik ve “bağımsızlığa yetenekli” olduklarına kanaat getirirlerse bağımsızlık verecekleri hususunda anlaşıyorlardı. Bağımsızlığa yetenekli olup olmadıklarına karar verecek olan Milletler Cemiyeti Konseyi İngiltere, Fransa etkisi altında olan bir kuruluştu. Bu kuruluş vereceği kararla bu devletlerin çıkarlarını kollayacak ve bunların öngördüğü şekilde bir sömürge veya manda Kürt devleti çıkacaktı.
Kaynak: http://www.atlas-historique.net/cartographie/1914-1945/grand_format/TurquieSevresGF.gif
Buna göre, Fırat’ın doğusundan Batı Ermenistan’ın güney sınırı ve Türkiye’nin Suriye-Mezopotamya ile yaptığı kuzey sınır arasında kalan bölgede Kürt devleti kurulacaktı. Ayrıca kurulacak Ermenistan’ın güney sınırları kesinleştirilmemiş ve ileride kurulacak bir komisyon tarafından bu sınırın netleştirilmesine karar verilmişti. Haritada Kürdistan sınırları içinde yer alan topraklardan Fırat’ın batısında kalan kısımların da ileride Ermenistan’a verileceği söyleniyordu. Dolayısıyla Kürtlere bırakılan alan, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı dağlık ve en yoksul bölgeydi. İngiltere ve Fransa, petrol ve tarımsal üretim bakımından zengin Musul bölgesini bu Kürdistan’ın sınırları dışında bırakmışlardı.[7]
Musul bölgesinin Kürdistan’ın sınırları dışında bırakılmasından[8], doğu Anadolu’daki toprakların kurulacak Ermenistan’a bırakılmasından zarar görecek olan Kürt aşiretleri bu paylaşıma büyük tepki gösterdiler. Erzincan’da on Kürt aşiret reisi, İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiserliği’ne Şerif Paşa’yı protesto eden telgraf çekerler. Bu telgrafta Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediğini, Türklerle Kürtlerin “soy ve din bakımından kardeş” olduklarını yazarlar. Daha sonra Mart 1920’de 22 Kürt aşireti de İslami dayanışma temelinde Kürtlerle Türkleri ayırma çabalarına karşı bildiri yayınlar.[9]
Kuzeyde kurulacak Ermeni devletine güneyde İngiliz koruyuculuğu altındaki bir Kürt protektorasının (protektor: koruyucu, himaye eden; –ate: hamilik, güçlü bir devletin koruması altındaki küçük devlet) yardımcı olacağı hesabı içindeki İngiltere ve Fransa [10] bazı Kürt aşiretlerinin özerklik, bağımsızlık taleplerine yeterince destek vermezler. Bu nedenle de İngiltere ve Fransa’dan beklentileri olan bir kısım Kürt aşiretinin özerklik ya da bağımsızlık girişimleri zayıf ve cılız kalır. İşte bu ortamda Sevr’e karşı çıkan ve mücadeleye atılan Kuvayı Milliyecilere Kürt aşiretleri gittikçe daha fazla destek verirler, Ankara hükümetinin yanında yer alırlar. Dolayısıyla 1919-1922 arasındaki ulusal direniş hareketine, Ankara hükümetinin otorite kurmaya yönelik çabalarına karşı isyanların sayısı 23’dür. Bunların yalnız üçü doğuda çıkar; Mayıs 1920’deki Cemil Çeto’nun, 1920 yazında Milli aşiretinin, 1921 Mart ve Haziranında da Koçgiri aşireti isyan eder. Bölgedeki diğer Kürt aşiretleri, ne Koçgiri aşiretinin lideri Alişan Bey’in Kürtlere özerlik verilmesi hükümleriyle birlikte Sevr’in 64. Maddesinin uygulanması istemiyle yaptığı isyana ne de diğerlerine destek verirler.
Kısaca, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarının paylaşılımı sürecinde Kürt toplumu aşiretlerin egemenliği altındaydı. Aşiretler arası çekişme ve güç olma çatışmaları nedeniyle Kürtler çok parçalı bir durumdaydı. Kürt ahalisinde ulusal özbilinç bir yana, gerekli etnik özbilinç de olmadığından, bir Kürt devletinin ve ulusluğunun gerçekleşmesi olanaksızdı. Dolayısıyla Kürtlerin birliğini sağlayacak sosyo-ekonomik ortam mevcut olmadığı gibi politik ve askeri liderlik çıkarabilmelerinin koşulları da yoktu. Bu ortamda Kürt aşiretlerinin küçük bir kısmı, Başkan Wilson’ın düşüncelerinin ve önce Paris Barış Konferansı ardından da Sevr Andlaşmasında yer alan İngiliz mandası altında özerklik yada ”Bağımsız Kürdistan” maddelerinin peşine takıdı. Ancak bunun peşine takılan aşiretlerde İngilizlerden ve Fransızlardan yeterli destek bulamadı. Aşiretlerin büyük bir kısmı ise Ermeni devletinin kurulmasına karşı çıktı. Çünkü Fıratın batısını da içerecek şekilde Irak sınırına kadar uzanan bölgede kurulacak Ermeni devletinin sınırları içinde bir çok Kürt aşireti ve toprakları yer alıyordu. Diğer bir neden de Ermeni techirinde Kürt aşiretlerin üstlendikleri görevlerdi. Kurulacak bir Ermeni devletinin bunun da hesabını soracağından korkuluyordu. Tabi bunların yanında dini ve kültürel nedenler de önemliydi. Bu koşullarda Kürt aşiretleri ve dini önderleri Anadolu İsyanı’nda Kemalistlerin yanında yer almışlar ve Ankara’da oluşturulan Büyük Millet Meclisi’ne katılarak kararlarına sahip çıkmışlardır.
[1] Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, Kemal Kirişçi – Gareth M. Winrow,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, s 71
[2] Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (Yeni Belgelerle 1918-1923), Salahi R. Sonyel, 2008, Cilt I, s 57
[3] A.g.e. s 57
[4] A.g.e., s 58
[5] A.g.e., s 59, İDA, FO 371/4191/82999, Webb’den Curzon’a yazı, İstanbul, 21.05.1919,
[6] http://tarihteunutulanlar.blogspot.com.tr/2013/07/sevr-antlasmasi.html
[7] L’analyse du Problème Kurde en Turquie: Le Rôle du PKK Dans La Reconnaissance de la Question Kurde, Université du Québec à Montréal, Mémoire, Suna Karakuş, 2010, s 43
[8] A.g.e. s 43
[9] Kürt Sorunu Kökeni ve Gelişimi, Kemal Kirişçi – Gareth M. Winrow,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, s 71, Nutuk, c. II, s 84
[10] Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (Yeni Belgelerle 1918-1923), Salahi R. Sonyel, 2008, Cilt I, s 53