Search
Close this search box.

Emperyalizmin Kuşatmasını ve Parçalama Planını Boşa Çıkarmak İçin Birlik Olmalıyız…

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Emperyalistlerin Türkiye’yi parçalama planı ilk kez BOP’la ortaya çıkmadı. Bu planın en azından yüz yıllık bir geçmişi var. İtilaf devletleri Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan önce ve savaş sırasında Türkiye’yi aralarında bölüşmek için gizli antlaşmalar yaptılar. ABD ise 1917’de bu savaşa İngiltere’nin başını çektiği İtilaf devletlerinin yanında katıldıktan sonra Türkiye üzerindeki hesaplarını ortaya koydu. 1918’de 14 maddelik Prensiplerini ABD Başkanı Wilson’un açıklamasından sonra zamanın önemli Osmanlı aydınlarından bazıları Amerikan Mandacılığını savundular.

Gerek ülkeyi paylaşma ve işgal girişimi gerekse de mandalaştırma isteğine; Anadolu ve Trakya halkı kurdukları millici örgütlerle ve başlattıkları kongreler süreciyle karşı çıktılar, ulusal kurtuluşçu aydınların öncülüğünde bu emperyal planlara teslim olmayarak oluşturdukları Millet Meclisinin önderliğinde bağımsızlık savaşını başlattılar.

Emperyalizmin ülkeyi parçalayarak yutma planına karşı kurulan yerel örgütlerden birleşik bir meclis, dağılan orduyu ve milis güçlerini bir araya getirerek de bir ordu yaratıldı. Bu arada padişahın desteklediği, işgalci devletlerin kışkırttığı gerici ve etnikçi isyanlar ulusal kurtuluş kuvvetleri tarafından bastırılarak ülkede birlik sağlandı. Diğer yandan daha yeni kurulan Sovyetler Birliği Ankara’daki bağımsızlıkçı hareketi destekleyerek emperyalizme karşı dünyanın ezilen milletleriyle dayanışmanın somut örneğini verdi.

Emperyalizme karşı verilen bu birleşik mücadele 9 Eylül 1922’de zaferle sonuçlandı. TBMM hükümeti Lozan antlaşmasıyla dünyaya emperyalizme karşı zaferini, Türkiye’nin bağımsızlığını ve ülkenin sınırlarını kabul ettirdi. 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edilerek; Osmanlının teokratik, yarı-feodal sistemine son verilerek bilimci, laik ve aydınlanmacı yeni düzenin kapıları açıldı. Bu açılan kapı ezilen dünya halkları için de önemli bir örnek oluşturdu. Türkiye’de kurulan yeni yönetim biçimi elbette ki bir proletarya iktidarı değildi, ama emperyalistlere karşı verilen bu mücadele sonucunda bağımsızlıkçı, ilerici ve çağdaş bir düzen yaratılmaktaydı.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet başarısının altında içeride emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı kurulan birlik yatmaktadır. Bu birliğin öncülüğünü ülkenin yurtsever aydınları ve bürokratları, Anadolu ve Trakya halkıyla bütünleşmeyi önlerine koyarak yaptılar. İşte bu yoldan giderek ulusal meclislerini kurmayı başardılar, ordularını inşa ederek işgalcilerle savaştılar ve Cumhuriyeti kurdular. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarının hayat bulması olan bu yoldan gidilerek reayalığa son verildi ve yurttaşlık kazanıldı. Böylece uluslaşmanın önü açıldı.

Günümüzde ise emperyalist güçlerin açık işgali yerine gizli işgali var. Ülkeyi içeriden, büyük sermayesiyle, işbirlikçi sermayedarı-siyasetçisi-bürokratıyla, askeri üs ve tesisleriyle, eğitim – kültür alanındaki kurumları ve faaliyetleriyle ele geçirdiler. Yetmiş yıldır Türkiye’yi borçlandırarak, halkın kuruluşlarını-fabrikalarını çarçur ettirerek, çeşitli finans oyunlarıyla ve türlü siyasi-askeri komplolarla gizli işgalleri altına tutan emperyalist güçler, 1990’lardan bu yana da ülkeyi parçalamaya çalışıyorlar. ABD’nin başını çektiği bu emperyalist ittifak ülke içindeki aydınlardan, siyasetçilerden, bürokratlardan, etnikçi ve mezhepçi çevrelerden çok sayıda işbirlikçi ve eleman edindiler. 15 Temmuz’da darbeye kalkışan dinci hainler, iktidardaki işbirlikçiler, ABD’nin “kara ordusu” etnikçiler de dâhil olmak üzere ülkede emperyalizmin uzantısı olanlara karşı birlik olmak kaçınılmaz bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.

Bu arada ülkede bir yandan bu işbirlikçiler arasında bir iktidar ve güç elde etme tepişmesi sürerken diğer yanda ise emperyalizmin yönlendiriciliği altında halkı etkileri altına alma ve yönlendirme savaşı da sürmektedir. Bu yönüyle ülkemizi ilgilendirdiği boyutuyla Suriye’nin kuzeyindekinden daha önemli bir savaş içeride devam ediyor. Bu savaş halkın aklını-fikrini, siyasi bakışını teslim alma savaşıdır ve hali hazırda egemen güçlerin belirleyici olduğu bir düzlemde sürdürülmektedir. Öncelikle halkın aklının-fikrinin, dünyaya bakışının bu güçlerin kuşatmasından kurtarılması gerekmektedir.

Bu kuşatmayı yarmak için fikri ve politik mücadele yetmez, pratik-örgütsel mücadele yürütmek de şarttır. Bu mücadelenin güncel boyutu içinde halka dayatılan diktacı başkanlık oyununu bozmak da yer almalıdır. Cumhuriyeti ve ülkeye kazandırdığı değerleri yok etmeyi amaçlayan iktidar mensupları başkanlık sistemi adı altında uluslaşma sürecini tersine çevirmeyi hedefliyorlar. Böylece yeni-Osmanlıcı bir düzeni kuracaklarını düşlemekteler.

Bu gerici gidişe karşı herkes her alanda yapabildiğini yapmalı ama sonuçta yapılan her şey ortak bir denize akıtılmalı. Kurulacak bu kurtuluş denizinin etrafında ABD emperyalizmine, işbirlikçilerine, piyonlarına ve onların her türlü faaliyetlerine karşı olan herkes, her türlü ilerici-yurtsever etkinliğiyle küçük-büyük demeden bütün anti-emperyalist güçler ve kişiler toplanmalı.

Ülkenin içinde bulunduğu bu koşullar karşısında en acil sorunumuz; emperyalizmin ve içerideki uzantıların bütün planlarına, ülkeyi parçalama girişimlerine karşı verilecek yeni kurtuluş savaşı için devrimci bir birliktelik yaratmaktır.

İlk hedef, emperyalist hegemonyadan kurtulmak için bütün varlığımızla birlikte mücadele etmenin koşullarını oluşturmak olmalı…

editorden_HR

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir Yanıt

  1. Altına imza atılacak kadar güzel bir yazı, ancak bu “temenni” günümüzde ne yazık ki iyi niyetli bir “beyan” olmaktan öteye gidemiyor. Zira ülkemizdeki siyasal çatışma günümüzde, emperyalizmin yönlendiriciliği altında, etnik-dinsel boyutlar kazanmış kimlikler arasında cereyan ediyor. En yakınınızdaki mücadele arkadaşlarınızın dahi son tahlilhde etnik ya da mezhebî güdüyle hareket edip etmediğine emin olamıyorsunuz (şahsen ben emin olamıyorum) zira aidiyet duyguları tamamen ilkel-feodal referanslarına geri döndürülmüş durumda. İş ciddiyete binince herkes kendi “çevresini” kolluyor. Buna karşılık egemen sınıflar son derece tutunumlu ve güçlü olduğu için birlikte hareket etmekte ve karşıt güçleri dağıtmakta zorlanmıyorlar.
    Bir mesele daha var sanırım; insanlar bir düşünceye, o düşünce çok güzel olduğu için inanmıyor. Kısa dönemli çıkarlarını nerede görüyorsa oraya meylediyorlar. Günümüzde devrimcilerin karşılaştığı en büyük sıkıntıların başında da bu geliyor. Ne kadar iyi niyetli olursak olalım, ne kadar nitelikli yazılar yazılırsa yazılsın, kitlelerin gündelik yaşamında somut bir karşılığı olmadığı sürece bütün bu çaba havada kalıyor. Ülkemizde mevcut güç dengeleri değişmedikçe bu durum da kolay kolay değişeceğe benzemiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir