Search
Close this search box.

2020 ve ötesi-Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Önümüzdeki on yılların dayatacağı bazı önemli işler… ki bunların bazıları çoktan güncel, hatta çözümsüz hale gelmiştir… Gordiyom’un düğümü desek… bunu kesen kılıç bile 40 yılda dövülmüştü.

 

mtakad@anafikir.gen.tr

2020 ve ötesi

Yirmi yıl sonrasını görebiliyor muyuz? Hatta on yılı. Bu kolay bir iş değildir. Ardı ardına gelen krizlerin, gelişmelerin siyasi topografyayı nasıl değiştireceğini, bunun farklı zihinlerde nasıl izler bırakacağını asla tam olarak bilemezsiniz. Bugün gelişmeleri etkileyemiyoruz… hatta dünyanın varlığımızı taktığı da yok, ama gördüklerimizi herhangi bir hesabımız olmadan ortaya koymalıyız. Bu yazıda siyasetin arka planında yer alan başka gelişmelere değinmek istiyordum ama sevimsiz siyaset her adımda önümüze çıkıyor. Hayatta en sevmediğim işlerden birisi olmasına rağmen en azından bazı düzeylerde siyasetle ilgilenmekten kaçamıyoruz. Kaçmak teslimiyet anlamına geliyor ve bunu kabul etmemiz de mümkün değil. Siyasetle ilgilenmek ise çok yönlü, karmaşık bir iş. Siyasetin olmazsa olmazlarının bayağı uzun listesi, ileriyi görmeyi de içeriyor. Kaderimize sahip çıkalım klişesi buraya oturuyor.

Kaderimizi emperyalizmin işbirlikçileri mi belirleyecek. Eski ve yeni işbirlikçileri diye yazacaktım ama yeni sol liberaller hariç hepsi eski işbirlikçidir, sadece bazıları geriletilirken diğerleri öne çıkarılmıştır. Eski işbirlikçi sözde Türk milliyetçisi kesim pasif hale getirilirken, gene eski işbirlikçi Kürt milliyetçiliği kışkırtılarak  bir baskı unsuru olarak kullanılıyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Türk sözde milliyetçi partisinin üyelerinin % 99.99’u, partilerinin yabancı bir (aslında iki, biri taşerondu)  istihbarat servisi tarafından kurdurulduğunu bile bilmiyor. Kafaları son derece karışık. Nasıl olmasın, zihinleri sürekli yabancılar tarafından dolduruldu. Öte yandan Kürt milliyetçileri açık açık “amacımıza ulaşmak için emperyalizme her hizmeti yaparız” diyorlar. Cumhuriyeti kuran parti ise çoktan teslim bayrağını çekmiştir, ancak onların kafaları strateji konusunda son derece açıktır. Tek bir stratejileri vardır ve o da emperyalizmle uzlaşmak ve günün birinde gözde parti olarak iktidara taşınmaktır. Kendi başlarına asla iktidara gelemeyeceklerini çok iyi bilirler, ve emperyalizme rağmen gelmeyi akıllarından bile geçirmek istemezler. Ama emperyalizm becerikli gözdeleri varken, beceriksizle uğraşmayı niçin istesin. Bugünün sıfır noktası bu, ama başlama noktası anlamında, yoksa kimse sıfırdan başlamıyor. Herkesin sırtında taşımak zorunda olduğu bir geçmiş var. … Şimdi bu paragrafı niçin yazdın diyenler olabilir. Şunun için yazdım: Ülkemizde ciddi manada kurumsal bir muhalefet olmadığını iyice bilmek gerekir (marjinal unsurlar tabii ki olur). Muhalefetin zayıflığı salt beceriksizliğinden kaynaklanmıyor.

Şayet ülkemize ve kaderimize sahip çıkacaksak yapılması gereken bir ton iş var. O kadar çok ki, tek tek sıralamadan önce kategoriler itibariyle belirtmek daha iyi olur.

İlk iş düşünsel planda yapılması gereken işlerdir. Bu konuları çözmeden siyaset dünyasında şu veya bu şekilde var olmaya çalışmak boşa kürek çekmektir. Zaten niye var olacaksın ki o zaman. Düşüncenin ancak pratik içerisinde anlamlı bir şekilde ilerleyeceği açıktır ama önce bir referans sistemi gerekir. Referans olmadan ne düşünce, ne de pratik olmuyor. Yıllardır olmadığı gibi. Görülüyor ki her pratik (girişimi) potansiyeli dağıtıp daha da geriye götürüyor. Asgari akıl yoksa olmuyor. Akıl Türkiye’de ne yazık ki çok nadir bulunan bir Hint kumaşı. Bunun nedeni insanlarımızın çok kötü bir eğitim formasyonundan geçmeleri, dil ve matematik eğitiminde inanılmayacak kadar geri sıralarda olmamız, üniversitelerde bilim felsefesi tartışılmaması, dünyanın en az okuyan ülkesi olmamız, ve okunan şeylerin de anlaşılamaması veya zaten çoğunun kötü kaleme alınmasıdır. Bu durumda insanlarımız pekala siyasi gericiliğin iktisadi liberalizmini siyasi demokrasi zannedebiliyor, emperyalist girişimleri ve en gerici siyasetleri meşru görüyor ve daha neler var… Ayrıca karşıda son derece sinsi ve akıllı bir düşman var ve basının yüzde 90’ını ele geçirmiş durumda. Bu bilgi kirliliği selinin bıraktığı binlerce ton çamuru üç çeyreklik hortumla su sıkarak temizlemeye çalışıyoruz. İlk bakışta ümitsiz bir mücadele gibi görünüyor. Ama giderek kendi temizliğini yapanlarla daha çok tanışacağız. Ayrıca daha iyi görülen kılavuz taşları dikeceğiz. Bu arada doğru düşünmenin yollarını öğreteceğiz. Önce niceliğe değil, niteliğe önem vereceğiz.

İkinci önemli husus kamu yaşamındaki haklarımızı korumak ve  genişletmektir ama tam tersi oluyor. Kamusal alan halkın her türlü baskıya karşı koruduğu veya her tür kısıtlama ve yasaklamayı zorlayarak genişlettiği forumlar ve ortak yaşam alanlarıdır. Bu alanda temel haklar, adalet, hukukun üstünlüğü ve kamu çıkarlarının tümü vardır. Serbest ve doğru bilgilenme hakkı vardır, kamu yönetiminde açıklığı zorlama vardır, kıyıları, suları, yeşil alanları, ören yerlerini koruma vardır. Sağlıklı yaşam hakkı, eğitim hakkı vardır. Ne var ki bu da diğerleri gibi çok karmaşık bir konudur. İlk olarak,  kamuoyunun yönlendirilmesinde araçların çoğu işbirlikçi kesimin elindedir. İkinci olarak, ahalinin büyük bir bölümü konsumerizmin (mümkün olduğu kadar fazla tüketme) etkisi altında, günlük hayatta piyasa ulularına ve paraya tapar hale gelmiştir. Kaldı ki bu tüketimin içerisinde nitelikli kültür ürünleri olsa iyi, ama bunlar yok denecek kadar azdır. Belediyeler de birkaç istisna dışında çapulun örgütçülüğünü ve rant paylaşımının yerel ajanlığını yapmaktadır. HES’lere karşı çok haklı bir direnişin bile yaygınlaşamaması kötü bir göstergedir. Burada halk deresinden su alamaz hale getirilmesine rağmen, direnenler destek görmemektedir. Türkiye’de geleneksel devlet yapısının yıkılmasının arka planında aynı zamanda kamu varlıklarının yağmalanmaya açık hale getirilme amacı vardır. Yoksa o devlet yapısı bütün tutuculuğuna rağmen AKP’nin getirdiğinden daha kötü veya daha baskıcı değildi. Ama hangisi daha kötüydü yarışmasında değiliz. Sonuçta AKP eski siyasetçilerin başarısızlıklarının ürünüdür.

Sağlık ve eğitim hizmetlerinin özelleştirilmesiyle sendikaların etkisizleştirilmesi, diğer sektörlerde emekçilerin taşeronların elinde ucuza çalıştırılmasıyla 12 Eylül darbesi, üniversitelerdeki tasfiyelerle liberal ideolojinin öne çıkarılması ve tüm bunlarla bilgi kirliliği arasındaki bağlantıları görmek gerekir. Kısacası kamusal alan dediğimiz şey, bir anlamda demokrasinin dört yılda bir oy atmaktan başka bir şekilde, hatta siyasetin ötesinde anlaşılmasıdır ve demokrasi kültürünün çok uzun vadede gelişmesiyle ilgilidir ama sırf böyle diye, bu işin ucu yurttaşlık bilincinin gelişmesine bırakılamaz.

Önümüzdeki dönemde hukukçularımıza büyük bir iş düşmektedir. Mevcut yönetimler her ne kadar her adımda hukuku pervasızca ihlal ediyorlarsa da, bu hukuk mücadelesinin önemini azaltmayacağı gibi, tam tersine artırır. Hiçbir yönetim meşruluk iddiasını yaralamadan hukuku tanımadığını açıkça ilan edemez. Kamu vicdanını ebediyen görmezden gelemez. Öte yandan yurttaşlık bilincinin yerlerde süründüğü bir ülkede hukuk ihlalleri kamu vicdanını yaralar mı veya kamu vicdanı önemli midir? Açıkçası bizim ülkemizde birden fazla kamu vicdanı vardır ve yurttaşlar arasında duygu birliği işbirlikçiler tarafından sürekli zayıflatılmaktadır. İnsanlar hasım gördüğü kişilere yapılan bir haksızlıktan veya hukuk dışı davranıştan rahatsız olmuyor. Bu koşullarda hangi kamu vicdanına hitap edeceğimizi de iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Yurtsever ve demokrat hukukçularımız ise temel hak ve özgürlüklerin korunması ve kamu çıkarlarının savunulması için büyük çalışmalara girmek zorunda kalacaktır ve bir kısmı zaten bu konuların içindedir. Onlara elimizden geldiği kadar destek vermemiz gerekir. Hukuk alanındaki çalışmalar toplumun daha iyi hukuk gereksiniminin nerede yattığı konusunda kafamızı açacak ve bakışımızı geliştirecektir, kısa vadede önemli başarılar elde etmesek de. Ortak bir adalet duygusu yurttaşlık bilincinin olmazsa olmaz unsurları arasındadır ve şayet yurttaşlar arasında yaşanacak bir hesaplaşma varsa, bunun bir parçası da budur. Tarih boyunca anti-emperyalist mücadele daima yurttaşlar arasında bir hesaplaşmayla birlikte yaşanmıştır. Bu hesaplaşmanın biçimleri de netleşmeye başlayacaktır. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi birbirinden ayrılamaz.

Kamusal haklar ve kamu çıkarı belli kazanımlarla sonuçlanacak bir şey değildir. Bu dinamik ve değişken bir kavramlar, haklar ve mücadeleler bütünüdür. Her nesil bunu koşullara göre farklı kavrayacak ve kendi mücadelesini verecektir ki, aynı zamanda bu her zaman belli alt kesimlere doğru yontulmaya çalışılacaktır. Bu çerçevede, bunlar objektif doğrular da değildir, çünkü her kesimin adalet duygusu da aynı olamaz. O halde yapılacak olan şey mümkün olan konularda uzlaşmak, uzlaşılamayacak konularda da mücadeleyi sürdürmektir. Büyük iç mücadelelerden geçmiş olan toplumlarda uzlaşma alanı daha geniş olabiliyor, çünkü hem toplumsal kesimler büyük bir mücadeleyi tekrar göze almak istemeyebiliyor, hem de acilen mümkün olanla olmayanı daha iyi kavrıyor. Bu pekala anlaşılır bir şeydir. Bu mücadeleden tam olarak geçmemiş toplumlarda ise uzlaşma daha yüzeysel oluyor. Örneğin ülkemizde bunun nasıl oturacağını henüz göremiyoruz. İki nedenle. Birincisi geleceğin değişkenleri belirsiz. Enerji ve gıda krizlerinin yarınki derinliğini, komşu ülkelerde çıkacak kargaşalıkları, dünya para krizini ve diğer ekonomik gelişmeleri vs.  tam bilemiyoruz. Böyle derken, zaten kimse bilmiyor. Büyük ülkelerin planları var ama onları da ancak kestirebiliriz, bilemeyiz. Ayrıca bunların ne sonuç vereceği de belirsizdir. İkinci nokta ise Türkiye’de her mücadele ve hesaplaşmanın doğrudan veya dolaylı olarak yabancıların müdahaleleriyle birlikte gerçekleşmesidir. Böylece gerçek dengeler ve sorunlar askıda kalmış oluyor, başka biçimlerde tezahür ediyor ya da yerlerine başka ve öncelikli sorunlar geçiyor.

Keşke hayat bu kadar karmaşık olmasaydı. Daha sorunların listesine bile yeni başladık, hatta sadece birkaç kategorinin bazı sorunlarına değinebildik. Ama hayat bunun için çözümler de getiriyor. Herkes her sorunla uğraşmak zorunda değil. Genel bir fikri olsun yeter. Hukukçular, ziraatçılar, tıp mensupları, neşriyatçılar, madenciler, bahriyeliler ve dahi bilumum diğer ilim ve zanaat erbabı kendi alanlarının meseleleriyle iştigal edecekler. Hadi kolay gelsin…

Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir