Geçtiğimiz hafta sonu, kimilerine göre Kürdistan’ın başkenti Amed, kimilerine göre
BOP’un yıldızı olan Diyarbakır “tarihi” bir güne ev sahipliği yaptı. Şöyle diyelim ya da: Diyarbakır, Kürt milliyetçi liderleri ile İslamcı Türk yöneticilerin buluşmasına sahne oldu.
Sorulabilir şimdi ve yersiz değildir: Kim kimi ağırladı peki o gün, orada? Barzani mi Tayyip Bey’i yoksa Tayyip Bey mi Barzani’yi? Üstelik şu da var: belediyesini yıllardır elinde bulundurduğu kentte, siyasi manevralar gereği bir anda saf dışı edilen BDP, yani PKK bu buluşmanın neresinde kaldı?
Bir vakit, Kıraç diye bilinen şarkıcı, Tufan Kıraç milliyetçi, Müslüman ve komünist olduğunu söylemiş, seçimde İşçi Partisi’ni destekleyeceğini belirtmiş, sonra da gidip Abdullah Gül’ün oğlunun düğün töreninde, o güne özel bestelediği şarkıyı okumuştu. Düğün şarkıcılığına düşürmüştü yani konumunu. Diyarbakır buluşmasında da bu rol Şivan Perver’e ve İbrahim Tatlıses’e verildi. Hem Tayyip Bey’in açıklamaları hem de toplu nikâh törenine müzikal fon oluşturan iki şarkıcı, kariyerlerine son noktayı koymuş oldular, bizce.
Tabii, siyasi manada bu denli önem teşkil eden bir buluşmada, Şivan mıdır öncelikli tartışılacak konu? Belki hayır; ama şu açıdan buna değinmekte fayda var: Akp ve Tayyip Bey, o denli basiretsiz ki, bu sıradan adamı bile kendi iradesi ile bir konsere getiremiyor. Ancak, getirdiğini ve bunun çok büyük bir olay olduğunu iddia ederek, övünebiliyor. Hatta, son zamanlarda püskeviti elinden alınmış çocuk edası ile Başbakan’a sitemkar sözler den Bülent Arınç, üç yıl evvel, Almanya’da Perver ile görüştüğünü, onun şimdi Türkiye’ye gelişinde bu görüşmenin etkili olabileceğini iddia ediyor.
Gerçek durum ise, geçtiğimiz gün, buluşmanın detaylarını anlatan Barzani’ce dile getiriliyor: “Diyarbakır’a giderken renk olsun diye bir de Şivan Perver’i getirdim. Aslında Şivan pek de istekli değildi, davetimi kırmadı. Çünkü o daha önce de birçok kez davet almıştı. Israr ettim, kırmadı, geldi. Büyük coşkunun olduğu Diyarbakır’da Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses’in ‘Peşmerge’ şarkısını birlikte söylemelerinden çok duygulandım, benim için büyük bir sürprizdi.”
Demek ki, şarkıcı, Akp’nin açılımına bayıldığından, barış dedikleri şeyin yakınlığından, artık memleket hasretine dayanamadığından falan değil; Kürtlerin Amcası Barzani’yi kıramadığından ve de renk olsun diye, Diyarbakır’a geliyor. Tatlıses ile müzikal olarak hiçbir kıymeti olmayan şarkılar söylüyor ve tiyatro devam ediyor.
Tayyip Bey’in eşinin, “Ağlama” dedikleri şarkının icrası esnasındaki gözyaşları; ailece ağlamayı seven Erdoğanların, politik olarak dibe giderken, bu denli kifayetsizleşmesi; gerçekten ülkemiz adına çok utanç verici.
Öte yandan Başbakan’ın zor zamanlarında, sürekli geçmişin mağduriyetlerini gündeme getirme ve buradan kendisine fayda sağlama çabaları da devam etti. Ahmet Kaya keşke bugün yaşasaydı, Diyarbakır’ın bu halini görseydi, rahmetli zamanında beni cezaevine uğurlamaya geldi, lafları ile başlayıp bugün olsaydı Gezicileri değil Akp’yi desteklerdi ile devam eden iddialar silsilesi yine polemik yarattı. Ortadaki çıkarcılık, fırsatçılık malum; ancak şu da var, Ahmet Kaya’da, şeriat propagandasından hapis cezası alan birine destekte bulunmak gibi bir “liberal” damar vardı, bu da açıktır.
Devamla, Barzani’nin açıklamalarında önemli birkaç cümle daha var ki, şöyle: “AK Parti ile aramızda neredeyse çatışma çıkacaktı. Onların da bizim de yanlışlarımız oldu. PKK’nın Kuzey’de (Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi) bir savaşı olduğunu biliyoruz. Amacımız Türkiye’nin Kürtlerin haklarını barışçıl yöntemlerle çözülmesidir. İlk kez Türkiye’de barışçıl yöntemlerden söz ediliyor, dilerim bu devam eder. Kürt sorununun çözümü bizi de mutlu eder.”
Yapısalcı bir yaklaşımla, Barzani’ye ait röportajın bu pasajından çıkanlar: Bir, Irak’ın kuzeyindeki özerk Kürdistan ile Türkiye devletinin çıkarları uzun süre bağdaşmadı. İki, bu sorun bir vesile ile giderildi. Üç, Barzani, Pkk’yi kendi siyasetlerinin dışında bir yerde konumlandırıyor. Dört, Türkiye’de Kürt sorunu denilen şeye, dışarıdan bakıyor.
Bunlardan şu sonuçlara varmamız zor değil: Barzani ile Tayyip Bey’i anlaşmaya zorlayan bir güç var ve bu hâlihazırda, dünya emperyalizminin öncüsü Abd. Bu anlaşmanın olanaklarını siyasi sonuçlara vardırabilmek amacı ile Pkk’yi bir aktör olmaktan çıkarıp veya Türkiye ve Kürdistan yönetimleri ile birlikte bir üçüncü alt aktör yapmak üzere, açılım veya demokratikleşme olarak tarif edilen süreç başlıyor. Barzani de bundan memnun ve Tayyip Bey’e her türlü yardıma hazır.
Bizim Türkiye Kürtleri ve mücadele örgütü Pkk de, her zaman olduğu gibi, bir denge siyaseti arayışında. Ortadoğu’daki ulus-devletler ile emperyalizm arasındaki çelişkiyi her anlamda kullanarak bugüne dek var olabilen örgüt, bizim az evvel söylediklerimizi görebilme yetisine elbette sahip.
Ancak harcanmak yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni harcayanlardan alacağı harçlıkları, ki bunlar özerklik, anadilde eğitim, anayasal tanınma vs.dir, yeğleyen Pkk, olabildiğince esnek davranıp, şimdilik muhatap olarak tanınmanın keyfini sürüyor.
Diğer taraftan, kukla da olsa bir devlete sahip tek Kürt lider olan Barzani önderliğinde, Kürt Ulusal Konferansı vb. toplantı, örgütlenmelerde diğer Kürt oluşumları ile bütünleşmeye ve Türkiye’de edindiği siyasi yeri, Suriye ve İran’a da taşımayı düşünen Pkk; an itibari ile çok tehlikeli bir cendereye kendi kendini sokmuş durumda. Tayyip Bey’e güven olmayacağını biliyor; ancak geri de dönemiyor. Gezi olaylarında bütün Türkiye ayaktayken Kürt illerinde kimsenin sokağa çıkmaması, dahası, Kürt illerinden Ankara’ya, İstanbul’a “çevik kuvvet” sevk edilmesi, buna işarettir.
İşler nereye varır kestirmek zor, kesin şeyler söyleyenler yanılacak ve birbirinden ayrılmaz siyasi atılımlar olan, Ergenekon-Balyoz tertibi, Kürt açılımı ve yeni anayasa girişiminden şimdilik sadece biri başarı ile sonuçlandı. Bunda da zaten büyük pay Cemaat’e ait. Oysa şu an o birliktelik başka bir boyuta evrilmek üzere. Diğer iki başlık, şu an askıda ve Akp’nin kaderi Pkk’nin desteğine, Pkk’nin varlığı Akp’nin güçlenmesine bağlı. Birbirlerini hoş tutabilmek için büyük bir çaba içindeler.
Ahmet Türk nasıl da şaşkın ve kızgındı, Barzani’nin Diyarbakır’da kendileri ile değil de Hükümet ile hemhal olmasına.
Tabii aslında ve son olarak bir şey eklemek lazım ve yazının başlığı bu sayede belki anlam kazanacak. Bu tip şeylere, yandaş medya ile alıştırıldığımız için kimsenin umurunda olmadı; ancak Kasım başında, bir gece bülteninde seyrettiğimiz haber, bu ülkede yaşayan herhangi bir kişi olarak, bizi çok etkiledi. Yirmi metre uzunluğunda ve yüksekliğinde bir tabela; iki yanında ay yıldız var ve ortasında “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” yazıyor. Karayolları’na bağlı bir vinç, büyük bir iştahla bu tabelaya saldırıyor. Etrafta birkaç Diyarbakırlı, ellerinde son model akıllı telefonları ile kayıttalar, bu “tarihi” anı çekiyorlar; başka birkaçı da alkışlarla bu olaya destek veriyorlar. Gerekçe mi; açılım süreci ile ters düşüyormuş bu vecize, çağdışıymış ve ırkçıymış.
Ağla Diyarbakır; bu saatten sonra bu yangın zor söner.
Alp Giray