2015 Seçim Sonuçları Hakkında Düşünceler-Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Eski siyasal rejimin çözüldüğü, bu sürecin bir daha tekrarının mümkün olmadığı, olamayacağı çıkarılması gereken en önemli sonuç bana göre. Bunun anlamı, ülkede bir iktidar boşluğunun oluşması ve bir şeyler yapmak isteyen bir siyasal akımın epeyce yol alabileceği bir ortamın çoktandır doğmuş olmasıdır.

Bu ortam, bir dönüşümün arifesinde olduğumuz şeklinde de anlatılabilir. Neoliberal bir ekonomik düzenin ya da tersi ezilenler lehine bir düzen ikileminin başka etkenlerinde olgunlaşması ölçüsünde var olduğu söylenebilir. Neoliberal anlayış kendisine örnek olarak kapitalizmin ilk ortaya çıkış koşullarında ki yaşam anlayışını ve uygulamaları alıyor. Bu uygulamaların ve anlayışların ne olduğunu hatırlamakta büyük yarar var.

Dönemin, başka bir özelliğinden daha söz etmek gerekli, bu tür dönemler düzenin bir şekilde sağlandığı dönemlerden, sınıflandırmalar ve yapılması gerekenler açısından da ayrılırlar. Eskinin ezen ve ezilen kavramları anlamlarını yitirir. Bunun sebebi dönemsel olarak her gücün kendi istek ve taleplerini bir şekilde gerçekleştirme olanaklarının doğmasıdır. Bunun anlamı her güç kendi istek arzularına uygun yapılar ortaya çıkarabilir. Bu olanak vardır. Merkezi otoritenin zayıflaması bunu ortaya çıkaran temel etkendir. Bunu yapabilmek içinde kendi programınla bağımsız bir güç olarak ortada olmak gerekir.

Eski siyasal rejimin kuruluş felsefesinin noktasını değiştirmeden yeniden inşa edilmesini savunan siyasal akımın,VP, aldığı oy oranı rejimin yeniden diriltilemeyeceğinin en açık göstergesi. VP çevrelerinde başarısızlığı Parti genel başkanı hakkındaki olumsuz yargılara bağlayan düşüncelere rağmen durum böyle. Yine geçmiş sürecin başlatıcı partisi olan CHP’nin durumu da bunun başka bir göstergesi olarak görülebilir.

Eski siyasal rejimin çözüldüğü bu kadar belirgin olmasına rağmen, bu durumun solun analizleri arasına bir türlü girmeyişinin sebepleri üzerine bir tartışma yürütülmesi ise çok elzem. Oysa yapabilecekleri çok şey, alabilecekleri çok yol var.

Siyasal düzeni yeniden kendi meşreplerince kurmaya aday olan birkaç eğilimden söz edebiliriz. Bunlardan birincisi AKP, diğeri Kürt siyasal hareketidir. Birde neoliberal yeniden yapılanmayı dayatan Uluslararası kapitalist merkezleri saymak yerinde olur.

AKP 13 senedir iktidar olanaklarından da yararlanarak epeyce mesafe almış olmasına rağmen, gücünü yitirmeye başlamış gözüküyor ya da gücü abartıldığı kadar değildi. Bu durumun ortaya çıkışında birçok etken sayılabilir, sayılıyor da. Gezi ile başlayan gerginlik ve yükselen halk hoşnutsuzluğunun payı var mutlaka bu durumda. HDP nin aldığı oy oranını ikiye katlamasında da bunun bir payı var. Ama bu etkene, süreci belirleyen esas etken diye bakılması doğru olmaz kanaatimce. Dağıtan ve yıkıcı bir etkidir daha çok ve yarattığı sürekli bir enerjiden de söz edilemez.

Yükselen güç HDP’nin oluşturduğu siyasi yelpaze ve seçim öncesinde, ülkelerin dizayn edilmesi meşguliyetleri aşikar olan, dergi, gazete ve finans çevrelerinin, açıkça HDP adını kullanarak verdikleri destek beyanları üzerinde düşünülmesi gereken ve bu partinin siyasi geleceğinin ne olacağının net olmadığını gösteren en önemli olgulardır. Sola da evrilebilir, başka çözümlere de.

Kendi dışında güçlü bir sol merkezin varlığı, bu parti içinde sol unsurların daha verimli olmalarının temel şartı bana göre. Bu partiye dahil olan sol unsurların aksi düşüncelerine rağmen böyle bu durum bence. 12 Eylül sonrasında solun sözcülüğünü bir şekilde üstlenmiş ihtiyarların ve gezi direnişi sonrası park insiyatiflerinin aktif unsurlarının epeyce fazla sayılabilecek kesiminin, çeşitli seviyelerden bu parti ile temasa geçtikleri de aşikar. Dışarıdan destek veren, ama yapılarını koruyanları da sayarsan sayı epeyce kabarık. Süreç seçim öncesi gibi gelişirse bu yapıların kendilerini korumaları da zor görünüyor. Bu noktada daha ne istiyorsun, solun birliği bir şekilde sağlanıyor denebilir, mutlaka. Bir birliğin sağlandığı doğrudur. Ama bu neyi çözer, nasıl çözer, ne kadar yaşar belirsiz bir yapıdır ve üzerine bastığı temel muhalif, ama farklı bir temeldir. Bu durum farklı öncelikler demektir. Örneğin HDP nin açıkladığı 15 maddelik istemlerin hangisinin belirleyici önemde olacağı açık değil mi? Bunun 6. madde olacağı belli değil mi?

Şöyle deniyor; ‘Bu bağlamda, HDP Parti Meclisi olarak, yeni hükümet hangi partilerden oluşursa oluşsun, devlet ve hükümeti ‘Çözüm Süreci’ni kaldığı yerden devam ettirmeye çağırıyoruz. ‘Çözüm süreci’nin mimarı olan, bütün kritik zamanlarda ‘barışta ısrar’ eden, ‘çözüm süreci’ne yol gösteren Sayın Öcalan’a uygulanan tecride bir an önce son verilmesini ve görüşmelerin başlatılmasını istiyoruz. HDP’nin bu konuda üzerine düşen siyasal sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu ilan ediyoruz.’

Bu haliyle HDP içindeki sol süreci etkilemekten çok, sürecin yedeği konumundadır. Bu söylediğimin en önemli diğer bir kanıtı ise, HDP nin Kürdistan’da flu örgüt olmasıdır. DBP(Demokratik Bölgeler Partisi) isimli bir parti, hareketin genel gidişini-ulusal- riske atmamak içinde kurulmadıysa, ne için kurulmuştur? Doğu ve Batı bölgelerinin pratik hedefleri arasında gerçekten bir açı farkı her zaman doğabilir. Kürtler ne yaptıklarını bilerek hareket ediyorlar.

Üstelik örgütlü solun çoğunluğunu cezbeden, politik ve teorik yaklaşımlardan ziyade, Kürt hareketliliği ve gücüdür. Bu böyle olmasaydı, 12 Eylülden bu yana yapılan binlerce görüşmeden, atılan adımlardan somut bir şeyler çıkardı. Bunu açıktan yazanlar ve savunanlar da var. Bu sonucu doğuran diğer bir etkense, öncelikle siyasal iktidarın ele geçirilmesi ve bu imkan dolayımı ile sosyalizmin inşa edilmesi amaçlı bir perspektif ve bu olanağı doğuracak muhtemel bir kriz beklentisidir. Halbuki zaten böyle bir ortamda yaşanıyor siyasal olarak. Ayrıca Yüzyıl öncesinde denenmiş bu anlayıştır bu. Daha derinlikli ele alınmayı bekleyen bir konu bu ve bu yazının çerçevesinde ele alınamaz. Ama ele de alınmalı mutlaka.

AKP içinde ülkenin bölgesel bir güç odağı, onlara bakılırsa yeni bir uygarlık merkezi, olması yolunda düşüncelerin ve planların olduğu biliniyor. Bu istek ve arzuların Kapitalist ana merkezden bağımsız olmadığı da biliniyor. Bölgesel bir güç odağı, bir anlamıyla merkez ülkesi olma hedefli bir planın uygulamaya sokulmasının önündeki esas engel ülke içi sermayenin yetersiz oluşudur. Bu sermayenin nasıl ve hangi merkezden sağlanacağı temelli bir çelişki yaşanıyor. Bana göre şu anda AKP içinde ortaya çıkan çatlak ve buhranın ana nedeni budur. AKP yi büyüten ve arkasında duran Anadolu sermayesinin iktidar döneminde oldukça semirdiği hesaba katılmalıdır. Bunların eğilimi Körfez ülkelerinden sermaye aktarımıdır. İstanbul kökenli büyük sermaye gruplarının tercihinin Batı Avrupa olduğu ise biliniyor. Tayyipsiz, Derviş destekli AKP-CHP koalisyon taleplerinin ülke içi temeli budur.

Bu genel planın uygulamaya sokulmasının iki ana nedeni var Batı için. İçine girdikleri krizin yapısal bir hale gelmeye yüz tutması ve birçok insanın kapitalizmin ölümünden söz etmeye başlamasının ana nedeni klasik dünya coğrafyasında yayılabileceği yere kadar yayılmış olmasıdır. Yükselen bir ekonomi olarak Çin ise başka bir zorlayıcı etkendir. Yeniden paylaşımı zorlayan bu ekonomi, sıkıntının daha fazla büyümesi demektir.

Bu arada, saha çalışması yapan iklim bilimcilerinin öngördükleri Kuzey kutbu buzullarının erimesinin ve yaşanabilir yerlerin kuzeye kayması yolundaki öngörüler ve bu yönde gerçekleşmeye başlayan gelişmeler, yeni bir yayılma fırsatının çıkmaya başladığını düşündürüyor anlaşılan. Sibirya ve Kuzey kutbunun paylaşımı hayalleri de ikinci nedendir.

Arap coğrafyasındaki kargaşa çıkan ülkelerin Eski Sovyet yanlısı ülkeler olmasının nedeni de budur kanımca. Batı burada mıntıka temizliği yapıyor bana göre. Geçmişlerinde Batıdan farklı bir rota tutturmuş bu ülkeler ortadan kaldırılmaya ve yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor, epeyce zamandır. Bir neden de Batılı devletlerin kendilerine yapılanı hiçbir zaman unutmayan bir yapıya, deve kinine sahip olmalarıdır. Egemen kendine yapılanı unutmaz hiçbir zaman.

Ülkenin bugün için istikrarlı bir yapıda olmasını Batı için zorunlu kılan nedenler budur kanımca.

Ülke içi egemen çevrelerin arasındaki çatlaktan, Tayyip ve çevresi veya Gül, Babacan, Arınç, Fettullahçılar, CHP yönetimi ve ülkenin salt demokratikleşmesi temelli bir politik hat izleyen tüm siyasi çevrelerden hangisinin galip çıkacağına da karar verecek esas merci Batıdır. Tayyip ve çevresi yapmak istedikleri ile güvenilmez bulunmaktadır bu çevreler tarafından. Ama yinede seçeneklerden biridir. Yarın ne olacağı kestirilemez kesin olarak, onlar için. Ama eğilimde belli gibi bugün için.

Yine de bu tür dönemlerin genel bir kural olarak ifade edilebilir mi bilemem, ama çoğunlukla despotik bir yönetime ihtiyaç duyduğunu da söylemek lazım. Dönüşüm dönemlerinin bir alt yapı oluşturma dönemleri olması hasebiyle yapılması gerekenleri tartışarak yapmanın zor olduğu dönemler olduğunu unutmamak gerekir. Bu duruma en belirgin örnek, 1848 Fransız devrimi sonrası iktidarı ele geçiren Lois Bonaparte dönemidir. Baskıcı ve otoriter bir yönetim altında Fransa bir tarım ülkesinden bir sanayi ülkesi olma yolunda gerekli alt yapısını inşa etmiştir. Yine 24 Ocak kararları ve arkasından gelen Darbeyi de hatırlamak yeterli olur sanırım. Darbenin hemen öncesinde ise en fazla önerilen AP ve CHP koalisyonu idi.

İstikrarsızlıksa hiçbir şekilde istenen bir eğilim değil, her iki çevre ve Batı açısından. Kürt coğrafyası bu eğilimler açısından yedeklenmesi gereken bir coğrafyadır. Çözüm süreci diye adlandırılan sürecin başlatıcısı bu çevrelerdir. KÖH 90lardan bu yana bu çizgide idi zaten. Gelinen noktada KÖH’ün etkisizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması temelli bir rotanın izleneceği görülüyor. Süreci tıkamanın amacı da bu, bana göre. Çok uzun süredir bir çözüm beklentisi içinde olan ve oyalanma limiti dolmuş gibi gözüken Kürt halkının sabrına oynuyor görünüyorlar.

Diğer bir eğilimse, Ülkenin bölüneceği üzerine kurulan bir siyasal hat, eski rejimi restore etme fikri ile birlikte dillendiriliyor. Bu siyasal hat bu açıdan da gerçeğe oturmuyor. Dolayısıyla da geleceği belirleme şansı yok bence. Bu eğilimi bir tehlike olarak gündeme getirmeye devam edenlerin de boşa enerji harcadığını söylemek gerekir.

Geleceği belirleme şansı, solun bu kafa karışıklığı ve neredeyse hiç hükmündeki varlığından kaynaklı ortada olmayışı nedeniyle, egemenlerin elinde gibi duruyor. İyi kötü ellerinde bir hareket planları var.

Bu durum değişmez mi, değiştirilemez mi?

Bu sorunun cevabı solun elinde bence. Kendisi olur ve sırtındaki ve beynindeki yüklerden kurtulursa, kaderini yeniden emekçi halkla birleştiren bir hattı inşa ederse neden olmasın. Hele her gücün hemen hemen niyet aşamasında olduğunun açığa çıktığı, bugünkü koşullarda.

Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

3 Responses

  1. Yazının temellerini geliştirme ve güçlendirme üstüne bir SÖZ:” sol sözü ve solun kendisini” söylem olarak çözülen bu süreçle çürümeye terk edilmelidir.Toplumcu yurtseverliğin yükselşi ve dinamik bir kavram olan “toplumcu hürriyet düzenini” sulh ve hakkaniyet temelinde laik-doğrudan demokratik bir cumhuriyetle taclandırılmalıdır…kurucu bir irade bağımsız davranabilecek güçlü kadro, özgünli , vicdani bir ufukla çizilmiş rota ve tasavur edilen düzenin kurumlarını ikna temelli bir tartışmaya sunan bir ortam sağlanmalıdır…baki selamlar…

  2. Demek Türkiyenin bölünme riski yok… Yazınızın başında dediğinizle ters düşüyorsunuz: Kürtler ne istiyor sizce.. Emperyalizm ne istiyor? Eski sovyet ülkelerine kafayı takmışlar da ondan ha… Egmenler kindar olur onu kanıtlıyor öyle mi? Yazık…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir