Search
Close this search box.

Devrimci Mirasın Emektarı Sırrı Öztürk’e Dair…(1)- Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

DEVRİMCİ MİRASIN EMEKTARI SIRRI ÖZTÜRK’E DAİR…(1)

                                   “SON MOHİKAN”

Hakkı ZABCI

 

“Filozoflar dünyayı yalnız tarif ettiler, aslolan onu değiştirmektir.” K. Marx

srrozt

 

Resimde yuvarlak içine alınan Sırrı Öztürk, ortadaki Tito Yugoslavyasındayken Partizan savaşçısı bir komünist ıken Türkiye’ye geldikten sonra Tütün ışçisi olarak komünistliğe devam eden ve THKP/C sanığı olan Recep Serbest, sol baştaki de Av. Talat Tarakçı.

2015 yılının Haziranının başında 60’lı yılların ikinci yarısında, SBF’de okumuş ve dönemin ağır sol havasını ciğerlerine çekmiş “uslanmaz ihtiyarları”, nadiren gittikleri Mülkiyeliler Birliği bahçesinde bir masanın etrafına tünemiş, alışageldiği üzere siyasete yatmışlardı.

Masada uslanmaz ihtiyarlar olunca misafiri de çok olur. Gelen oturur, oturduktan sonra da kalkmak bilmez. Bir ara kendini sinemadan emekliye ayırmış huysuz ihtiyarlardan yakın bir arkadaş gruba ilişti. Merhaba bile demeden “Cumhuriyet’te Can Dündar’ın Mahirlerin kaçışı ile ilgili yazı dizisini okudunuz mu?” dedi. Yanıt alamayınca “Sinemadan elimi eteğimi çektim ama yine de bilirim bir senaryo nasıl yazılır. Can Dündar’ın senaryosu çok kötü. İşi metalaştırıp piyasaya sürerek Mahirlerin piyasalaştırılması beni yaraladı. Piyasa beraberinde tahrifatları getirir. Bu tarihin tahrifatıdır.” diye dert yandı.

Mahirlerin Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçışları konu olunca benim ilk aklıma gelen Sırrı Ağabey (Sırrı Öztürk) oldu. Bunu masadakilere aktardım. Masada hiç kimse Sırrı Öztürk’ü tanımıyordu!… Daha da önemlisi Sırrı Öztürk ismini ilk defa duyuyorlardı!

Beni bu yazıyı yazmaya iten neden, yaşı kemale ermiş solcuların dahi Sırrı Öztürk’ten habersiz olmalarıdır. Ki o Sırrı Öztürk dillerden düşürülemeyen 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin baş mimarlarındandır. Ki o Sırrı Öztürk Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçış ve sonrasında, ailesi ile birlikte önemli roller üstlenmiş bir devrimcidir. Gelin görün ki, Aydın Engin referansı ile Can Dündar tarafından kaleme alınan Mahir’lerin kaçışı ile ilgili tefrikada Sırrı Öztürk’ün ismi dahi geçmemekte, “Kocaeli’nden bir sendikacı da koğuşta vardı” denmekle yetinilmektedir. Sanki okurdan onun ismi gizlenmiş. Sol kesimden kimi yazarlar ya oto sansür uyguluyorlar ya da sus pus sessiz kalıyorlar. Bazıları da ahlaksızca “sinsi abluka” yöntemini uyguluyorlar. Daha da berbatı spekülasyonlara başvurarak karalama kampanyalarına girişiyorlar. Daha açık ifadesi ile sahte solun sahte liderleri Sırrı Öztürk ile toplum arasına bir duvar örmek istiyorlar. Bu duvar yıkılırsa, inanıyorum ki, yakın tarihimizin tahribatının da bir nebze önüne geçilebilecektir.

Bu yazı ve bu yazının fasıllarıyla, bu duvarı yıkmak için çaba göstermek istedim.

Bir ağabey olarak çok sevdiğim, bazı konularda ayrı düşünmekle birlikte baş eğmez devrimci kişiliğine müthiş saygı duyduğum Sırrı Öztürk’ü yazmak o kadar kolay değil. Belli başlı büyük sol eylemlerde aktif rol almış, hayatı boyunca toplumsal mücadeleden vazgeçmemiş ve bu arada otuz beş kitap yazmış birisini yazmak o kadar kolay değil. Becerebilirsem onu size tanıtmaya çalışacağım. Yazıyı birkaç bölümde vermeyi deneyeceğim.

Nereden başlayayım diye düşündüğümde, onun kişiliğinin yansımasında önemli yer tutan “tevazu” ve “disiplin” kavramlarını içeren “tevazunun disiplini” konusunu işlemeyi uygun buldum. Bunu canlı bir örnekle açacağım. Bu aynı zamanda sondan geçmişe yolculuğun bir rotası olacak.

TEVAZU, DİSİPLİN VE SIRRI ÖZTÜRK

2014 yılının Eylül ayında Sırrı Ağabey bana birkaç yazı göndermiş ve yazılar üzerine varsa eleştirilerimi ve katkılarımı istemişti. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, herhalde biraz fazla oldu ki beni telefonla aradı. Hoşbeşe girmeden “Sana üç yazı göndermiştim. Düşüncelerini sormuştum. Yanıt vermedin. Bak. Benim bir tek sabit telefonum var. Senin cep telefonun var, bilgisayarın var, elin ayağın tutuyor. Kendini bir yerden bir yere rahatlıkla taşıyabiliyorsun. Ben yerime çakılıyım. Bana bir cevap vermen gerekmez miydi? Devrimci adam sorumluluk sahibi adamdır. Devrimci adam disiplinli adamdır. Devrimci adam sözünün eri adamdır” diye beni yaylım ateşine tuttu. Yazıları gönderirken ki “tevazusu” eğilmez bükülmez bir “disipline” dönüştü. Kendisinin çokça kullandığı “tevazu gösterme essah sanırlar” özdeyişine gönderme yapar gibiydi. Ateşe devam edecekti ki “Haklısın ağabey” dedim. “Ama benim de bir mazeretim, bir hastam vardı, o yüzden Ankara dışındaydım, onun için zaman bulamadım” diye ilave ettim. “Kimmiş hastan” dedi. “Bir arkadaşım. Nasuh” dedim. Duraksadı, telefonda bir sessizlik oldu sonra yutkunarak “Bizim Nasuh mu” sesi belli belirsiz duyuldu telefonda. Evet yanıtını alınca ateşi kesti ve “Kırklareli’ne gittiğinde geri getirmek şartıyla beni de götürebilir misin? Bizim eczacı Necmi aracılığıyla ondan haber alıyorum ama dünya gözü ile hapishane arkadaşımı görmek istiyorum” dedi. “Olur” dedim. O hoşçakal bile demeden telefonu kapattı. Üzülmüştü.

Sırrı Ağabey kanserdi. Beş yılı aşkın bir süredir kolon ve karaciğer kanseri ile boğuşuyordu. Seksen iki yaşındaydı ve günlerinin sayılı olduğunu düşünüyor, bir şeyler yapabilmek için zamanla yarışıyordu. Zamanla yarışmanın içinde Nasuh’u görmek de vardı. Ama, heyhat, Nasuh kanatlandı gökyüzüne. Nasuh’u görmek kısmet olmadı onun için.O, o sıra İstanbul Çapa Acil Serviste yatıyordu, Nasuh’u yolculamaya çok istediği halde, doktorlar bırakmadığı için gidemedi. Sonra, çok geçmeden o da, hem de Nasuh’un Gaziosmanpaşa’da yattığı hastaneden uçtu yıldızlara. Proleter devrimci kimliğine yakışır biçimde o gün için özenle sakladığı bayrağına sarılarak dini törensiz Gazi Mezarlığı’nda bir tarafında Mahir Çayan’ın posteri, diğer yanında Mustafa Suphi’ninki sessiz sedasız doğa ile kucaklaştı. Sanki, “Ben Mustafa Suphi ile Mahir Çayan’ın senteziyim” dercesine… O son MOHİKAN’dı…

srrozt1

 

 

 

 

 

srrozt2Kimdi bu tevazu ile disiplini birleştiren adam?

 

KANLI PAZAR, 15-16 HAZİRAN İŞÇİ EYLEMİ ve SIRRI ÖZTÜRK

Sırrı Öztürk’ü ilk kez gıyabında 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Eylemleri’nde tanıdım. Bu etkinliklere katılan, İstanbul’a Ankara’dan gelen küçük grubun içindeydim. Eylemlerin ikinci gününde Anadolu Yakası’nda Kuş Dili mevkiinde polis barikatından işçilerin üzerine kurşun yağdırılırken proleter militanlığın muazzam direnişi ve atılganlığı gözler önüne seriliyordu. Bu olağanüstü durumun sırrı nedir diye soranlar “Bu işin sırrı Sırrı Öztürk’tür” yanıtını alıyordu (15-16 Haziran İşçi Eylemleri ile ilgili yazıyı ikinci fasıl olarak daha sonra yazacağım).

Bundan önce, onu tanıyanlar, onu karısı ve ressam ağabeyi ile 1969 16 Şubat’ında Kanlı Pazar’da görmüşlerdi. Kıl payı ölümden dönmüştü. ABD Emperyalizmini ve onun silahlı gücü NATO’yu, İstanbul Boğazı’na demirlemiş 6. Filoyu ve onlara payandalık eden Süleyman Demirel Hükümeti’ni protesto amacı ile düzenlenen “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”nde iki işçi arkadaşı Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç’ın polislerin gözü önünde yobazlar tarafından bıçaklanarak katledilmeleri onu devrimci sınıf partisinin ne kadar gerekli olduğu düşüncesine itecek ve bu yönde, onu, yoğun bir çabanın içine sokacaktı.

Ayrıca artık kendini savunmak için silahlanmak gerektiği fikri de dipten gelen bir dalgaya dönüşecekti.

Gerek Kanlı Pazar, gerek 15-16 Haziran İşçi Eylemleri ve bunların doğurduğu sonuçlar açısından sendikaların ve Türkiye İşçi Partisi’nin pasif tutumları Sırrı Öztürk’ü devrimci bir sınıf partisinin oluşumu için yoğun çabaya sokuyordu.

Bu süreç onu, “devrimci mücadele DEV-GENÇ ile yürütülecek kadar basit değil, mutlaka onun üstünde devrimci bir partiye gereksinim vardır” düşüncesi çerçevesinde faaliyet yürüten Mahir Çayan’a yaklaştırıyordu…

 

EKİM 1970’de ANKARA’DA YAPILAN DEV-GENÇ ve PROLETER DEVRİMCİ KURULTAYLARI ve SIRRI ÖZTÜRK

17-18 Ekim 1970 tarihlerinde Ankara’da SBF Büyük Amfisi’nde toplanan DEV-GENÇ kurultayında Sırrı Öztürk dinleyiciler arasındadır. Bu kurultayda Mahir oldukça uzun bir konuşma yapmış, bir savaş partisinin ilk sinyallerini vermiş ve Mihri Belli ile bir yol ayrımına gelindiği anlamına gelebilecek saptamalarda bulunmuştu.

DEV-GENÇ kurultayından 10 gün sonra 28-29 Ekim 1970 günlerinde yine Ankara’da bir sinema salonunda Proleter Devrimci Kurultayı toplanıyor ve Divan Başkanlığı’na Sırrı Öztürk seçiliyordu. Bu toplantıda Sinan Kazım Özüdoğru, Mihri Belli’yi açıkça karşısına alıyordu. Bu tavır, artık Mihri Belli ile yolların ayrılmakta olduğunun açık habercisi oluyordu.

THKP/C’nin oluşturulma süreci böylece başlıyordu. İlk başta kurucular arasında proletaryayı temsilen Sırrı Öztürk de bulunuyordu. Sonra çıkarılır. Buna çok üzülür ama kimseye bir şey soramaz. Alacağı yanıttan endişe duyar. Daha sonra Maltepe Askeri Cezaevi’nde bu konuyu Mahir’e açar. Aldığı yanıt onu rahatlatır. Mahir, “Ağabey biz öleceğiz, senin yaşamanı istiyoruz. Bunun için seni çıkardık ve seni kesinlikle THKP/C’ye bulaştırmayacağız” der. Gerçekten de öyle olur (Maltepe Askeri Cezaevi ve kaçış olayını yazının üçüncü faslında ele alacağım).

Sırrı Öztürk’ün partiye yaklaşımı ve bu doğrultuda partileşme sürecindeki engeller ve özellikle Kürt sorunu ile ilgili görüşlerini yazının dördüncü faslında incelemeye çalışacağım.

 

ETKİLEŞİMLER ve SIRRI ÖZTÜRK

Sırrı Öztürk, Dersim’den Erzurum’un Aşkale ilçesine göçen bir ailenin altı çocuğundan biridir. Kardeşlerinin hepsi komünist olup, kuruluşundan sonra TİP’e üye olmuşlardır. Bunların içinde sonradan Emeğin Ressamı olarak anılan ağabeyi Memedoğlu (Hüseyin Avni Öztürk), onu aile içinde en çok etkileyen kişidir.

Türkiye’de bir ilk olmasından ve Marksist-Leninist ideolojiye bağlı olarak kurulan TKP’ye (İç TKP, bunu harici büro TKP ile karıştırmamak gerekir) karşı gönül bağı vardır. Partinin Genel Sekreteri, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de katledilmeleri onu derinden sarsmıştır.

TKP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya olan hayranlığı, fikirlerinin yanısıra onun sorgu ve işkencede konuşmaması, direnci ve arkasında bir enkaz bırakmamasından kaynaklanır.

Onu en çok etkileyenlerden biri de TKP üyesi Hasan Basri Alp’tir. 1944 yılında arananlar listesine giren Hasan Basri, 1945 Komünist Tevkifatı’nda iki gün “sorguda yoğun işkence gördükten sonra” çözülmemiş, Sansaryan Han’ın dördüncü katından atılarak katledilmiştir.

Kararlı tutumlarıyla, cesaretleriyle, inançlarıyla, eylem ve davranışlarıyla Pir Sultan Abdal, Seyit Rıza, Mahir’ler, Deniz’ler, İbo’lar ve Mahsun’lar onda derin izler bırakan siyaset ve eylem adamlarıdır. Ama her şeye rağmen bunların hepsinin artıları olduğu gibi eksileri de vardır ona göre. Bu değerlendirmeler layığı ile yapılmadığı için Devrimci Mücadele’nin geleceğine takoz konulmaktadır diye düşünür.

 

DEVRİMCİ ÖNDERLİK ve SIRRI ÖZTÜRK

Devrimci önderliğin ete kimliğe bürünmüş hali devrimci bir partidir ona göre. “Parti olmazsa siyasi sonuç da doğmaz” der. Partiyi oluşturanların özgür bireylerden olması şarttır; ama bunun kolektif özgürlük temelinde var olması gerekir. Sırrı Öztürk’e göre biat kültürü ile köleleştirilmiş insan, ayakları üzerinde dikilemez. Hareket ivmesi sıfırdır. Partinin görevi sadece düşünce üretmek değil, devrime giden yolu açmaktır.

Ona göre, yalancı, ahlaksız, düzenbaz, entrikacı ve komplocudan devrimci olamaz; devrimci dublör ve suflör kullanmaz; neticeye gitmek için her yol mubahtır demez; zekâ ve beyin özürlü olamaz; bu özellikler önderlik için olmazsa olmazlarıdır ve bunların olmaması halinde toplum üzerinde güven oluşturulamaz.

Sırrı Öztürk bu konularda çok duyarlıdır. Bu duyarlılığı hayatın her alanında geçerlidir. Söz gelimi cezaevleri onun ikinci adresidir. Ama, gerekmedikçe hapiste yattığından söz etmez. Sorulduğunda, “Biz emperyalist-kapitalist sisteme çomak soktuk. O da bize tokat attı, hepsi bu” der. Yoğun işkence görmüştür, fakat arkasında hiç tahribat bırakmamıştır. Ama bir kez olsun dahi işkence gördüğünü söylememiştir. Kendi deyişiyle “İki tokat yemeden pantolonundan tezek çıkaran naylon komünistler” den değildir. Ona göre devrimci işkence de görür, hapis de yatar, ölür de. O bunun öncülük görevidir. Bunlardan söz edilemez.

Onu en iyi tanımlayan, proleter kişiliğini anlamlı kılan Marx’ın şu sözleri olmuştur:

“Genel olarak söylemek gerekirse, fikirler hiçbir sonuca vardıramazlar. Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için pratik bir gücü kullanan insanlar gerekir” Karl Marx – Kutsal Aile’den aktaran Sırrı Öztürk.

O, hep bu insanlardan biri olmayı hedeflemiştir.

Selam sana SON MOHİKAN…

Hakkı ZABCI

 

 

Not: Yazı Sırrı Öztürk’ü tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. Genişletilmesi ve tartışılması gereken konuların ayrıca ele alınmasında yarar görüyoruz.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

7 Responses

  1. Sırrı Öztürk’le, bir kitabevinin “Sol Yayınlar” bölümünün raflarından birinde, en arkada tek başına kalmış bir kitapta tanıştım. o bildik “popüler”, “çok satanlar” bölümünde değildi kitap, öyle ya, o bölümlerde hep birkaç baskı üstüste yapmış popüler sol kitaplar bulunur. Popüler sol kitapların çoğu da öznel, masalsı kişisel kahramanlık öyküleriyle doludur. Arka raflarda, dikkat çekmeyen, göz önünde olmayan bir yerdeydi kitapları. Emekçisi olduğu Sorun Yayınları kitaplarının aracılığıyla Sırrı Öztürk’le böyle bir tanışmamız oldu. Kendisiyle hiç karşı karşıya gelmedik, ama Sorun Yayınları’nın bastığı kitaplar zamanla dikkatimi çekti. Sırrı Öztürk anlatımlarında kendini olabildiğince arka planda tutuyor, hatta zorunluluk hissetmedikçe kendisinden hiç bahsetmemeyi tercih ediyordu. Bu tavrı aslında, daha sonra öğrendiğim emekçi niteliğiyle de iç içeydi. Daha sonra bir kütüphaneden, Portreler çalışmasının üç ciltlik baskısını alıp okudum. Adı gibi portre niteliğiyle, 1971 yıllarının devrimcileri gözümün önünde canlandı. Bunlarsa masal kahramanları değil, etiyle kemiğiyle bizim gibi insanlardı. Bizim gibi insanlar diyorum, ama o nesnellik içinde, zor koşullarda gösterdikleri onurlu tavır, ahlaklı ve fedakar tutum daha bir yüce görünüyordu insanın gözüne. Yaşamın bütün canlılığı, onların insan sınırlılıkları içinde gösterdiği insanüstü çabada yansıyordu. Kitaplarının neden “popüler” olmadığını biraz biraz anladım. Bu kitaptaki kahramanlar bildiğimiz masal kahramanlarına hiç benzemiyordu. Avantür, macera sosuna bulanmış, tahrif edilmiş bir tarih yoktu. Gerçek tarih vardı, bir işçi sınıfı önderinin gözünden, yaşanmış tarihin kendisi. Hakkı ağabey de bu yazısında bu yalınlığa, gerçekçiliğe dikkat çekmiş. Elbette ki S. Öztürk’ün görüşlerinde, düşüncelerinde katılmadığım, hiç de paylaşmadığım bir çok nokta var. Sanırım yazının ilerleyen bölümlerinde -ki ben de bir okur olarak sizinle birlikte, okudukça öğreneceğim- Öztürk’ün görüşleri tartışılırken bunlar yavaş yavaş meydana çıkacak. Ama emekçiliğine, tavrına, duruşuna milim halel getirmeden, dobra dobra söylediği sözlere, gerçekçiliğine kimse bir söz söyleyemez. Günümüzde bunların hepsi bir değerdir. Ne yazık ki ülkemizin içinden geçtiği toplumsal çürüme ve yozlaşma dönemlerinde bu değerlerin de esamisi pek okunmuyor. Tam da bu nedenle Sırrı Öztürk gibi duruşunu muhafaza etmeyi başarmış kişileri, önemli değerler olarak toplumumuza, gençliğe yeniden tanıtmak vazgeçilmez bir sourmluluk, bir görev halini alıyor. Bu görevi yerine getirdiği için, Hakkı ağabeyimize teşekkürü bir borç bilirim. Umarım bu gibi yazıların, “Portrelerin” devamı gelir de, unuttuğumuz ve o çok ihtiyacımız olan değerleri yeniden gün ışığına çıkartırız. Hep birlikte…

  2. Hakkı Zabcı bu bölümün yazısını “selam sana son Mohikan” diye bitiriyor. daha doğrusu bitirmiyor. Sırrı Ağabey’i aramıza yeniden tanış olmaya davet ediyor.
    Yapamayacağı şeyleri savunmuyor Öztürk. O bir devrimci. Mütevazı. Yaptıkları gurur verici. Nedir kişisel özellikleri: Disiplinli, terbiyeli ve ahlaklı oluşu. Aynı zamanda sınıfsal kökeni ve eylem adamlığı. Tek başına ideolojik-politik ve demokratik bir unsur olabilmesi. Sınavlardan tevazu ile geçmesi. Cezaevinde dirençle kimliğini koruması. Örnek bir komünist olması. Tıpkı ser verip sır vermeyen komünist önder Kaypakkaya gibi… Mahir gibi. Nice toplumcu düşüncenin emekçisi gibi.
    Yazmış işte Zabcı Ağabey;” Ona göre, yalancı, ahlaksız, düzenbaz, entrikacı ve komplocudan devrimci olamaz; devrimci dublör ve suflör kullanmaz; neticeye gitmek için her yol mubahtır demez; zekâ ve beyin özürlü olamaz; bu özellikler önderlik için olmazsa olmazlarıdır ve bunların olmaması halinde toplum üzerinde güven oluşturulamaz.” Sayılan bu olumlu özelliklere (Makyavelist olmama, fesat (karıştırıcı) olmama, gerçeklerden yana olma ve toplumculuğun ete kemiğe bürünmesi) sahipseniz ne mutlu size,ne mutlu bizlere. Ayrıca devrimci bir mücedele örgütünün gereksinimi; Devrimci Yol’un bu gereksinimi yetersiz kadroları nedeniyle teorik kılıflar bularak hep ötelemesi bizi bu günlere getirdi. ‘Şimdiki kadroları’ havanda su dövmekle meşguller. Geçmiş olsun diyemiyorum ne de olsa bizden sayılırlar ve ufak da olsa demokratik kazanımların genişlemesine ihtiyaç var.
    Yazdıklarınız karşılığını buluyor ve bulacak ağabey. SERKAN YAMAN

  3. Sırrı ÖZTÜRK’ü tanıtan güzel bir çalışma olmuş. Önceki yazılarınızdan birinde “Ustanızı” anlatacağınız bir yazı kaleme alacağınızı ifade etmiştiniz. O yazıyı da beklemekteyiz. Saygılarımla

  4. öldüğünde, arkasında bir hırkasını ve bir işçi emeklisi aylığını bıraktı sadece , dünya malı olarak….
    bir de yazılar…yazılanlar…kitaplar..anılar….
    Ve bir de, anlaşılmaz, anlamlandırılamaz küslükler….
    Sol tarihimiz içinde, ortaya çıkan bir çok negatif karaktere karşı, belki de ” küsmek den başka” bir yol bırakılmadı….
    Kanaatimce, babamın tek eksiği, bu küsme halini, olağan üstü abartmasıydı.
    Tüm yaşamı gözlerimin önünde…
    Zaman zaman da hak vermiyor da değilim ya…
    Puşt olmayana…
    Hırsız olmayana….
    Tacizci olmayana…
    İhbarcı olmayana….
    Küsmeden devam etmeli insan yoluna…
    Cevahiri sol memenin altında, hatalarıyla birlikte
    atan tüm namuslu insanlar ile beraber…

  5. gecen yildan beri buyuk bir yaprak dokumu yasiyorsun..sana ve diger dostlarina uzun omurler diliyorum..Senin o guzel yuregin bu yaziyi yazarken farkli duygulanmis..maalesef ben pek anlamasamda ,sanirim boyle kayip,adi bir taraflarda hatirlanmayan gercek kahramanlar cogunlukta,Sirri sansli ki senin gibi bir dostu var ,onu farkli bir sekilde yeniden yarattin..Can dundar’a gelince belki arasturmasi eksik ama bu onun tarzi,konusma bicimi de oyle sanmiyorum ard niyey olsun.. bence o da kendine gore birseyler yapmaya gayret ediyor..Sadece Uslup farki…
    icim ciz etti derler ya iste oyle okudum..Isiklar icinde uyusun Sirri ve onun gibi adi topraga gomulmus herkesler..Uslanmaz ihtiyarla ve onlari takip edenlere selam olsunx

  6. Ağabey, Sırrı Öztürk’ün ardından çok fazla yazan olmadı. Yazanlar da iyi güzel şeyler yazdılar, sağolsunlar.
    Ama herhalde -devamında da göreceğimiz üzere- en kapsamlı olanı sen yazıyorsun.
    Teşekkür ederken devamını merakla beklediğimi de ayrıca söylemek isterim.
    Selam ve sevgilerimle

  7. Tarihsel birikimin bir “KOCA” neferini ustalıkla ve muhabbet havasında yazıya dökmek ancak gönül hemhallığı ile mümkündür…Dost Zabcı’yı takdirlerimle selamlarken, SIRRI ağabeyimize Allah’tan rahmet dilerim ve kaanatimce yaktığı meşalaleri ile beşeri coğrafyamızın o hakikat nurlarından birisidir…baki selamlar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir