Ekonomik Küreselleşme ve Anti-Küreselleşme Üzerine Bazı Düşünceler -Cheng Enfu

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ekonomik küreselleşme, kapitalist ülkelerin dünya pazarlarını açmaları; dışsal olarak yayılmaları ve çeşitli sömürgeci yöntemleri

geliştirdikleri dönemden bu yana adım adım gelişti.

Çeviri: Cem Kızılçeç

Yazar Prof Dr. Cheng Enfu (1950- ) Marksizm Akademisi Başkanı Çin Dış Ekonomik Teoriler Kurumu Başkan Yardımcısı. Shanghai Üniversitesi Maliye ve İktisat Fakültesi. Cheng  Enfu  Merkezi Hong Kong’da olan  Dünya Ekonomi  Politikçiler Birliğinin (WAPE) başkanlığı  görevini de yürütmektedir.

www.wape2006.org/en/index.php

Özet: Bu makale ekonomik küreselleşmenin tanımını, gelişimini, olumlu-olumsuz etkilerini tartışarak küreselleşme karşıtı hareketlerin biçimlerini, nedenlerini, hedeflerini ve karakteristiklerini analiz ediyor. Ekonomik küreselleşmenin temel içsel çelişkilerinin kaçınılmaz biçimde küresel sosyalizme yol açacağını öne sürüyor. Yazar küresel ekonominin acil olarak yeni liberalizmin hâkim olduğu ekonomik küreselleşme aşamasının ötesine geçen sağlıklı bir gelişmeye ihtiyacının olduğunu; bu aşma ile birlikte sosyalist küreselleşmenin egemen olacağı bir ekonomik küreselleşme aşamasının -zorlu bir süreçten geçerek de olsa- kaçınılmaz biçimde gündeme geleceğini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor.

Anahtar kelimeler: dünya ekonomisi, ekonomik küreselleşme, temel ekonomik çelişkiler, yeni liberal iktisat, çağdaş ekonomi politik, R.Mundell, M.Keynes.

Ekonomik küreselleşme, iki bakımdan tanımlanabilir: Birinci olarak, genel üretkenlik ve ekonomik ilişkiler bakış açısından; Ekonomik küreselleşme, üretim faktörlerinin hızlı bir biçimde ulusal sınırları aşma eğilimlerini ve ülkeler arasındaki ekonomik faaliyetlerin giderek artan ölçülerde birbirine bağlanmasını ifade eder. İkinci olarak, içinde bulunduğumuz aşamadaki ekonomik ilişkilerin en önemli karakteristiği açısından bugünün ekonomik küreselleşmesi, ABD ve diğer kapitalist ülkelerin başat konumda oldukları kapitalist üretim örüntülerinin yayılma ve kontrol eğilimlerini yansıtır. Ekonomik küreselleşmeye yönelik olarak bütünüyle olumlu veya bütünüyle olumsuz bir yaklaşım ışığında doğru stratejilerin ve politikaların formülü pek akla yatkın olmayabilir.

Yalnızca ekonomik küreselleşmenin olumlu ya da olumsuz etkileri, karakteristikleri ve nedenleri değil, aynı zamanda küreselleşme karşıtı hareketlerin karakteristikleri ve işlevlerini de anlamalıyız. Yalnızca bu yolla, ekonomik küreselleşme koşullarında üretkenlik ile ekonomik ilişkiler veya ekonomik sistem arasındaki temel çelişkileri; dünya ekonomisindeki doğrusal olmayan ve dengesiz gelişmeyi daha derinden kavrayabiliriz. Yalnızca bu yolla dünya ekonomisinin içinde taşıdığı kaçınılmaz trendleri ve buradaki yoğun güç oyunlarını kavrayabiliriz.

I.  Günümüzün Ekonomik Küreselleşmesinin Nedenleri ve Karakteristikleri

Ekonomik küreselleşme, kapitalist ülkelerin dünya pazarlarını açmaları; dışsal olarak yayılmaları ve çeşitli sömürgeci yöntemleri geliştirdikleri dönemden bu yana adım adım gelişti. Peki, 20. yüzyılda 1990’lardan bu yana ortaya çıkan ekonomik küreselleşmenin bu yeni dalgasının karakteristikleri ve nedenleri nelerdir?

Birinci olarak, günümüzün ekonomik küreselleşmesi, bilgi-işlem yönelimli ve özellikle bilgi teknolojilerine (İT) uyarlanabilen bir yapıdadır. Küreselleşmiş uluslararası ekonomik ilişkiler içinde büyük miktarlarda uluslararası mal, hizmet ve sermayenin uluslararası değişimiyle(alış-verişiyle) birlikte; bilgi teknolojisinin yaygın kullanımı bu alış-verişleri  büyük bir hıza kavuşturmuş ve kolaylaştırmış, ve böylece uluslararası ekonomik ilişkiler  daha da güçlenmiştir. Bilgi teknolojileri olmaksızın küreselleşme olamaz. Bilgi teknolojilerindeki gelişme ile birlikte, geçen yüzyılın 1970’li yıllarında “küçük olan işletme iyidir” deyişinin neden ortaya çıktığını, bir dönem bazı büyük işletmelerin neden battıklarını, sonra 1990’larda yeni bir büyük ölçekli şirketlerin birbirleri ile birleşmeleri – ve satın alarak yutma- dalgasının çıkışını büyük oranda açıklıyor. Bunun nedeni,  bilgi teknolojisinin enformasyon maliyetlerini ve çok uluslu işletmelerin içinde ve dışında yönetim maliyetlerini düşürmesiydi.

İkinci olarak, günümüzün ekonomik küreselleşmesi,  dünya çapında- ekonomide ve uluslararası ilişkilerde davranışları çeşitlilik ve farklılık gösteren yeni özneler oluşturuyor. Devletlerin yanı sıra şirketler, özellikle de modern çokuluslu şirketler ve çokuluslu bankalar giderek artan bir role sahip durumdalar. Üretim, yatırım ve pazarlama konularında tüm dünya üzerinde ekonomik faaliyetler yürütüyorlar ve küresel ölçekte yönetim ve işlemler öngören stratejiler uyguluyorlar. Çokuluslu şirketlerin küresel düzeydeki operasyonları ve işlemleri, muazzam büyük bir hacme ulaşmış; dünya üzerindeki ulusal ekonomilerin ve küresel ekonominin de dahil olduğu mevcut uluslararası ekonomik ilişkiler arasında sık örgülü bir küresel ağ ortaya çıkarmış durumda. Bazı istatistiklere göre dünyada ürünlerinin %40’ı çokuluslu şirketler tarafından üretilirken uluslararası ticaretin %70-80’i yine onlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Üçüncüsü, günümüzün ekonomik küreselleşmesi, piyasa sistemi ve piyasa ekonomisi sistemi aracılığıyla ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri birbirine yakından bağlıyor. Yalnızca malların uluslararası ticaretinde görülmemiş bir genişleme ve sermaye hareketlerinde yüzlerce kat büyüme görülmüyor… Aynı zamanda doğrudan dış yatırımlar, hizmet ticareti, bilim ve teknoloji ticareti, enformasyon yayılımı, personel hareketleri ve uluslararası turizm de büyük bir hızla gelişme gösterdi. Bütün bu alanlardaki karşılıklı bütünleşme ve gelişme, sonuçta, her alanda, çok yönlü ve çok kanallı olarak son derece bütünleşmiş ve gelişmiş bir piyasa sistemini ortaya çıkartıyor. Dünya piyasası sistemi ve piyasa sistemi, dünya üzerindeki bütün ülkeler arasında yakın bir ilişki doğuruyor ve ekonomik alanda her ülkeyi bir bütüne entegre ediyor.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin önderliğindeki ; “Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi” (COMECON)’un odağında bulunduğu sosyalist piyasa ekonomisi sistemi 1990’lı yıllarda artık yoktu. Bu, eski Sosyalist Kamp ülkelerinin kapitalist piyasa ekonomisi sistemine geri dönmelerinin bir sonucuydu… Çin ve Vietnam ise, kendilerini sosyalist piyasa ekonomisine dönüştürdüler. Küba ve Kuzey Kore ise abluka altında oldukları için ekonomik küreselleşmeye katılmadılar ve cezalandırıldılar.

Dördüncüsü, günümüzün ekonomik küreselleşmesinde kapitalist gelişmiş ülkeler hâkim bir rol oynadılar. Yüksek rekabet güçleri ve avantajları bulunan Batılı ülkeler, uluslararası ilişkilerde tekelci ve süper güçler olarak işlev gördüler ve kendi üretim modellerini -örüntülerini- dünyadaki her ülkeye adım adım yaymak için her yolu denediler. Giddens’in de söylediği gibi; tek süper güç olarak ABD, yeni küresel dünya düzenini oluşturmada etkin ve önde gelen bir rol oynadı. Bazı bakımlardan ABD, kendi kurumsal sistemlerini dünyaya yaymaya çalıştı.(ÇN; Amerikan demokrasisi ve onun değerleri kastediliyor )

Beşincisi, günümüzün ekonomik küreselleşmesi, bölgesel ekonomik bütünleşmeler ve ekonomik blokların oluşumu ile birlikte ortaya çıktı. Dünya Ticaret Örgütü tarafından yayınlanan istatistiklere göre bugün dünyada 144 bölgesel ekonomik blok var. Uluslararası Para Fonu (İMF), 68 ekonomik bloğu listelemiş durumda. Japon Ticareti Geliştirme Kurumu, 101 ekonomik bloktan söz ediyor. İngiliz gazetesi olan Economist’in gösterdiği gibi 1948’den 1994’e kadar tüm dünyada bölgesel düzeyde 109 ekonomi ve işbirliği örgütü birbiri ardına ortaya çıktı. Bunların 2/3’si 1990’larda ortaya çıkmıştı. Halen en azından 146 ülke, bölgesel düzeydeki değişik ekonomi ve işbirliği örgütlerinde yer alıyor. Ekonomik bloklar bakımından halen G–7, G–77, G–24, vb. var. Bir yandan küreselleşme ve bölgesel bütünleşme sürerken yanı sıra bölgesel ekonomik örgütlenmeler içinde ekonomik dolaşım hızının da arttığına şahit olunuyor. Örneğin Kuzey Amerika, Avrupa Birliği ve Doğu Asya, 1993’teki dünya toplam ihracatının   %76,8’ni gerçekleştiriyor. Halen dünya toplam dış ticaretinin üçte biri Avrupa ülkelerinin kendi arasında gerçekleşiyor.  Asya ülkelerine gelen sermaye akışının yarısının yine diğer bazı Asya ülkelerinden gelmesi bu bölge içindeki iç hareketin güçlü olduğunu gösteriyor.

II.  Teorik Bakış Açısından Ekonomik Küreselleşmenin Olumlu ve Olumsuz Etkileri

Akademik-Teorik bakış açısından ekonomik küreselleşmenin olumlu etkileri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

Birincisi,  kaynakların küresel ölçekte olası en optimal dağılımını olanağını ortaya çıkarmıştır. Küresel ekonominin bir bileşeni olarak ülkeler, uluslararası ekonomik alış-verişte karşılıklı yarar elde etme hedefiyle, kendi özgün avantajlarını kullanmaya çabalarken -dünya-ölçeğinde-   genel olarak ekonomik büyüme ile sonuçlanabilen bir gelişmeye katkıda bulunmaktadır.

 Bu süreçte gelişmiş ülkeler sermaye gücü ve teknolojik avantajlarına dayanarak gelişmekte olan ülkelerden daha fazla fayda elde ederler.

İkincisi, nesnel ekonomik yasaların küresel ölçekte işleyişini olanaklı kılar. Son derece genişlemiş ve adım adım bütünleşmekte olan dünya pazarında yer alan her ülke,  uluslararası pazarlarda yoğunlaşan rekabet karşısında üretimini ve ticari – yönetim faaliyetlerini iyileştirmek; maliyetlerini düşürmek, emek üretkenliğini artırmak ve kendi gerçeklerine uyan optimal ölçek tercihlerini uygulamak durumunda kalır.

Tüm bunlar, dünyadaki toplam üretim çıktı düzeyini önemli ölçüde artırmıştır. Aynı zamanda şiddetli uluslararası rekabet, yeni teknolojilerin geliştirilmesi için yapılan araştırmaları teşvik eder ve elde edilen araştırma sonuçlarının daha hızlı bir biçimde üretim sürecine yansıtılmasını kışkırtır.  Muhtemelen bu da dünya ekonomisinin büyümesine uyarıcı bir etkide bulunur.

Üçüncüsü, sanayi sektörlerinin yapısının dünya ölçeğinde düzenlenebilmesi ve akılcı bir biçimde planlanması/yeniden ayarlanması sürecinin hızlanmasını olanaklı kılar. Ekonomik küreselleşme sürecinde hem doğrudan uluslararası yatırımların hem de teknoloji aktarımının kolaylaşması ve karşılıklı etkileşmenin artması –  dünya çapında yapılanan- sanayinin yetkinleşme düzeyinin yükselmesine ve bu yetkinleşme olgusunun sürdürülebilir olmasına katkıda bulunmuştur. Bu gelişme sürecinde gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerden önemli miktarda sermaye ve ileri teknoloji almışlardır. Ülkelerindeki sanayilerinin optimizasyonu, yenilenmesi çağdaşlaşmasını sağlamak için gelişmiş ülkelerin ileri yönetim teknolojilerinden ve deneyimlerinden öğrenme çabasına girmişlerdir. Böylece sanayileşmenin ve modernleşmenin gerçekleşmesini hızlandırma fırsatları elde ettiler. Kuşkusuz, sanayi yapısının bu yeniden yapılanması sürecinde gelişmiş ülkeler, muhtemelen bu alanlardaki üstünlüklerini sürdürmeye devam ettiklerini söyleyebiliriz.

Son olarak, ekonomik küreselleşme ve toplumsal gelişmenin yarattığı bazı sorunların ortaklaşa ortak olanağını ortaya koyar. Dünya ekonomisinin bugünkü gelişme sürecinde her ülke, kendi ulusal ekonomik gelişimi sonucunda ekoloji, çevre, kaynaklar, nüfus, yoksullukla mücadele, halk sağlığı, şiddet, suç, yağmalama, vb. gibi ortak sorunlarla karşı karşıyadır. Dünyadaki her bir ülke, özellikle de gelişmiş ülkeler, ekonomik küreselleşme sürecinde bu sorunları tümüyle kavrayarak bunları çözmek için aktif tedbirler alırlarsa-teorik olarak- dünyadaki ekonomik ve toplumsal gelişme küresel-bütünlük ölçeğinde sürdürülebilir bir durumda olabilecektir.

Ekonomik küreselleşmenin olumsuz sonuçları da şöyle sıralanabilir:

Birincisi, dünya ekonomisinin dengesiz gelişmesi artar. Gelişmiş ülkeler fikri yaratım-buluş mülkiyet haklarında gelişmemiş ülkelere kıyasla açık-ara avantajlara sahip oldukları için ekonomik küreselleşme sürecinde gelişmekte olan ülkelerden daha fazla yarar elde ederler. Dolayısıyla Kuzey ile Güney arasındaki dengesiz gelişme farkı dünya ölçeğine yayılarak büyür. Hala gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kişi başına hesaplanan GSMH-milli gelir- farkı çok büyüktür. Dengesiz gelişme, esas olarak dış ticaret, bilim ve teknoloji gücünde ifadesini bulur.

            İkincisi, dünya ekonomisinin gelişmesindeki olumsuz sarsıntılar muhtemelen daha da arttı. Örneğin, Meksika’da 1994’te ortaya çıkan mali kriz; 1995 Şubat’ında Bahreyn Bank’ın iflas etmesi; birçok Doğu Asya ülkesinde ortaya çıkan mali krizler; Arjantin’de son dönemde ortaya çıkan mali ve ekonomik krizler böyledir.  Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri ekonomileri de uluslararası finans sistemindeki gelişmelere bağlı olarak büyük gerilemeler yaşadılar. Japonya’da on yıl süren bir ekonomik durgunluk yaşandı. Ve yeni ekonomi çağında bile son dönemlerde ABD’de bir ekonomik durgunluk ortaya çıkmış bulunuyor. Bütün bunlar, dünya ekonomisinin gelişmesinde büyük kayıplara yol açtı ve uluslararası finans piyasalarının dünya ekonomisine getirdiği olumsuz etkileri tümüyle ortaya koydu.

Üçüncüsü, dünya ekonomisinin gelişmesindeki çelişkiler, muhtemelen daha da keskinleşti. Günümüzün kapitalizmindeki karmaşık ve birbirini etkileyen çelişkiler, küresel ekonomiyi dengesiz, uyumsuz, istikrarsız ve çeşitli tipte riskler ve krizlerle karşı karşıya bir duruma getirdi. Gelişmiş ülkelerin kendi aralarında ve gelişmiş ülkeler ile daha az gelişmiş ülkeler arasında birbirini izleyen çok sayıda ticaret ve döviz savaşları çıktı ve bu çelişmeler tüm dünyaya yayıldı. Dünyadaki üstün konumlarına ve ekonomik güçlerine güvenen gelişmiş kapitalist ülkeler, özellikle de ABD, diğer ülkelere birçok müdahaleler yaptı, yaptırımlar uyguladı ve onlara karşı çeşitli tehditlere başvurdu, hatta askeri işgallere girişti. Kuşkusuz, diğer ülkelerin bunlara direnmesi, dünya çapında çelişkileri, sürtüşmeleri ve mücadeleleri yoğunlaştırdı ve bu da uluslararası ekonomik gelişme üzerinde olumsuz bir etki yarattı.

Avantajların Dezavantajlarla Karşılaştırılmasında Üç Alternatifli Koşul:

Ekonomik küreselleşmenin avantajları ve dezavantajlarıyla ilgili olarak üç olanağa dikkat çekmek gerekiyor: avantajlar dezavantajlardan üstündür // avantajlar dezavantajlardan daha azdır //  veya avantajlar dezavantajlarla eşit düzeydedir.

Belirli bir öznel taraf açısından en önemli sorun, kimin avantajlarının dezavantajlarından daha fazla ve kimin dezavantajlarının avantajlarından daha fazla olduğunu ortaya koymaktır. Gelişmiş ülkelerin oluşturduğu azınlık söz konusu olduğunda kuşkusuz onların elde ettiği avantajlar daha fazla olacaktır.  Gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu çoğunluğa gelince avantajlarının mı,  yoksa tersinin mi, daha fazla olacağını belirlemek son derece zordur. Burada doğru çözüm; söz konusu ülke bu yola çıkmazdan önce var olan toplam ulusal ekonomik güç ile dışa açılmadan sonra gelinen durumdur.  Çin ve 40’ın üzerinde Afrika ülkesi tarafından birkaç yıl önce imzalanan “Çin-Afrika İşbirliği Forumu Bildirisi”nde bu husus irdelenmiş ve gelişmekte olan ülkeler için fırsatlardan çok risklerin ağır bastığına işaret edilmiştir.

22 Temmuz 2002 tarihinde Alman gazetesi WAZ’da yayınlanan “Küreselleşme, ABD’nin Süper Güç Arayışı ve Kissinger’in Kaygısı” başlıklı makalede eski Dışişleri Bakanı Kissinger’in sözlerinden bir alıntıda : “Küreselleşme ABD için iyi, ancak zengin ile yoksul arasındaki açığı derinleştirdiğinden diğer ülkeler için kötüdür”deniliyordu.

Sosyal Demokrat Schröder’in çağrısı ile ABD, Almanya, Kanada, Fransa, İtalya, vb. gibi toplam 14 ülkenin hükümet liderlerinin 3 Haziran 2000 tarihinde düzenlediği Berlin Uluslararası Konferansı’nda kabul edilen  “21. Yüzyılda Modern Ulusal İdari Yönetim Üzerine Berlin Bildirisi”nde, küreselleşmenin herkes için, özellikle de gelişmekte olan ülkeler için istenen faydayı sağlamamış olması göz önünde tutularak küreselleşmenin başıboş gelişmesine izin verilemeyeceği ifade ediliyordu. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan “İnsani Gelişme Raporu” da küreselleşmenin dengesizliğe yol açtığını, zengin ülkeler ile yoksul ülkeler ve zenginler ile yoksullar arasındaki açığı büyüttüğünü kabul ediyordu. ABD Başkanı’nın ekonomik danışmanı olan Robert Gilpin de bu olguları kabul ediyordu : “Tarihte varolan bütün uluslararası sistemlerde bir hiyerarşi vardır: bazı ülkeler egemen, bazıları bağımlı konumdadır. Uluslararası sistemde demokrasi ve eşitlik, geçmişte hiçbir zaman olmadı ve gelecekte de olmayacaktır. Güçlü ülkeler, sahip oldukları sanayi avantajları ve ülkeler arası güçler dengesi gibi kendileri açısından önemli konuların piyasa güçleri aracılığıyla belirlenmesine hiçbir zaman izin veremezler.”

III.  Dünyada Anti- Küreselleşme Hareketleri 

Ekonomik küreselleşme ve Anti- Küreselleşme, ciddiyetle ve özenle incelenmesi gereken önemli konulardır. 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında bir yandan küreselleşmeyle ilgili kamuoyunda sempatik düşünceler yaygınlaşırken, bir yandan da küreselleşme karşıtı hareketler dalgası başladı. 1999 yılının Kasım sonu ile Aralık başında ABD’de ortaya çıkan Seattle Fırtınası, dünya ölçeğinde küreselleşme karşıtı hareketin başlangıcını oluşturdu. Yaklaşık 40 000 küreselleşme protestocusu ile polis arasındaki çatışmalar Seattle şehrinin bütününe yayıldı. Yaklaşık 310 protestocu polis tarafından tutuklandı, çatışmalar sırasında bazı göstericiler yaralandı. Küreselleşme karşıtı hareketle ilgili toplantılar ile küreselleşmeyi geliştirme üzerine uluslararası konferanslar-hem de aynı kentlerde-  birbiri ardına yapılmaya başladı.  Küreselleşme karşıtlarının, hasmına bire bir- ve hasmının toplandığı yerde karşı koyma şeklindeki mücadele, küreselleşmeye karşı mücadelenin ilk biçimini oluşturdu.

İkinci mücadele biçimi ise küreselleşmeyi teşvik edenlere karşı ve küreselleşme karşıtı uluslararası konferanslar düzenlenmesiydi; fakat bunlar aynı zamanda ancak bunlar hasımları ile aynı yerde toplanmadılar.  Diyalog ve tartışma olmasına karşın birinciler ile ikinciler arasında -arada mekân farkı olduğu için- çelişme ve şiddet ortaya çıkmayacaktı. 2001 yılından bu yana belirli aralıklarla düzenlenen Dünya Sosyal Forum’u bunun tipik bir örneğidir. (Benim kanımca Çin,  hem Dünya Ekonomi Forum’una hem de Dünya Toplum Forum’una-iki tarafa da katılmalıdır.) Örneğin 2000 yılında 31 Ocak ile 5 Şubat arasında Brezilya’da 150’den fazla ülkenin katıldığı küreselleşme karşıtı Dünya Sosyal Forumu düzenlenirken NewYork’ta 100’den fazla ülkenin katıldığı Dünya Ekonomi Forumu düzenlendi.

Dünya Sosyal  Forum’u, “serbest piyasanın kontrolündeki” küreselleşmeye  ve yeni liberalizm tarafından benimsenen politikalardaki  aşırılıklar  sonucu  ortaya çıkan  felaketlere , eşitsizlik   ve adaletsizlik   olgularına  karşı çıkıyordu. Yayınlanan manifesto, “yeni liberalizme, militarizme ve savaşa karşı” çıkıyordu. EFE Haber Ajansı, Dünya Sosyal Forum’una 60 000 kişinin katıldığını bildirmişti.

Diğer örnek, 120 ülkeden gelen 78 000 temsilci ile 6000 gazetecinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 200 000 kişinin Brezilya’daki Porto Alegre’de düzenlenen “Barış Arayışı” gösterisine katılmasıydı. Bu gösteri, 26 Ocak 2005’deki Dünya Sosyal Forumu’nun 5. Oturumu’nun açılışıydı. Altı günlük toplantı sırasında 5700 sivil toplum örgütü tarafından 2000’ni aşkın tartışma ve propaganda etkinliği düzenledi.

Küreselleşme üzerine forumlar dünyanın birçok yerinde düzenlendi. Bunlar arasında üçüncü tip bir mücadele biçimi de ortaya çıkmıştı.  Örneğin Küreselleşme Üzerine Havana Forumu olarak üç oturum yapıldı. Bir diğer örnek, 6–10 Kasım 2002 tarihleri arasında Floransa’da toplanan Avrupa Sosyal Forumu Konferansı idi. Konferansa dünyanın her tarafından gelen yaklaşık 4000 örgüt ve 32 ülkeden 420 dernek ve sivil toplum örgütünden 20000’ni aşkın temsilci katıldı. Beş günlük konferans sırasında “Yeni Liberalizm ve Küreselleşme”, “Güneyin Yoksulluk Sorunları”, “Adil Ticaret”, “Savaş ve Barış”, vb. üzerine 30 toplantı ve 160 seminer düzenlendi.

Aynı yıl 9 Eylül’de “Kapitalist küreselleşmeye hayır”, “ABD’nin Irak’a karşı savaşına Kararlılıkla Hayır”, “Dünyaya Hükmeden ABD’ye hayır”, “Yeni ırkçılığa hayır”, “Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine hayır”, “Kahrolsun çokuluslu mali sermaye”,  “Ormanları ve suları koruyun”, “Genetiği Değiştirilmiş Hormonlu Yiyeceklere Son ” “Küresel yağmaya ve barbarlığa hayır”, vb. sloganlarla Avrupa Sosyal Forumu tarafından başlatılan ve değişik Avrupa ülkelerinde üç milyon kişinin katıldığı küreselleşme ve savaş karşıtı çok büyük gösteriler düzenlendi.

Kanımca, anti- küreselleşme hareketlerinin en azından birkaç özelliği var gibi görünüyor.  Bu, geniş toplumsal temeli ve ilerici yapılarıyla özgün bir uluslararası akım.  Başından itibaren küreselleşmeye egemen olan ABD’nin başını çektiği G-7’ye ve kuralları ve hadefleri bu grup tarafından belirlenen uluslararası ekonomik örgütlere (İMF/DB )karşı olan bir hareketti. Dolayısıyla bu akımın ana doğrultusu, henüz genel ekonomik ilişkiler üzerinde temellenen ekonomik küreselleşmeye ve onun üretkenliğine karşı çıkmıyor. Bir başka deyişle  bu hareketler, bir tür “olumlu ekonomik küreselleşme” yanlısıdır. Diğer deyişle  “olumsuz ekonomik küreselleşmeye” ya da ekonomik küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı çıkıp onu düzeltmeyi ve onun “kaotik yapısını düzenlileştirmeyi ” hedeflemektedir. Anti-Küreselleşmeci akım çok hızlı ve aktif bir biçimde gelişti. Beş yıl içinde 10 000’den fazla insanın katıldığı küreselleşme karşıtı toplantılar ve otuza yakın büyük gösteri düzenlendi.

Küreselleşmeye kim karşı çıkıyor?  Medya haberleri, birçok ülkede küreselleşme karşıtı hareketlere katılan, birçok çevre ve toplumsal tabakadan insanların da aralarında bulunduğu çok değişik sivil toplum örgütünün var olduğunu ortaya koyuyor. Bu kişilerden bazıları gelişmiş ülkelerdeki sivil toplum örgütlerinden bazıları ise gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum örgütlerinden geliyor, bazıları sosyal aktivistler, bazıları akademisyenler, aralarında kültür insanları, çevre korumacılar, tüketici hakları savunucuları, gelişmiş ülkelerdeki dinsel liderler, bazı sendika liderleri ve işçiler de var, bazıları küreselleşmenin doğrudan kurbanları ve bazıları da küreselleşme kurbanlarının temsilcileri…

Bir diğer soru şu: küreselleşme karşıtlığının nedeni nedir? Batılı ülkelerdeki medyanın analiz edilmesi, küreselleşme karşıtlığının birçok nedeni olduğunu ortaya koyuyor. İktisatçı Profesör Wu Yifeng’e (3) ve bana öyle geliyor ki bu nedenler şöyle sıralanabilir:

Birincisi, küreselleşme, zengin ülkeler ile yoksul ülkeler ve gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeleri de içeren zengin ile yoksul arasındaki açığı arttırarak Kuzey  ile Güney arasındaki çelişkileri derinleştirdi ve aynı zamanda her ülkedeki zengin ile yoksul arasındaki açığı da arttırdı.

İkincisi, gelişmiş Batılı ülkelerdeki hükümetler çokuluslu şirketler ile biraraya gelerek gelişmekte olan ülkeler için felaketle sonuçlanan küreselleşme aracılığıyla mali ve teknolojik sömürgeleştirmeyi de içeren yeni bir sömürgecilik başlatmak ve akıldışı bir uluslararası işbölümünü hayata geçirmek için borç verme ve borçlandırmaları kullandılar.

Üçüncüsü, gelişmiş ülkeler tarafından yürütülen küreselleşme, ülke içi sanayilerinin içini boşalttı ve ülkedeki istihdam olanaklarını azalttı.

Dördüncüsü; küreselleşme gelişmekte olan ülkelerde tarım sektörü ve çiftçilere zarar vermiştir.

 Beşincisi, gelişmiş ülkeler küreselleşmeyi kullanarak gelişmekte olan ülkelerdeki ekolojik dengeyi tahrip edecek biçimde çevre krizlerine neden oldular.

Altıncısı, bazı gelişmiş ülkeler küreselleşme aracılığıyla, gelişmekte olan ülkelerin egemenliklerini ihlal ederek kültür ve gelenekleri aşındırdılar, toplumsal ve ekonomik istikrarı tehdit ettiler ve gelişmekte olan ülkelerin bağımsızlıklarını ihlal ettiler.

Küreselleşme karşıtlığına katılanların karmaşık yapısı, küreselleşme karşıtı hareketlerin hedefleri ve yapılarının da karmaşık olmasını belirliyor. Küreselleşme karşıtı hareket, yoksul ülkelerin borçlarının iptalini talep etmekte;  gelişmekte olan ülkelerin kültür ve geleneklerini savunmakta; bağımsız ülkelerin ulusal egemenliklerini sürdürmelerini desteklemekte; yeni sömürgeciliğe ve yeni emperyalizme karşı çıkmakta; çokuluslu şirketlerin dünyaya hükmetmelerine ve hatta kapitalizme tümden karşı çıkmaktadır. Bu akım içinde yeni liberalizme karşı çıkmaktan; kumarhane kapitalizmine ve spekülatif kapitalizme karşı çıkmaya; askeri birliklerin olmadığı bir dünyanın kurulmasını talep etmekten; her şeyi işçilerin yönettiği bir çalışanlar toplumunun oluşturulmasını talep etmeye kadar çok farklı istemler iç içe geçmiş durumda.

Dolayısıyla anti-küreselleşme akımı, farklı türler ve farklı hedefler içeriyor. Hatta bazen bir dereceye kadar; şeyleri ters yüz ederek yanlış yönlere de gidebiliyor. Yine de temel bir eğilim olarak bu harekete, yaygın bir toplumsal temeli bulunan, ilerici bir rol oynayan- uluslararası sosyalist hareketle bazı ittifaklar yapabilen- uluslararası bir hareket olarak bakılabilir. Birçok sol kanat akademisyen bazı ülkelerde bu akım içinde önemli bir rol oynamaktadır.

IV.  Ekonomik Küreselleşme’den Küresel Sosyalizme Giden Yol

Yukarda günümüzün ekonomik küreselleşme pratiğini inceleyerek şu temel çelişmelere işaret etmiştik:  Ülkeler içinde giderek artan toplumsallaşma ile üretim faktörlerinin özel mülkiyeti- özelleştirilmesi-  arasındaki çelişmeler .//giderek artan ölçüde uluslararasılaşan toplumsal ve ekonomik küreselleşme ile üretim faktörlerinin özel mülkiyet sistemi ile devlet mülkiyeti sistemi altında olması.  Ulusal-küresel düzeydeki ekonomik anarşi; kuralların zayıf ve ekonominin yönlendirme/kontrol ve düzenlenme düzeyinin zayıf olması kaçınılmaz olarak ekonomik kargaşalığa ve ulusal veya küresel ölçekte durgunluğa yol açacaktır.  Bu çelişmelerin bütünüyle-tam olarak- çözülmesi nihai olarak küresel sosyalizme yol açacaktır. Ancak hala önümüzde uzun bir yol bulunuyor.  Bu yol dolambaçlı, zikzaklı, ileri / geri ilerleyen zorlu bir süreç olarak, uzun bir zaman içerisinde gerçekleşecek, yolun başlangıç aşamalarında kapitalist piyasa ekonomisi sistemi, onun işleyiş yasaları ve göreli olarak da onun politik, kültürel sistemi belirleyici olabilecektir.

Bir başka deyişle ekonomik küreselleşmenin adaletli ve düzenli gelişmesi eğiliminin talepleri küresel kapitalizm tarafından değil, nesnel olarak ancak küresel sosyalizm gereksinimi ile karşılanabilir. Aksi halde çeşitli tipte krizleri, düzensizlikleri, şiddeti, suçları, yoksulluğu, vb. kontrol etmek çok zor olacaktır.

Bu sonuca bilimsel gözlem ile ulaşmak mümkündür.

Bu konuda kuşkular bulunuyor: yeni liberalizmin ekonomik teorileri tarihsel olarak kaçınılmaz olan bu eğilimi durdurabilir mi? Yanıt, hayırdır. Çünkü onun temel niyeti ve doğası; büyük-çağ yanı sıra tarihsel eğilim ile çelişmektedir.  Yeni liberalizm, temeli Adam Smith döneminin liberalizmine  “yeniden dönüş yaparak ; ” Keynesçi liberalizmin uygulamalarını tersine çevirmeye çalışmış olan bir akımdır. Bundan dolayı ona doğru olarak uluslararası düzeyde yeni-muhafazakâr ekonomik düşünce deniyor.

Birincil olarak, Bu sağ-kanat ekonomik düşünce eğilimi,  düzenleme ve kontrol karşıtlığını savunmaktadır. Orijinal piyasa doktrinerliğini fetişleştirerek hükümet müdahalelerine karşı çıktı. Yeni liberal iktisatçılar, günümüzdeki piyasa ekonomisinin istikrara kavuşturulması için hükümet müdahalesinden yararlanmayı bütünüyle reddetmeseler de piyasa ekonomisi mekanizmalarını fetişleştirmeyi sürdürüyorlar. Hükümetlerin, ekonomik işlemlere ve ekonomik faaliyetlere müdahale ve kontrol işlevinin daha az olmasını, bunun daha iyi çözüm olduğunu savunuyorlar. Bunlar sürekli olarak, yeni liberal teorinin asıl içeriği olan serbest piyasalarda kârın azamileştirilmesi ilkesini ısrarla savunmayı sürdürüyorlar.

 İkincil olarak, özelleştirmeci konumu savunmaktadır: Ebedi olarak her zaman var olduğunu ve olacağını vurguladığı özel mülkiyet hakkı efsanesinin propagandasını yaparak kamu mülkiyetine karşı çıktı. Yeni liberaller özelleştirmeleri çılgınca savundular. Özel mülkiyete dayalı ekonominin içkin yapısı itibariyle sahip olduğu istikrar ile; piyasa kuralları içinde “Görünmeyen elin ”  yardımı ile ekonomide dengeyi otomatik olarak gerçekleştireceğini; ve işsizliğin kabul edilebilir bir düzeyde tutulabildiği bir ekonomik istikrarı sağlayabileceğini savundular. Ayrıca özel ekonominin sahip olduğu büyük avantajıyla bireysel özgürlükleri koruyabileceğini, özel mülkiyete dayalı sistemin; kapitalistin bireysel özgürlüğü için olduğu kadar; proletaryanın bireysel özgürlüğü için de önemli bir güvence sağlayabileceğini savundular. Amerikan iktisatçı Stiglitz tarafından kullanılan eleştirel terimlerle ifade edersem ,  “Özel mülkiyet hakları” ve ” Coase aldatmacasını ”  savunarak, her türlü gerekçeyi öne sürerek kamu mülkiyetine karşı çıktılar.

Üçüncü olarak, yeni-liberalizm küresel liberalleşmeye dayanmaktadır: Yeni-liberalizm, ABD’nin egemen olduğu liberal ekonomi uygulamasını desteklemiş ve bir yeni uluslararası ekonomik düzenin kurulmasına karşı çıkmıştır. Yeni liberaller,  orijinal piyasa ekonomisi köktenciliğini dünya ölçeğinde genişlettiler ve teşvik ettiler. Çokuluslu özel sektör şirketlerinin hâkim ve kilit oyuncular olduğu, serbest uluslararası ticaret ve finans politikalarını hem teoride hem de uygulamada desteklediler. Ayrıca ABD’nin uluslararası ekonomik örgütleri kullanarak dünya ekonomisinin işleyişini belirlemek için yürüttüğü hegemonyacı ve tek taraflılık içerikli dış politikasını desteklediler. Birçok gelişmekte olan ülke tarafından ortaya atılan bir yeni uluslararası ekonomik düzenin yeniden oluşturulması ya da mükemmelleştirilmesine yönelik makul talepleri hiç bir biçimde desteklemediler.

Dördüncü olarak, yeni liberalizm refah bireyciliğini savundu: Sosyal refah devleti modeline karşı çıkarak devletin bireylere toplumsal güvence sağlama sorumluluğunun bireylere yüklenmesi vurgusunu yaptı. Yeni liberaller, yüksek vergi politikalarına dayanan “refah devleti modelinin ” , ekonomide etkinliğin düşmesine yol açtığını, işçilerin çalışma motivasyonunu zayıflattığını, israfçı olduğunu ve yatırımları düşürdüğünü savundular. Bu modelde izlenen  “tam istihdam” sağlama politikasının, özel sektöre dönük emek arzını düşürdüğünü, böylece ekonomik gelişmenin esnekliğini yitirdiğini propaganda ettiler.  Onlara göre, emeklilik maaşı, işsizlik maaşı, sağlık yardımı gibi insanlara refah sağlayan uygulamalar, kişinin kendisine bakma yeteneğine zarar veriyor ve bireyler her şeyi devletten bekleme tembelliğine itiliyordu.

Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelere çifte standartla yaklaşan yeni liberal teori ve politikalar, tek yanlı bir biçimde gelişmiş ülkelerin egemenliğinde bir ekonomik küreselleşmeyi ve kapitalist küresel yayılmayı desteklemektedir. Bu politikaların sonucu olarak, bir yandan kapitalizmin varlık/gelişme alanı genişler kapitalizmin temel çelişkileri bir ölçüde yumuşarken, öte yandan da dünya kapitalist sisteminde yeni çelişkiler ve yeni krizler ortaya çıkmaya başlamıştır.  Gelişmiş ülkelerdeki zengin ile yoksul arasında kutuplaşma eğilimi yeniden canlandı ve gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurum büyümeye başladı ve böylece ulusal ölçeklerde yeni liberalizmin ekonomik düşüncesine karşı çıkan mücadeleler ortaya çıktı. Latin Amerika ve Rusya bunlarla ilgili tipik örnekler sayılabilir

Sosyalist çözüm konusundaki ikinci kuşku sorusu: ABD ve diğer kapitalist ülkelerin ekonomik gelişmesi kaçınılmaz tarihsel eğilimi önleyebilir mi? sorusudur. Kanımca yanıt, hayırdır. Yukarıdaki incelemede ortaya koyduğumuz gibi 20. yüzyılda 1990’lardan sonra ABD’de gerçekleşen görece yüksek ekonomik büyüme, genel anlamda yalnızca yeni ekonomi kavramı, enformasyon teknolojisindeki gelişme ve küreselleşme süreci ile açıklanamaz. Kapsamlı bir inceleme yapıldığında ABD’nin bir lokomotif olarak hızlı gelişmesinin iki önemli nedeninin olduğu görülmektedir: Birincisi, genel nedenler olarak; yüksek teknoloji ve gelişkin bilimsel uygulama ile üretkenliğin artışı // ekonomik küreselleşme //ekonomik ilişkilerin, ekonomik sistemin ve ekonomi-politikaların yeniden ayarlanmasını söyleyebiliriz. Diğeri ise özel bir neden olarak, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin zayıflığı, COMECON’un dağılmasıdır. Bunların sonucu olarak; ABD, kaynaklar, pazar, teknoloji, personel gibi alanlardan ve silah endüstrisinden muazzam büyük kârlar elde edebilmesidir.

ABD’nin finans-para sektörü de dahil olmak üzere sahip olduğu özel ekonomik hegemonik konum ABD’yi ticaret ve yatırım alanında bir birikim merkezi limanı konumuna getiriyor ve onu dünyanın en büyük bütçe açığı rakamına sahip fakat buna karşın en fazla dış sermaye çeken ülke konumuna getiriyor. ABD çok miktarda dolar basarak ve değişik tipte hedge fonlar aracılığıyla ve uluslararası ekonomik örgütleri kontrolü altında tutarak, uluslararası ekonomik düzenin işleyişinin kurallarının düzenlenmesinde ve yönlendirilmesinde hâkim konumda oluyor.

Diğer ülkelerin zenginliklerine/birikimlerine el koymak için yasal ve yasadışı yolları olanaklı kılmak amacıyla kendi çıkarını gözeten gerekli bazı korumacı önlemlerin alınmasını sağlayabiliyor. ABD ekonomisinin 90’lardaki hızlı gelişmesinin sırrı budur.  Yüzeysel bakıldığında, ABD ekonomisi,  yeni liberal ekonomik politikalar nedeniyle bu hızlı gelişmeyi sağlamış gibi görünüyor. Ancak ABD ekonomisiyle ilgili istatistikleri analiz ettiğimizde ABD ekonomisinin yalnızca görünüşte iyi olduğu görülebilmektedir.  Aslında borsa değerlerinde yapay balon/şişkinlik, özel sektörün artan borçları, büyüyen finansal açıklar, vb. türden üstü örtülü ciddi sıkıntılarının olduğunu görebiliyoruz.

Yüksek teknoloji üstünlüğü dönemindeki ekonomik hegemonyası ve silah satışlarından elde ettiği büyük kârlara rağmen ABD ekonomisi, diğer ülkelere oranla daha hızlı bir büyüme göstermemiş sayılabilir. Hatta ABD ekonomik durgunluk devreleri dahi yaşamış bulunuyor.

BİR BİLANÇO DENEMESİ

Son on yıldır yeni kapitalizmin egemenliği altındaki ekonomik küreselleşmeyle ilgili gözlemler, eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerilediklerini, Latin Amerika ülkelerinin gelişme fırsatını yitirdiklerini, Japon ekonomisinin yavaş ve sıkıntılı bir büyüme içinde olduğunu, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin ise yavaş büyüdüklerini anlayabiliyoruz.

Yeni liberalizmin özelleştirme ve ekonomik küreselleşme politikaları önerdiği, Birleşmiş Milletler tarafından – Dördüncü Dünya olarak anılan- dünyanın en az gelişmiş 49 ülkesi, ekonomik güçlerini ve refahlarını arttıramadılar. Tam tersine, giderek daha yoksul bir duruma düştüler.

Küresel ekonominin acilen yeni liberalizmin hâkimiyeti altında yönlendirilen ekonomik küreselleşme aşamasının ötesine geçen sağlıklı bir gelişmeye ihtiyacı var.

Küresel ekonomi, dolambaçlı ve kavisli bir yol izleyerek kaçınılmaz olarak sosyalist küreselleşmenin hâkim olduğu bir küreselleşme aşamasına doğru ilerleyecektir. Bilimsel bir bakış açısından bakıldığında, Çin, Vietnam, Küba, Laos ve Kuzey Kore sosyalist gelişmenin çeşitli değişik modellerini yaşama geçirmiş oldukları görülmektedir. Uluslar-Üstü Avrupa Birliği bölgesinde çoklu-biçimler taşıyan bir kapitalist gelişme ortaya çıkmış ve ortak para birimi Avro’yu ortaya çıkarmıştır. Nobel ödülü alan R. Mundell’in doların yerine yeni bir dünya rezerv parasının gerektiğini ileri sürmüştür. ASEAN ülkeler topluluğu giderek daha fazla bütünleşiyorlar. Birleşmiş Milletler ve uluslararası ekonomik örgütler tarafından oynanan aktif rol giderek artıyor. Bir anlamda bütün ülkeler ve uluslararası örgütler, bilinçli ya da bilinçsiz olarak içinde bulunduğumuz aşamadaki ekonomik küreselleşmenin bazı temel çelişkilerini azaltmak ve bunların üstesinden gelmek için ellerinden gelen çabayı harcıyorlar. Bu çabalar, sosyalist ekonomik küreselleşmeye doğru genel bir yönelimin uzun adımlarıdır. Kanımca geleceğimiz parlaktır…

Referans Kitaplar:

 Cheng Enfu: Ekonomik Küreselleşme ve Çin’in Aktif Politikası, Shanghai  Bilim ve Teknoloji  Yayınevi , 2000

 Zhou Zhaoguang: Uluslararası ekonomik güvenliği kim koruyacak, Anhui Üniversitesi Yayınevi,  2005.

 Robert. Gilpin (ABD ) Ekonomik Küreselleşme Sorunları,  Shanghai Halk  Yayınevi  2001

 Wu Shuqing: “Washington Konsensusu” ya da “Peking Ortak Konsensusu” Üzerine Bazı Düşünceler”, İdeoloji ve Teori Dergisi , Sayı  3 (2004)

 Editör, Cheng Enfu: Modern Çin Ekonomi Teorisi Üzerine Bazı Araştırmalar, Shanghai Üniversitesi Finans ve İktisat Yayınevi, 2000.

 Zhang Xunhua: Ekonomik Yasalar Üzerine Araştarma, Fudan Üniversitesi  Yayınevi , 2000

 Ding Bing: “Yeni Liberalizm ve Ekonomik Küreselleşme” Ding Bin’den Seçme Akademik Çalışmalar, Shoudu Üniversitesi İktisat  Yayınevi,  2004.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir