Bir Yoksulluk Hali: Enerji-Kemal Ulusaler

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Enerji yoksulluğu 2010 verilerine göre 36,4 milyon vatandaşımızı kıskacı altına almaktadır.

 

kulusaler@anafikir.gen.tr

Yunan ve Roma mitolojilerinde onca tanrı arasından yoksullara da bir tanrıça düşmüştür; Penia.

Mitoloji  Penia’ya eş olarak, Yunan mitolojisinde menfaat,  Roma mitolojisinde bereket ve bolluk tanrısı olarak bilinen  Porus/ Poros’u uygun bulmuştur. Yoksulluk ile menfaat ve çıkara yönelik bolluğun evliliğini kabul edememiş olan insanları – özellikle yoksulları- ikna etmekte Peitho’ya, yani ikna etme, kandırma Tanrısına düşmüştür.  Bollukla menfaatin özdeş kılınması ve yoksullukla bir araya getirilmesi, yoksulla varsılın aşkı ve  bu biraradalıktan Eros’un yani aşk tanrısının doğması yoksulluğun binlerce yıldır varsılların elinde oyun hamuru  olmasının bir tezahürü olsa gerek.

Diğer yandan uhrevi  dünya  da,  yoksulluğu kaçınılmaz bir olgu olarak sunup mitolojiye eşlik ede gelmiştir.   Eski İsrail ulusunun kralı olan Süleyman şöyle yaz¬mıştır: “Ezilenlerin gözyaşlarını gördüm, onları teselli eden yok; güç ezenlerin elinde” .  Ezilenlerin ve ezen gücün farkında olarak Süleyman, iş çözüme gelince  “İşte, hepsi boş, rüzgârı kovalamaktan farksız. Eğrilmiş olan doğrultulamaz”  diyerek ezen ve ezilen olgusunun baki olduğuna ve değiştirilemezliğine inandırmıştır peşinden gelenleri.. İslamiyet ise daha öteye gidip, ticareti ve varsıllığı olumlarken yoksullu ve yoksulluğu bir hastalık gibi görmüştür.  Peygamber şöyle dua etmiştir: “Allah’ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım” (Nesaî, Sehv, 90) Yine Ebû Hanife’nin başka bir sözü şöyledir: “Evinde yiyeceği olmayan kimse ile istişârede bulunma. Çünkü onun fikri dağınık, kalbi meşguldür; kararı isabetli olmaz”.  İslâm’da veren el, alan elden üstün tutulmuştur.

Hal böyle iken kapitalizmin ideologları da binyılların söylemine dört elle sarılmışlardır. Kapitalist ideologlar,   sosyal düzene “kendiliğinden” bir düzen olarak baktığından, bu düzende eşitsizliği de doğal kabul etmektedirler. ABD geçtiğimiz günlerde yayınladığı “Ulusal Güvenlik strateji Belgesi”nde; “ Bir takım tehditlerle mücadelede zaman zaman güç kullanmak gereklidir. Teknoloji,  beraberinde yeni tehlikeleri de getirmeyi sürdürecek. Yoksulluk ve hastalıklar, hiçbir zaman tamamen yok olamaz” görüşüne yer vererek hem durumu açıkça beyan etmiştir.

Başta insan emeği olmak üzere yer kürede tüm kaynakları sınırsız ve vahşi bir biçimde sömürerek bizatihi yoksulluğun yaratıcısı olan finans kapital zorba diğer yandan da yoksulluğa çare olacak şemsiyeler sunma çabalarıyla kirli yüzünü örtme uğraşındadır. Dünya Bankası (DB)  ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) gibi kurumlarını dünya ölçeğinde yoksulluk olgusunu ele almak üzere görevlendirmiştir. Bu kurumlar,  yoksulluğu yine yoksula , yoksul ülkelerin yönetimlerine yüklemeyi öncelikli iş edinmişlerdir.  Sanki bu ülkelerin yönetimleri kendilerinden azade imiş ve emperyalist kapitalist sisteme entegre olmamış,  biat etmemişler  gibi..

Son dönemlerde finans kapital zorbanın DB ve UNDP gibi kuruluşlarına bir de Uluslar Arası Enerji Ajansı ( IEA) katıldı. Geçtiğimiz günlerde bir süre Türkiye’de kalan Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) Baş ekonomist’i  Fatih Birol 2030 yılına kadar enerji sektöründe yaşanacak 3 temel sorun tespit ettiklerini belirtti; enerji arz güvenliği, iklim değişikliği ve enerji yoksulluğu…

DB,  zaman zaman IMF, UNDP ve şimdi de IEA yoksulluk ve enerji yoksulluğu kavramlarını ortaya atarken ek olarak yeni alt kavramlarla ( mutlak yoksulluk, görece yoksulluk, Lorenz eğrisi, Gini Katsayısı,  enerji yoksulluğu vb.) ve  bilim dünyasından entegre olmuş ‘entellektüeller’ üzerinden hazırladığı raporlarla sömürüsünü meşru kılma ve içe gömme çabasındadır.

Bu türden çabalarla, yoksulluk sınırına birkaç dolar fiyat biçerek,  sanki bunların üzerinde geçimlik sağlayanlar da yoksulluktan azade bir kitleymişcesine sömürüyü gözden ırak kılmak, küçük göstermek girişimindedir.  Kendi verilerine göre dünya nüfusunun beşte biri  açlık sınırında olup geri kalanını yoksulluk dışında tutma uğraşı,  görüntüyü kurtaramadığı  başta ABD olmak üzere yer kürenin her yerinde çeşitli direniş hareketleri göstermektedir.

 

Kapitalist Ağızla Enerji Yoksulluğu yada Halkların Enerji Hakkı Meselesi:

 

İnsanların gıda, barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçları yaşamsaldır. Bu temel ihtiyaçların karşılanamaması yada son derece kısıtlı karşılanması sonucu insan yaşamı tehdit altına girer ve  bu durumun yaratılması insan hakları ihlalidir. Bu ihtiyaçlar içinde enerji önemli bir yer teşkil etmektedir.

Başta su olmak üzere yakıt ve elektrik gibi enerji  gereksinimlerine ulaşılması yaşam için olmazsa olmaz bir haktır.

Ancak bütün bu gerçeklikler ortada iken halen dünyada  1.2 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamamakta. Bu nedenle her yıl 1.8 milyon kişi ( % 90’ı beş yaş altı çocuk) ishalden ve yine 1.3 milyon kişi de sıtmadan ölmekte.

2.7 milyar insan modern pişirme olanaklarından yoksun olup odun,tezek vb yakıtlarla ihtiyaç giderebilmekte. Pek çoğu bu yakıtların temini için kilometrelerce yol yürüyüp, zamanlarının büyük bir bölümünü harcamakta.  Isınma olanaklarından yoksun olup son derece kötü şartlarda yaşayanlar ise 1.4 milyarı bulmakta.

Yine dünya ölçeğinde 1.2 milyar insan ise elektrikten mahrum.

Bu en dibe vurmuş yaklaşık 1.5 milyar insan açlık sınırında kabul edilen bir yoksulluk boyutunda. Bunların dışında ve neredeyse bunların iki katı bir kitle ise geçimlerinin büyük bir kısmını günlük enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çabalamakta.

Kapitalizmin enerji yoksulluğu söylemine zemin oluşturan eşik değerleri de mevcut . Örneğin su yoksulluğu eşik değeri; aylık hane kullanılabilir gelirinin % 3 ‘ünü aşmamalı.  Elektrik için bu eşik değer %  10 olarak kabul edilmekte.   Toplam enerji harcamaları ( su, elektrik, ısınma vb) için bu değer % 25 olarak kabul edilmiş bulunmakta.

Büyük çoğunluğu Sahra altı Afrika ve Hindistan başta olmak üzere Asya-pasifik ülkelerinde yaşam mücadelesi veren halkların yakın gelecekte,  bu eşik değerlere yaklaşmaları bile bir hayli zor görünmektedir .  Bu yer kürede yaşayan her beş kişiden biri demektir.

Peki yer kürede her beş kişiden biri günlük bir-iki dolarla yaşam mücadelesi  verirken kalan dört kişi ne yapıyor, nasıl yaşıyor?

1970 yılında İngiltere’de Muhafazakar  Parti iktidara geldiğinde Eğitim ve Bilim Bakanı olan Margaret Thatcher  1980’lerin ilk işaretlerini o dönemler vermişti. Bakanlığının ilk icraatlarından biri, yedi ile onbir yaşındaki çocuklara verilen ücretsiz süt dağıtımını kaldırmak olmuştu. Bu nedenle halk arasında “süt hırsızı” olarak da anıldığı bilinir. “ Bence çoğu kişinin bir sorunla karşılaştığında hükümetin bunu çözmesi gerektiğini düşündüğü bir devirdeyiz. “Bir sorunum var, yardım almalıyım.” “Evsizim, hükümet bana ev versin.” Kişisel sorunlarını topluma mâl ediyorlar. Ve biliyor musunuz, toplum diye bir şey yoktur. Bireyler olarak erkeklerle kadınlar ve aileler vardır. Ve hiçbir hükümet, bireyler kanalıyla olmaksızın hiçbir şey yapamaz, insanlar önce kendi başlarının çaresine bakmalıdır.” sözlerinin sahibi Thatcher 1979’da Başbakan olmasıyla birlikte yeni liberal politikaların en acımasız uygulayıcısı olarak rol aldı. İngiltere’de kamu adına ne varsa özelleştirilmeye başlandı. Dünya ölçeğinde yeni liberal piyasacılığın ilk ve kapsamlı özelleştirmeleri İngiltere’de yapıldı.

Söylem,  Kapitalist küreselleşmenin mutlaklığı üzerine oturtulmuştu ve serbest piyasaya geçiş, dünya ölçeğinde ticaretin önündeki tüm engellerin kaldıracak ve bunların gereği özelleştirmeler sonucu, rekabet oluşacak, oluşan rekabet ortamında ucuzluk, kalite, şeffaflık,  mal ve hizmetlere ulaşım kolaylaşacak ve toplumsal refah sağlanacaktı.  “ Biliyor musunuz toplum diye bir şey yoktur.” diyen anlayışın toplumsal refahtan dem vurması şüphesiz bir çelişki olmaktan öte bir tür dezenformasyon, siyasal  subliminasyondan başka bir şey değildi.

İşte son çeyrek yüzyıla damgasını vuran bu politikaların kapsamlı olarak uygulandığı İngiltere’de 2009 Mayıs ayında Mali Araştırmalar Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, zenginle fakir arasındaki farkın 1961 yılından bu yana en çok açıldığı dönem olduğu belirtilmiştir. Resmi istatistiklere göre, yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı, 2006 yılında 10,7 milyon düzeyindeydi. Bu gün yaşanan krizle birlikte bu sayı daha da artmış durumdadır.   Aşağıdaki tablo 2009 yılı verilerine göre, İngiltere’de 5.5 milyon hanenin enerji-yakıt yoksulu kapsamında olduğunu göstermektedir.

( www.poverty.org.uk ve www. decc.gov.uk)

Geçtiğimiz günlerde –aralık ayının sonlarına doğru –  Uluslararası Sürdürülebilir Enerji Ağı’nın (INFORSE)  Avrupa  ayağı bir tavsiyeler listesi yayımladı.  Listede kış aylarında evlerini ısıtmakta güçlük çeken vatandaşlarla, enerji yoksulluğuyla mücadele konularına yer verildi. Yoksulluk ve kötü yaşam şartlarından kaynaklanan asıl enerji hizmetlerinin bedelini ödemekte karşılaşılan güçlüklerin enerji fiyatlarındaki artıştan kaynaklandığı ve bu konuda enerjiye dayalı çözüm üretilmesi gerektiği belirtildi. STK’lar enerji yoksulluğunun hane halkının harcama kalemlerinin % 10’un üzerine çıktığında baş  gösterdiğini ileri sürüyor.  Hanenin enerji faturalarını  ödemede güçlük çekmesine İngiltere’de “enerji yoksulluğu” şeklinde tanımlanıyor.  Çünkü İngiltere’de yakıt ödemeleri en önemli sosyal sorunlardan biri. Bu sorun birçok Avrupa ülkesinin ortak problemi haline gelirken özellikle bazı Orta Avrupa ülkelerinde belirtiler daha açıkça görülüyor. STK’lar konunun öncelikle olarak ele alınması talebinde bulunuyor.

 

Görüldüğü  üzere  dünya ölçeğinde enerji  faturlarının  hane halkının gelirlerinin içerisinde giderek daha büyük paya sahip olduğu ve bunun ABD ve AB içerisinde de görünür bir olgu haline geldiği genel kabul noktasına varmıştır.

 

Türkiye’de Durum Nedir?

 

Türkiye özelinde genel durum açlık ve yoksulluğun boyutunun giderek arttığı, dünyadan azade olmadığı, ekonomik büyüme söylemlerinin topluma yansımadığı, dünya ölçeğindeki hiç bir gelişmenin Türkiye’yi teğet geçmediği tam aksine derinden etkilediği görülmektedir.

2009 Yılı TÜİK verilerine göre, 4 kişilik hanenin açlık sınırı 287 TL, aylık yoksulluk sınırı ise 825.-TL’dir. Doğruluğu sorgulanır TÜİK istatistikleri baz alınsa bile bu ülkede yaklaşık 13 milyon kişi aç ve yoksul olup bir o kadarıda bunlara katılmaya aday konumundadır .  Yine TÜİK verilerine göre en yüksek % 20’lik gelir grubu ile en düşük % 20’lik gelir grubu arsındaki fark 8.5 kattır. En yüksek grubun toplam gelirden aldığı pay % 48 iken endüşük grubun toplam gelirden aldığı pay sadece % 5,6’dır.

Türkiye için ‘ enerji yoksulluğu’ araştırmaları, UNDP desteği ile Hacettepe Üniversitesi Piyasa Ekonomisi ve Girişimciliği Geliştirme Merkezi’nin; “ Kamu Kolaylıkları Yönetişiminde Yoksulluğun Dikkate Alınması”  adlı çalışmasından öte gidememiş olup adı geçen çalışma 2003 verilerine göre yapılan tek çalışmadır. Bu çalışmada, eşik değerler su için % 4, elektrik ve doğalgaz için % 10 alınmıştır.

Elektrik, su ve doğalgaz harcamaları toplamı kullanılabilir gelirlerinin /toplam harcamalarının % 25’ini aşan hane halkları “ enerji yoksulu” olarak kabul edilmiştir.

TÜİK,  19 Aralık 2011 Tarih ve 262 sayılı haber bülteni ile, “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması  2010 “ adı altında kamuoyuna sunduğu verilerde eşdeğer hanehalkı kullanılabilir medyan geliri(*) dilimlerine göre nüfusun % 16,9’u yoksulluk sınırının altındadır. Yoksulluk sınırı kapsamındaki  nüfus (açlık sınırı ile beraber) 13 milyon civarındadır.  Bu sayıya sürekli yoksulluk riski altında bulunanlarıda katarsak bu sayı; 25 milyon 342 bini bulmaktadır.

Konumuz olan enerji yoksulluğunun  ise 36,4 milyon ile çok daha geniş bir nüfusu kapsadığı görülmektedir.

Eşdeğer hanehalkı medyan geliri 2010 yılı için; 7,429.-TL.’dir. Bu medyan gelirin yüzde 40’ına kadar       ( yılda 2.972.-TL.’nin altında) geliri olanlar yoksul sayılmakta. Oysa medyan gelirinin % 60’ının altında kalanlar bile enerji yoksulluğu kapsamına girmektedirler.  Örneğin; medyan gelirinin % 60’ının altında

( yllık 4457.-TL’nin altında) geliri olanlar için aylık doğalgaz  harcaması, toplam kullanılabilir gelirinin

% 12,1’ini ve toplam enerji ( elektrik+su+doğalgaz) harcamalarıda % 25,6’yı bulmaktadır. ( Bkz. Grafik:1)

Her iki değerde enerji yoksulluğu eşik değerlerini aşmaktadır. Dört medyan geliri dilimine ait sonuçlar tablo;1’de görülmektedir.

Tekrar anımsatmak gerekirse eşik değerler: elektrik ve gaz için ; % 10, su için; % 4’ve toplam enerji

( elektrik+su+gaz) içinse; % 25’tir.

Enerji yoksulluğu görüleceği üzere 2010 verilerine göre 36,4 milyon vatandaşımızı kıskacı altına almaktadır. Olayın bir başka boyutuda enerji yoksulluğunun bölgesel dağılımıdır.  Enerji yoksulluğundan musdarip her dört kişiden üçü başta Güneydoğuanadolu olmak üzere, Doğu karadeniz, Doğu anadolu, Akdenizin bir bölümü ve Batı karadeniz bölgelerinde yaşamaktadır.

Sonuç:

Enerji alanında piyasalaşma görüleceği üzere gelişmiş ya da gelişmekte olan ülke ayrımına gidilmeksizin tüm ülkelerde belirgin bir tekelleşme ve yüksek fiyatları dayatmaktadır. Ve yine ayırd edilmeksizin tüm ülkelerde enerji yoksulluğu giderek tırmanmaktadır.

En doğal insan hakkı olarak enerji,  ulaşılması çok daha kolay bir hale getirilmelidir. Ancak bu eylem mevcut emperyalist-lkapitalist sistem içerisinde, yapay sistem organları ile ve toplumsal sadaka kültürü üzerinden gerçekleşmesi olası değildir. Kapitalizmin mutlak tüketim olgusu içerisinde çözüm üretmeye çalışmak geçici, palyatif çabalardan öte gidemeyecektir. Ancak adı geçen sistem içerisinde bile yapılabilecek bir takım şeyler olanaklıdır. Enerji piyasasında özel sektörün yanında kamu ve yerel yönetimlerin de yer alarak çapraz sübvansiyon ve teşviklerin devreye sokulması ile birlikte, ‘ yeşil sayaç’,  endüşük dilim başta olmak üzere ücretsiz ve aşamalı olarak indirimli tarife dilimleri, ‘kolaylık faturası’  uygulamaları, kesintilerin tamamen kaldırılması  gündeme getirilebilir.

Bu öneriler hiçbir zaman temel çözüm içeren piyasalaşmanın ortadan kaldırılması dolayısıyla yoksulluğun ortadan kaldırılması ve yeni toplumsal bir sistem talebini göz ardı etmek anlamına gelmemektedir.

(*) Medyan Geliri: En düşükten en yükseğe sıralanan gelir dilimlerinin en ortadaki dilimine kabaca medyan geliri denmektedir.

Kemal Ulusaler

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir