Bir varmış bir yokmuş!-Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

ONLAR Kİ TÜRKİYE TARİHİNDE İLK DEFA ANADOLU’NUN DOĞAL ÖNDERLERİ İLE FAŞİZME VE HAKSIZLIKLARA

KARŞI TOPYEKÜN BAŞKALDIRIYI ÖRGÜTLEMİŞ DEVRİMCİLER, DEVRİMCİ ÖNDERLER. ONLARIN SORUMLULUKLARI ÇOK BÜYÜK. BU SORUMLULUKLAR BENİ DURDURUR. ONLARIN ÖNDERLİKLERİ HER ŞEYDEN ÖNCE GELİR. ONLAR BUNU TAŞIMAK ZORUNDALAR.(İlhan Selçuk)

hzabci@anafikir.gen.tr

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ!

Birgün Gazetesi-Adnan’ın Yazısı

Günlerden 4 Kasım 2011 Cuma. Her Cuma olduğu gibi, o gün de, Birgün Gazetesi’ni aldı. İster istemez gözü, sürmanşetteki “Onuru Olan Bu Zulme Karşı Çıkar” başlığına takıldı. ÖDP, TKP, EMEP, SDP, SP, EHP, İKP ve DİP liderleri, tutuklanan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Yazar Ragıp Zarakolu’na destek vermek için bir araya geldikleri yönündeki haberi okudu. Ragıp’ı eskiden tanırdı. 1987 yazında “Türkiye Sorunları Kitap Dizisi”ni birlikte kotarmışlardı. Onun çektiği sıkıntıları üzülerek izliyordu. Haber için “yerinde bir tepki” dedi. Sonra, her Cuma olduğu gibi, Adnan Bostancıoğlu’nun üçüncü sayfadaki yazısını okudu. Keşke, dedi, bu yazıyı herkes okusa;  ama, çok geç kaleme alınmış bir yazı diye içinden geçirdi. Yazıda, AKP’ye payandalık yapan eski solcu yeni “sağ liberaller”in, Adnan’ın deyimiyle “yetmezamaevetciler”in, Büşra ve Ragıp’ın tutuklanmaları karşısında düştükleri traji-komik durumları anlatılırken AKP’nin muhaliflerini temizleme yöntemleri de açıklanıyordu.

Yazıdaki “sağ liberaller” ifadesi kafasına takıldı. Ona göre, liberal liberaldi! Liberalin sağı solu mu olurdu? “Liberalleşen solcu” ifadesi daha doğru değil mi diye düşündü. Demek ki Adnan, sağ liberaller dediğine göre, bir de sol liberaller varmış anlaşılan. Bunu öğrendiğine sevindi, fakat sol liberallerin yazıda yer almadığına akıl erdiremedi. “Yazının dışında tutulmalarının vardır bir hikmeti” deyip üzerinde durmak istemedi.

Ankara’da Tütünde Devlet Tekelinin Kaldırılması Paneli

Birgün’ün haberi ve Adnan’ın yazısı, onu, eskilere, taa 1986 yılının Haziran ayına götürdü. 12 Eylül faşizminin korumacılığında, emperyalist kapitalizmin neo liberal politikaları, Turgut Özal iktidarı tarafından uygulamaya konuluyordu. Bu uygulamaların ilki sayılabilecek “Tütünde Devlet Tekelinin Kaldırılması” girişimi, Mülkiyeliler Birliği ve Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin ortaklaşa düzenledikleri panelin konusu olmuştu. O da panele davet edilmişti. “Koyunun bulunmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler” deyip daveti kabul etmiş ve aralarında İlhan Selçuk’un da bulunduğu panele katılmıştı. 19 Haziran 1986 yılında gerçekleştirilen panelde, İlhan Selçuk konuşmasının sonunda şunları söylemişti:

…hukuk, kanunlar, yönetmelikler, tüzükler, her şey bugün, Türkiye’de iktidara ağırlığını koymuş olan dışa bağımlı sermaye kesiminin elindedir. Hukuk, zaten bir ülkede sınıfsal çatışma keskinleştiği zaman burjuvazi tarafından rafa kaldırılır. Bu geçerli bir kuraldır. Bütün tarih boyunca bakarsınız bir ülkede halk, bir noktada illallah der, bir takım yasa dışı işlemler gündeme gelir. Orada halk ve imtiyazlılar arasında bir hesaplaşma olur. Bu hesaplaşmada, ya bir taraf yenilir, ya öbür taraf yenilir. Eğer halk kuvvetleri yenilirse, imtiyazlı ve egemen olan kuvvetler hukuku biraz daha daraltarak halk aleyhine kendi hukuklarını daha ağır olarak gündeme getirirler. Bu bir kuraldır. Şimdi Türkiye’de bu kural işlemiş ve zaten eksik olan demokrasi büsbütün rafa kaldırılmıştır. Ancak, bugün konulan her ne olursa olsun, yasal kurallar içinde halk bilincini eğer önümüzdeki seçimlerde ortaya koymak ve sandığa yansıtma imkânları bulabilirse, eğer Türkiye’de bu ortam yaratılabilirse o zaman ulusal tütün tekelimizi de kurtarmış oluruz, geleceğe yönelik mutluluğumuzu da bir ölçüde daha güvenceye almış oluruz.

Sıra ona gelmişti. O, tütündeki devlet tekelinin kaldırılmasının son olmayacağını, özelleştirmelerin de başka alanlarda devam edeceğini, emperyalizmin ülkede her alanda kurumsallaşarak, eskiden iktidarı paylaştığı toprak ağaları ve tefeci tüccarları saf dışı ederek, sömürüden onlara giden payı da alarak tek başına iktidarda olacağı bir düzeni kuracağını açıklamaya çalışmıştı. “Gerçekten faşizme karşı çıkmak istiyorsanız, onu doğuran kapitalizme ve emperyalizme karşı durmak durumundasınız” demiş ve panele katılan diğer konuşmacılara dönerek “Fikirlerimiz değişik de olsa, demokratik bir platformda birleşmek durumundayız; nasıl ki şimdiki iktidarın temsilcisi ANAP uluslararası tekellerin burada politik ve iktisadi organizasyonunun misyonunu üstlenmiş, bizim de onlara karşı demokratik misyonu üstlenmek gibi bir misyonumuz var” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Buraya kadar, İlhan Selçuk ile aralarında kayda değer bir çelişki olmamıştı. Ancak, çözüm önermesinde demokratikleşmenin ancak devrimle olabileceğini söylemesi farklılığı ortaya çıkardı. Seçim mi devrim mi? Onun, “devrim ve devrimcilik sözcüklerinden korkmayın, demokrasiyi yeşertebilecek olan, devrimci bir muhteva taşıyan bir hareket olacaktır” sözleri salondan, DAL’ın polisleri dışında, büyük alkış almıştı.

Daha sonra tekrar söz sırası gelen İlhan Selçuk, paneli şu sözlerle bitirdi:

Düşünün ki otuz yıldan beri içimizde bulunan, aramızda bulunan bazı kişiler bu mücadelenin içinde sabırla yürüyorlar. Genç kuşakların da sabırlı ama kararlı olmaları gerekiyor. Şimdi iki şeyde sabırlı ve kararlı olmayan insanlar gördüm, geçmişte. Çok sabırsız, birkaç kuşak gördük. Ondan sonra sermaye iktidarına dahil oldular. Bunlar arasında şimdi adlarını söylemeyeyim, çok ünlü olanlar da var. Yani hem sabırsız hem de tarafsız olmayalım.

Bu son sözler sanki ona karşı söylenmişti. Onu, sabırsız mı gördü, uçuk mu gördü, bilinmez. Ama bilinen başka bir şey var ki, o da, söylediği bu son sözleri İlhan Selçuk bizzat kendisi Cumhuriyet gazetesinde yaşamıştı. Liberalleşen eski solcular, onu, gazeteden uzaklaştırmak, etkisiz hale getirmek için amansız bir kuşatma hareketi içine girmişlerdi. Onlarla var gücüyle boğuşmuş, başarılı da olmuştu.

Düşündü, gerçekten onun boğuştuğu ve gazetenin dışına attığı zevat bugün AKP iktidarının payandalığını yapmıyor muydu?

Mamak Askeri Cezaevinde Çifte Standart

İlhan Selçuk ile bir panel tanışıklığı, onu, tekrar onunla bir araya getirecekti.

Nasıl mı?

O ve onun gibi Mamak Askeri Cezaevi’nden tahliye olmuş, Devrimci-Yol kökenli eski tutukluların aklı hep cezaevinde kalan arkadaşlarındaydı. İçeriden gelen haberler, baskıların çok arttığı ve sadece devrimcilere uygulanır hale gelerek bir çifte standart yaratıldığı şeklindeydi. Ne yapılmalı diye kafa yordular. Bu sorun karşısında bir kamuoyu oluşturma girişiminde karar kıldılar. Önceden tanışıklığını değerlendirerek arkadaşlarıyla birlikte, konuyu köşesinde dile getirmesi için İlhan Selçuk ile görüşmeye karar verdiler. 1987 kışında, yakın bir arkadaşıyla, o dönem Cağaloğlu’nda bulunan Cumhuriyet gazetesine gittiler. Görüşme, hiçbir prosedüre gerek kalmadan samimi bir hava içinde gerçekleşti. Ona uzun uzun Mamak faşizmini anlattılar. Demokratik taleplerini sıraladılar. O, dikkatle onları dinledi. Dinledi ve şöyle yanıtladı:

Ben zaten 12 Eylül faşizmi ile ilgili yazmaya çalışıyorum. Dönemin getirdiği haksızlıklara da değiniyorum. Ama özel olarak sizin arkadaşlarınız için yazmam. Çünkü yazarsam onların onurlarıyla oynamış olurum. ONLAR Kİ TÜRKİYE TARİHİNDE İLK DEFA ANADOLU’NUN DOĞAL ÖNDERLERİ İLE FAŞİZME VE HAKSIZLIKLARA KARŞI TOPYEKÜN BAŞKALDIRIYI ÖRGÜTLEMİŞ DEVRİMCİLER, DEVRİMCİ ÖNDERLER. ONLARIN SORUMLULUKLARI ÇOK BÜYÜK. BU SORUMLULUKLAR BENİ DURDURUR. ONLARIN ÖNDERLİKLERİ HER ŞEYDEN ÖNCE GELİR. ONLAR BUNU TAŞIMAK ZORUNDALAR.

Bütün yaşamı boyunca, arkadaşlarına yapılmış en büyük siyasi övgü ve iltifatı İlhan Selçuk’tan almıştı. Devrimci arkadaşları ile gururlandı. Ayrılırken, “imkânınız olursa, içerideki arkadaşlarınıza benim sevgi ve selamımı da götürürseniz sevinirim” derken gözlerini içi parlıyordu. Halbuki,  Ankara’daki tütün panelinin akşamı verilen kokteylde hiç konuşmamışlar, hatta birbirlerine soğuk davranmışlardı.

Gözaltı, Gözaltı Sonrası Sol

21 Mart 2008 sabahı İlhan Selçuk gözaltına alındı. Onu, İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasından ziyade, gözaltı sonrası solun tepkisi ilgilendirdi.

Başa döndü. 4 Kasım 2011 tarihli Birgün gazetesini önüne koydu. “Acaba”, dedi “gazetenin sürmanşetinde yer alan sol parti liderleri İlhan Selçuk’un gözaltına alınışına nasıl tepki verdi?” “Gazeteler, haberi nasıl duyurdu?” diye düşünürken elleriyle kapattığı yüzünü uzun süre açamadı.

Hatırında kalan tek şey “Yiyin birbirinizi” oldu.

Düşündü: Emperyalizmin tüm kurumlarının kuşattığı ve ülkenin tek hakimi haline geldiği bir süreçte, anti-emperyalist mücadeleyi, ulus-devlet merkezli bir hat üzerinden vermek siyasi olarak dumura uğramadı mı? Böyle bir hat üzerinden düşünsel ve eylemsel çabalarını yürüten cumhuriyetçiler (kasdedilen Cumhuriyet Gazetesi değil)  , acaba bir muhasebe yapıyorlar mıydı? Ya sosyalistler; öndersiz olduğu ortaya çıkan cumhuriyetçileri kendi saflarına çekme konusunda ne yaptılar? Yaptıkları tek şey onlara karşı duvar örmek oldu. İşte, “yiyin birbirinizi”, bu duvarın harcından başka neydi ki? Arayış içinde çırpınan Cumhuriyetçiler, Aydınlanmacılar, sosyal demokratlar, Kılıçdaroğlu’nu bir alternatif olarak görüp peşine takıldılar. Çok geçmeden liberalleşen CHP’nin bir umut olmadığı ortaya çıktı ve bir ses yükseldi: “Binmişiz bir alamete gidiyoruz kıyamete”.

“Bu duvar mutlaka yıkılmalı” dedi ve altmışlı yıllarla yetmişli yılların başlarını hatırladı. O cenahtan gelip de devrimci mücadelenin en ön saflarında yer alan ve arkalarında sadece “halkı için döğüştü” afişlerini bırakan isimsiz kahramanları hatırladı.

21 Haziran 2010 günü İlhan Selçuk aramızdan ayrıldı.

Devrimci Ahlak

Ona altmışlı yıllarda öğretmişlerdi, devrimci ahlakın iki kuralının olduğunu : Hesap sormak ve hesap vermek diye . Değil miydi ki, bu devrimci ahlakın işlemesi ile altmışlı yılların sonu, yetmişli yılların başında henüz 25 yaşını doldurmamış genç fidanlar biat kültürünü yenerek koca koca liderleri solladılar; geleceği derinden etkilediler. “On’ları kahramanlık türkülerinin içine hapsedenler ne yapıyorlar, bir bilen var mı?” sorusunu sormaktan kendini alıkoyamadı. Sorgulamadan hesap sormadan nasıl çıkardı karanlıklar aydınlığa?

Sol siyasette, olgunluğun itaat eden kişiden sorgulayan, eleştiren bireye geçiş ile gerçekleşeceğini; söylenenin aksine örgüt disiplinin biat ile değil, tam tersine biat kültürünün alt edildiği yapılandırmalarda olacağını; biatın sol siyasette yaratıcılığın önünü kesen bir zafiyet olduğunu iyi biliyordu. “Duvar örme”nin hesabını kim verecek? O da kendisini bu hesabın dışında görmedi. Soruyu kendisine de sordu. Sonra, bu soruyu başkalarının da kendilerine sorması gerektiğini düşündü.

Bu bir devrimci ahlak sorunu. “Bunu herkes biliyor da neden bir özeleştiri yapılmıyor?” diye hayıflandı.

Can Yücel İle Hacı Bektaş Yolculuğu

1980 yılı Hacı Bektaş Kültür Şenliği’ne Can Yücel ile birlikte gittiler. Can baba bir panelde konuşmacıydı. Panelin konusu neydi, hatırlamıyordu. Ama, Can Yücel’in ne konuştuğunu yazılı metin olduğu için biliyordu. Özeleştiri konusuna iyi bir örnek olur diye düşündü. Can Yücel konuşmayı, çevirisi kendisine ait Bertold Brecht’in “Gerçeği Yazmanın Beş Güçlüğü” konuşmasının metninden yapmıştı. İşte, o konuşmanın başlangıç bölümü:

Devrimci yazarın gerçeği söylemesi, örtbas etmemesi, gerçeğe aykırı hiçbir şey yazmaması gerektiği açıkça görülmektedir. Devrimci yazar ne güçlülere boyun eğmeli ne de güçsüzleri aldatmalıdır. Güçlülere boyun eğmek çok zordur. Güçsüzleri aldatmak ise çok kolaydır. Güçlülerin hoşuna gitmemek, her şeyden vazgeçmek demektir. Emeğin karşılığını almaktan vazgeçmek, bazen çalışmaktan vazgeçmektir. Güçlülerden yana olmayı reddetmek ise çoğu zaman gösterişe şöhrete boş vermek demektir. Baskı ve şiddetin son derece arttığı devirler genellikle parlak parlak sözlerin geçerli olduğu devirlerdir. Fedakârlık anlayışının göklere çıkarıldığı bu devirlerde, işçilerin beslenmesi ve barınması gibi önemsiz ve bayağı konulardan söz etmek yürek ister. Köylülere övgüler yağdırılırken, ona yere göğe sığdırılamayan emeğini daha verimli kılacak tarım makinelerinden ve yemlerin ucuzlatılmasından söz etmek yürek ister. Bütün hoparlörler, bilgisiz insan, bilgili insandan yeğdir diye bağırırken, kimin yararınadır bu demek yürek ister. Sadece üstün ırklara hayat hakkı tanıdığı bu dönemde, bunca felaketin, açlık, bilgisizlik ve sömürüden meydana geldiğini söylemek yürek ister. Ezilmiş, yenik düşmüş bir insanın kendisini eleştirmesi de yürek ister. Zulüm görenler hatalarını kabul etmeyi göze alamazlar. Zulüm, korkunç bir haksizlik gibi görünür onlara. Zalimlerin kötü niyetli oldukları için zulmettiklerine, güçsüzlerin ise erdemlerinden ötürü zulüm gördüklerine inanırlar. Oysa, tepelenmiş, yenik düşmüş bir erdemdir bu. Çünkü, erdemin güçsüzlüğü kolay kabul edilecek bir şey değildir. Yağmurun ıslak olduğunu kabul etmeye benzemez bu. İyilerin erdemli oldukları için değil, güçsüz ve korkak oldukları için yenildiklerini söylemek de yürek ister. Gerçeği yalanla mücadelesi içinde göstermek ve onu genel, erişilmez, belirsiz bir şey haline getirmemek gerekir. Aslında yalanın kendisidir genel ve belirsiz olan. Bir kimsenin gerçeği dile getirdiği belirtilince önce diğerlerinin, yani birçoklarının ya da bir tek kişinin başka bir şey söylediği, mesela yalana başvurduğu, yuvarlak sözleri tekrarladığı belirtilmiş olur. Gerçeği dile getiren ise pratik, somut ve inkâr edilemez bir şeyi belirtilmesi gereken bir şeyi söylemiştir.

Dünyanın çığırından çıktığını yuvarlak sözler ile dile getirmek pek cesur olmayı gerektirmez. Bazıları, sanki toplar kendi üzerlerine çevrilmişçesine yiğitlik taslar, belirsiz genel haklardan söz ederler ulu orta. Uğrunda hiçbir şey yapmadıkları ve uzun zamandan beri çöplendikleri bir ganimetten pay almalarını sağlayacak bir özgürlüğü savunurlar. Onlara göre gerçek, kulağa hoş gelen bir şeydir sadece. Gerçek, rakamlardan ve olgulardan ibaretse, gerçeği gün ışığına çıkarmak için çaba harcamak ve incelemeler yapmak gerekiyorsa ilgilenmezler, boş verirler. Gerçeği gevelemekle yetinirler sadece. Aslında neyin gerçek olduğunu bile bilmezler.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir