Adalet ve Demokrasi Haftası 28 Ocak 2012-Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kimi ölüler bize ne kadar yakın yaşayanların birçoğu ne kadar ölü…

 

ahmety@anafikir.gen.tr

Bu yıl, “Kimi ölüler bize ne kadar yakın yaşayanların birçoğu ne kadar ölü – Yargısız Adalet Adaletsiz Hukuk” başlığı altında her yıl Uğur Mumcu’nun katledildiği hafta aralıksız süren Adalet ve Demokrasi Haftası’nı anafikir okurları için tam izleyemedik. Bu açıdan özür dileriz. İzleyebildiğimiz kimi oturumları sizlerle paylaşıyoruz. (anafikir)

“LAİK EĞİTİMDEN DİNSELLEŞEN EĞİTİME”

Mustafa Gazalcı: “Ulusal İstençten teokratik faşizme” diye değiştirmek gerekir bu toplantının adını.

Bilindiği gibi Osmanlı’da ikili eğitim vardı. Mahalle mektepleri/medreselerde verilen dinsel eğitimle, Tanzimatla başlayan yenilikçi okullardaki bilimsel eğitim.

Türkiye Cumhuriyet’ini kuranlar, eğitimi, bir varoluş yokoluş sorunu olarak ele aldılar. Eğitim ya bir ulusu tutsak kılar ya da bağımsız, anlayışıyla hareket edilmiştir. Pozitif/bilimsel eğitim tercih edilmiştir. Cumhuriyetin maarif-imisakı diye bir ilkeler topluluğu vardı. Cumhuriyet kurulduktan 4 ay sonra eğitim birliği getirilmiştir.

Mustafa Necati, 1926’da yeni ilköğretim programı, 1928’de başta yeni abece’nin kabulü,  karma eğitim, öğretmene saygınlık gibi ardarda devrim niteliğinde yenilikler getirdi.

Mustafa Necati’de eğitimin tüm aşamaları bilimsel/pozitif bir eğitim süreciydi.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç ikilisinin öncülüğünde uygulanan Köy Enstitüleri, eğitimi süs olmaktan çıkarıp üretici bir duruma getirdi. İnsan ve toplum eğitim yoluyla canlanmaya, bilinçlenmeye başladı.

19 Mayıs bayramının halka işkence olduğunu söylüyorlar örneğin. Can Dündar’ın İnönü’ye Mektuplar kitabından anımsıyorum şimdi, İsmet İnönü Amerika’daki Erdal İnönü’ye, “Biraz önce stadyumdan, 19 Mayıs törenlerinden geldim. Halk hıncahınçtı stadyumda” diye yazıyor.

AKP 10 yıldır iktidarda. Yaptığı, yapacağı olumlu birşey var mı? Hadi birinci, ikinci uygulamalarında tanımadınız, 10 yıl sonra da bu iktidardan olumlu uygulamalar beklemek yanlıştır.

Son KHK’larla eğitim sistemini çoktan değiştirdiler. Eğitimi paralı ve dinsel hale getirdiler. Akıllı tahtalar, bilgisayarlarla donatacağız sözlerine kanmamak gerekir. Paralı, dinselleştirilmiş bir eğitim vardır.

1997’de çıkarılan 8 yıllık kesintisiz eğitim son yılların önemli bir eğitim atılımıydı. O yasadan rahatsız olan Erbakan ve arkadaşları.

Anayasa Mahkemesi’ne  başvurdular. O zamanki Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu uzun gerekçelerle reddetti.

8 Yıllık kesintisiz eğitimi içine sindiremeyen bugünkü iktidar, Kızılcahamam Asya Termal’de 18. Milli Eğitim Şurası topladı. Şuradan 1+4+4+4 kararı çıkardılar. Şimdi bu kararı yasalaştırmaya çalışıyorlar.

Uğur Mumcu eski yazılarında “Böyle giderse imam öğretmen, imam kaymakam olacak” derdi. Dediği çıktı.

Milli Güvenlik derslerinin asker tarafından verilmesine son verildi. Tamam, güzel, sivilleştik, ama imamlar artarak okullarda. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine eskiden tüm öğretmenler girebilirdi. Şimdi yalnızca din dersi öğretmenleri ve dışardan imamlar girebiliyor.

Çocuk yaş sınırını kaldırdılar Kur’an kurslarında. Çocuk, 3-4 yıl sarıklıdan eğitim alacak, sonra okula gelecek okula. Bu ikili eğitim değil de nedir.

Kuran kursları AKP döneminde neredeyse üç katına çıktı. Dershane sayısı 2 kat arttı.

Bütün bunlar tam bir teokratik faşizme uygun kafalar yetiştirme sistemi kurulmuştur.

 

*

“TAKVİMİNDEN KAN DAMLAYAN ÜLKE TÜRKİYE”

Gökhan Günaydın: Türkiye takviminden kan damlayan bir ülke.  Özellikle 1990’ların ilk yarılarında arttı bu katliamlar. Faşizm kabadayılık olsun diye suç işlemez. Gözdağı vermek, olmadı susturmak için yapar bunu. Altyapı üstyapı kurumları vardır bilirsiniz klasik. Hukuk, eğitim, kültür bir altyapı üzerinden şekillenir.

Faşizmin de kendine göre bir ahlakı, yargısı, yürütme sistemi vardır. Yani faşizm bir sistemdir. Bir bütündür.

Kocaman bir Germen uygarlığı nasıl oldu da bir onbaşının peşinden gidebildi? Eğer buna Hitler’in kabiliyeti derseniz Erdoğan’ı da böyle açıklamaya çalışırsınız. Ama Hitler’i biliyoruz ki Almanya’nın tarihsel/ekonomik şartları getirdi.

Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya Versay Antlaşması’yla, Türkler Sevr Antlaşması’yla teslim alındılar. Versay, Almanya’ya, senin tüm kaynaklarına, geleceğine el koyacağım, onurunu yok sayacağım, dedi. Bizim farkımız, Sevr’i yırtmış olmamızdan kaynaklanıyor. Mustafa Kemal Anadolu’da ördüğü kadrolarla bu anlaşmayı aştı.

Türkiye’de faşizm şekilleniyor dediğimiz dönem de yine öyle bir ekonomik siyasi kriz sonrası döneme benzeyen dönemdir. 2000’li yıllardaki iki önemli kriz halkımızı önemli ölçüde yoksullaştırmıştır. Fabrikalar, bankalar kapanıyordu. Memurlar parasızlıktan erken emekli ediliyordu. Peşine AKP geldi. İşte o zaman R. T. Erdoğan Türkiye’nin karşısına çıkarıldı. Milli görüşü reddettiler deniyor. Oysa yaratmak istedikleri ekonomik sistemi kurmaktı ve onun üzerine dinsel vurgusu belirgin bir teokratik faşizmi şekillendirdiler.

Bugünkü tablo: Türkiye 2011 yılını 131 milyar dolar ihracat, ama söylemedikleri 240 milyar dolar ithalatla kapattı. Artık üretim yapan bir sektör, tarım ve sanayi sektörü diye bir şey kalmadı da ondan bu durum. Haraç mezat satıldı, peşkeş çekildi. Bu ekonominin doğal gidişi denerek kahvedeki vatandaşa bile kabul ettirildi, doğal karşılandı. Ukrayna’dan buğday, Bulgaristan’dan koyun alıyoruz. 2011’de cari açık 78 milyar doları aştı. Bu şudur: Üretmeyen Türkiye dünyanın en iyi ekonomisi olarak sunulmaktadır. Her yıl 100 milyar dolar sıcak parayı Türkiye’ye getirmek durumundasınız. Bunun için müthiş taviz vermek zorundasınız. Şimdi tutuştular. Sıcak para gelişi zorlaştı. Sahte cenneti sürdürebilmeleri mümkün değil. 13 milyon kişi yoksulluk sınırının altında.

2011 yılında tam 55 milyar lira faiz ödedik. Haftada 1 milyar liradan fazla. Geçen gün 6 şeker fabrikasını sattılar. 4 günlük faiz parasına sattılar. 25 yıllık özelleştirme geliri bir yıllık faiz ödememizi bile karşılamıyor. Böyle bir ekonomi olur mu?

Peki bütün bunlara karşın nasıl oy alıyorlar? Pazarlayabiliyorlar bu işi ama.

 

“YOKSULLUK OY AZALTAN DEĞİL OY ARTIRAN BİR SEKTÖR HALİNE GELDİ!”

Bu pazarlamada faşizmin açık öğelerini görüyoruz. Bu berbat durumu anlatacak bütün aydınları, bilgili insanları içeri atıyorlar. Hitler’in Gestapo’yla yaptığını bunlar yargı kararlarıyla yapıyorlar. Telefonlarımıza kiminle görüşmemizi istiyorlarsa yükleyebilip suçlayabiliyorlar. Eskiden değişik kanallarda kendimizi pazarlayabilirdik. Artık bu programlara çıkarmıyorlar.

Yoksulluk oy azaltan değil oy artıran bir sektör haline geldi. Sosyal yardımlarla dönüyor iş. Adama mazot fiyatını düşüreceğiz diyoruz tınmıyor. Ben zaten tarla ekmiyorum ki, emekli maaşı, toprağımı ekmeme parası ve sosyal yardımlarla geçiniyorum diyor. Çöken ekonomiden besleniyorlar. Kentlerin varoşlarına geldiler. Sanayi işçisi olamadıkları, kimlik edinemedikleri için AKP yardımıyla besleniyorlar. Başka bir partinin bürosunda görülmek bile yardımın kesilmesi için neden olabiliyor.

Bir polis devleti teokratik baskıyla birleşerek karanlık bir noktaya geliyor. Ama İngiliz zırhlısı Boğaz’a demirlediğinde de İngilizlerden ihale almak için, ne olacak canım, diyenler de vardı o zaman. Ama bir kısım insan da Ankara’ya geliyordu.

Erdoğan geçen gün Ankara’nın köhnemiş ruhundan artık kurtulmamız gerekir diyordu.

Buna vereceğimiz yanıt, her türlü baskıya, birbirimizi hiçlemeden, ötekileştirmeden faşizme hayır diyen insanlarla bir araya gelmek. Bunu Türkiye başaracaktır, bu faşizmi yenecektir.

*

 

“HRANT DİNK’İ LOZAN’I HAZMEDEMEMİŞ OLANLAR KATLETTİ!”

Ömer Faruk Eminağaoğlu: Tüm demokrasi şehitleri önünde saygıyla eğiliyorum. Önce şunu sormak istiyorum. Laikliğe karşı hareketlerin odağı olduğu yargı kararıyla kesinleşmiş bir hükümet laik Cumhuriyet hükümeti olarak görev yapmaya devam edebilir mi?

Yapıyorsa bu bir darbedir arkadaşlar. Anayasa’nın ikinci maddesi orada duruyor ama sözde kalmıştır.

Şimdi o sözlerin sözde de kalmaması için çıkartmaya çalışıyorlar. ÖGM’ler 1980 sürecine çok benziyor. Yalnızca üniforma farkı var.

Ağustos ayında iki cumhurbaşkanımız olacak. Yeni yasa 2013 kadar uygulanamaz. 2012’de seçim yapılmayacaksa bu bir darbedir. Anayasa’nın 106. maddesine göre meclis başkanı Cumhurbaşkanı olur geçici olarak.

Ancak teokratik faşizm işte burada tökezledi. Hazırlıksız yakalandılar, bu durumu önceden hesap edememişlerdi. Geçici maddeyi Anayasaya koymayı unuttular. Abdullah Gül’ün hukuksal olarak Kenan Evren’den farkı kalmayacak. Abdullah Gül’ü yargılayabilecek mi mahkemeler bu kez. 12 Eylül’ün 2324 sayılı yasasının aynısı.

Hrant Dink davası için örgüt yok dedim diye bana demediklerini bırakmadılar. Şimdi savcısı ve yargıcı ayrı konuşuyor. İkisi de bu HSYK’nın hukukçuları. Hrant Dink’i 2004 yılına dek kimse tanımıyordu. % 10 bile tanımıyordu. Sıradan bir yazardı. Hrant Dink’in suç olmayan sözleri nedeniyle “Dink soruşturulsun!” diyen dönemin Adalet bakanı Cemil Çiçek’tir. Hran Dink’i göz önüne o getirdi. Şimdi Meclis Başkanı.

Dink’in katilleri kim peki? Dink, Lozan’ın koruması altındaydı. Dink’i hedef yapanlar Lozan’ı hiç hazmedememiş olanlardır, Lozan’ı karşılarına alıp katli vaciptir diyenlerdir.

2004’de o soruşturma ile Dink Türkiye’nin gündemine sokulmuş ve hedef yapılmıştır. O örgütü yaratan hükümettir.

Açılmayan bir dava açılmıştır dedim diye beni soruşturdular. O müfettişler, Hrant Dink suçludur diyen kişiler şimdi biri yargıtay’a üye biri TFF’na üye yapıldı.

DGM’ler 12 Mart’ta kuruldu.  1975’de Anayasa Mahkemesi iptal etti. Daha önce Fransa’da kurulmuş ve Fransa, ‘bu tür mahkemeler hukuk devletine tecavüz eden hukuki sapıklıktır’ diyerek kaldırdı.

12 Eylül Anayasası’yla yasası yapıldı yeniden DGM’lerin. İçine askeri yargıç soktu. Yetki sağladı ama soruşturma olanağı sağlamadı. Siyasi polisin verdiği bilgilerle mahkemelik yaptı.

Ama buna rağmen DGM’ler daha güvenceliydi bugünkülerden. Çünkü yargıçları 4 yıl için atanıyor ve değiştirilme korkusu yaşamıyorlardı. 4 yıl dokunulamıyordu.

5190 sayılı yasayla uzman mahkemeler diye kuruldu 2005’de. Ama uzmanlık eğitiminden geçmiş tek bir yargıç savcı yok.

Silivri’de odatv iddianamesinde bir yerde, sanığın suçsuz olduğunu söylemek örgüte yardım ve yataklık yapmak olarak iddia ediliyor. Hangi çağdayız? En yüksek yargı aşamasında sanık kesin cezalandırılmadın suçsuz kabul edilmez mi?

Bu durumlar yine hukuk devletinin bize bıraktığı hukuk mücadelesi sonucu ortadan kalkacaktır.

*

Av. Halil Sevinç: Bir avukat arkadaşım da mahkemeyi etkileme teşebbüsünden yargılanıyor!

*

Av.Şenal Sarıhan: Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un demokrasi şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyorum.

İnsan haklarından en çok konuşulan dönem biliniz ki insan haklarının en çok ihlal edildiği dönemdir. Din, yasalar yapılırken vicdanlarda bile olmamalı derdi Mahmut Esat Bozkurt. Ulusun duygu ve düşünce birliğini sağlanacak uygunlukta kuşaklar yetiştirmek hedeflenmişti Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında. Şükrü Kaya, din adının boş ve zayıf insanlar yaratacağı için vicdanlarda olmamasını ister. İnönü, saçma ve çürük yasalarla bir iki hadi üçüncü yokuşu da çıkarsınız ama sonunda er geç kapaklanırsınız demiştir. Oysa bağımsızlık ülküsü tek başına bile büyük bir kuvvettir.

Mumcu yandaş değil gazeteciydi. Kitaplarında hep hukuku, Atatürkçülüğü anlattı. Bunun için

*

“MÜTHİŞ BİR YAN KADROYA SAHİP DIŞ PROJE YÜRÜYOR TÜRKİYE’DE BUGÜN!”

Bekir Coşkun: Bir kar yağdı uçaklar uçmuyor. Ama 3. Boğaz Köprüsü yapmaya kalkışıyorlar. Türkiye ellerinde oyuncak oldu. İstanbul’a bir gittim geçen hafta; İstanbul’u mahvetmişler!

Uğurlarla dost olmaktan mutluluk duyuyorum.

Uğur Mumcular’ı kaybetmemiz konusunda ne söyleyebilirim. Ne konuşabiliriz? Söylenecek söz kaldı mı? Nereye kadar bu salonlarda konuşacağız? Bu salonlardan çıkmak zamanıdır. Burada turizmi, eğitimi, çocuklarımızın geleceğini filan konuşmamız gerekirken reva mıdır 19 yıl önceki cinayeti konuşmak? Bu salon kaç defa ağladı biliyor musunuz? Mumcu’yla burada biz de öldük. Şu anda zindanlardadırlar. Ölümün yerini zindan aldı.

Ya usta, öğrenemedik mi daha kimin öldürdüğünü Uğur’u? Çok güçlü bir senaryo uygulanıyor ülkemizde. Türkan Saylan’ı, İlhan Selçuk’u kim öldürdüyse onlar öldürdü Mumcu’yu da, Aksoy’u da…

Türkiye’de müthiş bir proje uygulanıyor. Çok ince örülmüş, hiç taviz verilmeyen, sahipleri çok yukarılarda, uzaklarda bir proje. Müthiş bir yan kadroya sahip bir dış proje bu.  Mumcu’nun ve diğer aydınların katledilmesi bu projeye yol açma çalışmasıydı…

Mumcu sağken, biz bunu biliyorduk aslında. Bir gün mumcu telefon etti; hep çalışıyoruz, yemek yiyelim bir de diye… 4-5 kişi. Melih Aşık, Çölaşan, Teoman Erel, ben… Bir lokantanın orta yerine açığa oturduk. Uğur, “Bakın arkadaşlar, bu öldürümler büyük bir imha, yok etme planının bir parçası; köşe başlarında tek tek öldürüyorlar; biz de tehlikedeyiz. Dayanışma içinde olalım, birbirimize sahip çıkalım, dedi. Sonra gazeteci milleti ne konuşursa gülüp eğlenip dedikodu filan; kalktık.”

O günlerde emniyetten tabanca verelim teklifi geldi. Gittik aldık. Ama patlatmasını bilmiyoruz. Emniyet çağırdı, M. Yaşar Bostancı, Çölaşan filan gittik, poligonda atış öğrettiler. Ama çıkışta bakıyorum Uğur’un yüzü hiç gülmüyor; çok bozuk. Ne oldu dedim? Çıkınca anlatırım dedi.

 

“TÜM TÜRKİYE OLARAK BÜYÜK BİR GÜNAHKAR TOPLUM OLDUK!”

Dışarı çıkınca yolda, “Bekir, elin gazetecisi yeni bilgisayar, kalem, kağıt, kitap filan edinir; dil öğrenmeye çalışır; bizim durumumuza bak;  tabanca ediniyor, ateş etmeyi öğreniyoruz!”

Tabi, tabancaları attık koyduk eve bir yere. Ne oldu bilmiyorum. Ama yemekten birkaç hafta sonra Fehmi Koru’dan bir yazı: “birkaç gazeteci bir lokantada silah üzerine yemin ettiler!”

Uğur Mumcu, çok sinirlenmişti, beni aradı, hedef gösteriyor adam açıkça, dedi.

Demek istediğim bu projeyi biliyorduk, ama bu kadar isabetli, bu kadar planlı programlı, destek gören başarılı bir proje olacağını bilemiyorduk.

O zaman açıkça kurşunla, bombayla infaz ediyorlardı. Bugün infazın şekli değişti; o kadar!

Peki, ne başımıza geldi, ne yaptık da bu duruma düştük? Badem bıyıklı imamlar iki şeyden yararlanıyor arkadaşlar:

İnançtan faydalanıyor. İnsanlar kafasını kestiği zavallı bir koyunun sırtına binerek cennete gideceğine inanıyor hala. Bu insanlar her şeyi yapar; ülkeyi de satar; yalana da kanar… Bunu çok iyi kullanıyorlar. İnançlarla insanlara kötü şeyler de iyi şeyler de yaptırabilirsiniz.

İkincisi inançsızlık. İnanç, inançsızlık nasıl oluyor. Arkadaşlar adam namaz kılıyor, oruç tutuyor, ama ahlaksız bir tip. Böyleleri çok vardır. Çoğunluktadır. Ticaret için her ahlaksızlığı yaparlar; bir başka ibadetttir bunlar için. Göbeğini kaşıyan adamlar bunlara demiştim ben. Avanta-prinç-nohut-şeker-yağ dağıtıyorlar; alıyorlar…

Bu ikisiyle silip süpürüyor badem bıyıklılar. Bunları yapmaya bizim ne ahlakımız, ne kültürümüz, ne ekonomik gücümüz yetiyor arkadaşlar. Yalnızca medya değil, tüm Türk toplumu olarak büyük bir günahkâr haline geldik; büyük bir günahin içinde gidip geliyoruz.

 

“KENDİMİZİ, KURUMLARIMIZI DERLEYİP TOPARLAMALIYIZ…”

O halde yapacak bir şey yok mu? Var.  Onlara bakmamalıyız. Kendi kurumlarımızı derleyip toparlamalıyız.

CHP artık daha iyi siyaset yapmak zorunda. Kemal beyi severim, iyi adamdır ama bir sorun olduğu ortada. Parlamentoda yürüyüş yapıyorlar. Böyle bir komiklik olur mu arkadaşlar. Bunları söylemek zorundayız artık bu noktada. Çekinmek, kimseyi üzeceğiz korkusu olamaz. Şurada oturan çocuklara, onların geleceğine borcumuz var arkadaşlar. Bizden zaten artık geçmiş. Ne yaşadıksa o.

Yerel yönetimler önemli. Çankaya Belediyesi’nden daha iyi hizmet bekliyoruz örneğin. Bakın kar yağdı. Gidin Keçiören’e bakın bir de şu içinde bulunduğumuz mahalleye. Belediyeden daha iyi hizmet almalı halk.

Cumhuriyet Gazetesi daha iyi gazete olmak zorunda. UMAG yeterli değil. Daha iyi çalışmak zorunda. ADD böyle mi çalışmalı?

Buradan içimiz cız ederek çıkacağız, hüzünlü olacağız, gece uyuyamayacağız filan. Ulusal bayramları kaldırıyorlar. Önce Atatürk’ün Ankara’ya gelişini kaldırdılar. Şimdi 19 Mayıs’ı. Atatürk Samsun’dan itibaren hangi yolu izlemişse bunlar da o yolu izleyerek temizlik yapıyorlar! Alay ediyorlar!

Bu parlamentodan hiçbir şey olmaz artık. CHP’liler figüranlık yapıyorlar. Öteye gidemiyor. Diğer söz ettiğim kurumlarda da niçin gençler yok?

Bunları kendi keyfimiz için değil, şu çocuklar, gelecek kuşaklar için, Cumhuriyet’in geleceği için sormalıyız.

Bunu yaparken güveneceğimiz, bize güç verecek çok önemli şeyler var. Bence bunlar:

Nehire güvenin. Hiçbir nehir geriye doğru akmaz. Çağdaş uygarlık nehri geriye dönemez. Badem bıyıklıların başarısı ilkel bir ideolojinin başarısıdır. Çocuklarımız için istiyoruz. Onlar nehirden geri gitmeyecekler. Nehir bizden yana.

Nehrin kaynağına güvenin. Sevgisine güvenin. Tarihsel haklılığına güvenin. Nehrin kaynağı ise sizin yüreğinizdedir.

Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir