Her türlü olumsuzluğa rağmen, kurtuluşun ve kuruluşun partisi mücadeleci özüne dönerse, halka önderlik ederse, emekçi halk yığınları, ulusal ve sınıfsal devrimci yurtseverlerce desteklenir, ülkede çok şey değişir.
Türkiye cumhuriyetin en köklü partisi İttihat ve Terakki’nin iz düşümü olan CHP’dir, kurtuluşun ve kuruluşunun partisidir. CHP’de her değişim ya da dönüşüm Türkiye’nin kaderini ilgilendirir, büyük çalkantı ve tartışmalara neden olur.
Anafartalar kahramanı Dokuzuncu Ordu Kıtaları Müfettişi Mirliva Mustafa Kemal, yanında 23 subay yol arkadaşlarıyla, 25 astsubay, er, erbaş, 25 gemi mürettebatı olmak üzere 73 kişiyle birlikte 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Bandırma Vapuru ile yola çıkar, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşır.
6 gün Samsun’da kalan Mustafa Kemal, Samsun’un işgalci itilafçıların denetiminde olduğunu saptayarak, yol haritasını belirleyerek, 26 Mayısta Havzaya geçer. 28 Mayıs’ta İlk Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Havza’da kurulur, aynı gün valiliklere, mutasarrıflıklara ve kolordulara bir genelge (tamim) göndererek İzmir’in işgaline karşı üç gün süreyle büyük ve coşkulu mitingler yapılmasını ister. Havzalılar, 30 Mayıs ve 6 Haziran’da iki miting düzenler, Anadolu’da İzmir’in işgalini kınayan 96 miting gerçekleştirilir. 12 Haziran’da Havza’dan ayrılıp aynı gün Amasya’ya geçer, bir genelgeyle Milli Mücadele’nin önderliğini üstlenir.
22 Haziran 1919’da Amasya’da Cevat Abbas’a yazdırarak hazırladığı taslak metine Hüseyin Rauf’un (Orbay) misafirim diyerek imzalamaktan kaçındığı, tarihsel bir anı olduğu ve imzalaması gerektiğini söyleyerek imza koydurduğu, Samsun’da 3. Ordu Komutanı, Sivas’a giderken Amasya’ya uğrayan Miralay Refet Bey’in (Bele) çekinerek belirli belirsiz bir işaretle yetindiği, Ankara 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın (Cebesoy) tereddütsüz imzaladığı, Erzurum’da 15. Kolordu Komutanı Kazım Paşa’nın (Karabekir) ve Konya’da 2.Ordu Komutanı Müfettişi Cemal Paşanın (Mersinli) olur verdiği taslak, Amasya Genelgesi olarak düzenlenir, Mustafa Kemal Paşa imzasıyla, tüm mülki amirliklere, askeri komutanlıklara telgrafla, milli mücadeleye destek vereceklerine inanılan kişilere mektupla bildirilir.
- Maddelik Amasya Genelgesi’nde;
“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir”,
“Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır”,
“Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür sesle cihana duyurmak için, her türlü baskı ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.”,
“Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır” denir.
Mustafa Kemal, Amasya’dan hareketle Tokat-Sivas-Erzincan’dan geçerek 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a ulaşır. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919’da, Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Trabzon Şubesi ile Erzurum Şubesi tarafından 10 Temmuz’da Erzurum’da kongre düzenlenmesi kararı alınmış, ancak delegelerin yetişmemesi nedeniyle 23 Temmuz’da çoğunluğu işgal altında olan Trabzon, Sivas, Bitlis ve Van’dan gelen 62 delege ile toplanmıştır. Kongreyi geçici başkan Hoca Raif Efendi açar, yoklamanın ardından Mustafa Kemal kongre başkanlığına seçilir.
Kongrede, “Manda ve himayenin kabul edilmeyeceği”, “Mondros mütarekesinin (ateşkes) imzalandığı sırada Türk ordusunun elinde olan toprakların parçalanamayacağı” açıklanır, Mustafa Kemal başkanlığında 9 kişilik bir Temsilciler Heyeti oluşturulur, görevinin milli meclisin oluşumuna kadar süreceği belirtilir, Sivas Kongresi için hazırlık çalışması başlatılır.
4 Eylül 1919’da, Doğu Anadolu’yu temsil eden Heyeti Temsiliye’den 5 üyenin, Afyon, Ankara, Aydın, Gaziantep, Kastamonu, Kayseri, Niğde, Samsun vilayetlerinden ve bu vilayetlere bağlı sancaklardan seçilerek gönderilen 33 temsilcini katılımıyla Sivas Kongresi toplanır. Kongreyi, Şarki Anadolu Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal açar. Usul tartışmaları yüzünden, esas konuya ancak Kongrenin dördüncü günü geçilir. Öncelikle Şarki Anadolu Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti tüzüğü değiştirilerek, cemiyetin adı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti olur. “Heyet-i Temsiliye, bütün Doğu Anadolu’yu temsil eder” yerine, “Heyet-i Temsiliye bütün vatanı temsil eder” yazılır. Böylece 4 Eylül 1919 Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk kuruluş tarihidir.
Bu kongrede, Halide Edip (Adıvar), Bekir Sami Bey (Kundu), Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet Paşa, Cevat Paşa, Çürüksulu Mehmet Paşa, Reşat Hikmet Bey, Camii Bey, Reşit Sadi Bey, Esat Paşa, Kara Vasıf Bey’ce dile getirilen, Kongreye katılan İsmail Hamit Bey (Danşimet), Refet Bey, Bekir Sami Bey(Kundu), Rauf Bey (Orbay), Kara Vasıf Bey, İsmail Fazıl Paşa gibi isimlerin ısrarla savunduğu ABD’nin himayesini isteyen “Mandaterlik” tartışması gündeme oturur. “İstiklal-i Tam=Tam Bağımsızlık” ilkesi doğrultusunda “Kuvva-ı Milliye’yi etkin ve milli iradeyi hâkim kılmak” için harekete geçilmesi kararı alınır, üye sayısı 9’dan 16 çıkarılan Heyet-i Temsiliye başkanlığına Mustafa Kemal seçilir.
Kutsal amaçları yerine getirmek ve işlerin idaresini sağlamak için bir Heyet-i Temsiliye seçildiği, köylerden vilayet merkezlerine kadar bütün milli teşkilatların birleştirildiği açıklanarak, alınan kararlar telgrafla Osmanlı hükümetine bildirilir, Meclis-i Mebusan’ın toplanması istenir.
Gelişmeler karşısında yeni kararlar alma olasılığını gözeten Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye’nin bir süre daha Sivas’ta kalmasını ister. 11 Eylül ile Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın istifaya mecbur kaldığı 2 Ekim 1919 tarihine kadar 22 günlük sürede, İstanbul hükümetine karşı “dayanarak ve direnerek”, Heyet-i Temsiliye kararlarıyla, milli hareketin gücünü ve etkinliğini tüm ülkeye yaymaya, halka ve dünyaya göstermeye, tanıtmaya çalışır.
11/12 Eylül gecesi kolordu komutanlıklarının her yerde telgrafhanelere el koymasını, İstanbul’la haberleşmeyi sağlamalarını ister, İstanbul’un Anadolu’yla olan bütün haberleşme bağlarını keser.
2 Ekim 1919’da Osmanlı Ali Rıza Paşa hükümeti kurulur, seçime gitme kararı alınır. 9 Ekimde Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa ile Bahriye Nazırı Salih Paşa, Heyet-i Temsiliye ile görüşmek için görevlendirildiklerini telgrafla bildirir, 10 Ekim’de buluşmanın Amasya’da Mustafa Kemal ve Bekir Sami Bey’in katılımıyla yapılmasının uygun bulunduğu iletilir. 20-22 Ekim arasında Amasya görüşmesi yapılır, ikisi gizli, beş protokol imzalanır. Bu protokollerinin en önemlisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin resmen tanınması, Sivas Kongre kararlarının hükümetçe benimsenmesidir.
7 Kasım 1919’da Osmanlı Meclis-i Mebusanı için mebus(milletvekili) seçimi yapılır, seçime Museviler katılır, Ermeni ve Rumlar seçimi gayrimeşru göstermek için katılmaz. Kuvva-ı Milliyeciler, İttihatçılar ve Hürriyeti İtilafçılar etkin faaliyette bulunur. Müdafaa-ı Hukuk Grubu listesinden Mustafa Kemal Erzurum, Rauf Bey (Orbay) İstanbul mebusu seçilir.
16 Kasım 1919’da, Heyet-i Temsiliye, Sivas’taki 3 Kolordu Komutanı Miralay Selahattin Bey, Konya’daki 12.Kolorduyu temsilen kurmay başkanı Şemsettin Bey, 15 Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Ankara’daki 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa toplanır, 28 Kasım’a kadar süren toplantıda, Meclis-i Mebusan’ın toplanma zorunluluğunu, sorunların ayrıntılı bir mektupla mebuslara bildirilmesini, kolayca bir araya gelinecek yerlerde mebusların toplanılmasını, konuların tartışılmasını, sonuçların bildirilmesi kararlaştırılır.
Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasının önlenememesi üzerine, kesin ve kararlı bir grup oluşturmak için harekete geçilir, 19 Kasımda bir genelge yayınlayan Heyet-i Temsiliye, mebusların gruplar halinde belirli yerlerde toplanmasını, söz konusu grubu oluşturmak için her sancaktan birer mebusun Eskişehir’e davet edilmesini, Eskişehir’den İstanbul’a gidecek mebuslarla Seyitgazi’de görüşülmesini kararlaştırır.
18 Aralık’ta Seyitgazi’ye gitmek için Sivas’tan hareket eden Heyet-i Temsiliye, 27 Aralık 1919’da 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Vali Muavini Yahya Galip Bey tarafından Gölbaşı’nda karşılanır, Ankara Müftüsü Rıfat Hoca (Börekçi) ile yedi yüz yaya ve üç bin atlıdan oluşan Seymen alayı, öğrenciler ve zeybek elbisesi giymiş 700 genç, davul zurna eşliğinde halay çeken halkın sevgisi ve coşkun gösterisi altında Dikmen sırtlarından Ankara’ya girer.
Heyet-i Temsiliye’nin çalışması için Keçiören mıntıkasındaki Ziraat Mektebi ayrılır, Mustafa Kemal için bir çalışma odası hazırlanır. Mustafa Kemal, Ziraat Mektebinin salonunda Ankaralılara bir konuşma yapar, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin çalışması ve örgütlenmesi hakkında açıklamalarda bulunur, Kuvva-ı Milliye teşkilatlarına bir duyuru yayınlayarak, Heyet-i Temsiliye’nin şimdilik Merkezinin Ankara’da olduğunu bildirir. 29 Aralık tarihli ek bir genelgeyle mebusların “aydınlatma ve bilgilendirme amaçlı” toplantı yerinin de Ankara olduğunu, Müdafaa-ı Hukuk listeleri dışından seçilen mebusların da toplantıya katılması özellikle belirtilir.
İstanbul Hükümeti, bu çağrıya karşı çıkarak, mebusların Ankara’ya uğramadan bir an evvel İstanbul’a gelmesini ister. Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye, Ankara’ya çağırılan, teker teker ve küçük gruplar halinde gelen mebuslarla görüşür, “Müdafaa-ı Hukuk Grubu” olarak Teşkilat-ı Milliye’ye dayanarak milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirmeleri ve savunmalarını isterler, Meclis-i Mebusan’a sunulacak Misak-ı Milli Programı taslak olarak yazılır.
Ankara’da Mustafa Kemal’le görüşüp İstanbul’a giden mebusların çoğunluğu, Erzurum ve Sivas kongrelerinde açıkça adı konulmuş olan “Müdafaa-ı Hukuk” grubu yerine “Felah-ı Vatan= Vatanın Kurtuluşu” grubu adını kullanırlar. Müdafaa-ı Hukuk Grubu kurmayı, vicdan borcu, millet borcu sayıp kurmayanları Mustafa Kemal, “İnançsız idiler, korkak idiler, cahil idiler…” diye niteler.
21 Aralık 1918’de Padişah iradesi ile kapanmış olan Meclis-i Mebusan, 12 Ocak 1920’de 140 mebustan yetişebilen 72’si mebusun katılımıyla açılmıştır. En yaşlı üye Hacı İlyas Bey’in başkanlığı altında mebuslar yemin eder, Dâhiliye Nazırı Padişah Vahdettin’in açılış nutkunu okur. Padişah Vahdettin, “Allaha şükreder, mebuslara hoş geldin der, 1.Dünya Savaşı’na girilmesinden ve memleketin içine düştüğü durumdan saltanatın asla sorumlu olmadığını vurgular, mebusların elinde gelen gayreti göstermesini, bütün milli emelleri memleketin kurtuluşu için birleştirmelerini” ister.
Mustafa Kemal, Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da kesinlikle saldırıya uğrayacağını ve dağıtılacağını bekliyordu. İstanbul’a gitmesinin sakıncalı olacağını düşünerek, Erzurum mebusu olarak sağlık nedeniyle İstanbul’a gitmesinin mümkün olamayacağına dair Dr. Refik Saydam’dan tarafından verilen raporu gönderir, İstanbul’a gitmez, Meclis-i Mebusan’ın Ankara’da toplanması için hazırlıkları başlatır.
22 Ocak 1920 günü, Harbiye Nazırı Birinci Ferik (Korgeneral) Mersinli Cemal Paşa, Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek, İngilizlerin Hükümete muhtıra verdiğini, Erkan-ı Harbiye Reisi Cevat Paşa ile birlikte görevden uzaklaştırılasının istendiğini bildirir. Mustafa Kemal görevden ayrılmamalarını ister, görüşlerini Sadrazam Ali Rıza Paşa’ya bildirir, baskının artması ve nazırların tutuklanması halinde Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasını emreder.
28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan, Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongreleri kararları doğrultusunda önceden hazırlattığı Misak-ı Milli (Ulusal Ant) metnini görüşerek kabul eder. 6 maddelik metinde, Osmanlı toprakları Mondros Mütarekesinin imzalandı tarihte Türk Ordusunun elinde bulunan topraklarla sınırlanmakta, bu sınırlar içinde bölünme kabul edilmemekte, düşman ordularının elinde kalan topraklarda referandum önerilmekte, kapitülasyonlar reddedilmekte, istiklal-i tama sahip olmak hayatımızın devamı için temel esasımızdır denilmektedir.
Meclis-i Mebusan’dan güvenoyu alan Ali Rıza Paşa hükümeti, 14 Şubat 1920’de vilayetlere, bağımsız sancaklara bir tamim göndererek, “Milli irade adına konuşmanın ve istekte bulunmanın hükümet işlerine müdahale olarak görüleceğini ve cezalandırılacağını” bildirerek, Teşkilat-ı Milliyi hedef alır.
“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti teşkilatına ve teşkilatın meydana getirdiği Kuvay-ı Milliye’ye dayanma gereğinin kalmadığını, çocukça ve gafletçe davranışlarıyla belli eden Felah-ı Vatan Grubuna, Kazım Karabekir Paşa ve Rauf Bey’e (Orbay) karşın yoluna devam eden Mustafa Kemal, “savaş bölgelerin gerilerinde ve İtilaf Devletleri askerlerinin bulunduğu yerlerdeki cephanelerin Anadolu’ya taşınması, taşınamayanların imha edilmesi” buyruğunu verir, iç ve dış düşmana karşı hazırlıklarını sürdürür, Kuvva-ı Milliye her yerde teşkilatlanarak gücünü ve etkinliğini artırarak Anadolu’da işgallere karşı silahlı direnişleri başlatır, Anadolu’nun İstanbul’dan kopuşunu hızlandırır.
16 Mart 1920’de İstanbul Boğazı’nda itilaf devletlerine ait olan gemiler toplarını şehre yöneltmiş, binlerce itilafçı askerler gemilerden karaya çıkarılmış, tren ve gemi seferleri durdurulmuş, müttefik dretnotlarından birisi Galata Köprüsü’nün yanı başına demir atmış, diğerleri top namlularını Sarayburnu’na ve Harbiye Nezaretine (Genel Kurmay) çevirmiş, düşmanın İstanbul’u işgali başlamıştır.
İtilaf Devletleri askerleri şehir sokaklarını doldururken, Saraya bir adam göndererek işgalin Padişah Vahdettin’e karşı olmadığının garantisini vermişler. Buna rağmen Vahdettin muhafızlarını güçlendirip, koridorlara bekçiler yerleştirir, biryandan da kendisiyle görüşmek isteyen Rauf Bey (Orbay) ve Abdülaziz Macit Efendi, Konyalı Hoca Vehbi Efendi’ye işgalin geçici olduğu izlenime vermeye çalışarak, İtilaf Devletlerinin niyetlerinin İstanbul’u işgal etmek olmadığını, bazı bozguncuları tutuklamak olduğunu söyleyerek, öğütler de bulunur.
İşgal kuvvetleri sabahın erken saatlerinde itibaren evleri basar, tutuklanmasını önceden belirledikleri kişileri toplar, Kara Vasıf ve Rauf Bey’in tutuklanması için Meclis’i Mebusan’a birkaç İngiliz zaptiyesi gönderilir, tutanakla teslim olurlar. Meclis-i Mebusan, “Bu şartlar altında yasama faaliyeti yapılamaz” diyerek, İstanbul Hükümetine bilgi vererek “dağılma” kararı alır. Tutuklanan mebuslar daha sonra Malta Adası’na gönderilir.
İstanbul’un işgali üzerine Mustafa Kemal, İstanbul’da ki koşulları da göz önüne alarak “bu telgrafı bir dakika geciktiren vatan hainidir” notuyla “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki yabancı birliklerin silahları alınarak bölgeden uzaklaştırılmalarını, Gevşe ve Ulukışla yakınlarındaki demir yollarının tahrip edilmesini, Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasını emreder.
19 Mart 1920’de “ İstanbul’da Meclis-i Mebusan dağıtıldığından, yeni bir Meclisin Ankara’da toplanması, dağıtılmış meclisin mebuslarından gelebilecek olanların Ankara’ya gelmesi ve ayrıca seçim yapılması” çağrısında bulunur ve hazırlıkları başlatır.
23 Nisan 1920’de, seçimler sonunda 232 mebus belirlenir, 13’ü Malta’dan sürgünden 14 mebusun katılımıyla mebus sayısı 338 olur. 115 mebusun gelmesiyle Meclis-i Milli, Sinop mebusu Şerif Bey’in başkanlığında saat 14’te toplanır. Mustafa Kemal’in açış konuşmasıyla oturum başlar. İkinci gün mebus sayısının 127 olduğu tutanaklara geçirilir. Mustafa Kemal söz alarak 4 saat boyunca Mondros Mütarekesinden meclisin açılış tarihine (30.11.1918-23.04.1920) kadar geçen sürede yaşananları ayrıntılı biçimde anlatır. Öğleden sonra yapılan oturumda katılan 120 mebustan 110’nun oyu ile Mustafa Kemal, Millet Meclisi birinci başkanlığına seçilir. 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilir.
Kurtuluş mücadelesi, Mustafa Kemalin liderliğinde, Müdafaa-ı Hukuk Grubunun desteğinde, Meclis Hükümetinin yönetiminde, Millet Meclisi’nin denetiminde, 9 Eylül 1922’ye kadar iç düşman ezilene, dış düşman sürülüp denize dökülene kadar sürer. 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanır, 7 Aralık 1922’de “Halkçılık” ilkelerine dayanan bir parti kurulmasının düşünüldüğü açıklanır.
1 Kasım 1922 Saltanat kaldırılır, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanır, 9 Eylül 1923’de Müdafaa-ı Hukuk Grubu Halk Fırkası’na dönüşür, 13 Ekim 1923’te Ankara Başkent olur, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçilir, İsmet Paşa ilk cumhuriyet hükümetini kurar.
3 Mart 1924’de Halifelik kaldırılır, Eğitim Birliği Kanunu (Tehvid-i Tedrisat) kabul edilir, 11 Mart 1924’te Ulus ve Cumhuriyet esasına dayanan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yürürlüğe konur.
30 Kasım 1925’te Tekke, Zaviye ve Türbeler kapatılır, Tarikatlar yasaklanır, 1926 yılında Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Kabotaj kanunları çıkarılır, 1928’de Uluslararası sayılar, 1 Kasım 1928’de Latin Harflerine göre düzenlenmiş Türk ABC’si, 3 Haziran 1930’da kadınların belediye seçimlerine katılmaları, 21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu kabul edilir, Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadı verilir. “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Efendi, Bey, Beyefendi, Hanımefendi, Hazret” gibi lakap ve unvanların kullanılması, “din ve mezhep mensuplarının mabetler dışında ruhani giysi giymesi” yasaklanır.
1927’de cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik ve milliyetçilik olarak tanımlanan dört ilkeye, 10-18 Mayıs 1931 tarihlerindeki üçüncü parti kurultayında devletçilik ve inkılapçılık ilkelerinin katılmasıyla CHF’nin amblemi 6.Ok olur, Türk Devriminin ilkeleri olarak 5 Şubat 1937’de 1924 Anayasının ikinci maddesine eklenir.
10 Kasım 1938’de ulusçu, devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK yaşama gözlerini yumar, Cumhuriyet ve ilkelerini gençliğe ve Türk ulusuna emanet eder; tüm mal varlığının koruyuculuğunu CHP’si ve hukuka, yararlanılmasını Türk Tarih Kurumu’na, Türk Dil Kurumuna, AOÇ’ni ise Ankara Belediyesi ile halka bırakır.
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF-1935’ten sonra Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak İtilaf Devletleri’ne teslim olması sonrası, teslimiyete karşı çıkan Anadolu topraklarının çeşitli kent ve kasabalarında oluşturulan ve milli mücadelenin ilk örgütlenmeleri olan cemiyetlerin, 7 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal’in liderliğinde birleşerek oluşturdukları Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’nin 9 Eylül 1923’de Fırkaya (Partiye) dönüşmüş örgütlenmesidir. Bu nedenle CHP’si fiilen 7 Eylül 1919’da kurulmuştur.
CHP’nin genel başkanları sırasıyla
Mustafa Kemal ATATÜRK (1919-1938/ 18 yıl)
Mustafa İsmet İNÖNÜ (1938-1972/ 34yıl )
Mustafa Bülent ECEVİT (1972-1980/ 8 yıl)
Deniz BAYKAL (1992-1995, 2000-2010/ 13 yıl)
Hikmet Çetin (1995-1995/ 1 yıl)
Mehmet Altan Öymen (1995-2000/5 yıl)
Kemal KILIÇDAROĞLU (2010-2023/13 yıl)
Özgür ÖZEL (2023-……)
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun başlattığı Değişim söylemi eşliğinde yapılan Kurultay’da, delegelerin çoğunluğunun oyunu alarak, partinin iş ve eylemlerinden sorumlu tutulan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlıktan indirilerek Özgür ÖZEL yeni genel başkan seçildi, parti meclisi, yönetim ve yerel teşkilat yenilendi, seçimlerde hayal kırıklığına uğramış partide ve partiye oy veren seçmende bir umut ve hareketlenme yarattı. Bunun başarılı olup olmadığının ilk sınavı 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler olacak.
Yukarıda CHP’nin gelişimini ve Türk Devrimi ile özdeşliğini belirtmeye çalışırken; İsmet Paşa’nın toplumun çoğunluğunun Türk Devrimini özümsemeden çok partili sisteme geçişine, Köy Enstitülerin kapanışına sessiz kalışına; Bülent Ecevit’in demokrasi adına laiklik ve Atatürk karşıtı, dinci Milli Selamet Partisi ile hükümet kurmasına, çalışanları hedef alarak “kimseye diyet borcumuz yok” demesine, laiklik inançlara saygısızmış gibi “inançlara saygılı laiklik” diye söylemde bulunmasına; Deniz Baykal’ın Cumhurbaşkanı olma düşüyle RTE’ye inanarak Anayasa’nın değişimine ve yasaklıya siyaset yolunun açılmasına, kara çarşafa parti rozetini takmasına, star gibi puslu dumanlı merdivenlerden inmesine; Kemal Kılıçdaroğlu’nun “ülkede laiklik sorunu yok” demesine, sağa yaklaşarak iktidar olacağına sanmasına, Alevilik nedeniyle “seçilecek aday değil” iddiasının parti içinde de sürdürülmesine, ilişkin olayların ve saptamaların CHP’nin ideolojik ve siyasi duruşu açısından elbette üzerinde durulması ve tartışılması gerekir.
CHP bir kitle partisidir, her sınıftan her kesimden üyesi ve desteği bulunur, ancak partinin ideolojik ve politik çizgisi değişmez, değiştirilemez. Bu çizginin, devletin bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü, ulusun birliği, yurttaşın eşitliği temelinde Türk Devriminin değerlerini ve ilkelerini korumak, demokrasi, sosyal adaleti ve hukukun üstünlüğünü savunmaktır.
Ne yazık ki Bülent Ecevit döneminden itibaren CHP, dinciliğin ve ekonomik liberalizmin girdabına sokulmuş, sağcılaştırılmış seçmenin oyunu alarak iktidar oluruz sanısına kapılmış, cumhuriyetin kazanımların yok edilmesine, varlıkların özelleştirme adı altında yağmalanmasına, eğitimin dinselleştirilip gericileştirilmesine, adaletin çürütülmesine, üretim ve tüketim dengesinin bozulmasına, üreticinin tüketici olmasına karşı güçlü direnç göstermemiş, sağcı partilerle işbirliği yaparak, emekçi sınıf ve katmanları dışlayarak yapılanlara seyirci kalmıştır.
Ekrem İMAMOĞLU sözcülüğünde, Özgür ÖZEL liderliğinde CHP nasıl bir DEĞİŞİM yapacak merak konusudur. Fabrika ayarlarına dönecek mi, liberal ekonomi yandaşlığını ve popülist politikalarla sağcılaşma yarışını sürdürecek mi, bilinmiyor.
AKP ve MHP öncülüğünde ırkçı, dinci, ayrılıkçı partilerin Cumhur İttifakı sürüyor, Kemal KILIÇDAROĞLU’nun büyük ödünlerle oluşturduğu Millet İttifakı dağıldı. İYİ Parti, DEVA, GELECEK, SAADET, HEDEP kendi adaylarıyla seçime katılacaklarını duyurdu. Kurtuluş ve kuruluşun partisi CHP öz gücüyle seçime katılacak. Sol ve Sosyalist partilerin tutumu henüz belli değil.
CHP, geçmişinde devlet sosyalizmini uygulayan, halkçı, ulusalcı, laikliği, kadın erkek eşitliğini, karma ekonomiyi, hukukun üstünlüğünü, bağımsız ve tarafsız yargıyı savunan ilerici bir partidir. Tarihi işlevine uygun bir mücadeleyi ortaya koyması ve sürdürmesi beklenir. Ağırlıkla “yerimi buluyum yolumu buluyum” anlayışı ile oluşmuş kadrolarıyla bunu yapabilir mi, bekleyip göreceğiz.
Biz biliyoruz ki, Devrimi korumak devrimi yapmaktan daha zordur. Devrim sürecinde toplumu oluşturan sınıflar, çevreler, kurumlar ve kişiler hem hareketli hem de çok özverilidir, devrim için bütün gücüyle çalışır, karşıtları tepeler, eskiyi yıkar yeniyi yapar, devrimin ilkelerini saptar, korunmasını genel olarak halka, gençliğe, özel olarak siyasi, idari ve hukuki devlet ve kamu kurumlarına bırakır.
Devrimci cumhuriyet ve ilkeleri, halkın uyanık bekçiliğine ve gençliğe emanet edilmiştir; siyasi, idari, hukuki kurumlar, güvenlik ve sosyal örgütlerce korunacağı, savunulacağı, gözetileceği düşünülmüş ve bu kurumlar görevli kılınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni ilkeleriyle birlikte koruma konusunda, ağırlıkla tarikat ve cemaat temsilcilerinden oluşmuş Türkiye Büyük Meclisi, laik cumhuriyet karşıtı söylem ve eylemleriyle öne çıkmış cumhurbaşkanı, sekretarya konumuna sokulmuş hükümet, hükümetin emir ve talimatıyla çalışan merkezi ve yerel yönetimler, bağımsızlığı ve özerkliği yok edilmiş kurumlar, siyasallaştırılmış yargı, ordu ve polis teşkilatı, işlevini yapamaz, sorumluluklarını yerine getiremez duruma düşmüş, vicdan hürriyetini, laikliği, cumhuriyet ve devrimlerini korumak yerine tahribe yönelmiştir.
Laiklik, din ile devlet işlerin ayrılması, devlet ve toplum yönetiminde temel kuralların dini kurallara dayanmaması, yönetimin din ve mezhepler karşısında tarafsız olması, eşit mesafede durması, eşit davranması, dünyevi yaşamın dünyevi kurallara göre düzenlenmesi, uhrevi yaşamın kişinin özeline ve vicdanın bırakılması, devlet ve toplum yaşamına karışmasının devlet kurumlarınca ve yasalarla önlenmesidir.
Meclisin çoğunluğu, cumhurbaşkanı, hükümet, bakanlar, merkezi ve yerel teşkilatlar, valiler, kaymakamlar, okul ve üniversite yönetimleri, rektörler, dekanlar, müdürler, ordu ve polis teşkilatı, yargı, sağcı siyasi partiler, dernekler, sendikalar, meslek kuruluşlarını bu kurallara uymadığı çok açık.
Meclis, dini eğitim ve öğretimi laik eğitimin önüne geçirmek için 110 ilahiyat fakültesi, 56 İslam bilimler fakültesi, binlerce imam hatip okulu, on binlerce kuran kursu faaliyet gösterirken, yetmez gibi İslam akademisi açıyor, yüksek yargı adli binaların açılışını dini gösteriye dönüştürüyor, Ankara Cumhuriyet Savcılığı adliyede kuran kursu açıyor; cumhurbaşkanı ülkeyi “Nas” la yönetiyor, cami açılışlarında, şehit cenazelerinde siyasi nutuk atıyor; hükümet imam hatip okullarını laik okullar yerine geçirmek için gecesini gündüzüne katıyor, valiler, kaymakamlar, komutanlar, yargıçlar, rektörler, dekanlar, tesislerde ayetli, hadisli açılışlar yapıyor, mezuniyet törenlerinde dinsel söylemlerde bulunuyor, sarıklı, türbanlı, kara çarşaflı gösteri yapılıyor, “Kahrolsun Laiklik” diye slogan atıyor; kadın subayın, polisin, hâkimin, öğretmenin, hemşirenin, avukatın, kamu çalışanının, “özgürlük” adına başına türban geçiriliyor; küçük çocuklar tarikat yuvalarında tutuluyor, takke ve örtüleriyle kurslara ve camilere götürülüyor, laik eğitimin dinselleştirilmiş için imam hatip okulları temel okullar haline getiriliyor; diyanet işleri başkanı elinde kılıç ülkenin kurucuna lanet okuyor, diyanet bütçeden en büyük payı götürüyor, sınırsız yetkili, sorumsuz Reis ülke kurucularına “iki ayyaş” diyor, cumhuriyeti kuran siyasi parti de bu olanlara cılız sesler çıkarıp, seyirci kalıyor.
Laikliğin “Özgürlük” olduğunu kavramayan solda bir kesim “Özgürlükçü Laiklik” diye bir nakarat tutturmuştu. Şimdi bu nakaratı AKP kullanıyor. Bunlar, devletin, dinin siyaseten kullanılmasını engellemesini, din istismarını önlemesini baskıcılık olarak niteliyor. Din bezirgânlarının müdahalesi önlemezse varılacak yerin laikliğin yok edilmesi, laik devletin din devletine dönüştürülmesi, toplumun ve insanların geleceğinin, ırk, din ve mezhep kavgalarıyla karartılması ve kanlanması olasılığı cumhuriyeti korumakla görevli organ ve kurumlarca görmezlikten geliniyor.
İrtica, hükümet eliyle önce ezanın Türkçe okunmasını engelledi, ilk, orta ve liseye seçmeli din dersi koydurdu, Kur’an kurslarını yaygınlaştırdı, sonra din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile dini öğretimi okullara sokup zorunlu hale getirdi, gençlerin ve çocukların başına türban ve takke geçirdi; diyaneti palazlandırıp bütçeden büyük pay aldı, imam hatip okulları açarak dinci eğitimi temel eğitim yaptı; dinci hâkim, savcı, doktor, eczacı, hemşire, mühendis, öğretmen, dekan, rektör, subay, komutan ve polisi devlet kadrolarına yerleştirerek, yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı ele geçirerek, devrimci laik cumhuriyeti çürüttü, tasfiyeye yöneldi.
Her türlü olumsuzluğa rağmen, kurtuluşun ve kuruluşun partisi mücadeleci özüne dönerse, halka önderlik ederse, emekçi halk yığınları, ulusal ve sınıfsal devrimci yurtseverlerce desteklenir, ülkede çok şey değişir. Devrimci Laik Cumhuriyet ayağa kalkar, emperyalist sömürüye dur der, eğitime, tarıma, sanayileşmeye, bilimsel üretim ve yatırıma yönelir, sosyal adaleti sağlar, ırkçılık, ayrılıkçılık, sömürü biter; yobaz taifesi, emperyalizmin iş birlikçisi vatan hainleri silinip süpürülür, yağma, hırsızlık, yolsuzluk yaparak suç işleyenlerin hesabı görülür, günlük ve gülistanlık yarınlara mutlaka varılır. Gerçek değişim budur, gerisi sanaldır, laf-ı güzaftır.
Bu yazıyı 09.12.2023 tarihinde yazmıştım, dostlara göndermiştim. Ana Fikir sitemiz, Sevgili Metehan Akbulut’un kaybı nedeniyle yayın hayatına ara verince sitede yayınlanmadı. Sevinçle öğrendik ki sitemiz yayına başladı. Bende bu yazının, bazı eklemelerle site okurlarına ulaşmasının yararlı olacağını düşündüm.
Bildiğiniz gibi, Millet İttifakı dağıldı, ittifakı oluşturan partiler 31 Mart 2024 yerel seçimine ayrı ayrı katıldı. İYİP göçtü, diğer partiler düşük düzeyde kaldı, bir tek CHP “yurttaş-vatandaş” ittifakı sloganıyla seçimde birinci parti çıktı, yerelde iktidar oldu. TKP, TKH, Devrimci Hareket ve Sol Parti Sosyalist Güç Birliği, TİP, EP, DEM Emek ve Özgürlük İttifakında yer aldı, HKP tek başına seçime katıldı, TİP ittifak içinde ayrı liste çıkardı.
CHP, AKP’den üç büyük şehir (Bursa, Balıkesir, Denizli). 7 il (Adıyaman, Kırıkkale, Kilis, Afyonkarahisar, Uşak, Giresun, Zonguldak), MHP’den 1 büyükşehir (Manisa), 4 il (Kütahya, Bartın, Kastamonu, Amasya) aldı; AKP’ye Hatay büyükşehri, MHP’ye Kırklareli ilini kaptırdı.
CHP, 31 Mart 2024 yerel seçiminde, 11 olan büyük şehri 14’e, 10 olan ili 21’e, 187 olan ilçeyi 337’ye, 48 beldede olmak üzere toplamda 420 belediye başkanlığı kazandı. 2019’da kazandığı büyük şehir ve il belediye başkanlığını 21’den 35 çıkararak birinci parti oldu, yerelde iktidara geldi, erken genel seçim talebimiz yok, hedefimiz 2028 genel seçimle iktidar olmak dedi.
AKP, CHP’ye 3 büyükşehir 7 il, MHP’ye 2 il (Gümüşhane, Tokat), YRP’ye 1 büyükşehir (Urfa) 1 il (Yozgat), DEM’e 2 il (Ağrı, Iğdır), BBP’ye 1 şehir (Sivas), İYİP’ye 1 il (Nevşehir) kaptırdı; toplamda 12 büyükşehir, 12 il, 359 ilçe, 124 belde olmak üzere 507 belediye kazanarak, ikinci sıraya düştü, yerelde iktidarı kaybetti, korktu, iktidardan gitmemek için devam dedi.
YRP, AKP’den 1 Büyükşehir (Ş. Urfa), bir ili (Yozgat) aldı, 39 ilçe 19 belde olmak üzere 60 belediye kazandı, oy oranı olarak üçüncü sıraya oturdu, Necmettin Erbakan’ın “milli görüş” çizgisi ile bizde varız dedi.
DEM, 3 Büyükşehir (Diyarbakır, Mardin, Van), 8 il (Ağrı, Batman, Hakkâri, Iğdır, Muş, Siirt, Şırnak, Tunceli), 58 ilçe ve 7 belde ki toplam 76 belediyede başarılı oldu; Kars’ı MHP’ye kaptırdı, 2019 seçimlerine göre oy kaybı yaşasa da 4.ncü parti konumunu korudu.
MHP, Kırklareli’ni CHP’den, Kars’ı DEM’ den aldı; 1 Büyükşehir (Manisa), 4 ili (Bartın, Kütahya, Kastamonu, Amasya) CHP’ye, 2 ili (Ağrı, Iğdır) AKP’ye kaptırdı, 8 il (Çankırı, Erzincan, Gümüşhane, Kars, Kırklareli, Tokat, Karaman, Osmaniye), 122 ilçe, 54 belde olmak üzere 184 belediye kazandı, oy oranıyla 5 sıraya düştü; yaşıyoruz, yaşasın cumhur ittifakı dedi.
BBP, 1. İl (Sivas), 14 ilçe, 6 belde;
İYİP, 1. il (Nevşehir) AKP’den aldı, 17 ilçe, 4 belde;
Saadet Partisi, 4 ilçe; Demokrat Parti, 2 ilçe, 3 belde;
DSP, 2 ilçe; Deva: 1 ilçe, 3 belde; Hüdapar; 1 belde;
Sol Parti: 1 ilçe (Tunceli/Hozat), 1 belde (Aksaray/Saratlı);
TİP: 1 ilçe (Samandağ), 1 belde (Yozgat/Bahadın);
Bağımsızlar. 13. İlçe ve belde.
31 Mart 2024 yerel seçime 35 parti girdi, yukarıdaki partilerin dışında solcu, sağcı birçok parti umduğunu bulamadı.
AKP yörüngesindeki YSK, Van hariç, Hatay dâhil birçok il, ilçe ve beldelerde yapılan itirazları reddetti; Kayseri Pınarbaşı, Şanlıurfa Hilvan, Karay Güzelyurt ilçeleri ile Sivas Yıldızeli Güneykaya, Kırklareli Lüleburgaz Büyükkarıştıran, Tunceli Mazgirt Adapazarı, Aksaray merkez sağlık beldelerinde seçimleri iptal ederek yenilenmesine karar verdi; yenilenme sonunda Kayseri Pınarbaşı yine CHP’nin elinde kaldı. Karar verilen yerler dışındaki tüm seçim çevresine ilişkin kesin sonuçları 6 Mayıs’ta YSK açıklayıp ilan etti; iktidar baskısı ve yönlendirmesi altında “yargı denetim ve gözetiminde” yapılan seçimlerin de güvence olmadığını gösterdi.
Seçim sonuçları üzerine tartışmalar sürerken, belediye ve oy yönünden büyük kayba uğrayan cumhur ittifakı iktidarı, hesap vermekten korktuğu için, demokratik ülkelerde olduğu gibi istifa etmeyi düşünmedi; laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak, merkezi yönetimin elinde olmasından yararlanarak demokrasi ve hukuk dışı uygulamalarını sürdürerek, yargıyı sopa gibi kullanarak, karşıt kişilere, partilere ve toplumsal kesimlere yönelik baskıyı yoğunlaştırarak yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor; biriktirdiği ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuksal sorunlar nedeniyle çırpınıyor. Görelim bakalım “Mevla ne eyler ne eylerse güzel eyler!”
24.08.2024 Av. Mehdi BEKTAŞ