Search
Close this search box.

“Eğitimimiz: Sorunlar ve Çözümler” – Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

“Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz: Sorunlar ve Çözümler”  Sempozyumunda Neler Konuşuldu – Ahmet Yıldırım

 

Prof. Sina Akşin: “Yabancı dilde eğitim sapıklıktır… Ruh hastalığıdır!“ dedi. “Niçin yabancı dilde eğitim? Ne yabancılar ne biz daha anlayamadık!” “Üniversitelerimiz hep karşı-devrimin hizmetinde oldu!” “Emperyalist ülke olmadık hiç. Bizim payımıza emperyalizme karşı olmak düştü.”

Ankara’da 17 Ekim 2015 Cumartesi günü düzenlenen ve eğitimimizin sorunları, sorunlarının çözümlerinin konuşulduğu oturumlarda yabancı dilde eğitim öne çıktı.

Ulusal Eğitim Derneği, TÜMOD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği), Çankaya Belediyesi, BİL-KOOP (Bilim ve Ütopya Kooperatifi) öncülüğünde düzenlenen çalıştayda “Cumhuriyetimizin 100. Yılına Doğru Eğitimimiz: Sorunlar Çözümler” başlığıyla tam gün süren toplantılarda önemli konular tartışıldı.

Anafikir okurları için not alabildiğimiz bazı konuşmalar şöyle:

 

ÖZEL ÜNİVERSİTELER VE YABANCI DİLDE EĞİTİM ÇARPIKLIĞI

Doç. Dr. Hüner Tuncer (Konu: Özel Üniversiteler ve Geleceği): Vakıf üniversiteleri nüfus artışından doğdu. Giderek artan genç nüfusun yükseköğrenim görmesine gereksinme duyuldu diyebiliriz. 1984’de açılan ilk vakıf üniversitesi Bilkent’e bugün devlet üniversitesi gözüyle bakabiliriz. Sorunlarını büyük oranda aşmış. Tek çarpıklık yabancı dilde eğitim verilmesi.

Bu üniversitelerde eğitim veren öğretim kadrosu gerekli nitelikte mi? Bence soruması gereken can alıcı soru bu olmalı. Daha az puan alan öğrenciler özel üniversitelere gitmek zorunda kalmakta. Giriş puanları düşük olmakta. Evet böyle ama eksiklik bu çocuklarda değil. Öğretim üyelerinde buluyorum sorunu. Bu hocalar seçilirken son terece titiz davranılması gerekir. Önüne gelen öğretim üyesi olarak alınmakta. “Ben yıldız hoca aramıyorum. Benim vereceğim ücreti alacak hoca gerekir” dedi bir rektör. Her hocanın ücreti farklı ve kimse diğerinin ücretini bilmemektedir.

Bu durumun mutlaka denetlenmesi gerekiyor. Kim denetliyor? Denetim yok. Geliyor parasını alıyor kendi istediği gibi istediği dersleri veriyor. Çoğu tabela üniversiteleri. Otelin karşısında bir katta Nişantaşı Üniversitesi diye tabela gördüm. Kampüsleri yok. Bakkal dükkanı gibi açılmış durumdalar. Öğrencilerini sınıfta bırakmamak üzere yönlendiriliyorlar. Bana yapıldı bu. Kabul etmedim. Sınıfın üçte biri geçebildi. Sömestr sonunda işime son verildi.

Öğrenciler bunu bildiği için hiç hocaya saygı duymuyor, sınıfa gelmiyorlar. Önemli bir çarpıklık bu. Öğlene dek Türkçe dersinizi verirsiniz Yine zorunlu olarak her gün öğleden sonraları verebilirsiniz dört yıl boyunca. Türçe’yi öğrenmenin en iyi yolu üniversiteler.

Sorgulamadan her şeyi kabul eden kitle haline geliyorlar. İngilizce soru sorup tartışamadığı için edilgen kalıyor. AKP böyle bir öğrenci yetiştirmek istiyor.

En kısa zamanda bundan geriye dönek lazım. Mutlaka denetlenmeleri gerekiyor öğretimin kalitesi. Mutlaka. AKP döneminde eğitimimiz çok kötü duruma geldi. Atatürk’ün emanet ettiği gençlik çok yanlış yönlendirilmekte. Ülke, Cumhuriyet, vatandaşlık bilinci yok. Bunlar gelecekte ülke yönetiminde karar verici yönetici olacaklar. Devlet üniversitelerinde de durumun farklı olduğu kanısında değilim maalesef. Bundan sonraki hükümetlere düşen görev yeniden Atatürkçü biçimde örgütlemek buraları.

Çoğunda yabancı dilde eğitim verilmesi kesinlikle karşı gelinmesi gereken bir durum. Çocuklarımız ziyan oluyorlar. Oktay Sinanoğlu bunu dile getirirdi. Bu eğitime son verin diye. Ben diplomat olarak görev yaptığımda sizin ülkenizde niçin yabancı dilde eğitim yapılıyor diye soruyorlar. Ben de bilmediğim için yanıt veremiyorum. Bu kadar para veriyoruz hiç olmazsa yabancı dil öğrensin diyor veliler. Yabancı dil öğrenmek için dersleri de böyle mi vermek gerekir. Benim görevim onlara bilgi vermek. Yabancı dil öğretmek değil. Anlamıyorlar İngilizce dersimden yarısını Türkçe veriyorum. Öğlene dek Türkçe dersinizi verirsiniz. Yine zorunlu olarak her gün öğleden sonraları verebilirsiniz dört yıl boyunca yabancı dil dersini. Basın yayın organlarında televizyonlarda ne kadar yanlış kullanılıyor Türkçe. Yabancı dil eğitimi verilmesi yüzünden…

Öğrencilerimiz, gençlerimiz de soru sorma ve sorunlarını söylemede İngilizce zorunluluğu yüzünden çekinip tartışamadığı için edilgen yetişiyor. Sorgulamadan her şeyi kabul eden kitle haline geliyorlar. AKP böyle bir öğrenci yetiştirmek istiyor…

(Tuncer’in bu vurgusu salonda heyecanla tartışıldı. Boylarına bakmaya kıyamadığımız öğrencilerimizin içi boş, çekingen, ne yabancı dili ne kendi dilini öğrenebilmiş bir insan olarak yetiştirilmesinin yürekleri parçaladığı konuşularak bu duruma karşı en etkili eylem yolları tartışılmak istendi. Bu denli kolay harcadığımız genç nüfusumuzu 2035’de bulamayacağız, fırsat çoktan kaçmış olacak bu gençleri arayacağız gerçeği dile getirildi. Dinleyiciler arasında olan Prof. Dr. Sina Akşin, “Yabancı dilde eğitim sapıklıktır… Ruh hastalığıdır!” dedi.

Ulusal Eğitim Derneği Başkanı Nazım Mutlu, konuyla dernek olarak çok ilgilendiklerini, mecliste yasa çalışmasına kadar ulaştıklarını ancak uzun süredir konunun gerçekten uykuya yattığını yeniden mücadele yollarını diriltmek gerektiğini söyledi.)

 

MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİMDE ÜNİVERSİTELER

Prof Dr. Tülin Oygür (Konu: Milli Demokratik Devrimde Üniversiteler): “Cumhuriyet kurulduğunda tek kurulmuş yapı İstanbul Darülfünün’üydü. Kurtuluş savaşını görmemiş, devrimleri de desteklememiştir. Bünyesindeki öğrenci birliği, 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanı üzerine meclise telgraf gönderme teklifine, ‘üniversite siyasi akımların dışında kalmalıdır’ demiştir.

Devrimde bilim ve eğitimli insandır temel iki çıktı. Üniversiteler bulunduğu toplumun bir gerçeğidir. 20 yy’ da belirginleşen ezen ve ezilen bileşenlerinde, üniversiteleri ‘bütün insanlık için üreten bir kurum!’ olarak öngörmek aldatıcıdır. Üniversitelerin o ülkenin milli çıkarlarını öncelemediği gibi bir mutlaklık yoktur.

Emperyalist ülkeler devrime kapılarını kapatalı çok oldu. MDD’yi 200 yıl önce yaptılar. Sonra yoksul ülkeleri sömürdüler. Paranın saltanatı öyle bir zirve yaptı ki gözü dönmüş biçimde dünyanın altını üstüne getirdiler; onu yaşıyoruz.

Osmanlı Aydınlanma çağını fark edemeyip çökünce emperyalist kapitalist ülke olamadan 20. yy’a ulaştık. Biz emperyalist ülke olmadık hiç. Bizim payımıza emperyalizme karşı olmak düştü. Devraldığımız ortaçağ karanlığına karşı bağımsız özgür bir ülke olmak için Kemalist devrimle kendimizi yarattık.

Geldiğimiz yerde karşıdevrimle bizi sürekli tehdit eden emperyalizmin müdahalesi sonucu bugün yenden devrim yapmak durumuna geldik. MDD’yi tamamlatmayan ortaçağ güçleri düne göre bugün daha da artmıştır. Kemalist devrimin kesintiye uğradığı yerden yeniden yapmak durumunda olan ülkeyiz.

Darülfünün, bu gerici kurum 1933’de tasfiye edilip İÜ olarak aynı yıl yeniden kurulduğunu biliyoruz. O günden bugüne üniversitelerimiz özür dileyerek söylemek durumundayız ki devrimin serpildiği dönemlerde evrensellik ilkesine sarılmış, karşı devrim dönemlerinde alabildiğince genişleyerek mezhep din etnik temelde yerelleşmiştir.

Başka bir ifadeyle üniversitelerimiz devrimlerimiz söz konusu olunca evrenselci bağımsız duruş, emperyalizmin abanmasıyla biz beraberiz değerlendirmesi yapmıştır.

Bugün, üniversiteler, birdenbire ve yemin etmişçesine sustular. Halkımız cumhuriyet tarihinde görülmemiş hukuksuzlukta inlerken üniversiteler sustu.

MDD’nin tırmanış dönemlerinde gücünü halka çeviremeyen batıdan taklit üniversitelerimiz meslek yetiştiren bir kurum olarak kalmış, giderek de kalitesizleşmiştir.

Cesur bilim adamlarımızın ve akademisyenlerimizin bireysel mücadelesi önünde bir kere daha eğilerek soralım: En yüksek eğitimlilerin mekanı olan ünivesiteleri nasıl okumak gerekir. İlk akla gelen cevap üniversitede demokratik örgütlenmenin olmaması. Bunda 1981 anayasasının etkisi var. Ne var ki çeşitli toplum kesimleri bu anayasayla birlikte gelen kısıtlamalarla uzun yıllar mücadele verilerek geri alınmış üniversiteler ise hiç direnmedi.

Üniversiteleri mücadeleci bir devrim kurumu olmaktan alıkoyan nedir?

Cumhuriyetten sonra batı modeli örnek alınarak kuruldu. 500 yıl önceden gelen aydınlanmayla damıtılarak şekillenen batının üniversitesi ülkemiz için devrimin üniversitesi özelliğini alamamıştır. Devrimi içselleştirememiştir. Kurtuluş Savaşı ve kuruluştaki bağnazlık sürmüş, emperyalizmin yeniden denetime başladığı üniversitemiz gericileşmiştir. (Günlük basit ibretlik örnekler: Artuklu Üniversitesi eğitim öğretim yılını dualarla açtı. Karabük Üniversitesi Abdülhamit’e fahri doktora ünvanı verdi. Şırnak Üniversitesi’nde ‘Dini kişiler ve efsaneler’ üzerine konferans verildi…)

Üniversite özsuyunu bu toplumdan alır. Toplum bu zihniyette şekillenmişse üniversite şekillenmesi de budur. MDD’nin tırmanış dönemlerinde gücünü halka çeviremeyen batıdan taklit üniversitelerimiz meslek yetiştiren bir kurum olarak kalmış, giderek de kalitesizleşmiştir.

Bilimi tekelinde kalan emperyalist ülkelerin karşısında başarısız kalmıştır. Evrenselliğe sadakat iddiasıyla ulusal sorunlara, ulusal bilime burun kıvıran üniversiteler hangi soruyla araştırma yapmaya başlayacaktır.

Araştırmaların soruları yanıtlanırken yeni sorular sorulur. Araştırmanın sorusu bu topraklardan gelmiyorsan yeni sorular sormanın olanakları olamaz. Esasen evrensel bilime katkı da böyle mümkündür. Sahici sorularla sahici sorunları araştırma yapmak!

Bugün Türkiye’de yapılan bilim emperyalist ülkelerin takvimine göredir. Burada evrensel bilim geçerlidir diyerek devrim davamızı küçümser ve savsaklar davranışı karşı devrimin yoluna taş döşemiştir. Bugün bunu yaşıyoruz.

1939 ünlü Maarif Şurasının açılışında Hasan Ali Yücel, “Yüksek müesseselerimizin, milli davalarımızın hakimiyetini her şeyin üzerinde tutacak birer kültür kurumu olması kararlılığındayız” demişti.

Anadolu Devrimimizi destekleyecek özgün bir üniversite kurmayı başarsaydık bugün böyle olmazdı. Fakat biz mücadeleci bir toplumuz. 200 yıldır ilerleme yolunda mücadele ediyoruz. Herhalde böyle bir toplum da yoktur dünyada. 1980 darbesinden bu yana iyice keskinleşmiş olan karşıdevrim yıllarında iyi pratik kazandık. Onların kodlarını çözdük. “Milli birlik ve Atatürk’ün izinde…”gibi ifadelerin içi boş olabileceğini çok iyi öğrendik. Gerçekten halk için bilim ve araştırma yapan üniversiteler olması gerektiğini artık biliyoruz. Vatan ve devrimden kopuk üniversiteleri ortadan kaldırmak, emperyalizmi yenmekten geçer, faaliyetlerini engellemekten geçer.

Üniversiteler emekçi yoksul halkımıza sadakat bağlarıyla bağlı kurumlar olarak yeniden şekillenmelidir.

 

KÜRESELLEŞMEYE UYGUN EĞİTİM

Prof. Dr. Fatma Dokumacı: 2005 yılında eğitimimiz küreselleşmeye uygun değiştirilmeye başlandı. 2005 değişiminde hiçbir akademisyen araştırmacı yer almadı. Türkiye tarihinde bir ilktir bu.

Eğitimde en çok darbe vurulan yan laiklik oldu. İkincisi bilimsellikten uzaklaşma. Hiçbir değişiklik bilimsel çalışma sonucu yapılmıyor. Karakuşi yapılıyor.

Eğitimin iki temel bileşeni öğretmen ve öğrencidir. Eğitim programlarıyla yasaları çok benzetiyorum. Dünyanın en güzel yasalarını getirseniz de onları yürütecek hukukçularınız yoksa sağlayamazsınız. Öğretmeni hazırlamadıysanız eğir bir yere varamazsınız.

Sonra öğrenmenin ortaya çıktığı ortam. Ne öğrenileceği ne kadar öğrenileceği eğitim programı…

Her şey öğretmen eğitiminde bitiyor. Bir okul öğretmeni kadar güçlüdür. Çocuklarımız ne öğrenmeli: En önemli sorunun bu olması gerektiğini düşünüyorum. Neden bunları öğrenmeleri gerekir? Bunları nasıl öğrenmeli? Bunları öğrenip öğrenmediklerini nasıl belirlemeli?

Son üçü birinciye bağlı.

2014 yılında bilime damga vuran gelişmeler programında çocuklar ne öğrenmeli derken dünyaya bakarsak kendiliğinden ortaya çıkar.

17_ekim_afisiEvrendeki yıldızların % 20 sinde yaşanabilir olduğu kesinleşmiş. İnsan embriyosunun kopyalanabildiği… Voyager 1’in konumu: Araştırmalarına devam ediyor, evrenin oluşumuyla ilgili bilgileri bizlerle paylaşıyor. Mars’ta metan gazının varlığı. Rozetta 10 yıl önce uzaya gönderilip hareketli bir kuyruklu yıldıza inmesi insanoğlunun bunu başarması…

Çocuklar ne öğrenmeli? Bu kadar önemli gelişmeler varken baktığımızda pek çok ülkede bizde tamamen rota değiştirdiği ve işin yüzeysel kısımları içinde eğitim verildiğini öğrencilerimizin derin düşünme birbirleriyle ilişki kurup bütünü öğrenme veremiyoruz. Öğrencilere okul dışı yaşamıyla verilen bilgiler arasında ilişki olmalı. Bunların okul programlarının parçası haline gelmeli.

İnsan olduğumuzu hatırlatan insancıl bileşenleri olmalı eğitimin. Sanat, sosyal etkinlik.

Ezbere yönelmiş, at yarışına katılmış öğrenciyle karşı karşıyayız üniversitelerimizde.

Özgür düşünce yaratıcı düşünceyi ara ki bulasın. Oysa 1926 ilk mektep programında Hayat bilgisi dersi miğfer ders olarak alınmış ve irtibat cetvelleri kullanılarak diğer derslerle ilişkilendirilmiş.

Çocuğun merakında yola çıkarak eğitimine başlayın diyor. Doğal merakından çıkan ilgiyi dersinizden kullanın diyor.

Yapılması gereken öğrencileri yeni bilgilere yaşama dahil etmek. Hayatla ilişkilendirmek.

 

NASIL BİR MEKANDA TEMEL EĞİTİM

Mimer-uzman Aktan Acar (Hangi Mekanda Temel Eğitim): Cumartesi günü olan olaydan sonra hazırladım şey çöpe atmaya çalıştım ama sizin mücadelenizi görünce iyi şeyler yapmaya devam etmemiz gerektiğini düşündüm.

Edebiyatın ve sanatın klasiklerini okumamış mimarla okumuş mimar arasında fark olmalı. Sanat değerleri dikte etmiyor, ama başkalarının aracılığıyla anlatıyor.

Mimarlık anlatamıyor ama gerçekleştiriyor. Mimarlık sembollerle anlatamıyor.

Günümüz mimarisinde bir Selçuklu hayranlığı var. Bu adalet sarayıyla içinde çok ciddi bir adalet sağlandığını sanmazsınız. İçeriğini vermiyor bina. Eğitim binaları da öyle. Mimarlık içeriğini idealini amacını gerçekleştirir ve yaşatır.

 

LİSANSÜSTÜ EĞİTİMİN SORUNLARI

 

Prof. Dr. Ayşe Kalkancı (Türkiye’de Lisansüstü Eğitim): Temel eğitimle üniversite eğitimi birbirinden ayrı düşünülemez. Bize gelen öğrenci bize eksiklerle sorunlarla gelip bizim, yüksek okul eğitiminin sorunlarıyla birleşiyor.

Bunun için geriye bakmamız gerekiyor. 1930lara

Bizim Atatürkün dediği gibi bir kültür planı yapmamız gerekiyor bugün. Mesele bu.

Darülfünün 1930’da, 194 öğretim elemanı, 2414 öğrenciye sahipti. İlk doktora 1932 yılında İÜ Hukuk Fakültesinde yapılmış. 1970’de toplam doktora yapan öğrenci yalnızca 270 kişiymiş.

Bugün 77 695 904 nüfus var. 17 559 989 öğrencimiz var. Bunun 5 milyonu yüksek lisans yapıyor. 78 vakıf 112 devlet üniversitesi var.

Lisansüstü öğretim alan öğrenci sayımız 151 119. Bunun 45 bini araştırma görevlisi. 21 959 profesörümüz var.

Biz burada tabela üniversitelerini tartışıyoruz hayalet öğretim üyelerini kimse tartışmıyor.

Tezlerin kalitesi tartışılmalı. Tezler bilimsel bir soruyla başlamıyor. Gelen öğrenci ben şu konuya şu kaygıyla çalışmak istedim demiyor. Konuyu öğrencilerin iradesi değil. danışman belirliyor. Yıllar geçiyor mezun olmuyorlar. Yılda ancak % 10 mezun verebiliyoruz. Tezler öngörülenden geç bitiyor.

Öğrenciler yüksek lisansa ya askerlik tecili için, ya işsizlikten, ya da yabancı dil öğrenmek için geliyor.

Oysa devlet doktoralı bilim adamı ne kadar artıyorsa onu gelişmişlik ölçütü alıyor.

Yüksek lisansın bir sınavla başlamasını istiyorum.

Konu mutlaka özgün olmamalı. Eski konulara yeni bakış getirebilir. Tarafsız ve bağımsız seçici kurul gerekli.

Ayrıca ülkemizde bunca emeğe, bunca masrafa karşın yapılmış tezlere kimse ulaşamıyor. Eğer ulaşılamıyorsa niçin yapıldı?

Doktora yapmak bağımsız bir bilim kültürü, bilimsel çalışma kültürü haline gelmeli.

 

ÖĞRETİM ÜYELERİ NASIL BİR ÜNİVERSİTE İSTİYOR?

 

Öğr. Gör. Suay Karaman (TÜMÖD Başkanı): Sayın başkan, değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Nasıl bir üniversite konusuna geçmeden önce, üniversite hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

Dünyada bilinen ilk üniversite, 1088 yılında İtalya’da kurulan “Bologna Üniversitesi”dir. Latince “bir” anlamına gelen “unus” ile, “çevrilmiş” anlamına gelen “versus” sözcüklerinden türetilen “universus” bir yere çevrilmiş, bir bütünde toplanmış (kampus-yerleşke) anlamındadır. Bu iki sözcükten türetilen “universitas” ise topluluk, bütünlük anlamındadır. İtalya’daki ilk üniversitenin açılışından 812 yıl sonra, 1900 yılında, yaşadığımız topraklarda Darülfünun-u Şahane adıyla ilk üniversite kurulmuştur. Cumhuriyet yönetimi, 1924 yılında Cumhuriyet Devrimlerine uygun değişikliklerde bulunarak, adını İstanbul Darülfünunu olarak değiştirmiştir.

Üniversitelerin, eğitim-öğretim vermek, araştırma yaparak bilgi üretmek ve bilgiyi topluma yaymak gibi temel işlevleri vardır. Üniversitelerin bu temel işlevlerini yerine getirebilmeleri, akademik ve idari kadrolarının niteliği ile fiziksel koşulların yeterli olmasına bağlıdır.

Üniversite yönetsel, bilimsel ve maddi özerkliğe sahip bir kurumdur. Bu kurum, devlet tarafından kurulan devlet dışı kurum kabul edilir. Bu özellikler, kamu adına, üniversite için bırakılamaz özelliklerdir. ‘Üniversite’ adını taşıyan bir kurum bu nitelikleri taşımıyorsa, o kurum, adında ‘üniversite’ sözcüğü olan sıradan herhangi bir kurumdur.

Bu arada “nasıl bir üniversite” sorusunu, “nasıl bir Türkiye” sorusundan ayrı düşünmemek de gerekir.

* Öncelikle her alanda ulusal eğitim yapılmalıdır. Ulusal eğitim ulusun kendi eğitimcileri tarafından hazırlanmış, kaynakları, yöntemleri, planları, olanakları ve uygulamaları ulusal olan eğitimdir.

* Üniversitedeki tüm sorunların temelinde, ülkemizde benimsenmiş bir bilim politikası olmaması ve buna bağlı olarak üniversitelerin de kendi politikası olmaması yatmaktadır. Bu nedenle yeni bir yükseköğretim yasası zorunludur.

* Yüksek Öğretim Kurulu kaldırılarak, üniversitelerin yönetsel, bilimsel ve maddi özerkliklerini koruyacak şekilde, eşgüdümü sağlamakla yükümlü yeni bir üst kurul oluşturulmalıdır. Bugünkü YÖK merkeziyetçiliği içindeki tüm yetkiler, demokratik biçimde oluşturulan kurullara devredilmelidir.

 

* Üniversiteler bağımsız olmalıdır. Bağımlı bir ortamda bilim yapılamaz. Ancak üniversite özerkliği, kötüye kullanılmaya olanak vermeyecek biçimde düzenlenmelidir. Eğer üniversite ve bilim, siyasi iktidarın güdümüne girerse, üniversite özerkliğinden söz edilemez. Özerklik olmadığı zaman, bilim de olmaz.

* Üniversitelerin finans kaynaklarının kamusal ağırlıklı olmasına ve genel bütçeden sağlanmasına özen gösterilmelidir.

* Üniversite yönetiminde, en küçük akademik birimlerden başlayarak, üyelerin katılımıyla oluşan kurullarca yönetilmesine olanak sağlanmalıdır.

* Üniversitelerde eğitim dili resmi dilimiz Türkçe ile yapılmalıdır. Ancak öğrencilerin bir ya da daha fazla yabancı dil öğrenmeleri için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

* Üniversite, neyi öğreteceğine, neyi araştıracağına, öğretim ve araştırmanın kimin tarafından yapılacağına kendisi karar vermelidir. Bilimsel özgürlükler kullanılırken, toplumun gereksinimleri ve öncelikleri temel alınmalı, araştırma alanları bilimsel gelişmeler doğrultusunda seçilmeli, eğitim ve öğretim programları ile ders içerikleri akademik gelişmelere uygun olarak düzenlenmelidir.

* Üniversite yöneticileri, rektör, dekan ve enstitü müdürleri ile bölüm başkanları seçimle gelmelidir. Ancak bu seçimlerde nitelikli çoğunluk aranmalıdır. Benim görev yaptığım Gazi Üniversitesi’nde %8 oy alan bir öğretim üyesi, rektör olarak atanmıştır.

* Akademik yükseltme ve diğer değerlendirme ölçütleri fen, sağlık, sosyal ve güzel sanatlar alanlarının özgünlükleri göz önünde tutularak hazırlanmalıdır. Bu bağlamda, yükseltmelerle ilgili kesin ölçütler konulmalı ve bunlara kesinlikle uyulmalıdır.

* Uluslararası ilişkiler teşvik edilmeli, birimlerin düzenleyecekleri sempozyum, konferans gibi etkinlikler için mali kaynak sağlanmalıdır. Öğretim elemanlarının ulusal ve uluslararası sempozyum, konferans, çalıştay gibi etkinliklere katılması maddi olarak desteklenmelidir.

* Demokratik süreçlerin işletilmesinde, kamu çıkarı ve liyakat ilkelerinden taviz verilmemelidir.

* Bilim yapan kurumlar olarak tanımlanan üniversitelerde, eğitim kalitesi çok önemlidir. Üniversitede kimin öğrenim görmesi gerektiği, kimin ders verebileceği, neyin ve nasıl öğretilmesi gerektiğinin belirlenen kriterlere göre sağlanması, başarının temeli için çok önemli bir ölçüttür.

* Tüm bilimsel araştırmalara ve Ar-Ge çalışmalarına daha fazla kaynak ayrılmalıdır. Üst düzey bilimsel araştırma yapılması ve nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesi için gerekli destek sağlanmalıdır.

* YÖK ilk çıktığı zamanlarda yeterinde doçent ve profesör atanamayan yeni kurulmuş üniversiteler için getirilen yardımcı doçentlik kadroları artık kapatılmalıdır.

* Doçent ve profesör kadrolarına atanacak olanların her unvan kademesinde gelişmekte olan üniversitelerde birer yıl zorunlu hizmet yapmaları sağlanmalıdır.

* Yüksek lisans yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3 not ortalaması, doktora yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3.5 not ortalaması gerekir.

* Üniversitenin tüm bölümlerinde ve hastanelerinde döner sermaye adı altında yapılan işlere son verilmelidir.

* Meslek yüksekokullarının donanım ve kadroları yeterli düzeye getirilerek, niteliklerini geliştirmek gerekmektedir.

* Akademik ve idari personel arasında işbirliğini geliştirmek ve eşgüdümü sağlamak için, idari personele yönelik eğitim programları düzenlenmelidir.

* Üniversitenin kurumsallaşması ve demokratik katılımın sağlanmasının temel araçlarından biri olan örgütlenmenin desteklenmesi gerekir.

* Üniversite öğrencilerinin estetik, sanatsal ve kültürel bir formasyon kazanmasına yönelik olarak, yaratıcı drama, sanat ve müzik tarihi, uygarlık tarihi, felsefe gibi dersler özendirilmeli ve spor olanakları geliştirilmelidir.

* Öğrencilerin gelişimi açısından kültürel, sosyal ve sportif etkinliklere yer verilmeli ve bahar şenlikleri, kültür şenlikleri olarak düzenlenmelidir.

* Öğrenci temsilcileri hem fakülte, hem de üniversite yönetim kurullarına, öğrencilerle ve öğrenim politikaları ile ilgili konularda oy hakkıyla katılmalıdır.

* Öğrenci yurtlarının kapasitesi ve niteliği artırılarak, barınma ile ilgili bütün sorunlar ücretsiz olarak çözülmelidir.

* Tüm üniversite yerleşkeleri, öğrencilerin ve çalışanların günlük gereksinmelerini rahatlıkla karşılayacak şekilde düzenlemelidir. Kent merkezi ile yerleşkeler arasında ulaşım yeterli ve ücretsiz servislerle sağlanmalıdır.

* Ülke genelinde eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin, mutlaka devlet tarafından ve ücretsiz sağlanması ön koşul olarak gerekmektedir. Öğrenciyi ‘müşteri’ olarak gören özel üniversiteler, kamulaştırılmalıdır. Eğer özel üniversite olması bir zorunluluksa, özel üniversitelerde alınacak ücret, asgari ücretin on katını aşmamalıdır.

Üniversite, gençlere yalnızca bilgi veren değil, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya alıştıran ve bu amaç için düşünme alışkanlığı veren kurumdur. Eğitim, gençlere dünyayı, doğayı, çevreyi, toplumu, insanları ve diğer canlıları anlamalarını sağlamıyorsa neye yarar?

Ahmet Yıldırım

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir