2023 Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

14 Mayıs 2023’te hem milletvekili genel seçimi hem de cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı, cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday %50’yi aşamadığı için 28 Mayıs’ta en çok oy alan iki aday yarıştı. Geçerli oyların %52’ni aldığı belirtilen Recep Tayyip Erdoğan Anayasaya aykırı biçimde üçüncü kez cumhurbaşkanı oldu, diğer aday Kemal Kılıçdaroğlu %48’de kaldı. Sonuçlar iktidar ve yandaşlarında sevinç, siyasi ve toplumsal muhalefette üzüntü yarattı.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen ucube sistemin alt yapısını oluşturan 2017 referandumundan önce, AKP iktidarının Anayasa değişiklik taslağını inceleyerek, 24 Aralık 2016 tarihinde Anafikir’de yayınlanan, “Anayasa Değişiyor Diktatörlük Yasallaşıyor” başlıklı bir yazı yazmış, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin ve toplumun karşı karşıya kalacağı tehlikelere dikkati çekmiş, demokrasinin ve hukuk devletinin ortadan kalkacağı saptamasını yapmıştım. Aradan geçen yıllar içinde yapılan düzenlemeler ve uygulamalar saptamamızı doğruladı, ülke tek adamın istediğini yaptığı faşizan ve partizan bir yapıya dönüştü.

Öncelikle şunu belirteyim ki, başkanlık sisteminde adalet ve demokrasi olmaz, halk iradesinin baskılandığı hileli, kandırmalı, şaibeli seçimler olur. Devletin yasama ve yargı organlarına yürütmenin yön verdiği, devletin yönetim ve karar organlarının tek kişinin iradesiyle belirlendiği, denge ve denetimin olmadığı bir düzende, eşitlik, özgürlük, adaletten söz etmek sanaldır, ülkemizde yaşananda budur.

Halkın iradesi özgür, eşit, adil seçimlerle belirlenir, çıkan sonuca herkes saygı duyar, boyun eğer. Hukuka aykırı düzenlemelerle eşit ve özgür seçim yapılması engelleniyor, yalan ve iftiralarla rakip parti ve adaylar karalanıp saf dışı edilerek seçim kazanılıyorsa, buna kimse saygı duymaz, boyun da eğmez.

Recep Tayip Erdoğan, Anayasa’nın açık hükmüne rağmen ağırlıkla atadığı hâkimlerden oluşan YSK’nın kararı ile üçüncü kez cumhurbaşkanı,  bakanlar ise görevlerinden ayrılmadan milletvekili adayı oldu;  devlet yetki ve gücünden yararlanarak, olanaklarını sınırsız kullanarak, halkın özgür iradesini saptırarak, cumhur ittifakı adaylarını, ayağı prangalı, dili bağlı ittifak ve adaylar karşısında yarıştırarak,  avantajlı düzenlemelerle en çok milletvekilini çıkardı, kıl payıyla cumhurbaşkanlığını seçimini kazandı. Külliyede yapılan kutlamayla muhalefeti taşlayıp, yandaşlara yuhalattı, yansız kalamayacağını, halkın tamamını temsil edemeyeceğini bir kez daha gösterdi.

Özet olarak milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi, özgür, eşit, adil koşullarda gerçekleşmemiş, içişlerine bağlı nüfus idaresinin belirlediği şaibeli seçmen listeleri, mülk satıp parayla yurttaş ve seçmen yapılmış binlerce kaçak sığınmacı göçmenin oy desteği, hileli, baskılı oy kullanımı ve sayımıyla kirlenmiş, lekeli ve gayrimeşru bir seçim olarak tarihe geçmiştir.

Cumhur İttifakı ve yandaşları, anayasaya aykırı, hileli ve karalamalı seçimle yarışı önde bitirip kazanmış göründüklerinden şimdilik hesap vermekten kurtulup rahatlamışlar, rahatsızlık ve huzursuzluk mecliste milletvekili çoğunluğunu sağlayamayan ve cumhurbaşkanlığı seçimini %1,5 oy farkıyla kaybeden Millet İttifakı ile destekçi parti ve hareketlerde kuşkusuz yaşanacaktır.

           Cumhurbaşkanlığı seçimi kaybedilince Millet İttifakının adayı Kemal Kılıçtaroğlu ve parti yönetimi kimi çevre ve kişilerin eleştirilerin hedefi oldu. Kılıçdaroğlu’na “adaylığını dayattığı, partiyi sağa kaydırdığı, kimliksiz ve kişiliksiz yaptığı, tabansız partilerle ittifak kurarak muhalefeti zayıflattığı” suçlamaları yapıldı.

          Bir yazımda seçimi CHP kazanılırsa herkes kazanır, kaybedilirse sorumlu Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi olur demiştim, olan budur. Seçimi CHP kaybettiği için milliciler, cumhuriyetçiler, halkçılar, sosyalistler kaybetmiş, aydınlık, laiklik, bilim, halk ve cumhuriyet düşmanı, emperyalizmin uşağı dinci, gerici, hırsız,  yağmacı, tarikatçı, cemaatçi yobaz tayfası kazanmış oluyor. Çoğu kimse, ben ne yaptım demiyor, sağlıklı bir değerlendirme yapmadan, sorumluluğu salt Kılıçdaroğlu ve CHP’ye yüklemeyi marifet sanıyor.

          Yıllardır, Kılıçdaroğlu’nu “Parti Genel Başkanı olduğu halde, kendisi cumhurbaşkanı adayı olmuyor, Ekmelettin gibi tipleri aday gösteriyor” diye eleştiriyorlardı, şimdi de “adaylığını dayattı” diyorlar. İyi Parti’nin “Kazanacak aday” önerisini geveleyip “kazanamayacak adaydı” saptaması yapıyorlar.

Bunu yapanlar, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yalana, talana, soyguna bulaşmamasına, dürüstlüğüne, çalışkanlığına, bürokrasiden gelen devlet adamlığına bir şey diyemiyorlar, açıkça söylemelerse de Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda “nereli olduğunu söylemekten ve inancını açıklamaktan kaçıyor” söylemini duymazdan gelerek,  çaktırmadan “Alevi” kimliğini ima ediyorlar; aday olmak için her türlü özelliğin var, ama sen “Alevisin, seçilemezsin” diyorlar.

Altılı masa Kılıçdaroğlu’nu aday göstererek, Türk halkı %48 oranında oy vererek, bu ön yargıyı kırdı, ayrımcılık ve ikiyüzlülük yapanlara okkalı bir şamar vurdu, bu seçimlerin en büyük kazancı bence bu oldu.  İnsan, anasını, babasını, dinini, mezhebini, ırkını kendisi belirleyemez, bunlar doğuştan kazanılan özelliklerdir, eleştirilemez, kınanamaz. Din, mezhep ve ırk üzerinden insanı suçlamak, kınamak, eleştirmek ilkelliktir; eleştirilecek, kınanacak, suçlanacak tavır, dincilik, mezhepçilik ve ırkçılık yapmaktır. İnsan kendi düşünce,  eylem ve işlemleriyle bağlıdır, suç, kusur varsa sorumlu tutulur, eleştirilir, suçlanır. Bu, doğal, toplumsal ve siyasi yaşamın olmazsa olmazıdır.

          Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığını, muhalefet mecliste çoğunluğu kazansaydı neler olacaktı?

          Türk halkı, 1950’den beri süren din istismarına büyük ihtimalle son verecek, laik demokratik cumhuriyete sahip çıkacak, kollayıp koruyacaktı.

Cumhurbaşkanlığı Külliyeden Çankaya Köşküne taşınacaktı, Külliye bir üniversiteye verilip bilim yuvası olacaktı, yağması ve israfı durdurulacaktı.

          Köy okulları açılacaktı, taşımalı eğitime son verilecekti, binlerce öğretmen, ziraat mühendisi, veteriner, doktor, hemşire, ebe ataması yapılacaktı, cumhuriyetin aydınlık yüzü, bilimsel ışığı ülkeyi aydınlatacak, dinciliğin, ırkçılığın girdabına sokulmuş halkın ve genç kuşakların çağ dışı tutsaklık zinciri kırılacaktı.

           Yasama, yürütme ve yargı arasında güçler dengesi kurulacak, denetim, gözetim ve hesap verme kurallaşacak, devlet yetkilerini sorumsuz kullanma, kamu malını yağmalama, hak ve adaleti çiğneme son bulacaktı.

          Yasama güçlendirilecek, yürütmenin yönlendirilmesinden kurtarılacak, kural koyucu işlevi etkin denetimlerle sağlanacak, millet egemenliği kayıtsız ve koşulsuz gerçekleşecekti.

          Yürütme, işlevine dönecek, devleti yönetecek, jandarma, polis baskından, ekonomik ve mali zulümden vazgeçecek, yurttaşlara ayrımsız hizmet edecekti.

          Yargı, tarikatçı, cemaatçi kadrolardan temizlenecek, yargının bağımsızlığına, yargıcın yansızlığına inanmış, laik cumhuriyet kadrolarının yönetim, denetim ve gözetimine verilecek, torpil, kayırma, baskı son bulacak, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı hak, hukuk, adalet düzeni sağlanacaktı.

Hak, adalet, doğruluk ve dürüstlükten uzaklaşmış, hukuk tanımaz partizan, yeteneksiz, beceriksiz kadrolardan devlet ve kamu organları temizlenecek, dürüstlüğü, yetenek ve becerileriyle öne çıkmış, çalışmayı hak etmişlerin yönetimine verilecek, yurttaşa eşit ve ayrımsız hizmet götürülecekti.

          Devletçilik, kamuculuk öne çıkarılacak, kamu yağmasına son verilecek, sadaka dönemi kapatılacak, çaresizlik bitirilecek, sosyal devlet diriltilecekti.

          Kalkınma kırsaldan başlayacak, tarım, hayvancılık, sanayi ve kooperatifleşme geliştirilecek, konut sorunu çözülecek, üretici çiftçi, zanaatkâr, esnaf, kobiler, yüksek katma değer üreten sanayici desteklenecek, dijital teknoloji kullanılacak, gelişmiş sanayi toplumu olmaya hız verilecekti.

          Eğitim birliği sağlanacak, ekonomik, sosyal, kültürel kalkınma hedeflenecek, çağdaş toplum olma yolunda, komşularla ve gelişmiş ülkelerle karşılıklı işbirliği ve saygıya dayanan ilişkiler kurulacak, yurtta ve dünyada barış için çalışılacaktı.

          Bu seçim sonuçlarına göre bunlar olmayacak, kapitalist emperyalizme tam teslimiyetle birlikte, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Dinci-Laik çatışmaları ve tartışmaları içinde ülkenin huzuru kaçacak, halkın soyulması, birikimlerinin haraç mezat satılması, toplumun ayrıştırılması, yargının çekingen tutumu ve göz yumması altında iktidarın, jandarma ve polis baskısının artmasına tanık olunacak, laik cumhuriyetin yıkımı sürecektir.

          Bu sonucun oluşmasında siyasi partilerin, ekonomik ve demokratik örgütlerin, siyasi ve toplumsal muhalefetin, herkesin şu veya bu ölçüde katkısı vardır. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki aydınlanma hareketi 1950 seçimlerinden sonra dinci, gerici, ayrılıkçı hareketlerin saldırılarına uğramış, yasama, yargı, yürütme organlarına sızılmış, Türk devrimine ihanet eden siyasi kadroların yardımıyla devlet kadroları, yargı, milli eğitim, diyanet, ordu ele geçirilmiş,  aydınlık gelecek karartılmış, faşist darbelerle karşı devrim diriltmiştir.

          Bunun yarattığı ortamı temizlemenin çok kolay olmadığı bu seçimle net olarak ortaya çıkmıştır. Bunun baş sorumlusu olarak yalnızca cumhuriyetin kurucusu partisini görmek, karşı devrim güçlerini hafife almaktır.

Emperyalizmin ulus devletleri parçalaması, 5 bin şehir devletinden oluşan bir dünya düzeni kurmaya çalışması, sermaye sınıfına dikensiz gül bahçesi yaratma düşü canlıdır, gözden kaçırılmaya gelmez. Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, Çekoslovakya’nın bölünmesi, Yugoslavya’nın dağıtılması, Irak’ın parçalanması, Suriye, İran ve Türkiye’yi parçalama girişimleri, Karadeniz sınır ülkelerinin NATO’ya bağlanarak Türkiye ve Rusya’nın kuşatılması, Ukrayna-Rusya savaşı, ayrılıkçı ve dinci hareketlerin desteklenmesi, silahlandırılması, işbirlikçi siyasiler eliyle halkın gaflete düşürülmesi, yeterince uyarıcı olmamış ki ulusça çekiyoruz.

Tüm bu olumsuz gelişmelere karşın, sosyalist parti ve hareketler dışında hiçbir siyasi oluşum emperyalizme, NATO’nun genişlemesine ses çıkarmıyor, adeta emperyalizmin onayı ya da koruması altında iktidar olmayı, diri kalmayı düşledikleri anlaşılıyor. Ne diyelim, “kendi düşen ağlamaz, işte böyle ağlatırlar”.

Bu sonuçta 6’lı masanın ve CHP’in elbette kusuru vardır. Bunun baş sorumlusu, yönetim kadrolarına çöreklenmiş, emperyalizmden, kapitalizmden, bağımsızlıktan, laiklikten, Atatürk’ün ilke ve devrimlerinden söz etmeyen, halk yığınlarından ve sol söylemlerden özenle kaçınan, sağcı söylem ve eylemlerle sağcı kitlelerden oy alacağını sanan anlayışın etkin olduğu parti yönetim ve kadrolarıdır.

CHP, ilkelerini özümsemeyen, halk ve ülke için değil kendi kişisel ikbal ve istikbali için mücadele eden, milletvekilliği, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği düşleyen kişilerin işgaline uğramış, çıkarcı, hantal, ilkel bir yapıya dönüşmüştür. Bundan kurtulmadıkça, ideolojik ve toplumsal mücadeleyi yükselterek özverili vefakâr kuşaklar yetiştirmedikçe, gençlik, kadın, emek örgüt ve birimleri oluşturmadıkça, halkı örgütleyip harekete geçirmedikçe, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, işçiler, köylüler ve toplumsal muhalefetle derinliğine ilişki kurmadıkça seçim kazanılması pek mümkün görünmüyor.

AKP’nin 21 yıllık enkazı üzerinden yapılan bu seçim bir şanstı, fırsat kaçtı. Gerçi siyasi ve toplumsal mücadele durmaz, önemli olan ders çıkarıp yola kararlılıkla devam etmektir. Ülkenin “dikensiz gül bahçesi” olmadığını dosta düşmana göstermektir.

Seçimlerde en çok çalışan Kılıçdaroğlu olmuştur, hak, hukuk, adalet yürüyüşünden itibaren elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştır, ancak CHP’nin hantal yapısını harekete hızlı geçirememiştir. Bunda parti örgütünün vurdumduymazlığının, kadın, gençlik ve emek kollarının zayıflığının payı olsa gerek. Partiye gönülden bağlı halk kitlelerinin çabası övgüye değerdir. Sosyalist parti yönetim, üye ve teşkilatlarının, ittifak partilerinin bir kısım yöneticilerinin,  oy veren üye ve seçmenlerin katkısı unutulmamalıdır.

Kılıçdaroğlu CHP’nin başından gitmesin ya da gitsin diyen, İmamoğlu’nun adını dillendiren kişiler ve çevreler var. CHP’de bu hep böyle oluyor, CHP tabanında her zaman yönetime muhalefet edenler bulunur. Bir dönem Lozan Kahramanı İsmet İnönü’ye, sonra kurultay kararıyla İsmet İnönü’yü deviren Bülent Ecevit’te, SHP’de Erdal İnönü ve Murat Karayalçın’a, 12 Eylül sonrası yeniden açılan CHP’de Deniz Baykal’a şimdi de Kemal Kılıçtaroğlu’na yönelik eleştiriler bitmez, tükenmez.

Bunlar içinde ideolojik tartışmanın yaşandığı tek kurultay İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’in yarıştığı dönemde olmuştur. İsmet Paşa, bağımsızlıkçı Kemalist CHP’yi savunurken Bülent Ecevit, Avrupa bağlantılı Sosyal Demokrasiyi savunur.

Mevcut CHP yönetimleri klasik anlamda bağımsızlıkçı Kemalizm’i değil emek bağlantılı Avrupa Sosyalizminden daha geri kapitalizmle uyumlu bağımsızlık özü taşımayan Sosyal Demokrasi çizgisini savunmaya ve izlemeye çalışırlar. Bu anlamda tabanla tavan arasında bir uyumsuzluk vardır, seçim bahane itirazlar bu uyumsuzluktan, yönetimlerin, milletvekili ve belediye başkanı adaylarının seçim tarzından kaynaklıdır. Görünen o ki ideolojik tartışmadan öte “sen git ben geleyim” hesabı vardır. Bunun partiye bir yararının olacağı söylenemez, “giden ağa ise gelen paşadır”, “türkü aynı türkü yalnızca saz ve ekibi değişir.” Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun gitmesi ya da kalması özde bir şey değiştirmez, CHP’nin iç sorunudur, karışmak bize düşmez.

Bilimsel sosyalizme inanmış sosyalist partiler, cumhurbaşkanlığı seçiminde, AKP diktasının yıkılması için Kılıçdaroğlu’na destek olmuş, oylarını vererek sözlerini tutmuştur. Sosyalist partilerin kitle desteği zayıf görünse de kararlı, mücadeleci, parti teşkilatı, gençlik, kadın, meslek ve emek birimleri vardır, başından beri AKP diktasına ve dinci faşizme karşı, bağımsızlık, laiklik, halkçılık, bilimsel eğitim, kadın erkek eşitliği, demokrasi ve sosyalizm için mücadele eden güvenilir örgütlenmelerdir. Bu partilerin kitle desteğinin güçlendirilmesi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin olmazsa olmazıdır, bunlara verilen destek boşa gitmez, mücadelelerine katkı sunar.

Bu seçimde sözünü tutanlardan birisi de HDP’dir. Kılıçdaroğlu’na destek olmuş, ancak Zafer Partisi’nin ikinci turda desteğini açıklaması üzerine, tabanında bir çekilme yaşanmış, yüksek oy aldığı seçim bölgesinde katılım ciddi oranda düşmüş, bir anlamda Kılıçdaroğlu’nun kazanamamasının nedeni olarak söylenmiş, yeterli çabayı göstermedikleri gerekçesi ile cezaevindeki Selahattin Demirtaş tarafından eleştirilmişlerdir.

Bu seçimin kazananları AKP, MHP, YRP, Hüda-Par, DSP, TİP, Gelecek, Deva, Saadet, Demokrat Parti ve Mustafa Sarıgül olmuş, kaybedenleri ise umduklarını bulamayan HDP, İyi Parti ve CHP görülmektedir. Siyasi hayat böyledir, ava giderken avlanmak işin doğasında vardır. Kazanan milletvekilleri sevinçli, kazanacağını umarak kaybedenler üzgün, zaman her derdin ilacıdır, üzülmeye gelmez, geçer.

 Aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği kadar bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine devam, yola çıkan yolda kalmaz.  04.06.2023

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir