Search
Close this search box.

TÜRKİYE’DE ADALET VE DEMOKRASİ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye’de konuşan herkes, siyasetçisi, hukukçusu, yazarı, çizeri, liberali, sosyalisti, ırkçısı, dincisi, ayrılıkçısı, çevrecisi, bilimcisi, dilinden “adalet”, “hukuk” ve “demokrasi” sözcüğünü hiç düşürmüyor. Siyasi, hukuki, idari yapıyı değerlendirirken, ekonomik ve sosyal düzeni sorgularken, hak mücadelesini sürdürürken, yakınırken, insanı ve çevreyi ve doğayı korumak isterken, “adalet”, “hukuk”, “demokrasi” sözcüğünü yineleyip duruyor.

 

Bilelim ki bir ülkenin rejimi (sistemi), hem siyasi hem de hukukidir, içeriği ya demokratik ya da totaliter olur.

Laiklik olmadan ne adalet, ne demokrasi ne de hukuk olur; olan baskı, zulüm, yalan ve talandır.

Adaletin, hukukun ve demokrasinin oluşumunda devletin niteliği belirleyicidir; monarşi ve cumhuriyet ayrımı ile ele alınır, üniter, federal, konfederal olarak sınıflanır. Monarşide hukuk vardır, ancak demokrasi yoktur.

 

Monarşi, egemenliğin (otoritenin), bir kralın, padişahın, sultanın, halifenin, şefin yani bir kişinin elinde olduğu ve kullandığı devlet şeklidir.

Cumhuriyet, egemenliğin (otoritenin) halka ait olduğu, ya doğrudan ya da temsilciler eliyle kullandığı devlet biçimidir.

Her devletin niteliğini belirleyen temel kuralları, gelenek ve görenekleri olur. Tarihimizde görülen “Toy” ve “Töre” böyle bir gelenektir; Toy meclis, Töre hukuktur.

MÖ 500’lerde Atina’da ortaya çıktığı savlanan demokrasinin bizdeki tarihide çok yenidir. Yaklaşık 200 yıllık tarihi bir geçmişten söz edilir; 1808 senedi ittifakla başlar,  1876 Kanun-i Esası ile gelişir, cumhuriyetin ilanı ile siyasi ve toplumsal hayatımıza girer; halkın kendi kendini yönetmesi olarak kabul edilir, liberal ve halk demokrasisi olarak ayrışır.

 

Üniter devlet, ülkesi ve milletiyle bütünleşmiş, aynı egemenliğe (otoriteye) tabii devlettir. (Ör: Fransa, İngiltere, Türkiye vs.)

 

Federal devlet,  genel ve bölgesel yerel yönetimlere (eyalet, il, kanton veya diğer alt birimlere) bölünmüş, tek bir siyasi sistemde birleşmiş, yetkileri genel ve bölgesel yönetimlere dağıtılmış devlettir. (Ör: ABD, Almanya,  İngiltere, İspanya,  Kanada, Meksika vs.)

 

Konfederal devlet,  otorite (egemenlik) kaynağı ayrı, iç ve dış ilişkilerde bağımsız, ortak çıkarlarda birlikte davranan devlettir. (İsviçre)

 

Egemenlik (hâkimiyet), içeride kural koyma (anayasa, yasa, tüzük), uygulama, yaptırımda bulunma, dışarıda eşit davranma gücüdür.

 

Türkiye Cumhuriyeti, ulusal (milli), laik, demokratik, üniter bir devlet olarak kurulmuştur. Siyasi kimliği, köklü tarihine, ulusal kültürüne, gelenek ve göreneklerine, devrimci mücadele ruhuna; hukuki kimliği ise, laiklik, yurttaşlık, eşitlik ve özgürlük hak mücadelesine, Türk devrimine dayanır.

 

Halkın kökeni ve inancı devletin niteliğinin belirlenmesinde ölçü olamaz.   Kökeni veya inancı ölçü almak, ırkçılık ve dinciliktir. Bu yaklaşım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin niteliği değil, ülkeyi yönetme gücünü eline geçiren dinci, ırkçı, liberal siyasi iktidarların zihniyeti ve uygulamalarıdır.

Türkiye Cumhuriyetin adında yer alan Türk sözcüğü, hem siyasi hem de hukuki kimliği ifade eder. Türk sözcüğünü ırk ya da din temelli nitelemek, ırkçılık ve dincilik yapmaktır. Böyle bir yaklaşım milli (ulus) kimliği yozlaştırır, halkı birbirine düşürür, birliği ve kardeşliği yaralar, çekişme ve çatışmaya ortam hazırlar, halkın iç huzurunu ve güvenini bozar.

Bilinmeli ki Türkler dünyada çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Kuzey Kıbrıs gibi devletlerde, Rusya, İran, Irak, Suriye, Mısır, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerde,  Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu gibi bölgelerde, Asya, Avrupa, Afrika gibi kıtalarda yaklaşık 250 milyonu aşkın Türk yaşar.

Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türklerin 24 Oğuz boyundan Türkmen, Yörük, Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur, Karapapak, Acem, Çerkez, Gürcü, Arnavut, Arap, Bulgar, Ermeni, Kürt, Macar, Rum, Rus, Yunan kökenli yurttaş vardır.

O nedenle ulusal Türk adını etnik bir kimliğe indirgemek, hem doğru değildir hem de gerçeğe uymaz.

 

Kaldı ki dünyada salt bir ırkın kurduğu ve yaşattığı bir devlet yoktur,  devletler çok kimliklidir. Bu kimliklerden birisinin ulus kimliği olarak öne çıkması, tarihi gelişimin zorunlu sonucudur;  bu, iradi bir durum değil, tarihi ve sosyolojik bir olgudur. Bu nedenle Türk sözcüğü, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak ulusal kimliğidir.

Her devlette, halkın egemenlik hakkını kullanması için oluşturulmuş yetkili ve görevli organlar vardır ki bunlar, Yasama, Yürütme ve Yargı’dır. Bu yetkiler bir kişinin kullanımında ise monarşi, bir grubun kullanımında ise oligarşi, halkın kullanımında ise cumhuriyet denir.

Bu organların (erklerin) kuruluşu, ilkeleri, görevleri Anayasa ve yasalarla belirlenir. Hiçbir kimse, kaynağını Anayasa ve yasalardan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Yetki kullanacak devlet organlarından yasama (erki), halkın belirli sürelerde seçtiği milletvekillerinden oluşur.

Yürütme yetki ve görevi, cumhurbaşkanı ve hükümete aittir.

Yargı yetkisi ise, cezai, hukuki, idari mahkemelerce ve görev yapan savcı, yargıç ve avukatlarca kullanılır.

 

Cumhuriyet yönetiminde, egemenlik hakkının kullanılmasında, yasama ve yürütme organın saptanmasında, cumhurbaşkanın, milletvekillerinin, yerel yöneticilerin seçilmesinde halkın iradesi belirleyicidir.

 

Halkın iradesi, belirli sürelerde yapılan genel ve yerel seçimlerle ortaya konur.

Yasama, yargı, yürütme organları, devlet kurumları, iktidar ve muhalefet, sınai, ticari, mesleki kuruluşlar, kitle örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, tabii ki yurttaşlar, bu iradeye saygılı olmak ve uymak durumundadır.

Halkın iradesinin belirlendiği genel ve yerel seçimler, siyasi parti ve bağımsız adayların yarışmasıyla olur. Milletvekili seçimini kazananlar yasama yetkisini kullanacak meclis üyeleridir. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanın meclis üyeleri seçerken, halk seçsin dediler, milletvekili seçimiyle birlikte cumhurbaşkanı seçimini halka yaptırıyorlar. İktidarın başı olmuş ve iktidara yapışmış cumhurbaşkanı, beni halk seçti diye tarafsız olamaz, nitekim de olamıyor.

Mecliste milletvekili çoğunluğunu elde eden siyasi parti ya da partiler iktidarı belirler, azınlıkta kalanlar iktidar karşıtı muhalefet olur, milletvekili çıkaramayan partiler meclis dışında kalır, ya iktidara yakın durur ya da karşı olur.

İktidar ülkeyi yönetir, parlamento içi ve dışı muhalefet, iktidarın işini Anayasaya ve yasalara uygun yapması için gözetler, denetler, karşı öneriler sunar, eleştiri hakkını kullanır, destekler veya karşı protestolarda bulunur, halkı uyarır, devletin, ülkenin, halkın yönetimine fiilen ve fikren katkı sunar.

 

Seçimlerde ki temel kural, seçimlerin dürüst ve adil olmasıdır. Seçimlerin yargı denetiminde yapılması, uzun mücadeleler sonucu kabul edilmiştir.

Halkın (ulusun) iradesinin sağlıklı oluşması için, seçimlerde oy kullanacak olan seçmenin iradesinin sakata uğramaması,  özgürce seçimini yapması gerekir.

 

Seçmeni etkilemek için partiler, adaylar, anayasa ve yasaların izin verdiği ölçüde propaganda yapar, kampanyalar yürütür, düşüncelerini, ekonomik, sosyal, siyasal politikalarını açıklar; iktidara gelince uygulayacakları politikaları, yapacakları işleri sıralar.  Seçmende bu açıklamalara bakarak tercihini yapar, oyunu dilediği partiye ve adaya verir.

 

Yerel yönetimlerde de aynı durum vardır, kazananlar belediye başkanı, belediye meclis üyeleri olarak yerelleri yönetir. Belediye meclislerinde de iktidar ve muhalefet vardır, alınacak kararlarda çoğunluk ve azınlık oyları sonucu belirler.

Durum basit haliyle böyle olması gerekirken, uygulamada sorunlar çıkar, iktidar ve muhalefet karşı karşıya geliyor, çekişme, çatışma kaçınılmaz olur, ülkenin, yerelin ve halkın iç huzuru bozulur. Huzurun bozulmaması için, hem seçimlerde hem yönetimde hukukun ve demokrasinin işlemesi, adil bir düzen olması gerekir.

Ülkemizde ne hukuk ne de demokrasi işliyor, adalet mücadelesi tüm hızıyla sürüyor. İktidar, iktidar olmanın verdiği güçle her alana rahatlıkla el atıyor, istediğini yapıyor, muhalefeti sindirmeye, işlevini yapamaz duruma düşürmeye çalışıyor; halk, siyasi ve toplumsal muhalefet de “hukuk”, “demokrasi”, “adalet” diye kıvranıyor.

Ülkede yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal mücadele, öz olarak, sınıf mücadelesidir. Demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik söylemiyle, kapitalizm ve sosyalizm hedefiyle somutlaşır.

 

Bilindiği gibi kapitalizm sermaye (burjuvazi) sınıfının (sanayici, tacir, tüccar, toprak ağası), sosyalizm emek (proletarya) sınıfının (işçi, çiftçi, zanaatçı) ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal ve kültürel toplumsal düzenidir.

Türkiye de hâkim sistem, emperyalizm destekli kapitalist sistemdir. Sermaye sınıfı,  ekonomik sistemini korumak için her yolu dener, siyaseti, hukuku, eğitimi kullanır, sosyal ve kültürel hayatı etkiler, iktidar ve medya aracılığıyla toplumu yönlendirir, işçi sınıfını ve bağlaşıklarını etkisizleştirmeye çalışır.

Yönlendirmede, ideolojik propaganda, ekonomik çıkar ve eğitim önceliklidir. Sermaye sınıfı, ekonomik, sosyal, siyasal örgütlenmelerle, iktidarın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitim politikalarıyla, devlet kurumlarını, yasamanın, yürütmenin, yargının,  askerin, polisin, kamu görevlilerin tutumlarını,  basın ve yayın organlarının çalışmalarını belirlemede, “kişisel çıkara dayalı” ekonomik ve sosyal üstünlüğe sahiptir; bu gücüyle toplumu ve devleti kuşatır.

İşçi sınıfı ve bağlaşıkları, sermayenin egemenliğini kırmak ve laik cumhuriyete yönelik kuşatmayı dağıtmak için ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, kültürel mücadeleyi esas almak, devletin ve kurumlarının halk yararına çalışması için mücadele etmek zorundadır.

 

Mücadelede öne çıkan kavramlar, kapitalizm ve sosyalizm ile Adalet ve Demokrasidir.

 

Adalet, hakkın gözetilmesi, ihtiyaç ve isteklerin yerine getirilmesidir. Adaletin en önemli dayanağı laik hukuktur.

Hukuk, “hak” sözcüğünün çoğulu olarak “haklar” anlamına gelir, devletin yetkili organları tarafından toplumsal ilişkileri düzenlemek amacıyla çıkarılan (yasa, tüzük, yönetmelik), yaptırıma bağlanan ve uyulması zorunlu olan hukuk kurallarıdır.

 

Hukuk kurallarında, Anayasa, yasa, tüzük ve yönetmenlik belirleyicidir. Adaletin sağlanmasında, Anayasa, Medeni (Yurttaşlar), Sosyal Güvenlik, Vergi, Siyasi Partiler, Seçimler, Dernekler, Sendikalar, Mesleki kuruluşlar, Toplantı Gösteri ve Yürüyüşler, Basın ve Yayın;  Ticari, Zirai, Sanayi,  Borçlar, İş, Kira, Şirket, Kooperatif, Vakıf yasaları; Silahlı kuvvetlerin ve emniyetin kuruluş ve çalışması, mali, idari, cezai düzenlemeler, hukuk, ceza ve idare mahkemeleri, Anayasa,  Danıştay, Yargıtay’dan oluşan yüksek mahkemeler, çok önemli ve işlevseldir.

Yasa, tüzük, yönetmenlik ve mahkeme kararları ilgilileri, Anayasa hükümleri ile Anayasa mahkemesi kararları yasama, yürütme, yargı organları ile tüm gerçek ve tüzel kişileri bağlar.

 

Demokrasi, halkın karar verme yetkisine sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Halkın karar verme yetkisine sahip olabilmesi için, önce yurttaş sayılması, hakta ve yükümlülükte eşit durması, düşünce ile açıklama, örgütlenme özgürlüğüne, yöneticileri seçme ve seçilme hakkına sahip olması gerekir. Bu haklar yasalarca tanınması, yasama, yürütme, yargı organlarınca korunması ve yerine getirilmesi gerekir.

Ülkede hukuk ve demokrasi işlemiyor derken, hukuk kurallarının devletin yasama, yürütme, yargı organlarınca nesnel olarak dikkate alınmadığı, kullandırılmadığı, engeller çıkarıldığı, yargının etkisizleştirildiğini belirtiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, kuvvetler ayrılığına dayanan, üniter, laik, hukuka bağlı, demokratik bir devlet olarak kurulmuş, bilimsel yoldan çağdaş devlet ve toplum olmaya evrilirken, 1950’den itibaren emperyalizmin işbirlikçisi, liberal ve dinci iktidarların eline düşmüş, yolundan saptırılmış, adaletsizliğin girdabına sokulmuş, boğuluyor.

Bu durum Hürriyet ve İtilaf partisinin iz düşümü Demokrat Partiyle başlamış ise de Demirel yönetiminde Adalet Partisi, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri,  Turgut Özal yönetiminde Anavatan Partisi, yine Demirel yönetiminde DYP,  Erbakan yönetiminde MSP, Türkeş yönetiminde MHP ile derinleşmiş, Abdullah Gül ve RTE yönetiminde ki AKP ile karşı devrime dönüşmüştür.

 

AKP, 16 Nisan 2017 tarihli referandumla anayasa değişikliğini yapmış, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen ucube bir sisteme geçilmiş, laik cumhuriyeti öldürülüp tabutuna çivi çakılmıştır. (Bakınız 24 Aralık 2016 tarihli Anafikir’de ki, Anayasa Değişiyor Diktatörlük Yasallaşıyor. MB)

Anayasa değişikliği ile demokrasinin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesi ve yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı kâğıt üstünde kalmış, bütçe ve tüm yetkilerin kullanımı yürütmenin başı cumhurbaşkanına bırakılmış, hükümet cumhurbaşkanın atadığı sivillerle sekretaryaya dönüştürülmüş, ağırlıkla cumhurbaşkanı ve iktidarın seçtiği üyelerden oluşan anayasa mahkemesi kararları uygulanamaz, muhalefetin elinde olan belediyelere “yolsuzluk, hırsızlık, PKK ile işbirliği yapmak” iddiasıyla açılan soruşturmalarda DEM’in ile CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve birden çok belediye başkanı, çalışanlar tutuklanmış, kayyum atamaları ile yönetimlerine el konulmuş,  yurttaş ile muhalefet adaleti sokakta arar olmuştur.

Ülkede, cumhuriyet, Kemalizm, laiklik ve bilim düşmanı, hırsızlığın ve yolsuzluğun baş sorumlusu, denetlenemeyen AKP’nin iktidarı; yasa ve yargı kararı tanımayan, etnik köken vurgusuyla ulusu ayrıştıran, Şii oldukları için Acem ve Azerileri dışlayıp Türk, Kürt, Arap birlikteliği ile Sünni İslamcı ümmet vurgusu yapan, 2002’den beri verdiği zararların unutulduğunu sanan, PKK’nın silah yakmasını zafer diye sunan, Türk ulusal kimliği ile üniter devlet yapısını pazarlık konusu yapıp tahribe yönelen bir cumhurbaşkanı var.

 

Ağırlıkla parlamentoda ki iktidar çoğunluğunun belirlediği ve cumhurbaşkanın atadığı üyelerden oluşan Anayasa Mahkemesi, HSK, YSK, Yargıtay, Danıştay üyelerinin, adalet sekreterinin ve yardımcısının içinde yer aldığı HSK’nın atadığı savcı ve yargıçların görev yaptığı yargı sisteminde, iktidarı ve cumhurbaşkanını dikkate almadan, adalet dağıtacağını düşünmek saflıktır. Kaldı ki adalet yalnızca yargıda aranmaz, toplumsal yaşamın ekonomik, politik, sosyal alanlarında aranan, yüceliktir. Yüceliği güçlü kılan, hukuk, vicdan, ahlak içerikli uygulamadır.

YSK’nın İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde aldığı kararı, bir zarftan çıkan dört oy pusulasından üçünü geçerli sayıp birinin iptal edilmesini nasıl anlatacağız, kararın kesinliği nedeniyle itiraz edilememesini bilen üyelere ne diyeceğiz? İki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış RTE’ye,  cumhurbaşkanlığı seçimi milletvekili seçimiyle birlikte yapılmamıştır diyerek, ikinci dönem seçilmesini yok saymak, üçüncü dönem için adaylığına izin vermek, yükseköğretim diplomasının olup olmadığını itirazlara rağmen araştırmamak, olacak iş midir? Bunları hukuken anlamak mümkün mü?

 

Aslında, 2017 Anayasa değişikliği ile öyle bir sistem kurdular ki mahkemelerin bağımsız, hâkim ve savcıların tarafsız olması olanaksızdır.  Bu durum hâkim ve savcıların öznel tutumundan değil, mahkemelerin kuruluşu, kapatılması, hâkim ve savcıların yetiştirilmesi, mesleğe alınması ve atanması gibi birçok neden, belirleme, yönlendirme ve işleyişten kaynaklıdır.

 

Bu öyle bir sistemdir ki şaşarsınız! Örneğin sulh ceza yargıcının verdiği tutuklama kararına, bir üst mahkeme olan Asliye Ceza Mahkemesi’nde itiraz edilirken, aynı hizada olan bir sonraki sulh ceza hâkimine itiraz edilmesini düzenlediler. Önce Asliye Ceza Mahkemesi’nde ki savcılığı kaldırdılar, sonra yeniden koydular. Adli tatil, 20 Temmuz 5 Eylül arası iken, önce 1 Ağustos 1 Eylül arasına düşürdüler, sonra da 20 Temmuz 1 Eylül’e dönüştürdüler. Yerel mahkeme ile Yargıtay arasına istinafı soktular; bunu yaparken Yargıtay’ın iş yükünden söz ediyorlardı, şimdi ise hem istinafın hem Yargıtay’ın iş yükünden söz ediliyor, davalar kolay kolay bitmiyor, uzadıkça uzuyor.

Yargı, siyasi iktidar için yazboz tahtası olmuştur,  gelenek, görenek ve liyakat altüst edilmiştir. Güvencesiz yargıç ve savcının mesleki görevinde dik durmasını, gerçeğe uygun karar vermesini beklemek, iyimserlikten öte değildir. Bu çerçevede, Türkiye’de hukukun işlediğini, adaletin olduğunu savunmak gerçekçi olmadığı gibi yaşanılan olaylarla da olumsuzluk doğrulanmaktadır.

Adalet ve demokrasi içeriği, hukuk iç ve dış çerçeveyi belirler.  Hukuki kurallara, yöntemlere uymadan ne demokrasi ne adalet olur. Seçimler YSK’nın gözetim ve denetiminde yapılır. Yargıçların başkanlığında çalışan İl ve İlçe seçim kurulları, seçimlerde kurallara uyulup uyulmadığını, seçmenin oyunu özgürce kullanıp kullanmadığını, eşit ve adil bir sonucun çıkıp çıkmadığını gözetmek, denetlemek, sonucu ilan etmek durumundadır. Seçim kurullarının kararlarına, bir üst seçim kurulunda belirli sürelerde itiraz edilebilir. Süre geçtikten,  kurullar nihai karar verdikten sonra seçim sonuçları kesindir, başka bir yargı merciine başvurulamaz.

 

Yasada, zarf ve oy pusulalarının mühürlü olması zorunluluğu varken, 16 Nisan 2017’de yapılan referandumda, YSK mühürsüz oy ve zarfları geçerli saymış,  “evet” oylarının çoğunluk oluşturduğunu ilan ederek Anayasa değişikliğine, hukuka aykırı biçimde, onay vermiştir.

Ülkede, hukukta, demokraside işlememekte, iktidarın düzenlemesi ve uygulamasıyla baskı altındadır. 1961 Anayasının cumhuriyetçi, üniter, laik, demokratik, çoğulcu, hukuku üstün tutan yapısını içine sindiremeyenler, 1982 Anayasa ile demokratikliği ve çoğulculuğu kaybetti, 2017 Anayasa değişikliği ile de cumhuriyeti, ulusçuluğu, laikliği, üniterliği, masumiyeti, hukuku kaybeder noktaya geldi. Bu gidiş durdurulamazsa, korkarım, kan ve gözyaşı sel olup akacak.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus kimliğinin, üniter, laik yapısının değişmesine sessiz kalmak, karşı çıkmamak, mücadele etmemek, mücadele edenlere destek olmamak, kayıtsızlık değil, düpedüz “cumhuriyete ihanettir.” Cumhuriyetçilerin, Kemalistlerin, Sosyalistlerin sessizliği, ırkçıları, dincileri, ayrılıkçıları sevindirmiş olabilir, ancak herkes aklını başına almalı, yoksa sonuç her kesim için kesinlikle felaketi olur… 14.07.2025

 

Av. Mehdi BEKTAŞ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir