Emperyalizmin Ortadoğu’ya olan ilgisi Tek Tanrılı dinlerin Dünya’da yaygınlaşmasıyla başladığı döneme
dayanmaktadır. Haçlı seferleri ve Osmanlı’nın Ortadoğu seferleri ve işgali kendi işgalcilerin mensup oldukları dinlerin ortaya çıkmış olduğu yerleri ele geçirmek ve o merkezlerden elde ettikleri metalarla , topluma itaat mekanizmasını benimsetmek ve o dönem kendi dinleri dışındaki diğer dinlerin egemenliği altında olan kutsal yerlerin egemenliklerini kendi denetimlerine almak için ve Dinlerinin en yüce temsilcisi unvanını ele geçirerek , kişisel unvanlarının yanına dini unvan da ekleyerek, kendilerine kutsallık edinmişlerdir.
Orta çağda dini hegemonyanın egemenliğini bahane eden emperyalist yayılmacı anlayış, ortaçağın sonlarında teknoloji ve bilimin gelişmesi ile ekonomik yayılmacılığı da dini yayılmacılıkla birlikte sürdürmeye başlamış ve ekonomik yayılmayı dini referanslar üzerinden yapmaya başlamıştır.
20. yüzyıl başlarına kadar bu nedenle sömürgeleştirilen Ortadoğu da petrol kaynaklarının yoğun olduğu tespitinden sonra emperyalizmin 1.Büyük bunalımı sonrasındaki 1. Dünya savaşı sonrasında , emperyalist güçler Ortadoğu da yeniden paylaşım savaşına girişmiş ve harita üzerinde sınırlar çizerek petrol bölgelerini kendi aralarında paylaşmışlardır. Bugün gelinen noktada emperyalizm enerji kaynaklarının paylaşımının yanı sıra, son dönemde sıklaşan krizlerden çıkmak için , elinde her zaman hazır bulunan Ortadoğu da yeniden sınır belirleme ve uluslararası sermayeye uygun yönetimler oluşturmaya başlamış. Sürekli savaş alanı olan Ortadoğu ülkeleri içerisinde iç savaş başlatarak bu değişlikleri gerçekleştirme yolunu seçmiştir.
Son dönem yaşanan ve adına Arap baharı denen iç savaşların 3 ayağı var :
1.Emperyalizmin hala içinde kıvrandığı 2008 krizine çözüm bulmak
2. Yeni Pazar alanları yaratmak
3. Yeni sınırlar yaratmak ve enerji kaynaklarını yeniden pay etmek ile birlikte özellikle İsrail’ in sınırlarını netleştirmek .(İsrail’ in hızla yeni yerleşim yerleri inşa etmesi ve sınırları genişletmesi bundan kaynaklı. Ve bu arada da Filistin devletinin ilan edilmesi.)
Arap baharı denen emperyalizmin yeniden paylaşım politikasının şu anki son ayağı olan (şu anki dememdeki neden Suriye’ nin son olmadığını belirtmek içindir.) Suriye’ deki iç savaş ABD ve AB emperyalizminin en zorlandığı alan olmuştur. Bu zorlanmanın nedeni emperyalistler ne kadar kabul etmeseler de Esat yönetiminin ülkede geniş bir tabana sahip olması ve Rusya nın hem ekonomik hem de askeri müttefiki olmasıdır.
Özellikle ABD emperyalizmi bu zorlanmayı Türkiye’deki bugünkü işbirlikçisi AKP iktidarının oradaki siyasi İslamcı muhalif güçlerle olan ilişkisini kullanarak Esat iktidarını yıkmayı hedeflemiştir. Ancak bu hesapları hem Esad’ ın tabanının güçlü olması hem de Rusya’ nın fiili müdahaleye karşı olması nedeniyle tutmadı.
ABD nin bu politikası bugünkü bir politika değil. 90’ lı yıllarda körfez savaşı ile uygulanmaya başlanmış olan bu politika bölgedeki Kürt sorununu da kapsayan bir politikadır. 32. Paralel yani Kuzey Irak’ın (Güney Kürdistan) uçuşa ve müdahaleye yasaklanması , Abdullah Öcalan’ın Suriye’ den çıkarılması ve daha sonra Türkiye ye teslimi, Irak’a fiili müdahale ve sonrasında Ortadoğu ülkelerindeki ayaklanmalar.
ABD’nin AKP üzerinden hesaplarının tutmaması ve fiili müdahale ye bahane ve zemin bulamaması ABD’yi Suriye sorununu Rusya ile birlikte çözme konuma evirmiştir. Kraldan çok kralcı olan AKP iktidarı, ABD’nin kendisine verdiği rolü benimsemekle kalmamış, kendini başaktör görmüş ve ABD’ye kendince oluşturduğu :
Suriye’ye karşı ABD’nin daha katı tavır alması,
Uçuşa yasak bölge ilanı
Muhalif güçlere silah yardımı
Gazze sorunu ve ziyareti
Kıbrıs Sorunu
Irak hükümetine daha fazla baskı
Ve Kürecik’ e yerleştirilen füze kalkanı ve radarların İran’a müdahale ya da gözetlemede kullanılmayacağının ABD tarafından açıklanması gibi; bir dizi proje ile giden Başbakan Erdoğan, Obama’nın Suriye konusunda kendisini dışladığını ve Suriye sorunu Türkiye ile değil Rusya ile çözeceğini söylemesi ile ülkesine eli boş dönmüştür. Türkiye’ye dönen Erdoğan, ABD görüşmeleri ile ilgili değerlendirme yapmak yerine gündemin değiştirilmesi için 2014 te 3 seçim olabilir açıklaması yapmış bu tartışılırken , TBMM de alkol yasası onaylanmış akabinde gezi parkında ağaçlar sökülmüş ve Yavuz sultan selim adı verileceği açılanan 3. Köprünün temeli atılmıştır.
ABD görüşmelerinin kamuoyu ile paylaşılması bir yana tamamen unutturulmaya çalışılmıştır. Erdoğan’ın zaman zaman satır aralarında söylediği; ben bir şey söyler ya da bir şey yaparsam herkesin onu konuşmasını sağlar , gündemi değiştiririm dediği gazete sayfalarında sıcaklığını korumaktadır.
( Erdoğan’ın yine gündemi değiştirmek için ortaya attığı ama gerçekte yapmayı planladığı Topçu kışlası ve AVM projesini 28 mayıs’ ta İBB aracılığıyla ilk adımını attı ve Gezi Parkındaki ağaçları katletmeye başladı. Halktan tepki geldiğinde İBB yol genişletmesi olduğunu AVM için olmadığını ,Erdoğan ise diktatörce bir tavırla :Yapacağım şeyi size mi soracağım diyerek ortamı daha fazla germe yolunu seçmiştir.)
Ortadoğu politikalarında değişikler yapan ABD , yaptığı bu değişikliklerde AKP iktidarını dışlamıştır.
Mısır da Mursi iktidarının askeri darbe ile uzaklaştırılması karşısında sessiz kalan ABD emperyalizmi. Kendi çıkar hesaplarının devamlılığını sağlamak nedeniyle Yeşil Kuşak projesinden ödün verebileceğini göstermekle birlikte ,AKP iktidarına da vazgeçilmez olmadığı uyarısı yapmıştır. Bu taktik değişikliği gören AKP , asıl tepki göstermesi gereken ABD yerine AB ye saldırmaktadır. AB’ ye saldırmasının nedeni AB’ nin gezi sürecinde uygulanan polis şiddetini ve AKP nin baskıcı politikalarını eleştirmesi nedeniyledir.
Ben yaptım oldu anlayışı ile hareket eden AKP iktidarı Beysbol sopasının sersemliğini yaşarken Gezi Direnişi ne toslayarak dengesini iyice kaybederek ne yöne gideceğini şaşırmıştır. Bir taraftan emperyalizmin Ortadoğu da ki çıkarları doğrultusunda politik çizgi izlemek ve bununla birlikte yeni Osmanlıcılık anlayışını Ortadoğu’ da hakim kılmaya çalışan AKP , kelimenin tam anlamıyla iki cami arasında bey namaz kalmıştır.
Ne ABD emperyalizminin verdiği görevi ne de kendisine biçtiği yeni Osmanlıcılık anlayışını Ortadoğu’ ya giydirememiştir. Emperyalizm tarafından kucağına verilmiş olan Kürt sorunu konusunda ise bocalamaya devam etmektedir . Ortadoğu’ daki sorun ve Kürt sorunu birbirine bağlı olarak bir kartopunun çığa dönüşmesi gibi AKP iktidarının üzerine doğru yuvarlanmaktadır.
Kürt sorununu emperyalizmin Ortadoğu da ki politikalarından ayırmak büyük resmi görmezlikten gelmek olur. Ve emperyalizmin Ortadoğu da ki gelecek hesaplarını yanlış yorumlamaya yol açar. Kürt sorunun çözümü de (yani Türkiye de ki adıyla barış süreci) emperyalizmin Ortadoğu da 90 lı yıllarda kurgulanmış stratejisinin bir parçasıdır. Enerji kaynakları paylaşımının tamamlandığı ve sınırların belirginleştiği bir Ortadoğu da (emperyalizmin istediği süre içinde) enerji kaynaklarının güvenliği açısından çatışmasız bir Ortadoğu hesabının yapılması Kürt sorunun en azından şimdilik emperyalizmin belirlediği ortak bir paydada çözülmesidir.
90’ lı yılların başında ABD’ nin körfez müdahalesi ile başlayan süreç ile PKK’ nin izlediği politik çizgi dikkatle incelendiğinde PKK’ nin emperyalizmin Ortadoğu da yaptığı hamlelere göre politikalarını belirlediği net bir şekilde görülebilir.
90 lı yılların öncesinde sosyalist söylemlerle ve orak çekiçli bayrakla mücadele yürüten ve Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan ı temel amaç gören PKK ,90 yılı sonrasında Sovyetler Birliğinin dağılması ve ABD nin Kürdistan da 32 ve 33.paraleli uçuşa yasak bölge ilan etmesi ile politik çizgisini değiştirmiştir.
Aşama aşama sosyalist söylemden vazgeçmiş ve bayrağındaki orak çekici kaldırmıştır. Temel amaç olan Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan mücadelesi Demokratik Cumhuriyet (!) noktasına evrilmiştir.
Bugün gelinen barış süreci ,90 lı yıllarda birkaç kez denenmesine rağmen emperyalizmin Ortadoğu da ki hesaplarının oluşmamış olması ve Türkiye de bu savaştan nemalanan Derin Devletin tasfiye edilememiş olmasından dolayı süreçler savaşın daha fazla tırmandığı aşamalara evrilmiştir.
Bugün gelinen süreçte emperyalizmin (tamamen olmasa da ) yeniden şekillendirdiği Ortadoğu ve PKK’ nin yüksek sesle dillendirdiği silahlı mücadelenin koşullarının demokratik mücadeleye evrildiği söylemine de bakıldığında Kürtlerin (Kuzey Kürdistan da) mücadeleyi demokratik yoldan yürütecekleri ve Serhıldanların silahsız olacağını görmek zor olmasa gerek.
Her ne kadar zaman zaman PKK Başkanlık Konseyi silahlı mücadeleye dönebileceği gibi sözler ima etse de söylemlerdeki esnekliği gözden kaçırmamak gerekir diye düşünüyorum.
Emperyalizm son dönemlerde sık sık yaşadığı bunalımın faturasını yine kadim Ortadoğu halklarına ödetmiş ve krizden çıkış tercihini Ortadoğu Halklarının canı-kanı ve enerji kaynakları üzerinden yapıyor.
NOT: Yazım içerisinde kısaca değindiğim gezi sürecinin birkaç satırla geçiştirilecek bir süreç olmadığını biliyorum. Bu sürecin her yönüyle değerlendirilmesi gerektiğini düşünerek geniş bir şekilde yazarak katılmayı düşünüyorum.
Mehmet Ayaz