Amerika Hızla Güç Yitirirse…-M.Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Zbigniev Brzezinski ABD’nin hızla güç yitirmesi halinde dünyanın tehlikeli

bir istikrarsızlık dönemine gireceğinden endişe ediyor… !!!  Bu endişeyi paylaşsak mı acaba… ne yapsak…?

 

mtakad@anafikir.gen.tr

Foreign Policy Dergisi’nin Ocak/Şubat 2012 sayısında ABD’nin hızla güç  yitirmesi halinde bunun dünyadaki etkileri konusunda “After America” (Amerika’dan Sonra) başlıklı bir makale yayınlandı. Şayet yazarı Zbigniew Brzezinski (okunması daha zor) olmasaydı o kadar dikkat çekmeyebilirdi. Brzezinski son yarım yüzyılda ABD dış politikasının, Kissinger ile birlikte en önemli iki isminden birisidir.  Bunlar ABD’nin dünya çapındaki politikalarının inşasında ancak 1945 sonrasında George Kennan ve George C. Marshall ile kıyaslanabilirler. Kenan ve Marshall Soğuk Savaşın ilk yıllarına damgalarını vurmuş, Kissinger ve Brzezinski de bu politikaları ileri götürerek sonucunda pay sahibi olmuşlardır.

Pekala, bayram değil seyran değil, Brzezinski Amerika çökerse neler olacağını –durup dururken- niçin yazdı. 84 yaşında birdenbire niçin böyle bir endişeye kapıldı (ya da kapıldı mı)?  Yazının içeriğini özetlemeden önce Brzezinski hakında kısa bilgi verelim. Polonya asıllı bir politik bilimci ve dış politika uzmanı olan yazar, 1950’lerde Stratejik Etütler ve Uluslararası İlişkiler Merkezi adlı bir düşünce kuruluşunda adını duyurmaya başladıktan sonra 1960 yılında Kennedy’nin dış politika danışmanı oldu. Daha sonra aralarında Reagan ve Bush’un da yer aldığı tüm başkanlarla birlikte çalıştı ve tabii Kissinger ile de birçok dönemde yakın işbirliği içinde oldu. Dış politikada en etkili olduğu dönemin 1977-1981 arasında başkan Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı olduğu söylenebilir. Bu İran Şahı’nın devrilip Humeyni rejiminin ortaya çıktığı ve aynı zamanda Rusların Afganistan’ı işgali gibi dünyayı değiştiren olaylara sahne olan bir dönemdir. Söz konusu dönemde Brzezinski’nin Suudi Arabistan, Pakistan ve Çin ile işbirliğini geliştirip Afganistan’daki Müslüman mücahitleri destekleme politikasının en önemli mimarı olduğu söylenmiştir. Hatta, esas amacının Rusya’yı Afganistan’da batağa sokarak Soğuk Savaş’ta daha çok bunalmasını sağlamak olduğuna da inanılır. Bunu destekleyecek olgular yok değildir. Brzezinski aynı dönemde Polonya’da Katolik “Dayanışma” hareketine destek verilmesini savunuyor, bu oluşumun rejimin alternatifi haline gelmesi için gayret gösteriyordu. Yani, çatışmayı küresel planda görüp planlayabiliyordu. Carter ise Rusya’nın Afganistan’a girmemesi için çalıştığını söyleyerek bunu inkar etmiştir ama tabii işin aslını bilmek kolay değildir. Konu ABD politikaları olduğu zaman söylenen hiçbir şeyden emin olamazsınız. Bu ülke için demokrasinin cephaneliğinden korku imparatorluğuna kadar uzanan birçok tanım yapılmıştır ama tek bir tanım getirecek olsaydık en doğrusu “yalanlar imparatorluğu” olur. Her türlü açık ve örtülü askeri veya siyasi operasyona hazırlık olarak hedef şaşırtmak ve kafa karıştırmak burada oldukça ince bir sanat haline gelmiş, bu alanda iki yüz küsur yıllık tecrübesi olan İngiltere’ye bile parmak ısırttırmakta, elli yıllık perspektifler üretebilmektedir.

Carter dönemi Avrasya bakışlı yaklaşımların daha bir öne çıkmasına neden oldu çünkü İran ve Afganistan olayları ABD tarafından aynı zamanda Orta Doğu’daki petrol çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak algılandı. Carter İran Körfezi’ni ABD’nin hayati çıkar alanı ilan ederek, bu bölgede yapılacak girişimlere güç kullanılarak engel olunacağını beyan etti. Körfez’e yönelik askeri planlama bu dönemde başladı. Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia adası bölgeye yönelik bir üs olarak hazırlanırken, adanın birkaç bin kişilik ahalisi de kendilerine sorulmadan tahliye edilmeye başlandı. İnsanlık için küçük, adalılar için büyük bu insanlık dramı pek kimseyi etkilemedi ama Avrasya politikaları milyarlarca insanı etkileme devam ediyor. Brzezinski Avrasya’da Amerika’nın üstünlük kurmasının hayati önemde olduğunu ve buna karşı çıkacak herhangi bir koalisyonun önlenmesi için hızla müdahale edilmesi gerektiğini söylemiştir. Orta Asya’da tarihi emelleri olan Rusya, Çin, İran, Türkiye ve Hindistan’ı bu açıdan izlenmesi gereken ülkeler olarak saymıştır. (En kolay hallettiği, belki de tek hallettiği ülkenin Türkiye olduğu söylenebilir ). Brzezinski “A Geostrategy for Europe” adlı çalışmasında dünya nüfusunun yüzde 75’i, gayrısafi hasılasının yüzde 60’ı ve enerji kaynaklarının dörtte üçünü barındıran Avrasya’nın tek bir süper kıta olduğunu, bu nedenle Avrupa ve Asya için ayrı politikalar oluşturmak yerine tek bir bütünlüklü politika geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Brzezinski Şubat 2012’de yayınlanan “Balancing the East, Upgrading the West” isimli diğer bir çok yeni makalesinde uzun vadede dünyada istikrar sağlamak için Rusya ve Türkiye’yi kapsayacak şekilde güçlü bir batı bloku yaratarak bunu Güney Kore ve Japonya’ya kadar uzatmak gerekliliğinden söz etmektedir. Çin’in ise Japonya ve Hindistan ile sorunlarının uzlaştırılmasına destek olunmasını istiyor. (Halbuki bu konuda farklı algılamalar var). Ne var ki, ABD’nin dünya liderliğini sürdürmek için kendi sorunlarını çözmesi ve buna hazırlanması gerektiğini de ifade ediyor. Brzezinski’ye göre bu yolda ABD’nin önündeki en büyük sorunlar liderlik kalitesini yükseltmek, eğitimi düzeltmek ve güç kullanımı ile diplomasi arasındaki dengeleri kurabilmektir. Buradan açıkça anlaşılıyor ki, Brzezinski’nin en büyük endişesi bizzat ABD’nin kendisidir. Birçok yerde ABD’nin liderliğine alternatif olmadığını söylemiştir ama bu ülkenin liderliğe layık olduğu konusunda kuşkularını dile getirmekten de çekinmiyor. Öte yandan giderek çok kültürlü bir ülke haline gelen ABD’nin politika geliştirmekte daha fazla zorlanacağını da ifade etmiştir. (Gerçekten de Pearl Harbor olmasaydı Roosevelt’in, Lusitanya batırılmasa ve eski topraklarını Meksika’ya vaad eden Zimmerman telgrafı ortaya çıkmasa Wilson’un Amerika’yı savaşa sokması olanaksız gibiydi.)

Yazarın bazı temel yaklaşımlarına böylece değindikten sonra Foreign Policy dergisindeki yazıyı özetle aktaralım:

Amerika’nın inişte, Çin’in ise yükselişte olduğuna inanan bir Çinli yetkilinin ABD’li meslektaşına “Fakat lütfen Amerika’nın çok hızlı çökmesine izin vermeyin” şeklindeki çağrısının aktarıldığı yazıda, Çin’in (kaçınılmazlığı kuşkulu olan) dünya liderliğinin altından kalkamayacağı ifade ediliyor. ABD’nin çöküşü halinde muhtemel sonucun büyük belirsizlik ve gerilimler, hatta kaos olabileceği söyleniyor. Bu kaos ortamında otoriter yönetimler, milliyetçilik ve din öne çıkabilir. Hindistan, Japonya, Rusya ve bazı Avrupa ülkeleri ABD’nin güç kaybının etkilerini şimdiden değerlendirmeye başlamış bulunuyorlar. Çin’in Asya’da hakimiyet kurmasından çekinen Japonya Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurmak isteyebilir. Keza Japon ve Hint liderlerin bu durumda kendi aralarında siyasi ve askeri işbirliği düşünmeleri olasıdır. Rusya eski SSCB alanında etkisini toparlamayı düşünürken henüz bütünleşmemiş olan Avrupa ülkeleri farklı yönlere bakabilirler. Almanya ve İtalya ticari çıkarları nedeniyle Rusya’ya yaklaşırken Fransa politik bağları artırılmış bir Avrupa Birliği isteyebilir. İngiltere ise zayıflayan ABD ile bağlarını korumak suretiyle Avrupa Birliği içinde dengelerle oynamayı seçebilir. Diğerleri de kendi bölgesel etki alanlarını yaratmaya yönelecekler, Türkiye eski Osmanlı İmparatorluğu bölgesinde, Brezilya ise Güney yarıkürede etkili olmak isteyecektir. Ne var ki hiçbir ülke ABD’nin rolünü üstlenebilmeyi akıllarına bile getirebilecek mali, ekonomik, teknolojik ve ekonomik kaynaklara sahip olamayacaktır.

Amerika’nın muhtemel mirasçısı olarak adı geçen ve binlerce yıllık uzun bir tarihe sahip olan Çin ise başarısını mevcut sistemin hızlı bir çöküşünde değil fakat tedricen gelişecek yeni bir güç dağılımında görüyor. Temel bir konu ise Çin’in Amerika’nın dünyada bugün oynadığı rolü üstlenmeye hazır olmadığıdır. Çin hala modernleşmeye çalışan, temel göstergelerde hala sadece ABD’nin değil Avrupa ve Japonya’nın gerisinde olan bir ülkedir. Bu nedenle Çin yöneticileri küresel liderlik konusunda geri planda duruyorlar. Bununla birlikte daha iddialı bir Çin milliyetçiliği ortaya çıkıp Çin’in uluslararası çıkarlarına zarar verebilir, ülke aleyhine koalisyonlar oluşabilir. Büyük komşuları olan Rusya, Japonya ve Hindistan, Çin’in ABD’nin yerine küresel liderliği ele almasını kabule razı olmayacaktır. Bunu önlemek için gücü azalan bir ABD’den yardım istemeleri de söz konusu olabilir. 21. yüzyılda böylesi bir gerilimli durum 20. Yüzyıl Avrupası’nın kanlı tarihine benzeyen durumlar ortaya çıkacaktır. Aynı zamanda, büyük güçlere coğrafi olarak komşu olan daha zayıf bazı devletlerin geleceği, Amerika’nın güç kaybı ile tehdit altına gelebilecektir. Bu durumdaki devletler arasında yer alan Gürcistan, Tayvan, Güney Kore, Belarusya, Ukrayna, Afganistan, Pakistan, İsrail ve Büyük Orta Doğu ülkeleri tehlike altına girecek olup, kaderleri ABD’nin güç kaybı sonrasında ortaya çıkacak uluslararası ortamın niteliğine (düzenli ve kontrollü ya da çıkarcı ve yayılmacı) bağlı olacaktır. Zayıflayan bir ABD’nin Meksika ile stratejik ortaklığı da tehlikeye girecektir. Amerika’nın ekonomik gücü ve politik istikrarı ekonomik bağımlılık, göç ve uyuşturucu ticareti gibi hassas konuları bugüne kadar belli sınırlar içinde tutmuştur. Ne var ki zayıflayan bir ABD, daha milliyetçi ve güvenlik konularında daha paranoyak, ayrıca başkaları için kaynak harcama konusunda daha isteksiz olacaktır. Zayıflayan ABD ile istikrarsız bir Meksika arasında tarihi dayanakları olan toprak isteklerinin canlanması ve sınır olaylarının artması muhtemeldir.

Amerika’nın zayıflamasının bir başka sonucu da küresel alanların, örneğin deniz yollarının, uzayın, siber uzayın ve korunması küresel ekonomi ile jeopolitik istikrarın devamı için elzem olan çevre değerlerinin ortak yönetiminin zaafa uğramasıdır. Bu alanların hepsinde ABD’nin üstün gücünden kaynaklanan etkili düzenleyici varlığının potansiyel eksikliği, normalde var olacak çatışmaların artmasına neden olacaktır. Amerika’nın zayıflamasının yaratacağı küresel istikrarsızlık ve güvensizlik endişesi ABD küresel üstünlüğü için bir neden değildir. 21. yüzyılda dünyanın stratejik karmaşıklığı böylesi bir üstünlüğü esasen olanaksız kılmaktadır. Fakat günümüzde ABD’nin çöküşünü hayal edenler muhtemelen bundan pişman olacaktır. ABD’den sonra dünya giderek daha karmaşık ve kaotik olacağı için ABD’nin dış politikası için yeni ve stratejik bir vizyonu geç olmadan geliştirmesi son derece önemlidir – aksi halde kayılacak küresel bir karışıklığa kendisini hazırlamalıdır.

Son sözler tarih kanalında adeta bir şuuraltı korkusu oluşturur gibi ısrarla tekrarlanan “insanlardan sonra dünya” dizisini hatıra getiriyor. Öte yandan basiretli politikacının ve devlet adamının öngörülü olması da şart. Brzezinski acaba öngörülü devlet adamı olarak uyarılarını mı yapıyor? Yoksa göz korkutma peşinde mi. Belki ikisi birden. Ancak geçtiğimiz kış aylarının olaylara daha yakından bakmak aydınlatıcı olacaktır.

Ocak ayı başlarında Barack Obama ile Savunma Bakanı Leon Panetta savunma politikaları için yeni bir stratejinin ana hatlarını ortaya koyarken Asya-Pasifik bölgesi ile Orta Doğu’yu öncelikli bölgeler olarak tanımlamışlardı. Bunun Çin ve İran anlamına geldiği kimsenin gözünden kaçmadı. Çinli Amiral Yang Yi buna karşı ülkesinin resmi görüşünü yansıttığı bir yazıda ABD üstünlüğünün erimekte olmasının bu ülkede büyük endişe yarattığı tespitinde bulunuyor, ABD’nin çıkarlarını tehdit altında gördüğü ve üstünlüğüne meydan okunduğu kanısında olduğunu ifade ediyordu. Amiral, mali kriz ve ekonomik durgunluğun Irak ve Afganistan savaşları ile birleşerek ABD’nin gücünü tükettiğini, bütçe kısıtlamalarının kaçınılmaz olduğunu ve bu koşullar altında ABD’nin Çin ile bölge ülkeleri arasındaki gerginlikleri kullanmak üzere bunları artırmaya çalıştığını ilave ediyordu. Çinliler bunu yeni bir “containment” (çevreleme) politikası olarak algılıyorlar. Bilindiği gibi “containment” Soğuk Savaş sırasında SSCB’nin bir dizi ittifaklar, antlaşmalar ve üslerle çevrelenerek baskı altına alınması ve yayılmasının önlenmesi için 1947 yılında George Kennan tarafından isimlendirilmiş olan politikadır. Şimdi de Çin’e karşı yeni bir çevreleme algısı var ki bu ülkenin Dışişleri Bakan Yardımcısı Le Yuçeng aynı haftalarda “kimse bizi çevreleyemez” şeklinde bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş; daha doğrusu Çin hükümeti bu görüşünü onun ağzından dile getirmişti. Brzezinski’nin yazısının, kendisinden birkaç hafta önce yayınlanan bu mesajlarla birlikte ele alınması gerektiği yeterince açıktır.

Tüm bu yeni gerilim karşısına Çinliler yumuşak güç yaklaşımını sürdürmeye kararlı olduklarını açıkladılar. Gücü yumuşaklıkla fethetmek şeklindeki (Sun Tzu tarzı) eski bir politika anlayışına göre sabırlı, dengeli ve kararlı olacaklar; güç ve nezaketi birleştirerek kendi taraflarında olan zaman unsurunu kullanacaklardı. Gerçekten de iç politikada aşırı sertlik kullanmaktan hiç çekinmeyen Çinlilerin, dış politikada daima sabırlı ve düşük profilli bir yaklaşım sergiledikleri görülmektedir. Aksi yönde bir politikanın ABD’nin işine yarayacağı ve bunu Çin aleyhine koalisyonlar yaratmak için kullanacakları açıktır. Dışta bu sabırlı politikayı sürdürürken içte modernleşme sürecini devam ettiren Çin’in hamlelerini ABD’nin istediği şekilde yapmayacağının görülmesi, belki de bazı çevrelerin asabını bozmuştur. Sonuçta konu Avrasya’da üstünlük mücadelesi ve yeni çevreleme politikalarıyla ilgilidir. Güç yitiren ABD, Çin’in sonsuz sabrı karşısında yeni bir politik durumla karşılaşmış gibidir. Bakalım buna karşı daha neler üretecek… Sonuçta ABD’de sabırlıdır. Soğuk Savaş’ta bunu ispat etmiş, çevreleme politikasını giderek tam saha prese dönüştürerek hasmını dağıtmıştır. Brzezinski, Foreign Affairs’in 1994 Mart/Nisan sayısında “The Premature Partnership” adlı yazısında ABD’nin çevreleme politikasını 45 yıl sürdürdüğünü belirtmiş ve SSCB’nin çöküşünden sonra Rusya ile işbirliği olanaklarını tartışırken “Rusya ya bir imparatorluk, ya da bir demokrasi olabilir, ama ikisini birden olamaz” demişti. Şimdi Çin’i çevrelemeye girişirken, Çin’in iç politikaları, hatta Tibet ve Doğu Türkistan konularında bir şey söylememesi dikkat çekici değil midir? Ama belki de henüz bu kartları oynamayı düşünmüyor, şimdilik komşularıyla sorunları üzerinde yoğunlaşıyor olabilir. Çin’de Han ulusu ezici bir çoğunluğa sahiptir ve bu açıdan Rusya’dan çok daha zor bir hasımdır.

Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir