Search
Close this search box.

Büyük Güçler Uzlaşıyor mu?- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Son günlerde Doğu Akdeniz ile ilgili ilginç gelişmelerin yaşanmaya başlandığı anlaşılıyor.

Emperyalist güçler ve bölgesel uzantıları, Irak işgali öncesinde nükleer silah konusunda yaptıkları gibi şimdi de kimyasal silahlarla ilgili yeni bir dezenfermasyon dalgası yaratıyorlar. İşbirlikçi çetelerin kitle katliamlarının, dinci-mezhepçi niyetlerinin ve yabancı güçlere Suriye’yi pazarlama faaliyetlerinin üstünü örtmek için hedef saptırıcı propagandalar yapıyorlar.

Bu gelişmeler olurken, ABD ile Rusya’nın Suriye’nin geleceği konusunda anlaşma yoluna girdikleri de yayılmaya başlandı. En son ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton Kuzey İrlanda’nın başkentinde yaptığı açıklamada Suriye konusunu gündeme getirdi.

8 Aralık 2012 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberine göre,ABD ve Rusya’nın Suriye’deki tüm taraflar arasındaki arabuluculuk çabalarını destekleme konusunda anlaştığını kaydeden Clinton, ülkesinin demokratik geleceğini temin etmek için Esad’ın iktidarı bırakması gerektiğini vurguladı.

Ve konuşmasının devamında Clinton, Suriye’deki durumun, yalnızca Suriyeliler için değil, komşuları için de giderek daha tehlikeli bir hal aldığını belirterek, Türkiye’nin Suriye sınırına NATO füzeleri yerleştirmelerini haklı çıkarmaya çalışmaktan da geri kalmadı.

Haberin devamında ise şöyle deniyor: “ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi El-Ahdar el-İbrahimi Dublin’de, Suriye krizine yeni bir çözüm formülü bulunması konusunu ele” aldıklarını belirtiyor.

Bu haberi son zamanlarda meydana gelen gelişmelerle birlikte ele alınca anlaşılıyor ki; iki büyük güç Suriye üzerinden “pazarlık” yapıyorlar.

Putin’in geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında sarf ettiği şu sözlerinin de atılacak adımlar konusunda anlamlı olduğunu söyleyebiliriz:

Suriye’de olup bitenlerle ilgili pozisyonlarımız birbirine benziyor. Ama Suriye’nin geleceğine ilişkin pozisyon hangi metotlarla oluşturulabilir, bu konuda farklılıklarımız söz konusu.”

Putin’in bu sözlerini çok yankı yapan şu açıklaması ile birlikte ele aldığımız zaman pazarlığın kapısını açık tuttuğunu söyleyebiliriz. Putin İstanbul’da yaptığı açıklamada, “Suriye’de rejimin avukatı olmadıklarını” belirtiyordu. Burada Putin, Suriye yönetimini gözden çıkarabileceklerinin sinyalini veriyor. Ancak Suriye ile ilgilenmeye devam edeceklerini ve bu ülkeyi gözden çıkarmadıklarının da altını çiziyor. Ve böylece Esad karşıtlığını her fırsatta açığa vuran R. T. Erdoğan’a ve dolayısıyla ABD’ye anlaşabilecekleri koşulun ipuçlarını da veriyor.

Diğer yandan, son günlerde ortaya atılan -uçurulan demek belki daha doğru- bazı haberler Suriye yönetiminin sonunun göründüğü yönünde. Esad’a gitmesi için ülke aranmasından, ailesi ve bazı üst düzey yöneticilerle birlikte kaçmış olduğuna dair çeşitli haberler yayılmakta. Bu spekülatif haberler Suriye yönetimine karşı daha yoğun ve etkili bir saldırının başlatılmak üzere olduğunun göstergesi olabilir. Bu haberleri, aynı zamanda, Suriye güçlerinin moralini bozmaya dönük bir karşı propaganda olarak da görebiliriz.

ABD’nin bir uçak gemisinin ve yardımcı askeri gemilerin Doğu Akdeniz bölgesinde üstlendirildiği bilgisinden sonra; bir İsrail sitesi olan Debkafile, Fransız Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı ilginç bir haberi de servis ediyordu. 8 Aralık 2012 tarihli Akşam gazetesinde yer alan bu habere göre, Türkiye ile birlikte ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün ve muhalif güçler çok kısa sürede Esad ordusuna karşı operasyona başlayacaklar. Sitenin iddiasına göre, bir Fransız uçak gemisi de Akdeniz’deki ABD filosuna katıldı ve 2600 İngiliz ve Fransız askeri de aylardır Arnavutluk dağlarında tatbikat yapıyor. Bu operasyonda Kaddafi’ye karşı yürütülen planın esas alınacağı iddia ediliyor.

Süratle yaygınlaştırılan bu vb haberler dezenfermasyon amaçlı olsa bile emperyalist güçler, AKP iktidarı gibi bölgesel işbirlikçilerini de yanlarına alarak kendilerine teslim olmayan ülkelere diz çöktürmeyi ve etkisizleştirmeyi akıllarına koymuş durumdalar. Bilhassa emperyalizmin bölge politikalarına uyum sağlamayan ve İsrail’in karşısında yer alan ülkeler sonuçta işbirlikçilerin de desteğiyle içeriden çürütülerek çökertilmekte veya parçalanmaktadır. Bu da yetmezse, direniş devam ederse dışarıdan saldırı ile ülke yıkıntı haline getirilmekte ve bütün değerlerine el konularak geleceği ipotek altına alınmaktadır. Libya’da olduğu gibi…

***

Eğer bu gelişmeler doğruysa, burada şaşırtıcı görünen Rusya’nın tavrındaki değişikliktir. Bu ülkenin de sonuçta emperyal amaçları olan, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da söz sahibi olmayı sürdürmek isteyen büyük bir devlet olduğunu unutmayalım ve bu nedenle de şaşırmayalım.  Kendi hinterlandında (Kafkasya, Karadeniz, Orta Asya, Kuzey Denizi’?’, Ukrayna, Gürcistan ve Kuzey Pasifik’?’ gibi) daha rahat hegemonik ilişki kurabilmesi için dışarıya doğru kontrollü bir şekilde taşma eğilimi içine girerek pazarlık gücünü arttırması gerekir ki yakın çevresi üzerindeki kontrolünü sürdürebilsin ve büyük güç olduğunu da karşı tarafa kabul ettirebilsin. Rusya için uzun vadeli çıkarların Esad yönetiminin harcanmasından daha önemli olacağını bu ülkenin yöneticilerinin düşünebileceklerini unutmayalım. Böylece Esad’ın ve çevresinin tasfiyesiyle hem Batılıların hem AKP iktidarının ve Suriyeli işbirlikçilerin hem de bazı Arap ülkelerinin de gönülleri alınmış olacak(!). Bu yöndeki bir gelişmeye Ortadoğu’daki Şii eksen olumlu bakmayacaktır ama büyük çoğunluğu oluşturan ve Rusya ile arası pek de iyi gitmeyen Sünni güçler bu muhtemel gelişmeden memnun kalacaklardır. Bu yönde düşüncelerin de olabileceğini akıldan çıkarmayalım. Öte yandan Esad’ın tasfiyesine yönelik adımın Rusya için evdeki bulgurdan da olma ihtimalini de içinde taşıdığını görmek gerekir. Fakat bu riske rağmen, orta vadede şayet hem bulgurdan hem de pirinçten olacaklarını düşünüyorlarsa ne kurtarırsak kardır anlayışı ile hareket edebileceklerini de unutmayalım.

 Esad’ın gönderilmesi yönündeki adımlar; ABD, AB ve Rusya’nın Ortadoğu’yla ilgili emperyal amaçlarının yeni bir uzlaşma noktasını oluşturabilir. Ama bütün bu ihtimallerin başına Rusya’nın Doğu Akdeniz ile ilgisinin tarihsel arka planını yerleştirmek gerekir.

 ***

Doğu Akdeniz konusunda ABD ile Rusya arasında kurulan (veya yeniden kurulacak) ilişkiyi büyük resim içinde düşünmek daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün en önemli üyelerinden biri olan Rusya’nın Asya’da gelecekteki rakibinin Çin olduğunu unutmayalım. Tarihten gelen bir geçmişi de olan bu iki ŞİÖ üyesi arasındaki gizli rekabetten ABD emperyalizminin yararlanmayı düşünmemesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Günümüzde Çin, ABD’nin birinci plandaki rakibi olma yolunda hızla ilerlemektedir. Önümüzdeki yıllarda bu iki ülke arasında büyük bir ekonomik ve askeri rekabetin cereyan edeceği anlaşolıyor. ABD gibi geleceğe dair projeler yapan, stratejiler kurgulayan bir gücün, bu büyük mücadelede, Rusya gibi önemli bir ülkenin Çin’in yanında yer almasını önlemeye çalışacağı belli bir şey. Hatta ABD emperyalizmi izleyeceği politikalarla Rusya’yı Çin’in karşısına çıkarmaya, en azından tarafsızlaştırmaya çalışacaktır.

Diğer yandan, Rusya’nın Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılaması yönünden ne kadar önemli olduğunu, başta Almanya olmak üzere bu bölgedeki ülkeleri Rus gazının ısıttığını hatırlayalım. Bu zorunlu bağımlılık ilişkisini Batı İttifakı ister istemez dikkate almak durumundadır. Kaldı ki, 19-20 Kasım 2010’da Lizbon’da onaylanan “NATO Üyelerinin Savunma ve Güvenliği İçin İşbirliği İçin Stratejik Görüşler” deklarasyonuna göre, Rusya NATO için tehdit olarak görülmemekte ve var olan işbirliğini derinleştirmeye davet edilmektedir. Bu yeni “stratejik konsept” ile NATO-Rusya işbirliğine stratejik bir önem yüklenerek; başta füzesavar sistemlerinin ilişkilendirilmesi olmak üzere Afganistan, terörle mücadele, korsanlık, uyuşturucu gibi alanlarda işbirliği olanaklarından söz edilmektedir.

Lizbon zirvesinde alınan kararlardan anlaşılıyor ki, NATO “zoraki” de olsa Rusya ile “işbirliği” kurmayı amaçlamaktadır. ABD’nin de bu ülkeyle ekonomik, jeo-stratejik ve jeo-politik çıkarları gereği “işbirliği” yapabilme mesafesini koruyarak, kontrollü bir ilişki biçimi oluşturmak istediğini söyleyebiliriz. Suriye sorununun “çözümü” sürecine, Rusya’nın da çekilmesi, ABD’nin uzun vadeli genel çıkarları açısından, Ortadoğu ve çevresiyle ilgili ve bilhassa da Asya-Pasifik stratejisi bakımından çelişki ve uzlaşmayı içinde barındıran sonuçlar yaratabilir.

Hiç şüphesiz bu emperyal politikalarda belirleyici olan devletlerin ve uluslararası büyük sermayenin çıkarlarıdır. Ama büyük güçlerine karşın her şeyi, tüm süreci bunların belirleyemeyeceğini de biliyoruz. Emperyalistlerin ve ortaklarının bütün bu baskı, saldırı, sömürü ve talan politika ve girişimlerine karşı direnecek güçler de mutlaka ortaya çıkacaktır. Eninde sonunda, gelişmelerin yönünün, boyutunun tayininde dünyanın işçi sınıfının ve mazlum halklarının da söyleyecek sözlerinin olduğu görülecektir…

 Bütün ihtimaller bir yana, unutmamamız gereken çıplak gerçek, emperyalistler ve işbirlikçileri Suriye’ye paslı bir hançeri sapladılar ve sürekli kanırtarak kan kaybetmesini sağlıyorlar. Bunlar vurdukları veya girdikleri yeri kangren etmeden bırakmazlar.

Hatırlatalım: Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Suriye’de gerçekleştirdikleri bu operasyonlardan en fazla İsrail’in kazançlı çıktığını AKP’lilere sürekli hatırlatmakta fayda var. Her şey bir yana Golan gitti gider…

Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir