Şeriatçıların ve ayrılıkçıların Suriye’ye özgürlük ve demokrasi getireceği vurgulanıyor.
Bizde kardeşler ve komşular arası sorunlarda sıkça söylenen bazı sözler vardır: “Gardaşın varsa düşman arama”, “Gardaşın gardaşa ettiğini düşman düşmana etmez”, “Ev alma komşu al”, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” “Komşunun tavuğu komşuya Kaz görünür”, “Gülme komşuna gelir başına”, “İyi komşu akrabadan yeğdir” derler.
Hani ülke olarak biz, Irakla, Suriye ile dost ve kardeştik; tarihten gelen birliğimiz, beraberliğimiz vardı? Ne oldu böyle, komşunun içişini karıştırıp emperyalizmle birlikte parçalamaya, meşru yönetimlerini yıkmaya yardım eder olduk?
Mustafa Kemal öncülüğündeki Kuvva-ı Milliye devrimcileri, I. Dünya Savaşı sonrası parçalanan Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde Türk ordusunun elinde kalan toprakları Misak-ı Milli ile sınırlayarak, halkla birlikte emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verdikleri kurtuluş mücadelesi sonucu halkçı, devrimci, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarlar.
Bu cumhuriyetin temel özelliği, halkçı, ulusal, laik ve devrimci olmak, emperyalizme karşı çıkmak, bağımsızlığı savunmak, aklı ve bilimi yol gösterici kabul etmek, yurtta ve dünyada barışı savunmaktır.
Bu ilkelerle II Dünya Savaşını geçiştirip çok partili siyasi hayata geçen Türkiye Cumhuriyeti, dinci, gerici, emperyalizmin işbirlikçisi liberal iktidarların ihanetine uğrar.
1950’de iktidara gelen Bayar ve Menderes liderliğindeki Demokrat Parti iktidarını, Demirel’in başını çekti Adalet Partisi, Özal’ın başında bulunduğu Anavatan Partisi, Tansu Çillerin yönettiği Doğru Yol Partisi, Erbakan’ın ve Türkeş’in içinde yer aldığı Milliyetçi Cephe (AP-DYP-MHP-MSP) iktidarları ile Abdullah Gül ve RTE’nin başını çektiği AKP iktidarı döneminde ihanetler somutlaşır.
DP iktidarı, emperyalizmle kol kola girerek, bağımsız devlet ve ulus olma, emperyalizme karşı çıkma, “Yurtta Barış Dünyada Barışı” savunma ilkelerini çiğneyerek, Ahmet Ben Bella liderliğindeki (1954) Cezayir Kurtuluş Savaşı’na karşı tavır alarak, BM’de Cezayir’in bağımsızlık oylamasında (1958) çekimser kalarak, ilk ihaneti gerçekleştirir.
1983’de iktidar olan Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi iktidarı, ABD’nin Irak’ı işgaline “Bir Koyup Üç Alalım” diye destek olarak, Irak’ın Kürtler, Arap Sünniler, Arap Şiiler arasında bölünmesine katkı sunarak ihaneti sürdürür.
2002 yılında iktidara gelen Abdullah Gül ve RTE liderliğindeki AKP iktidarı, Kürt ayrılıkçıları koruyup kollayarak, “Gardaşım Esat’tan katil Esed’e” geçerek, “Emevi Camii’nde Namaz Kılmaya” kalkarak, şeriatçı çetelerin eğitilmesine, silahlanmasına katkı sunarak, Suriye yönetiminin devrilmesine ve Suriye’nin Sünni Kürtler, Sünni Araplar, Alevi Araplar (Nusayri) arasında parçalanmasına yol açarak, İran ve Türkiye’yi emperyalizmin doğrudan hedefi haline getirerek ihaneti büyüttü.
Bu dinci, gerici, laik cumhuriyet karşıtı gayrı milli iktidarlar, bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyetini ve değerlerini içten içe çürütüp emperyalizme göbekten bağlayarak, devletin ve halkın birikimlerini özelleştirme adı altında yabancıya ve yandaşa satarak, kamu mallarını yağmalayıp çalarak çırparak soyarak, tarımı, hayvancılığı, sanayileşmeyi bitirerek, yurttaşı yoksullaştırıp sadakaya tutsak ederek, cumhuriyetin temel değerlerini çiğneyerek, eğitimi dinselleştirip genç kuşakları “dindar ve kindar” yetiştirmeye kalkarak, ülkenin, halkın ve gençliğin geleceğini bitirdiler, komşularla dalaşıp ülke bütünlüğünü riske soktular.
Rusya’nın dağılmasından sonra Ulus devletleri hedefe koyan emperyalizm, Avrupa’da birlik sağlamaya çalışırken bağımsız ve bağlantısız ülkelerden Yugoslavya’yı parçaladılar, Libya’yı aşiretlere teslim ettiler, Arap Baharıyla şeriatçıları ve ayrılıkçıları iktidara taşımaya başladılar, Irak’ı üçe böldü, AKP iktidarını desteği ile Suriye’yi kargaşanın içine sürükledi, Şeriatçıları ve ayrılıkçıları eğitip silahlandırarak Şam’a girip laik cumhuriyetçi Esat yönetimini indirdiler.
Şimdi ne olacak belli değil, her kafadan bir ses çıkıyor, Şeriatçıların ve ayrılıkçıların Suriye’ye özgürlük ve demokrasi getireceği vurgulanıyor.
Bunlar ulusçuluğun ne olduğunu bilmedikleri, dinciliğin ve ırkçılığın topluma özgürlük ve demokrasi getirmeyeceğini kavramadıkları gibi Mustafa Kemal’i de anlamamışlardır.
Bilindiği gibi Türk kurtuluş savaşı sürerken Mustafa Kemal, Irak’ın ve Suriye’nin bağımsız devletler olmasını, İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı direnmesini istemiş; kurulmaları için özel subaylar göndererek, silah ve mühimmat yardımında bulunarak çaba göstermiş, Sadabat Paktıyla da ortak güvenlik şemsiyesi altına almıştır.
Bunu anlamayanlar Irak üçe bölünürken, Saddam devrilerek Heykelleri yıkılarak, Kürt hâkimin kararıyla asılırken, zil takıp oynadılar. Şimdi Irak’ta özgürlük ve demokrasi mi var, sendikalar, dernekler, partiler engelsiz kurulabiliyor mu, grevler oluyor mu, toplu sözleşmeler imzalanıyor, yoksula ve yaşlıya insanca yaşam sağlanıyor mu, gençler bilimsel ve laik eğitimden geçiriliyor, tarım, hayvancılık, sanayi gelişiyor, herkes dilini, kültürünü özgürce yaşıyor mu, bağımsız yargı var mı, tıkır tıkır işliyor mu?
Suriye’de de durum mutlaka böyle olacak, Şeriat kuralları işleyecek, bilimde, sanatta, tarım, hayvancılık ve sanayi de gelişme olmayacak, sevinç gözyaşları boşa akmış olacak! Söylediğime inanmayanlar yaşayarak görecek, dinciliğin ve ırkçılığın bir işe yaramadığını kuşkusuz anlayacaktır…
Şöyle bir gelişim aklıma takılıyor, Suriye Kürt bölgesi, Sünni Arap bölgesi, Alevi Arap (Nusayri) bölgesi olarak üçe ayrılacak diye düşünüyordum. Tahir-i El Şam liderliğinde İslamcı ve cihatçı örgütlerin Şam’a girmesi, Lazkiye merkezli Alevi Arapların (Nusayri) bulunduğu yerde bir olay yaşanmaması, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun Münbiç’e girerek % 80’ni kontrol etmesi, silahlı YPG’nin denetimine geçen Deyrizor’u elinden geri alması, Alevi Araplar (Nusayriler) ve Baasçılar ile Sünni Araplar ve Sünni Kürtler arasında iç savaş riskini artıracağı sinyallerini verdiği söyleniyor.
Esat yönetimi yandaşı ve karşıtı, Nusayri, Baasçı, İslamcı ve Cihatçı yüzlerce örgüt bulunuyor. Sünni Arapların, Sünni Türkmenlerin içinde yer aldığı şeriatçı örgütlerin birbirine düşeceği, Kürtlerin yaşadığı bölgelere müdahale edeceği izlenimi var.
Suriye’nin kuzeyinde geniş bir alana yerleşmiş PYD’nin özerklik ilan edeceği, Irak’taki Kürt bölgesiyle birleşmeye çalışacağı, Kürt devleti kurarak emperyalist İngiltere, Fransa, ABD ve İsrail’e dost geçineceği, binlerce yıldır birlikte yaşadığı ve ortak değerleri paylaştığı Arap, Türk, Türkmen, Acem, Filistin halklarıyla ister istemez hasım olacağı, egemenlik mücadelesine gireceği, kargaşanın içine düşeceği vurgulanıyor.
Kürtlerin, Türkiye ve İran’dan toprak alarak dört bölgeyi birleştirme sevdasının, kanlı çatışmalar yol açacağı bölgede huzur bırakmayacağı, emperyalizmle içli dışlı kukla olmaktan öte bir sonuç doğurmayacağı savlanıyor.
Bilmem farkında mısınız, Irak işgal edilirken Irak ordusu, Suriye işgal edilirken Suriye ordusu ortada yoktu; silahlarını saldırgan gruplara bırakarak çatışmadan sahadan çekildiler. Ulusal inanç ve kararlılıkla donatılmamış ordular böyle dağılır, düşmanın ivğasına (aldatmasına) uyarak atıl kalır, savaşmaz.
Bu coğrafyada ki Türk ve Acem ordularının böyle davranabileceğini düşünmek saflığın ötesinde aptallık olur. Tarihin derinliklerinden gelen, köklü geçmişe sahip devletler, hiç bir koşulda saldırılar karşısında pes etmeyeceği bilinmeli, buna göre davranılması herkesin kuşkusuz yararına olur.
Kemalist orduya saldıran, komuta kademesini dağıtan, hiyerarşisini ve geleneğini bozan AKP iktidarı, ateşle oynuyor. Bu ateş ülkeyi yaktığı gibi iktidarı kül eder; dilerim geç olmadan aklını başına alır, harp okullarını, askeri hastahaneleri açar, jandarmayı, sahil güvenliği genelkurmaya bağlar, hiyerarşi ve gelenek bozma işinden ve girişimlerinden vaz geçer.
Bilinmeli ki Türk halkı ve Mustafa Kemal’in devrimci laik ordusu, bu zillete daha fazla katlanamaz, benden söylemesi
08.12.2024
Av. Mehdi BEKTAŞ