İki farklı dönem, doğal olarak iki farklı DEV-GENÇ’i yarattı. Emperyalizme karşı Tam Bağımsızlık ve Gerçek Demokrasi mücadelesi veren birinci Dev-Genç ve onun devamı düşüncesiyle emperyalizme ve faşizme karşı mücadele etmek amacıyla kurulan ikinci DEV-GENÇ… İkincisinin kurulduğu dönemin dünya ve Türkiye koşulları ile birincisinin kurulduğu koşullardaki farklılık mücadele anlayışlarına da yansıdı. Devrimci gençliğin bu iki büyük mücadele örgütünün etkileri günümüzde de sürüyor. Bu iki dönem karakteristikleriyle ve yol açtığı sonuçlarla, iki yazı olarak ele alınacaktır.
60’lı yılların anti Emperyalist DEV-GENÇ’i
Latin Amerika ve Asya ülkelerinde antiemperyalizmin yükseldiği yıllar, Afrika’da da beyaz egemenliğine başkaldırının yükseldiği dönemlerdi. Tüm dünyada esen özgürlük rüzgarı ve savaş karşıtlığı ülkemiz gençliğini etkiledi. 27 Mayıs anayasasının getirdiği kısmi özgürlük ortamında Türkiye’nin gerçekleri, emperyalizmin işbirlikçileriyle birlikte oluşturduğu sömürü düzeni tartışılıyor, gençlik emperyalist sömürü düzenine karşı harekete geçiyordu.
Gençlik, DP iktidarında olduğu gibi AP döneminde de:
- Sanayileşme ve kalkınma adı altında ülke kaynaklarının yabancılara peşkeş çekilmesine,
- NATO’nun Türk ordusuna Ortadoğu’da ABD çıkarlarının bekçiliğini yaptırmasına,
- Amerika ile imzalanan gizli ikili anlaşmalara,
- Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinden büyük ödünlerler verilmesine,
karşı çıkıyor ve mücadeleye atılıyordu.
Gençlik, AP iktidarının desteğinde gericilerin Atatürk’e ve Atatürk’ün devrimlerine yönelik saldırılarına karşı çıkıyordu. “Bursa Nutku” nu kendilerine rehber alıyor, onun gençliğe emanet ettiği eserlere sahip çıkıyordu. Üniversite gençliğinin “Özerk ve Demokratik üniversite”, “nitelikli eğitim” talepleri kısa sürede, büyük toplumsal uyanışında etkisiyle, anti-emperyalist hedeflere yöneliyordu. Emperyalizme ve gericiliğe karşı ülke genelinde kampanyalar, protesto mitingleri onu AP iktidarıyla karşı karşıya getiriyordu.
Üniversite gençliğinin Fikir Kulüpleri, ardından da Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), işte bu mücadele içinde kuruldu. Ocak 1969 ‘da yapılan Üçüncü FKF Kurultayı’nda yönetime gelen Milli Demokratik Devrimciler, Fikir Kulüplerinin yürüttüğü anti-emperyalist mücadeleyi daha ileri boyuta taşıdı:
“FKF’nin bu siyasi gelişmesine paralel olarak kitlelerle bağı artmaktadır. Köylülerle ortak eylemler konmaya başlandı. Akhisar ve Ödemiş tütün mitingleri yapıldı. Atalan ve Göllüce’de toprak işgallerine gidildi. 6. Filo’ya karşı eylemler, Ankara, İzmir, Adana, Malatya, Trabzon ve Samsun’da kalabalık anti-emperyalist miting ve gösteriler, FKF tarafından iki-üç ay içinde yapılan kitle hareketleridir. Bu hareketlerde yoğun bir anti-emperyalist propaganda yapılmaktaydı”
“Mayıs 1969’da Ankara’da yapılan Yargıtay yürüyüşünde 20 binin üzerinde bir kitlenin önünde yürüyüşe katılarak anti-emperyalist sloganlar hakim kılındı. … Haziran 1969’da en büyük gençlik eylemleri yapılmaktaydı. Akademik nedenlerle başlatılan bu hareketlere hemen siyasi bir nitelik kazandırıldı; anti-emperyalist hareketler şekline girdi; İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum ve Eskişehir’de yayıldı.”[1]
FKF 1969 Ekiminde yaptığı Dördüncü Kurultayında DEV-GENÇ’e dönüştü. Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu tüzüğünde kuruluş tüzüğünde amacını şöyle tarif ediyordu:
“TDGF, emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen halkımızın Milli Demokratik Devrim mücadelesinde sosyalist gençliğin düşünce ve eyleminin geliştirilmesi amacıyla kurulmuştur.”[2]
Üniversitede çeşitli boykot ve işgal eylemleri yapmakla sınırlı kalmayan gençlik 6.Filo askerlerini İstanbul’da denize döküyor, ‘Vietnam kasabı’ olarak bilinen dönemin ABD büyükelçisi Robert Commer’in arabasını ODTÜ’de yakıyordu. TİP içerisinde doğan bu gençlik, militan bir mücadele veriyor, polisle çatışmaya giriyor, ve TİP’in pasifizmine karşı çıkıyordu. (TİP’in yükselişiyle birlikte gelişen gençlik hareketi)
1967 yılında kurulan SDDF (Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu) ve CHP Gençlik Kolları da anti-emperyalist mücadele de yerini alıyordu:
SDDF, 18-19 Nisan 1970’te yaptığı Genel Kurul Bildirgesinde,“Sosyal Demokratlar, bir ulusun diğer bir ulusa ekonomik ve politik egemenliğini zorla benimsetmesi olan emperyalizme karşı, onu silenedek sürecek bir uğraş içindedir. … Ülkemizin bağımsızlığını kısıtlayan ikili andlaşmalar fesedilmelidir, üsler kaldırılmalıdır. Amerikan emperyalizminin bir aracı olan NATO’dan çıkılmalıdır.
Kahrolsun emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri
Yaşasın tam bağımsız Kemalist Türkiye”[3]yazıyordu.
Gençlik, anti-emperyalist kampanyalarla “üstü örtülerek unutturulan” yabancı sömürgecilere karşı yurdunu savunma duygu ve düşüncesini yeniden canlandırdı. Yurtsever devrimciler olarak dünyada emperyalizme karşı ilk bağımsızlık mücadelesini vermiş bir halkın içindeki antiemperyalist tavrı yeniden ateşlediler. Atatürk’ün “Bursa Nutku” rehberliğinde, kendilerine emanet ettiği Cumhuriyeti sahiplenmeleri, ülke çıkarlarını kararlılıkla korumaları, geniş halk kesimlerini etkiliyor, onlara güven veriyordu.
Cumhuriyet devrimlerini kararlılıkla savunmayan, Atatürk ilkelerine sırt çeviren, Cumhuriyetin temellerinin aşındırılmasına sessiz kalan, tavizler verilmesine boyun eğen CHP’nin boşalttığı siyasi alanı devrimci yurtsever gençlik ve onun örgütü DEV-GENÇ dolduruyordu.
Antiemperyalizmin Ortaya Çıkışı ve Doğru Biçimde Teorize Edilişi Kolay Olmadı
Gençliğin doğru bir şekilde emperyalizmi ele alması, anti-emperyalist mücadeleyi yükseltmesi ve düşüncelerini halka taşıması kolay, sancısız bir şekilde olmadı:
I-İdris Küçükömer ve Sencer Divitcioğlu Sendrom
- 60’ların ortasında aydın sol, sosyalist kesim içinde başlayan “Asya Tipi Üretim Tarzı” (ATÜT) düşüncesi zihinsel kargaşaya yol açtı. ATÜT mü, Feodal Üretim Tarzı mı; ikilemi devrimci mücadelenin yönünün tayininde,
- Kendisine Marksist’im diyen ve Kurucu Cumhuriyet düşmanlığı yapan
İdris Küçükömer’in:
- Cumhuriyetin inşasının halka rağmen tepeden inme bir muhteva taşıdığı, bu nedenle Kemalizm’in yok edilmesi gerektiği,
- Kurtuluş Savaşının anti-emperyalist bir yanının bulunmadığı,
- “Türkiye solunun sağ, sağın da sol olduğunu” düşüncesi
kafa karışıklıklarına yol açıyordu. 60’ların sonunda etkisini yitiren, 12 Mart sonrasında ise devrimciler arasında taraftar bulamayan Küçükömer’in tezleri, 12 Eylül Darbesi sonrasında “sivil toplumculuk” olarak yeniden yeşertildi. Günümüzde “yetmez ama evetçiler”e de fikir babalığı eden bu düşünce, Abdullah Gül, Recep Tayip Erdoğan, Abdurahman Dilipak gibi İslamcılardan da yandaş bulmuştur. Küçükömer’in yol arkadaşları arasında Kemal Tahir, Şerif Mardin, Murat Belge vb. nin yanı sıra “sol”da da çok sayıda insan bulunuyor.
3.1967 yılı sonrasında Behice Boran önderliğinde TİP düzenlediği “Doğu Mitingleri”yle Kürtlerin uyanışını hedefledi. Bu doğrultuda parti içindeki Kürt üyelerin çabalarıyla 1969 yılında “Devrimci Doğu Kültür Ocakları” kuruldu. Aynı dönemde İsmail Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” kitap evi raflarında yerini aldı. Bu uyanışın TİP’in ideolojik yapısına uygun biçimde sosyalizme kilitlenmesi isteniyordu. TİP cephesinde bunlar olurken DEV-GENÇ içinde Türk ve Kürt kökenli devrimciler birlikte kol kola “Bağımsız Türkiye” diye slogan atarak milli demokratik devrime gönderme yapıyorlardı. Bu ideolojik-politik bakış farklılığı, 12 Mart Darbesi sonrasında “Kürtlerin Sol’da ayrı örgütlenmeye yönelmesine”, 12 Eylül darbesi sonrasında da “ayrılıkçı bir harekete dönüşmesine” yol açacaktı.
60’lı yılların sonlarına doğru bir çıkış da Doğan Avcıoğlu’ndan geldi. Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” kitabı hem antiemperyalist aydınlanmacılar hem de antiemperyalist sosyalist devrimciler arasında yoğun ilgi gördü. Emperyalizme karşı devrimci mücadelede sosyalistlerle aydınlanmacılar arasındaki ittifakın güçlenmesi bu yakınlaşma ile hız kazandı. Hatta bu süreçte DEV-GENÇ’e katılanlar oldu. Bu ittifak 12 Mart sonrasında antifaşist mücadelede de sürdü. Aydınlara yönelik suikastlar bir yönüyle de bu ittifakı kırmaya yönelikti. Egemenlerin dağıtamadığı bu ittifakı bozmak, AKP iktidarı döneminde “sosyalist sol”a düşecekti. Günümüzde “sosyalist sol”un, Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşması, laikliği-aydınlanmayı küçümsemesi, “vesayet demokrasisi”,“yiyin birbirinizi”, gibi yanlış tavır alışları ile bu tarihsel ittifak büyük darbe yedi.
Özellikle 60’lı yılların ikinci yarısında sosyalist gençlik arasında da “sosyalist devrim mi” yoksa “milli demokratik devrim mi” tartışması yaşanıyordu. Mahir Çayan, “Aren Boran Oportünizmi” adlı makalesiyle bu ayrımı açık bir şekilde sergiliyordu. Ardında da demokratik devrim tezini Leninist bakış açısıyla “Kesintisiz Devrim”e evriltiyordu. 1970’e gelindiğinde de Çayan ve arkadaşları (DEV-GENÇ) TİP ile ideolojik ve siyasi bakış farklılıkları nedeniyle köprüleri atıyorlardı. Bu dönemde M. Çayan, Mihri Belli yakınlaşması ile birlikte “Milli Demokratik Devrim” tezini geliştiriyor, anti-emperyalist tavır demokratik devrimin omurgasını oluşturuyordu. Kısa bir süre sonra da Mahir Çayan ve arkadaşları “Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup” la birlikte Mihri Belli ile yollarını ayırıyorlardı.
II.Devrimci Yapıların Ortaya Çıkışı
DEV-GENÇ içinde farklı ideolojik ve politik yaklaşımları olan gençler, Türkiye’nin ABD emperyalizminin yarı sömürgesi olduğunda hem fikirdiler. Emperyalizm tahlilleri farklı olmakla birlikte “Bağımsız Türkiye” ortak talepleri ve sloganlarıydı. Mesela ODTÜ de Erhan Erdoğmuş, SBF de Uluç Gürkan başkanlığındaki aydınlanma karakterli Ulusal Sol Cephe öğrenci birliği ile DEV-GENÇ arasında bir dirsek teması olmasına rağmen, DEV-GENÇ onlardan farklı olarak anti-emperyalist mücadeleyi sınıf mücadelesinden bağımsız ele almıyordu. Ülkemizde iç olgu haline gelmiş emperyalizme karşı mücadeleyi işbirlikçi büyük sermaye ve yarı-feodal hakim güçlere karşı mücadeleden ayrı ele almıyorlardı.
DEV-GENÇ’in içeriye dönük “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganına, bunun gerçekleştirilmesi yolunu ifade eden, enternasyonal boyuttaki, emperyalizme karşı “Ho Ho Ho Chi Minh Daha Fazla Vietnam Ernesto’ya Bin Selam” sloganı eşlik ediyordu.
Dev-Genç içinde öne çıkan kadrolar, süreç içinde farklı devrimci hareketlerin (THKP-C’yi THKO ve TKP/ML-TİKKO’nun) kurucuları oluyordu.
Bunlardan birisini oluşturan THKP-C, Türkiye sosyalist hareketine hem teorik hem de pratik olarak damgasını vuracaktı. Mahir Çayan kaleme aldığı “Kesintisiz Devrim I-II-III” yazılarıyla Emperyalizmin III. Bunalım dönemini, Yeni Sömürgecilik kavramlarıyla Türkiye’de kapitalizmin gelişimini, ‘içsel olgu-gizli işgal’ ile de emperyalizmle olan bağını ortaya koyuyordu. Devrimin tanımını yapıyor, ardından da emperyalist dönemde ‘Marksist Devrim Teorisi’ni açıklıyordu.
71 yılına gelindiğinde, ABD’nin desteği ile ordu 12 Mart’ta ülke yönetimine el koyuyordu.12 Mart Cuntası devrimci gençliğin açığa çıkardığı antiemperyalist dalgayı kırmak, toplumda başlayan sosyal uyanışın önünü kesmek için açık baskı, şiddet ve terör dönemini başlattı.
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin eseri 12 Mart faşist Cunta’sına, devrimci hareketler sessiz kalmadılar, kalamadılar. Emperyalizme ve faşist cunta yönetimine karşı açık tavır aldılar:
- Mahir Çayan ve arkadaşları İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırarak,
- Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara’da 3 Amerikan askerlerini rehin alarak,
- Sinan Cemgil ve arkadaşları Kürecik NATO Radar Üssünü basmaya giderek,
- Mahir Çayan ve arkadaşları NATO’nun Ünye Radar Üssü’nden 3 Kanadalı teknisyeni kaçırarak,
cevap verdiler. Mahir Çayan ve arkadaşları Cuntaya karşı yürüttükleri anti-faşist mücadeleyi anti-emperyalist mücadeleden bağımsız ele almadılar. Emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde bağımlı ülkelerde “sömürge tipi faşizm” geçerliydi. 12 Mart Cuntası sömürge tipi faşizmin “açık faşizm” evresinin ifadesiydi. THKP-C’nin eylemleri de emperyalizme ve 12 Mart açık faşizmine karşı yürütülen mücadelenin somut örnekleriydi.
12 Mart Faşist Cuntası DEV-GENÇ’i kapattı. Yurtsever devrimci gençlik önderlerini katletti. Halkın hak arayış mücadelelerinin üzerinden bir silindir gibi geçti.