Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Demokrasinin kurucusu CHP’nin sorunları, sıkıntıları ve gerilimleri bitmiyor.
CHP’li yöneticiler her konuşmalarında, “Biz Müdafaa-ı Hukuk ve Kuvva-ı Milliye’den gelen, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, eşitliği, özgürlüğü, halkçılığı, laikliği benimseyen, demokrasi ve aydınlanmanın toplumsal temelini atan Atatürk’ün partisiyiz” diyorlar.
Türk Devriminin ve Kemalizm’in, “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik ” olarak 1789 Fransız ve 1917 Sovyet devriminden esinlenen, bağımsızlık ve bilimsel aydınlanmacılıkla taçlandırılan ilkelerinin, CHP’nin de kurumsal, düşünsel, eylemsel ilkeleri olduğunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “İki büyük eserim var biri Türkiye Cumhuriyeti diğeri Cumhuriyet Halk fırkası (partisi) ” dediğini kuşkusuz biliyorlardır.
Ancak bunları bilmek yetmiyor, aynı zamanda parti önderliğinin, yöneticilerin, kadroların ve üyelerinin bu ilkelerin savunucusu, uygulayıcısı, gözlemcisi, denetçisi, halkın benimsenmesi için çalışanı, öğreticisi olmaları gerekir ve bu kaçınılmaz bir görevdir. Bu yapılmazsa Hulki Cevizoğlu ve Mehmet Ali Çelebi gibi tiplerden geçilmez olur.
Sorun, sıkıntı ve gerilimde tam burada ortaya çıkıyor:
Birileri milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi olmak ve cumhuriyetin nimetlerinden yararlanmak için her yolu deniyor; kimliklerini, erdemlerini yitirerek, değer yargılarını çiğneyerek, saf değiştirerek hırsın ve kinin tutsağı oluyor; sövdüklerini övüyor, övdüklerine sövüyor, utanmadan, sıkılmadan karşı devrime hizmet ediyor…
Birinci sorun, CHP’nin ilkelerin korunmasında, savunulmasında, uygulanmasında, karşıtlara tavır alınmasında çekingen davranması, duraksaması, kafaların karışması, söz ve eylemde tutarsızlıktır.
Kemalizm’in ve Türk Devriminin ilkelerini içselleştiremeyen kimileri partiye lider, yönetici ve kadro olarak seçiliyor; ülkeden, halktan, partiden daha çok kendilerini ve çıkarlarını düşünen bu kişiler, duygu ve düşüncelerinin tutsağı oluyor, üyelere ve halka dayatıyor.
Bu görüntü Bülent Ecevit’le başladı, Deniz Baykal, Kemal Kılıçtaroğlu ile sürdü, Özgür Özel’le de sürüyor…
Bülent Ecevit, Avrupa Sosyal Demokrat partileri ile ilişkileri geliştirmek için Kemalizm yerine Demokratik Sol demeye başladı; parti politikalarını ve uygulamalarını, emperyalizmden bağımsız olmayan, vatan mevhumu bulunmayan, halkın ve emeğin örgütlenmesine uzak duran, kapitalizmi savunan Sosyal Demokrasi’ye yönlendirdi.
Emperyalizme karşı bağımsız kimi çıkışları olsa da, mütevazı bir yaşam sürse de, “haşhaşı ekeriz üsleri sökeriz” dese de, “kimseye diyet borcumuz yok” diyerek devrimci sendika ve toplumsal muhalefete tavır aldı, umut kırdı. 12 Eylül sonrası CHP’den ayrılıp DSP’yi kurdu. Laiklik sanki dine, inançlara saygısızlıkmış gibi Fetullah’ı ve uygulamalarını yücelterek “İnançlara Saygılı Laiklik” dedi, laikliği sulandırdı, halkçıları böldü.
Emperyalizmin has kuruluşu Dünya Bankası çalışanı Kemal Derviş’i ekonominin başına getirdi, liberalizme yelken açarak, halkçı ekonomiye darbe vurdu, emperyalizmin yörüngesine girdi; kankalarının ayak oyunlarıyla sağlığını yitirdi, yaşamını bitirdi, kurdurduğu parti ise Atatürk ve laiklik karşıtı iktidarın payandası oldu.
Deniz Baykal, hizipçilik girdabında boğuldu, türbana parti rozeti taktı, yıldız (star) sanatçı gibi görkemli ve dumanlı merdivenden indi, ABD askerinin ülkeye girmesine engel olduysa da cumhuriyet karşıtı RTE’ye siyaset yolunu açtı, ahlaki zafiyet ve kaset vurgunuyla yer ile yeksan oldu.
Kemal Kılıçtaroğlu, CHP’nin örgütünden değil devlet bürokrasisinden geldi. Dürüst ve çalışkan görüntüyle parti içinde öne çıktı. Solcu söylemde bulundu, Kemalizm karşıtı ayrılıkçıların, tarikatçıların, mezhepçilerin, çıkarcıların partiye yığılmasına sessiz kaldı. Türk Devrimi sürecini, “Hatalarımız oldu, helalleşelim” diyerek tartışmaya açtı; “Türbanı biz çözdük, Türkiye’de laiklik sorunu yoktur” sözleriyle iktidar olmak için sağcılara, liberallere, gericilere yanaştı, ittifaklar kurdu, Kemalizm’in köküne kibrit suyu ekti. En yakın dava arkadaşlarının tezgâhına düşerek genel başkanlıktan oldu. İktidar yandaşlığı görüntüsü ve DSP’nin başına geç önerisi ile CHP’lilerle gönül bağını kopardı.
Özgür Özel, Kemal Kılıçtaroğlu’nun en yakın çalışma arkadaşıydı, aniden özel girişimci Ekrem İmamoğlu ile kanka oldu. İmamoğlu’nu başkan kendisini de “eş başkan” ilan ederek partinin başına geçti. Kılıçtaroğlu’nun oluşturduğu siyasi iklim sayesinde “Türkiye İttifakı” sloganı ile AKP’nin elinde bulunan büyük şehir belediyelerini seçimle kazandı, CHP’yi yerelde birinci parti yaptı; “genel seçim” isteminde bulunmayıp, iktidarın derlenip toparlanmasına, CHP’ye saldırmasına, yargı sopasıyla belediye başkanlarını tutuklanmasına, partiyi kapatma girişiminde bulunmasına ortam ve fırsat yarattı.
Ekrem İmamoğlu’nu göndere çekerek, sol partilerin, hareketlerin, sendikaların, meslek örgütlerinin katkısıyla 77’yi aşkın kitlesel açık hava toplantılarıyla toplumu ayağa kaldırdı, partiyi birleştirip “genel seçim” istemli dişe diş mücadeleye girdi, cumhur ittifakının seçime yanaşmamasıyla şimdilik hedefe uzak kaldı…
Mücadele sürecinde, sermayeyi ürkütmemek, Avrupa Birliği ile arayı açmamak, iktidarın Türkiye Cumhuriyeti’nin birikimlerini, yer altı yer üstü kaynaklarını, fabrikalarını, kuruluşlarını satmalarına, iç ve dış politikalarına sessiz kalmak, ideolojik mücadele sürdürmemek gibi bir görüntü veriyor. Salt işçi, memur, emekli, üretici, esnaf, kadın, gençlik sorunlarını tartışarak iktidar olunamayacağı endişesini yaratıyor…
Her siyasi toplumsal mücadele, hem ideolojik hem de güncel sorunlar üzerinden yürür, ideolojik mücadele ertelenemez, uzun erimlidir, vazgeçilemez.
İkinci sorun, parti içindeki karmaşa
CHP, parti içi demokrasiyi uygulayan bir parti olarak bilinir. İdeolojik düşünce tartışmaların yoğun olması, gruplaşmaların, fraksiyonların, kliklerin oluşması çok da yadırganmaz.
12 Eylül 1980 darbesiyle partinin kapatılması, SHP ile Halkçı Parti’nin birleşmesi sonrası yeniden açılmasıyla, ideolojik tartışmanın yerini parti içi tartışma, yönetimi ele geçirme yarışı almış.
Partiyi iktidara taşıma yerine, partide egemen olma düşüncesi gelişince, genelde milletvekili, yerelde belediye başkanı, belediye meclisi üyesi olmak çekici hale gelmiş; bağımsızlık, laiklik, halkçılık, eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi sözde kalmış, kişisel beklentiler ve hedefler öne çıkmış.
Her partili, il, ilçe başkanı, milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, her büyükşehir belediye başkanı parti başkanı olma rüyası görür olmuş. Düşünsel (fikri) gruplaşma yerine çıkar gruplaşmaları öne çıkmış, söylentiler dolaşıma girmiş, parti öz benliğini yitirir noktasına getirilmiş, bağımsızlık, emperyalizm, kapitalizm, sosyalizm, laiklik, halkçılık, emek ve sermaye, Kemalizm tartışmaları rafa kalkmış, mezhepçilik, etnikçilik, liberalizm, ekipçilik parti içi yaşamı belirler olmuş.
Bu sorunlardan kurtulmadan CHP’nin ayağa kalkması, işçiye, köylüye, esnafa, işsize, emekliye, kadınlara, gençlere, yani halka umut vermesi zor görünüyor.
Her ne kadar 28 Kasım 2025 tarihli 4. Kurultay’da Parti Programını ve Tüzüğünü değiştirmiş, kökenine ve ilkelerine yer vermiş ise de, bunlar uzun vadeli iş ve hedeflerdir.
AKP’nin yaptıkları, yakıp yıktıkları nasıl giderilecek, örneğin kapatılan ya da satılan KİT’ler, fabrikalar, tesisler, kurumlar, okullar ne olacak, yeniden açılacak mı, yeniden kurulacak mı belirsiz. Programda yok ama söylemlerde de yok!…
CHP bir kitle partisidir, içerisinde sanayicisi, tüccarı, esnafı, işçisi, köylüsü, kadını, erkeği, okumuşu, hatta okumamışı, yazarı, çizeri bolca bulunur, çok farklı istemler, öneriler olur. Yalnız İdeolojisi Kemalizm olmak zorundadır, halkı, sınıfları, kitleleri, kişileri ortak bir noktada buluşturmak yükümlüğü vardır.
Kimi aklı evvellerin CHP’yi sola çekip sosyalist yapma, sağa çekip milliyetçi ya da muhafazakâr yapma düşünceleri kesinlikle ham hayaldir. CHP’nin Kemalist çizgide kalması, ilkelerini koruyup savunması hem ülkenin hem de halkın yararınadır.
Kaldı ki CHP’lerin bağlılığı, güncel lidere, programa, eylemlere bağlılık değil, doğrudan Mustafa Kemal Atatürk’e ve ilkelerine bağlılıktır. Bunu anlamayıp kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sananlar, kısa sürede hüsrana uğrar. O nedenle CHP, CHP olarak kalsın, Atatürk’e ve ilkelerine sahip çıksın yeter, sola sağa çekmenin bir anlamı yok!
Üçüncü sorun, AKP’nin iktidar gücünü kullanarak yaptığı işlemler, yürüttüğü soruşturmalar ve açtırdığı davalardır.
AKP, ortağı MHP’nin desteği ile siyasi ve toplumsal muhalefeti hedefe koymuş, idari kararlarla (içişleri, valilik, kaymakamlık), polis ve jandarma uygulamalarıyla, muhalefeti, halkı susturma derdinde. Cumhurbaşkanına tanınan yetkilerle kurumları ele geçiriyor, orduyu bölüyor, eğitimi gericileştiriyor, yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, özerk kurumları yönlendirerek yaptıklarına meşruluk sağlıyor. Seçimle kazanamadıkları yerel yönetimleri ekonomik yönden bunaltarak ele geçirmeye, kayyum atamalarıyla yönetmeye çalışıyor; soruşturma ve davalarla bir kâbus gibi çökerek korku salıyor.
CHP’yi kapattırma planları şimdilik tutmasa da, yargı eliyle yürüttüğü soruşturmalar, yaptırdığı tutuklamalar ve açtırdığı davalar CHP’yi yoruyor. 12 Eylül 1980 sonrası 600 yakın klasörlü,723 kişinin yargılandığı DY toplu davasında, duruşma yargıcı, “bu davayı 6 ayda bitiririz” demişti de dava 32 yıl sonra ancak 2012’de bitti.
Belediye başkanları ve kimi yöneticileri tutuklanması yanında, 11.11.2025 tarihli, 3741 sayfalı, 142 eylemli, başta İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere 105 tutuklu, 402 şüpheli (mahkemenin kimlik tespitinden sonra sanık) hakkında kamu kamu (İBB) davası açıldı.
Basında ve sosyal medyada günlerdir tartışılıyor, davaya bakacak İstanbul 40. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama süresinin 12,5 yıl süreceğini öngörüyor, böyle uzun yargılama mı olur diye eleştiriliyor.
İstanbul 40. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameyi kabul etti ve ilk duruşmayı 9 Mart 2026 olarak belirledi. Anlaşılan o ki yargılamada yapacağı işlere ilişkin bir tensip tutanağı hazırlayacak, iddianameyi ve duruşma gününü şikâyetçilere, şüphelilere ve avukatlara tebliğ ettirecek.
İlk duruşmadan itibaren şüphelilerin kimliklerinin saptanmasına başlanacak. Haftada üç gün sabahtan akşama kadar duruşma yapılsa bile (bir gün avukatlara, bir gün ailelere görüş günü ayrılır) kimlik saptaması birkaç duruşma sürer. 3741 sayfalık iddianameyi özetlemeden okurlarsa birkaç ay, özetleyerek okursa birkaç duruşma yapılması gerekir. İddianame okunduktan sonra sanık sorguları başlar, bunun ne kadar süreceğini tahmin bile edemeyiz.
Yargılama sürecinde başta tahliye olmak üzere taraf istemleri ve yapılacak iş ve işlemler karara bağlanır ve takip edilir, yargıç savcı tayinleri, hastalık, vefat, bayram ve adli tatil gibi ara vermeler olur. Nihai karar (hüküm) verildikten sonrada bunun istinaf, temyiz süreçleri vardır, incelemenin sonuçlarına göre yargılama süreci uzar. Nerden bakarsanız bakın, normal yargılama içinde bu davanın 12,5 yılda sonuçlanması bile mucizedir.
Bu dava ile iktidar CHP’ye operasyon çekmiş, muhtemel cumhurbaşkanı adayını istinafta onaylanan “ahmak ”davası nedeniyle saf dışı etmiş görünüyor. Daha “Diploma” davası var, İBB davası da yoracak.
İBB davasına yönelik siyasi ve hukuki eleştirilerin yargılamayı etkileyecek bir önemi de yok, önemli olan yargının ne yapacağı ne karar vereceğidir, uzunca bir süre beklemek gerekecektir.
Bu davalardan kurtuluşun yolu ya yasama bir af çıkaracak ya da yüksek yargı Ergenekon davasında olduğu gibi soruşturma ve yargılamayı hukuk dışı sayacak, tahliye ve beraat kararı verilmesinin yolunu açacak.
Yasamada çoğunluğu olan, yandaş yargı oluşturan, yargı kararlarına uymayan bir iktidarın olduğu yerde ve yarattığı ortamda, bu tür sonuçları beklemek biraz hayal gibidir.
Bu tür yargılamalarla siyasi iktidar, CHP’nin çalışmalarını engelliyor, sabote ediyor, muhtemel adaylarına da şimdiden gözdağı veriyor…
CHP, Kemalizm’in ideolojik yol göstericiliğini inatla dillendirerek, halkı ve toplumsal muhalefeti diri tutarak, iktidarın yasadışı saldırılarına karşı koyarak, eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi temelinde sürdürmeli, dinci iktidarların geleceğinin olamayacağı bilincini yurttaşların aklına yerleştirmeli ve kararlılıkla mücadele etmelidir.
Dördüncü sorun, Kürtçülük.
Osmanlı da Şark Sorunu, Cumhuriyet de Kürtçülük olarak adlandırılan bu konu, ülkenin konusu olduğu kadar CHP’nin de konusudur. CHP, saltanatı ve hilafeti kaldıran, iç düşmanı ezen, dış düşmanı denize döken, dost ve düşmanı yola getirerek Lozan Antlaşması ve cumhuriyetin ilanıyla bağımsızlığın, özgürlüğün ve demokrasinin temelini atan, dünya devletleri arasında saygın bir yere oturan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.
Türkiye Cumhuriyetini ilgilendiren her konu kurucu partiyi de ilgilendirir. CHP ikna edilmeden, halktan destek alınmadan, cumhuriyete ve ilkelerine yönelik hiçbir eylem, işlem yapılamaz. Yapılamadığı için de emperyalizmin, kapitalizmin, liberalizmin, dinci ve ayrılıkçıların hedefinde CHP vardır. CHP buna yönelik tertiplere, operasyonlara ve saldırılara karşı mücadele etmek yükümlülüğü ve sorumluluğu altındır.
Ayrılıkçı hareketin talepleri, Lozan Antlaşmasına, uluslaşmaya, resmi dile, eğitim ve öğretime, diline, yurttaşlık kimliğine, üniter yapısına; dinciler ise laikliğe, demokratik laik düzene yöneliktir. Türkiye’de 36 etnik grup vardır. Bir etnik gruba tanın hak tüm etnik gruplara tanınmak zorundadır. O nedenle Kürt etnik grubuna tanınacak ayrıcalıkların diğer etnik gruplara tanınması da gerekir ki bunun ulusal kimliği bozma, bölünme ve dağılma riski vardır. Cumhuriyetin kurucuları, bu tehlikeyi gördükleri için “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir” demiş, hiçbir etnik grubu dışlamamış, “Ne mutlu Türk’üm diyerek” Anayasal ulusal siyasi kimliği belirlemiştir.
Türk kimliği, tüm etnik grupları kapsar. Bundan bir etnik grubu çıkarmak, ulusal kimliği parçalamaktır. Emperyalizm ulusal kimlikleri, etnik ve inanç temelinde çözerek parçalamak niyetindedir. Emperyalizm, çıkarlarını korumak, dünya halklarının yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymak için bunu bir yöntem olarak uygulamakta, Yugoslavya’yı, Irak’ı, Suriye’yi parçalayarak göstermektedir. Hedefinde İran ve Türkiye vardır. Bunu anlamamak için kör cahil olmak lazım.
AKP iktidara geldiğinden bu yana, başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin değerlerine savaş açmış, suç işleyerek ordunun hiyerarşisini bozarak edilgen kılmış, yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, güvenlik güçlerini kötü emellerine alet etmiştir. İşlediği Anayasal suçların farkındadır, iktidardan inmemek, hesap vermemek için her yolu denemektedir. Kürt konusunu dillendirerek ham hayalin peşinde koşan PKK ve DEM’i kullanarak iktidarda kalmayı ve hesap vermemeyi düşünmektedir. Bu nedenle Meclis Başkanı’nın başkanlığı altında, Mecliste temsil edilen siyasi partilerin milletvekillerinden oluşan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” adı verilen bir komisyon kurdurmuş, sorunu çözeceğiz diye harekete geçmiştir. Meclis içinde İyi Parti üye vermemiş, Meclis dışındaki siyasi partiler temsil olunmamıştır.
Komisyon uzun çalışma yapmış, hemen hemen konudan etkilenen her çevreyi ve ilgili bakanlık, istihbarat ve güvenlik kuruluş temsilcilerini, siyasetçileri, bilim insanlarını dinlemiş ve sonunda siyasi partilere görüşlerinizi bildirin demiştir. AKP, CHP, MHP ve DEM görüşlerini rapor olarak sunmuştur. Raporları inceleyerek ortak bir metine dönüştürmek için komisyon iki aylık ara vermiştir.
Partilerin sundukları raporlara bakınca, özellikle Lozan’a tavır alan, Sevr’i çağrıştıran, üniterliğe, ulusalcılığa, resmi dile ve vatandaşlık tanımına itirazlar sunan DEM’in talepleri karşısında, bir ortaklaşma zor görünüyor. AKP’nin ve MHP’nin DEM’e taviz vermeleri tutar mı tutmaz mı şimdiden bilinmiyor. CHP, demokrasi söylemiyle konunun çözümüne yardımcı olacağını sanıyor. DEM’in taleplerine, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran partinin sıcak bakacağı düşünülmüyor.
Bence de etnik gruplara resmi dilin yanında ana dilde eğitim ve öğretim seçmeli olarak ayrımsız verilebilir, yerel yönetimler güçlendirilebilinir, yargıç kararı olmadan belediye başkanlarının görevden alınması, Kayyum atanması önlenebilir, demokrasiye işlerlik kazandırılabilinir. Bunun dışındaki istemler hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine hem de Anayasasının değişmesi önerilemez ilkelerine aykırılık oluşturur, savaş meydanında kazanılanlar masa da verilmez.
CHP içten değil dıştan zorlanıyor, DEM tüm Kürt’leri temsil ediyormuş gibi bir duyguya girmek yanlış olur. DEM’e oy verenler genellikle CHP’ye oy vermez. CHP’nin hedefi, birlikte yaşamayı zorunlu gören yurtsever Kürtler olmak zorundadır, buna ağırlık vermek gerekir.
Beşinci sorun, Ege, Boğazlar, Akdeniz, Kıbrıs, Irak, Libya, Suriye, Ukrayna, Kafkasya konuları.
Türkiye’nin “Yurtta Barış Dünya’da Barış” ilkesini ters yüz eden, komşularla kanlı bıçaklı olan, dünya da dost bırakmayan sağcı, liberal, ırkçı, dinci iktidarların yüzünden dış politikada yüzümüz gülmüyor. Türkiye’nin temel sorunu olan dış politika CHP’nin de temel sorunudur. Turgut Özal, “Bir koyup üç alacağız” diye Irak’ın; Recep Tayip Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstlenerek, “Emevi Camii’nde Namaz Kılacağız” diye Suriye’nin parçalanmasına katkı sundular, ABD ve vurucu timi İsrail’i ülkemize komşu yaptılar.
ABD desteğindeki İsrail, Suriye ve Irak hava sahasını kullanarak, İran’ı vurmuş, ülkemizde suikastlar düzenleyerek Türkiye’ye gözdağı vermiştir. Rusya ise Ukrayna’yı işgale yönelmiş, Karadeniz’i güvensiz deniz haline getirmiştir.
Yunanistan Ege’de ki adacıkları işgal ederek silahlandırmış, İsrail, Güney Kıbrıs ittifakı ve Mısır’la yapılan anlaşma ile Türkiye Ege’den, Akdeniz’den kuşatılmıştır.
Libya’nın Birleşmiş Milletlerce tanınan yönetimi ile ittifak kurarak abluka dağıtılmak istenmiş ise de Libya askeri heyetinin elim bir helikopter kazasında ülkemizde kaybı, Kıbrıs’ta bağımsız iki devlet fikrine karşı Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti Türk yönetiminin iki toplumlu federe Kıbrıs Cumhuriyeti fikri sıkıntı oluşturmaktadır.
Kafkasya’da Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan arası sorunlar canlılığını koruyor. Bu sorunların çözümünde emperyalizme tavır koyacak, komşulara ve dünyaya güven verecek dirayetli bir iktidara ihtiyaç vardır. Buna da en yakın parti CHP’dir. Yurtsever, ulusalcı ve sosyalist partilerin desteği ile bunu rahatlıkla yapabilir.
CHP’den Ne Bekliyoruz?
- İç tartışmaları bırakması, tarihsel görevine (misyon) sahip çıkması, gericiliğe, dinciliğe, ayrılıkçılığa ödün vermemesi, siyasi ve toplumsal muhalefetle dayanışması, önderlik yapması.
- Kemalizm ve ilkelerini amasız fakatsız savunması.
- Parti yönetiminde iki başlılığa son verilmesi.
- Uzun değil, kısa, öz ve vurgulu konuşulması.
- AKP’nin kapattığı, sattığı kurumların, verdiği zararların akıbetinin ne olacağının, yaptığı tahribatın nasıl onarılacağının vurgulanması.
- Adalet, Savunma, Eğitim ve Sağlıktaki sorunların nasıl çözüleceğinin, tahribatın nasıl giderileceğinin, ordunun ve emniyetin yapılanmasının nasıl olacağının belirtilmesi.
- Kadınların, gençlerin, işçinin, köylünüm, esnafın, tarımın, hayvancılığın, ticaretin ve sanayinin sorunlarının gündeme taşınması, çözüm yollarının gösterilmesi.
- Parlamenter sisteme nasıl ve ne zaman geçileceğinin, cumhurbaşkanın yetkilerinin daraltılıp meclis tarafından seçileceğinin, hükümetin ve bakanların meclise karşı sorumlu olacağının, güvenoyu ile göreve başlayıp güvensizlik oyu ile düşürülebileceğin açıklanması.
İyi ve yararlı olur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, üniter, ulusal, devrimci, laik, halkçı,
demokratik kimliğine sahip çıkanlara kolay gelsin, selam olsun.
29.12.2025
Av. Mehdi BEKTAŞ





