Enis Nakkaş’ın Yeni Yıl Röportajı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Değerli okurlar,
Aşağıda okuyacağınız röportaj, İran politikalarına yakın duran bir site olan Medya Şafak’tan alındı.

Bu röportajda savunulan görüşlerin, ortaya atılan tezlerin, İran İslam-politiği temeli üzerinden yapılan değerlendirmeler olduğunu bilerek bu yazıyı okumalıyız.    Anafikir Editörü

***   ***
Enis Nakkaş’ın Yeni Yıl Röportajı / Tam Metin
03 Ocak 2014 Cuma
Türkiye ve Katar, Esad ile yakınlaşıp onu İsrail ile barışçıl bir çözüme çekmek üzere görev üstlendiler. Hatırlarsanız arabulucu Türkiye idi. Katar Emiri Şam’a gidip gelip ”Suriye’yi sana İsviçre gibi yapacağım, oteller, şunlar bunlar” diyordu. Bir ara bana da benzer şeyler dediler. Gün gelir o ilişkileri söyleriz ama Katar Emiri bana ”Suriye yönetimini ikna edin, acele davransınlar, bir şeylerin doğru yürümesini istiyorsak İsrail ile barış olması gerekiyor” dedi.
Spiker: Sevgili izleyiciler ANB’ye hoş geldiniz. Bir yılı bitirip önümüzdeki yılı karşılamaya hazırlanırken nelerle karşılaşacağız? 2013’te kimin bayrağı yükseldi? Nükleer İran’ın mı yoksa kararlı duruşa sahip Suriye’nin mi? Amerikan saldırısının önüne geçen Rusya’nın mı yoksa ikinci ”devrimini” yaşayan Mısır’ın mı?
İsrail ve müttefikleri, Suriye’yi yıkıma götüren rollerine rağmen gerçekten en çok zararlı çıkan taraf mı oldular?
2013 yılını, haklı olarak, İran’ın yılı olarak adlandırabilir miyiz? Halklara bir hediye olarak nakışla işlenmeye devam edilen ve Amerika’nın hegemonyasını kaybettiği bir gelecekten bahsedebiliriz. 2013 stratejik, uluslararası ve bölgesel dengeleri değiştirdi.
Bu akşamki konuğumuz çok özel birisi, İran liderliğine en yakın kişilerden, devrimine ve başarılarına ortak, aynı zamanda İran’da ve diğer ülkelerde gelişen olaylara hakim biri olan Güvenlik ve Strateji Koordinatörü Sayın Doktor Enis Nakkaş, hoş geldiniz.
Enis Nakkaş: Ehlen ve Sehlen.

Spiker: Doktor, girişte sorduğum soruyu tekrarlayarak başlamak istiyorum. Enis Nakkaş, 2013 yılı için İran’ın yılı diyebilir mi? Ya da Rusya, Suriye, Mısır veya başka bir ülkenin yılı, kimin yılı?
Enis Nakkaş: Bana göre bu yıl Putin ve Moskova’nın yılı oldu, yani Rusya’nın. Amerika Birleşik Devletleri’ni koltuğundan indiren ve dünyadaki bir çok meseleye sınırlar koyan, çözümler sunan ve resimler çizen Rusya’nın yılıdır. Bu meselelerin başında Suriye yer alıyor. Bölgenin tamamını kapsayabilecek olası bir savaşa engel oldu. Obama’yı kimyasal çözüme ikna eden, büyük manevrayı yapan akıl Rus diplomasisiydi. Bunun yanında Akdeniz’de, çoğu kişinin ayrıntılarından bihaber olduğu büyük askeri tatbikatlar yaptı.

Spiker: Rus tatbikatları mı?
Enis Nakkaş: Evet Rusların. Rusların elektronik ve füze imkanları ile bölgede varoluşu, Amerika’nın artık filolarıyla Akdenizin lideri olmadığını kanıtladı. Bugün, en azından Doğu Akdeniz’in Rusların olduğunu kavramamız gerekir.
Spiker: Fakat her ne kadar Rusların olsa da, herhangi bir Amerikan saldırısından sonra müdahil olmayacaklarını ilan etmişlerdi.
Bunun aksine, düşük frekanslı diye adlandırabileceğimiz müdahaleler oldu. Yani toplar patlamadı, füzeler fırlatılmadı ve savaş ilan edilmedi fakat Ruslar teknolojik güçlerini ve caydırıcılıklarını göstererek, Amerika’nın kendisini, daha önce atmakla tehdit ettiği Tomahawk füzelerini ateşleyemez durumda bulmasına yol açtılar. Amerikan askeri komutası bundan sonra, garantisi önceden verilmemiş bir savaşa giremeyeceğini farketti. Ruslar savaşa girmeden, savaşa girdiklerini ilan etmeden caydırıcılıklarını gösterdiler. Rusların müdahaleleri savaş ilan etmekten daha büyük bir olaydır.

Spiker: Burada Sayın Doktor Nakkaş, düşen iki füzeyi mi kastediyorsunuz?
Evet aynen öyle. Bunun yanında, bu dönem, sadece Rusların büyük tatbikatı ile tamamlanmadı. İran’ın büyük tatbikatını da hatırlamak lazım. Suriye’yi koruyan ve bölgeyi kapsayacak bir savaşı engelleyen ”caydırıcılık operasyonu” bu şekilde başarıya ulaştı. Amerika’nın ”izin verin de küçücük bir operasyon yapalım, en azından birşeyler yaptık diyebilelim” başlığıyla başlattığı müzakereler Rus ve İran tarafından reddedildi. İki taraf da, Amerika’nın bu tarz herhangi bir operasyonuna kesinlikle izin vermeyiz dediler. Rusların tatbikatının yanında İranlıların, tüm güçlerini sahaya süreceklerini ve Amerika’nın bölgedeki tüm noktalarının ateşleri altında kalacağını ifade etmeleri, Hizbullah’ın bölgedeki kararlı duruşu ve sonuçta Amerika’nın tüm bölgede kendini kuşatılmış gibi hissetmesine ve askeri caydırıcılığını da kaybetmesine neden oldu. Ve Amerika sadece Rusya değil, Şangay ile de eşit düzeye indi.
Sonuçta Amerika’nın geri adım atışıyla birlikte Obama’nın ağaçtan inebilmesi için zaruri hadiseler gelişti. Şu an uzmanların eski ve kullanılamaz olduğunu bildiği kimyasal dosya çözümüne ulaşıldı. Seyyid Hasan Nasrallah’ın da bir konuşmasında dile getirdiği gibi kimyasal silahların artık bir tehlikesi de kalmadı. Maske kullanmadan da saldırıdan önce yapacağınız bir iğne -hatta saldırı anındaki- sizi koruyabiliyor. Daha önce de söyledik, Hizbullah’ın 2006’daki zaferinde bu tarz silahlar kullanmadan başarıya ulaştığını gördük. Kimyasal silah artık stratejik bir silah değil. Dolayısıyla Suriye stratejik silahlarından olmuş değil. Bir bilgiyi de ifşa edelim. Kimyasal silah konusunun açıldığı Moskova’da ”Suriye’nin sahip olduğu stratejik ve caydırıcı silahlar nelerdir?” sorusu soruldu. Rusların cevabı ”Biz tüm gücümüz ile sizin öncelikli caydırıcı silahınızız” oldu. Bu siyasi ve stratejik olarak ”Suriye sahası için güvenlik örtüsü” vermek anlamına geliyor. Amerika’nın, filan ülke için nükleer örtü derken Amerikan nükleer silahını kastettiği gibi veya NATO’nun, üyesi olan bir ülkeyi koruması gibi.

Spiker: Rusların bu dereceye varan desteklerinin nedeni Suriye’nin, kendilerine dünyanın bir kutbu olmalarını sağlaması mıdır? Sebep nedir?
Enis Nakkaş: Tatbikattan öncesine gidelim. Soruyu genişleterek tekrar soralım. Çin ve Rusya, Güvenlik Konseyi’nde, Suriye’yi koruyan 3 vetoya niçin imza attı? Çünkü ikisinin de, Şangay diyalogu olarak müttefik oldukları noktalar var. O noktalardan biri de şu ki Batı, farklı yollarla kriz üreterek, bazı ülkelerde şiddetli krizlere neden olarak, Rusya’nın şu halini, Sovyetleri kastetmiyorum, şu anki federal yapısını parçalamaya çalışıyor. 15 cumhuriyetten ve özerk bölgelerden oluşuyor Rusya. Rusları olduğu gibi Çin’in de nüfuzunu kırarak parçalamaya yönelik bir proje var. Çin tek bir ırka, tek bir millete, tek bir inanca sahip bir ülke değil. Batının bu halklara yaklaşımı, parçalama ve fitne tohumları ekmeye yönelik. Amaç Çin’in nüfuzunu kırmak. Dolayısıyla Şangay’da, Batının ilerleyişine engel olmak için karar alındı, özellikle Libya tecrübesinden sonra. Uluslararası bir karar ile askeri müdahale veya yerel devrimci dedikleri militanları silahlandırma olsun, hangi yolla olursa olsun bu türden kararların önüne geçilme kararı alındı. Batının, bu yollarla herhangi bir ülkenin rejimini devirmesine veya inşa etmesine engel olunacak. Suriye üzerinden ulaştıkları bu denklemde, Ruslar ve Çinliler, güçlü olduklarını ve küresel sistemin düzenlenmesinde rol alan iki esas ortak olduklarını kanıtladılar. Dolayısıyla 2013 yılını Moskova’nın yılı olarak adlandırıyorum.

Spiker: Madem Rusya’dan söz açtık, sonraya bıraktığım soruları şimdi sorayım. Meslektaşım Sami Klib’in ”Rus Esad’ın Oyun Hatları” adlı bir makalesi var. Bu makalenin sonunda ”Putin, yeni bir aşamaya geçip tek kutuplu dünyayı sona erdirmeyi gerçekten başardı. Küresel Esad’ın (Putin), bedeli ne olursa olsun, bu noktadan geriye adım atması beklenemez. Lakin Suriye Esadı ile ne yapacaklar? Sonuna kadar desteklemeye devam mı edecek?” Bu soruya cevabınız nedir?
Enis Nakkaş: Rusya ve Çin, Suriye’de stabilizasyonu sağlayıncaya kadar bu mücadelenin içinde olacaklar. Onların yanında İran da var tabi.

Spiker: Bu konuda tamamen müşterekler mi? İhtilaf yok mu?
Enis Nakkaş: Kesinlikle. İki taraf da Suriye’ye karşı savaşı önleme -ki bu konuda başarıya ulaştılar- ve Suriye’de, halkın kendi yönetimini kendisinin seçebileceği güvenlik ve çevresel uygunluğun olduğu atmosfere kadar mücadele etme konularında ittifak halindedirler. Şimdi iki tarafın da elinde veriler, bilgiler ve analizler var. Bu bilgiler, Esad’ın desteklenme oranının daha fazla olduğunu söylüyor. Bazı Batılı örgütler, son dönemde, Ürdün’deki Zaatari kampına gidip anket yaptı ve tüm acılara rağmen % 46’lık bir kesimin, bugün seçim olsa Esad’a oy veririm dediğini ortaya çıkardı. Birileri hesaplarını yanlış yaptı. Bana göre rejimin bu şekildeki kararlılığın arkasında, sahip olduğu halk desteği ve arkasındaki kitle var. Ordu halen yanında ki bu ordu Suriye halkının yansımasıdır.

Spiker: Diğer taraflar bazı soruları dile getiriyor ve İran ve Hizbullah’ın doğrudan müdahalesi olmasaydı rejim ayakta duramazdı diyorlar. Bu etkenler bu kararlılıkta nasıl bir rol oynadı?
Enis Nakkaş: İran-Irak savaşına bakın, Irak, sadece silah değil, Fransa ve Amerika’dan uzman ve pilot desteğine kadar birçok konuda destek aldı. Ama hiç kimse çıkıp Irak’ın bu savaş ile bölgedeki güç dengelerini değiştirebildiğini söyleyemez. Uzmanlar bazı planlarda yardımcı olabilir ve görüşlerini dile getirebilirler.
Şimdi kararlılığı sadece Hizbullah’ın müdahil oluşuna bağlamak yanlış olur. Hizbullah’ın tüm militanlarının Suriye’ye geçtiğini düşünün? Nereye gidecekler? Sadece Kusayr ve Humus kırsalı, Lübnan’ın yarısı kadar bir coğrafya. Bazı uzmanlar ve militanlar hassas bölgelere geçtiler lakin karşı tarafta, sadece Lübnan’dan değil, itiraf edildiği üzere dünyanın tüm bölgelerinden gelen küresel militanlar var. Sadece Avrupa’dan yaklaşık 2000 militanın geldiğinden bahsediliyor. Arap ülkelerinden gelenlerin ise haddi hesabı yok, on binlerce kişi. Tunus içişleri bakanı, sadece son dönemde, Suriye’ye gitmek üzere olan 5000 kişiyi engelledik açıklamasını yaptı. Dolayısıyla kararlılığı sadece Hizbullah’ın birkaç hassas noktaya girişi ile açıklamak doğru değil. Halkın bir tür yansıması gibi olan ve halen çoğu yerde Suriye için savaşan Suriye ordusu bu azmin arkasındadır.

Spiker: 2014 seçimlerinde de savaş bu haliyle devam edecek mi? Cenevre-2’nin etkileri ne olur?
Enis Nakkaş: Şiddet durmayacak. Cenevre sonrası bir anlaşma halinde şu anki halinden daha hafif olmakla beraber şiddetin duracağını sanmıyorum. Bu şiddete rağmen seçimler de olacak. Halk meclisi için seçimler yapılmıştı yine şiddet devam ederken. Önümüzdeki süreçte yine seçimler olacak ve kapsayabildiği genişlikte gerçekleşecek. Suriye’de başka hiçbir çözüm yoktur. Tüm tarafların katıldığı ve her tarafın boyunun ölçüsünü alacağı bir seçimle olur bu ancak.
Cenevre-2, hedefleri ve amaçları haftadan haftaya değişen bir süreç ile ilerliyor. Aylar önce Cenevre-2 sürecinde, geçici hükümetten bahsediliyordu. Bazıları da bu geçici hükümetin, cumhurbaşkanının yetkilerini alabileceğini düşünüyordu. Bu da anayasa değişikliği gerektirir. Oysa şimdi bu değişikliğin yapılabileceği ortam da yok. Bazıları da buna karşılık olarak, mevcut anayasa ile geçici hükümetin sahip olacağı yetkiler yeterlidir ve muhalefet olarak güçlü bir koalisyon ile gelirsek hükmü elimize alırız dediler. Şu an Cenevre’de masada duran ilk madde ”terörle mücadeledir”. Sonuç olarak konuşulan herşey birdenbire değişti ve kendimizi farklı bir tartışma içinde bulduk. İki hafta sonra bugün, Ban Ki Moon çıkıp bir şart daha sürüp ”Cenevre’den önce ateşkesin sağlanması gerekir” dedi. Bu ne anlama geliyor? Şimdi rejim tarafından baktığınız zaman dakikalar içinde gerekli emirleri verip ateşkesi sağlayabilir. Daha önce bu ateşkes konuşulmuştu. Karşı taraf, silahlı gruplar üzerinde hakimiyet kurabiliyor ve kararlarını etkileyebiliyorken şimdi, kimsenin yanına bile yaklaşamadığı silahlı gruplar var. Kendi ”şer işlerinin” içine gark oldular. Amerika Birleşik Devletlerinin ve müttefiklerinin, Cenevre konusundaki zayıf duruşlarının nedeni nedir? Başlarda elleri avuçları, onlara tabii muhalefet ile doluydu. Bu muhalefete çeşitli duruşları dayatabilir ve kararlar aldırtabilirlerdi. Bugün ise gidişat kontrollerinden çıktı ve şimdi silahlı muhalefette, kimseye dönüp dikkate almayan, Cenevre’ye katılmak istemeyen büyük bir kesim var. Bunun sonucunda Rusya, İran ve Suriye müttefikleri, Suriye hükümeti ile birlikte Cenevre’ye gidip ”Cephemiz budur, baştan tırnağa kadar bilinmekte, sizin elinizde ne var?” diyecekler. Cevaben ”Elimizde, otellerde toplanıp duran birileri var fakat sahada bir karşılıkları yok, çünkü Özgür Suriye Ordusu buharlaşıp uçtu” diyecekler. Ne kaldı sahada? IŞİD ve Nusra kaldı. Kimsenin kendileriyle tartışamadığı örgütler. Geçenlerde Amerikan sefiri, İslami Cephe ile oturacağını duyurup duruyordu. Bugün ise İslami Cephe ile bile bir araya gelemediklerini gördüler. İslami Cephe görüşmeyi reddetti. Sahada kontrolü kaybettikleri çok açık.

Spiker: Doktor, gerçekten bu vahşet kontrol edilemez mi? Nereye gidiyoruz? Çevre ülkelerde de endişe var.
Enis Nakkaş: Hayır, hayır kesinlikle. IŞİD ve Nusra kimsenin kontrol edemediği iki örgüttür. Öte yandan, bu kadar intihar eylemine, terör saldırılarına ve katliama rağmen çıkıp birileri ben bu örgütleri kontrol ederim diyebiliyorsa bu terörizmdeki suçluluğunu açıkça gün yüzüne çıkarmış olur. Sen nasıl kontrol edebiliyorsun? Destekliyor muydun? Bugün dünyada, kim çıkıp ben El-Kaide’yi destekliyordum diyebilir? Hangi gerekçe ile? Dolayısıyla kontrol edilebilirlikleri olmayan örgütlerdir bunlar.

Spiker: O zaman savaş bunlar tamamen ortadan kaldırılana kadar mı sürecek?
Enis Nakkaş: Bundan başka konuşulacak bir şey yok. Irak’taki durum aynı şekilde ilerliyor. Irak’taki ”Uyanış” hareketi ordu ve devlet ile omuz omuza verip, bu tarz örgütleri olabildiğince zayıflatma adına yola çıktı. Bölge ülkelerinin intiharcıları göndermeye devam edip bu olayları finanse etmesi, Irak’ta şiddetin kanlı bir şekilde sürmesine neden oluyor.
Şimdi buradan 2014’e gidelim. Küresel ablukayı kıran ve önceden güç ile oynadığı rolü bu defasında uluslararası meşruiyet ile oynayacak olan bir İran’dan bahsedebiliriz. Yani şimdi Kerry, 24 saatte bir, bölgedeki barış uzlaşıları ve koordinasyonları için, Zarif (İran Dış İşleri Bakanı) ile nasıl konuşacağını düşünür oldu. Bu durum İran’ın bölgesel ve uluslararası rolünü itiraftır aynı zamanda. Yarın önümüze Afganistan ve başka meseleler de çıkacak. Suriye ile sınırlı bahisler yok. Neyse, sonuç olarak 2014 İran’ın yılı olacak. Birileri Cenevre müzakerelerinin İran’ın en büyük zaferlerinden biri olduğunu düşünüyor. Bunu düşünmelerinin sebebi, gelecek zaferlerin büyüklüğünü bilmemelerindendir. Dolayısıyla 2014 yılında bunları göreceğiz.

Spiker: Nükleer uzlaşı?
Enis Nakkaş: Nükleer uzlaşı, büyük bir zaferdi, lakin 2013 yılının İran yılı olması için yeterli değildi. Uzlaşıda henüz sona gelinmedi ve resmin tamamını görebilmiş değiliz. Nihai uzlaşıya varılmadığını biliyoruz hepimiz. Bu nihai uzlaşıdan sonra düşünün bir İran’ın bölgesel ve uluslararası rolünü. Bu konuda tahminler var. Nükleer bir İran’ın; Türkiye, Irak, Suriye, Mısır ve diğer ülkelerle işbirliği içinde, şimdiki Ortadoğu’dan farklı olacak yeni bir Doğu’nun inşası işine başladığını düşünün. O zaman sadece nükleer dosya zaferine değil, Suud Krallığının ve İsrail’in korktuğu zaferlere sahip bir İran da göreceğiz. Bu iki ülkenin korkusu, nükleer uzlaşıdan değildir, İran’ın, Batı tarafından itiraf edilmiş olan bölgesel ve uluslararası rolleridir.

Spiker: Körfez’de güçlü bir İran’dan mı korkuluyor?
Enis Nakkaş: Körfez ne kadar büyük ki? Bugün Akdeniz’deyiz artık. Artık Pakistan sınırlarından Libya sınırlarına kadar uzanan ”Büyük Doğu” diye isimlendirilen bölgedeyiz. 2014 yılının ilk 3 ayında, İran ile Mısır arasında çok ciddi ilişkilerin başlangıcına tanık olacaksınız.

Spiker: İran, Sisi Mısır’ını nasıl görüyor? Yeni bir zafere imza attığını mı düşünüyor? Sisi’yi nasıl değerlendiriyor? Biz İran’ın duruşunu biliyoruz. Siyasal İslam’ı destekliyordu. Mursi’yi destekliyor ve yaşanan değişime devrim diye bakıyordu.
Enis Nakkaş: Öncelikle, İran yaşananları İslami uyanış olarak gördü. Bu uyanış sadece Müslüman Kardeşler tarafından temsil edilmiyordu. İran bu uyanışı, bölgenin Müslüman halklarının, Amerika’yı dünyanın lideri olarak görmemeye başlaması olarak okudu. Amerika’nın bölgedeki en önemli araçlarından biri olan Hüsnü Mübarek devrilmişti. Bu ilk sonuçlardan biriydi. İkinci sonuç ise seçimlerle birlikte Müslüman Kardeşler’in başa gelmesiydi. Kimse bu sonuca karşı çıkmadı, karşı çıkılan şey Müslüman Kardeşler’in uygulamalarıydı. Bir sene boyunca Müslüman Kardeşler, Mısır’ın ulusal güvenliğinin yanında bölgesel güvenliği tehdit eden büyük hatalara imza atınca Mısır halkı bunu kabul etmedi ve 25 Ocak’takinden daha büyük olan bir devrime imza attılar. Bunu inkar edemeyiz. 25 Ocak’ta toplananlardan daha büyük bir kalabalığın toplandığını kimse inkar edemez. Daha önce Mübarek ile birlikte olan ve sonra Şefik’e oy veren %48’lik kesim de Mısırlı değil mi? Kim verdi o kadar oyu? Müslüman Kardeşler’e karşı olduklarını dillendirdikleri bu süreçte, bu yeni görüntüyü değiştirmek ve yeni Mısır’ı yeşertmek üzere 25 Ocak devriminden bazı güçlerle birleştiler. Yeni Mısır ne diyor? Yeni Mısır bizim okuduklarımızı söylüyor. İranlılar, Türkler ve Mısır aynı kitabı okuyor. Yüzeysel Mısır’dan bahsetmiyorum, derin Mısır’ı kastediyorum! Bu kitap ne diyor? Amerika’nın bölgeden çekilmesi ve bu tağuttan kurtulmak gerektiğini söylüyor. Var olan boşluğu kim dolduracak? İran tarafı, uğraşları ve mücadeleleri ile Amerika’yı bölgeden çekilmeye zorladığını biliyor. Türkiye ise fırsattan istifade edip oluşan boşluğu doldurmak istedi. Mısırlı da Amerika’nın çekildiğini görüyor ve artık bölgede ve uluslararası arenada yenilen bir güce bağlı kalmayı ayıp telakki ediyordu. Gücünü kaybetmiş Amerika’ya bağlı kalmaya devam edersen, yeni güç dengelerinde yer edinemezsin. İnsanlar pek bilmez. Televizyon izler ve kalabalığı görünce etkilenir. Ben bilgilerime dayanarak devrimin sadece bu kalabalığın etkisiyle gerçekleşmediğini söyleyebilirim ve bundan eminim. Derin Mısır, aklıyla, dış ve iç nüfuzu ve ordusu ile 25 Ocak Devriminin arkasındaki güçtü. Dolayısıyla 25 Ocak Devrimini kabul etmişse eğer Müslüman Kardeşler 30 Haziran Devrimini de kabul etmeli. Aynı senaryo, aynı araçlar, aynı üslup, Mübarek’i de devirmişti. Bunu kabul mü ettiniz? O zaman Mursi’yi devirmelerini de kabul edeceksiniz. Yeni bir şey yok.

Spiker: Yani İran, Mısır’da olanları demokratik eylem olarak mı görüyor?
Enis Nakkaş: İran, Mısır halkının bugün kabul ettiğini kabul ediyor.

Spiker: Peki bugün yeni Mısır’ı destekleyen Suudi Arabistan için ne diyorsunuz?
Enis Nakkaş: İran’da oluşan ilk reaksiyonların Suudilerin varlığından dolayı gerçekleştiğini reddedemem. Suudiler, Mısır’da olanları büyük oranda onaylamışsa, bu bize terstir diye düşünenler vardı. Bu 1-2 hafta sürdü. Sonra resim değişti. Arabistan Müslüman Kardeşler’in Körfez’e uzanabilecek nüfuzundan korkmaktaydı ve şu an fırsattan istifade etmek istiyor. Lakin bundan dolayı Mısır ile Arabistan’ı birleşmiş göremeyiz. Buna delil de Mısır’ın Suriye krizi hususunda Arabistan’ın karşısında duruşudur. Suriye dosyasında tamamen ihtilaflılar. Arap Birliği olsun Suriye’nin Dostları grubu olsun, Mısır dışişleri bakanı son toplantılarında hazır bulunmadı. Mısır Suriye dosyasından, ”Suriye rejimi ile işbirliği” başlığını başlatmak üzere ”Suriye rejimi ile hesaplaşma” başlıklı politikasını ilga ederek çekiliyor. Dolayısıyla tekrarlıyorum 2014 yılının ilk 3-4 aylarında İran-Mısır ve Türkiye odaklı işbirliğini göreceğiz. Türkler de dönüşlerinin yüzde 60’ını tamamlamış durumda.

Spiker: Bu çok önemli bir nokta. Türkiye niçin Lübnan ile birlikte İran’ın Mukavemet Ekseninde yer alan Suriye’ye karşı büyük ve tehlikeli olan o rolünden sonra böyle bir dönüş yapsın? Erdoğan Türkiyesi, Suriye rejimi ile iyi ilişkilere sahipti. Kriz başladığında, en tehlikeli rollerden birini üstlendi ve en tehlikeli girişler o uzun sınırdan sağlandı. Şimdi bize İran’ın, Türkiye’ye açılacağını ve işbirliğine gideceğini nasıl açıklayabilirsiniz? Karşı cevap nerede? Türkiye’nin bütün yaptıkları affedildi mi?
Enis Nakkaş: Mesele affetme meselesi değil. Bölgenin güncel şartları söz konusu. Değişmeyen toplumsal ve coğrafi realiteler var. Bunlar değişmez. Bölgedeki toplumlar aynı etnisiteden, aynı mezheplerden insanları barındırıyor. Bu da en önemli faktörlerden biridir. İkinci olarak da kaynakları bakımından önem arz eden coğrafyadan, bu kaynakların giriş ve çıkışından söz etmeliyiz. Bölge dahilinde olmak üzere dışa bağımlılıkta % 80 gibi bir orandan bahsedebiliriz. Coğrafi faktörlerin yanından iktisadi faktörler de çok önemlidir. Bölge ortak bir ağ oluşturmadan devam edemez. Bölgede birbirimizin suyuna, petrolüne ve gazına muhtacız.

Spiker: Şimdi siz ve ben bu üslup ile gerekliliklerden bahsedersek, en baştan birbirimizle boğuşmamamız lazımdı. Türkiye niye bütün bunları hesaplamadı?
Enis Nakkaş: Bizim yıllar önce önerdiğimiz buydu. Amerika’nın çekildiğini ve bir ağ oluşturulması gerektiğini söyledik. Bu programda da kaç defa söyledik çatışma yerine ağ oluşturulmalı. Amerika’nın çekilişinden sonra bir boşluk oluşacak ve dünya boşluğu kabul etmez diyorduk. Bir dizi ittifak ve konferans ile bölgede bir ağ için uzlaşıya varıp işbirliğini arttıracaktık veya bazılarının yaptığı gibi açgözlü davranıp o boşluğu doldurmaya çalışacaktık ve burada bir çatışma hali başını alıp gidecekti.
Çokları buna inanmıyordu. Amerika bölgeden çekiliyor diyorduk fakat inanmıyorlardı. “İsrail ve petrolü nasıl terketsinler?” diye soruyla cevap veriyorlardı. Bugün kim Ortadoğu’nun petrolünden bahsediyor ki? Birkaç seneye kadar dünyanın en büyük üreticileri haline gelecekler. Bu bölgede daha ne yapsınlar? Bölgede petrol için savaş çıkarma işi artık geride kaldı çünkü artık o savaşlar için milyarlar dökenleri cezbeden bir şey yok. Tasavvur edebiliyor musunuz? Petrol için milyarlar döküp savaşlar çıkardılar. Kader ne kadar da gaddar. Teknoloji gelip, topraklarınızda, Ortadoğu petrolünün yerini alacak kaya petrolü var dedi. Petrol ve gaz için savaş stratejilerine muhtaç değiliz demeye başladılar. Bugün %25’lik üretim payına sahipler, gelecekte de günlük 13 milyon bermil üretime ulaşacaklar. Dolayısıyla Amerika’yı bölgede cezbeden çok fazla bir şey kalmadığını da söylemek gerekir.
Geriye İsrail kaldı. İsrail, Amerika için ciddi anlamda önem arz eden bir ülke. Yahudiler ve söylenildiği gibi lobilerinin etkisinden dolayı değil. Amerikan belgelerine ve kuruluş dönemine ait yazılanlara bakarsanız Nazilerde bile olmayan Yahudi nefretini ve Yahudi korkularını görürsünüz. İsrail ile bir çıkar ilişkisi kurabileceklerini gördüklerinde -ki o ilişkiler 1967 yılında başladı- birlikte oldular. İsrail’in asıl destekçisi İsrail idi. Silahlandıran da İsrail. 1967 Savaşına hangi tür silahlarla girdiklerine bakın. Bundan sonra çok acayip ilişkiler başladı. Amerika dahil olup bu benim çocuğum, benim büyütüp korumam ve sonuçta benim faydalanmam gerekiyor dedi. İngiltere ve Fransa nispeten çekilip rollerini bıraktılar. Bugüne baktığımız zaman, 2006 Zaferinden sonra İsrail, Filistin intifadasını da kontrol edemedi. Gazze Savaşından sonra bir sonraki savaşın yıkım savaşı olacağını yazdık. Bugün, tatbikatlardan sonra askeri liderleri çıkıp aynı minvalde açıklamalar yapıyorlar. Bir sonraki savaşın yıkıcı olacağından bahsediyorlar. Her gün binlerce füzenin üzerlerine düşeceğini itiraf ediyorlar. Bu sayının günden güne artacağını da dillendiriyorlar. Mukavemet Ekseninin nelere sahip olduğuna dair ellerindeki bilgilere dayanan beklentileri bunlar. Böyle bir İsrail’in nesine güvenip yatırımlarımı onun üzerinden sürdüreceğim? Ben Amerika olarak benim için önemli olmayan petrol için, kendini bile koruyamayacak olan İsrail ile birlikte savaşa mı gireceğim? İsrail beni mi koruyacak?
İsrail ve Arabistan’ın kızgınlığı, İran’ın nükleer gücü için değil. Kesinlikle değil. Onlar geleceklerinden endişe ediyorlar. Sallandılar. Amerika geri çekiliyor ve Ortadoğu’daki stratejisi değişti. Petrolden vazgeçti, İsrail’den de vazgeçebilir. Sonuçta roller değişecek, paylaşımlarda ihtilaflar yaşanacak. Amerika’nın stratejik araştırma merkezlerinde yayınlanan raporlara baktığınız zaman İsrail ve Arabistan’ı korkutan şeyin İran’ın nükleer bombası olmadığını görürsünüz.

Spiker: Son dönemlerde Arabistanlı yetkililer ile İsrailliler arasında görüşmeler olduğuna dair bilgiler mevcut. Müttefiklikten bahsediliyor.
Enis Nakkaş: Kaçınılmaz bir sonuç bu. Objektif ve bilimsel bir insan, tarihi objektif bir şekilde ele alır. Böyle bir insan Arabistan Krallığının, kendini çok iyi tanıdığını bilir. Krallık, Ortadoğu siyasi haritası üzerinde sadece İngilizlerin kararı ile var olabildiğinin farkında: ”Kalıcılığımız ve sürekliliğimiz, birçok tarihi noktada olduğu gibi ancak NATO’nun, Amerikan’ın veya İsrail’in müdahil olduğu güvenlik imtihanları ile mümkün. Dolayısıyla varlığımız Amerika’nın ve İsrail’in bölgedeki gücü ile bağlantılı.”
Ben şimdi bu yetkililer, bir araya geldi mi gelmedi mi bilmiyorum. Ben objektif olarak tarihlerini anlatıyorum. Bu şekilde olan bitene baktığımız zaman Krallık, Amerika’nın, esas koruyucusunun bölgeden çekildiğini, diğer koruyucunun ise karmaşa içinde ne yapacağını bilemez halde olduğunu görüyor. Krallık olarak ben ise açıkta kaldım. George Friedman bu konuda Ürdün için de bir şeyler söyledi. George Friedman, “Ürdün kalır mı kalmaz mı belli değil” der mesela. Filistin toprağına mı dönüştürülür o da belli değil. Bu iki ülke (Suud Krallığı-Ürdün) sallantı içinde. Dolayısıyla strateji uzmanı gelişmeleri okurken sadece ”Abdülsettar bununla bir araya gelmiş, Antonio şununla görüşmüş” diye bakmaz. Uzman bu ülkelerin tarihsel hareketliliklerini inceler ve üzerinde çalışır. Bakın ben kendimi haklı çıkarmak için söylemiyorum. Objektif olarak böyle baktığınız zaman ulaşacağınız sonuç budur. Bu iki ülke karakolluk yapan küresel güç bölgeden çıkarken alternatif olarak bir diğer karakol İsrail’in yanında yer alıyor. Amerikalılar bu iki ülkeye ”Seni korumak için savaşa girmem” deyince İsrail himayesini seçtiler. Eski savunma bakanı Gates bunu bir makalesinde açıkça yazdı.

Spiker: Kerry ve Obama yaptıkları son açıklamalarda Suudi Arabistan Krallığından vazgeçmelerinin mümkün olmadığını dile getirdiler.
Enis Nakkaş: Bu açıklamaları tamamen güvence vermek ve petrolde kendine yeterlilik aşamasına ulaşmak amacıyla hazırlık olarak okuyabiliriz. Bugün siz petrol açısından kendinize yeterli olmadığınızı ve Körfez petrolünün güvenlik dolayısıyla kırmızı çizgiye yaklaştığını görüyorsunuz ve bununla birlikte varilin 170-180 dolara çıkabilme olasılığını düşünün, küresel ekonomiye neler olur? Fakat 5 yıl sonra günlük 14 milyon varil üretebilecek Amerika’yı düşünün, varil fiyatlarının canı cehenneme o zaman, sonuçta bana lazım olan bende var diye düşünürler.

Spiker: Bu arada Türkiye’nin duruşunu niye değiştirdiğinin cevabını vermedik.
Enis Nakkaş: Türkiye, Suriye rejiminin düşüşü üzerine oynadı. Suriye’nin müttefiklerine ”Ramazan ayında, önümüzdeki bayramda veya bir sonraki bayramda ben sizi Şam’a davet edeceğim” diyordu. Şaka yapmıyorlardı. Bunları söylediler. Bugün İranlı yetkililere sorduğunuz zaman ”Evet, Davutoğlu bize sabredin sizi Şam’a biz davet edeceğiz, bu bayramda, yok olmadı kurban bayramında o da olmadı şu zamanda diyordu” diye cevap verirler. Bir açgözlülük var. Burada iki önemli mesele var. Katar ve Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri çok iyiydi. İki ülkenin Suriye’ye yakınlaşmaları altında yatan nedenler sonradan ortaya çıktı. İlişkiler çok iyiyken sonradan niye değişti? Sırları Fransızlardan duyduk. Türkiye ve Katar, Esad ile yakınlaşıp onu İsrail ile barışçıl bir çözüme çekmek üzere görev üstlendiler. Hatırlarsanız arabulucu Türkiye idi. Katar Emiri Şam’a gidip gelip ”Suriye’yi sana İsviçre gibi yapacağım, oteller, şunlar bunlar” diyordu. Bir ara bana da benzer şeyler dediler. Gün gelir o ilişkileri söyleriz ama Katar Emiri bana ”Suriye yönetimini ikna edin, acele davransınlar, bir şeylerin doğru yürümesini istiyorsak İsrail ile barış olması gerekiyor” dedi. Ben de cevaben ”Sen önce beni ikna et ki Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’a gidip İsrail ile uzlaşı ve barış konusunda onu ikna edebileyim” dedim.
Fransızlar bunu açıkça söylediler. Evet Türkiye ve Katar’a, Beşşar Esad’ı yeniden dizayn etme ve şekillendirme görevi verildi. Böylece fikirlerinin değişebileceğini ve İsrail ile uzlaşacağını düşündüler. Çünkü Beşşar Esad, Arapların daha önce şahit olmadığı İsrail’e karşı kazanılmış 2006 zaferinde Seyyid Hasan Nasrallah’ın yanında saf almış ve savaştan 2-3 hafta sonra Mukavemet’in füze depolarını tekrar doldurarak bir sonraki savaşta da Mukavemet Ekseninde yer alacak önemli oyunculardan biri olacağını göstermişti. Beşşar Esad’ın, fikirlerini değiştiremeyeceklerini fark ettiklerinde, NATO-Arap-Türk ittifakının birincil görevi bu adamı ortadan kaldırmak oldu. Bir sene geçti, iki sene geçti ama başarılı olamadınız ve Türkler bugün tehlikeli bir sürece dahil oldular. Niye? Çünkü bölgede, sıfır sorun stratejisinden bütün bölge ülkeleri ile sorun yaşadıkları bir sürece evrildiler. Ve bugün sonuç olarak içte, iktidar partisinin içinden de dahil, baskılar görüyorlar. Türkiye kendi çıkarları için dönüş yaşamak zorundaydı. İran’a gittiklerinden İranlılar Türklere ”Önce Irak’a gidip oradaki sorunlarınızı çözün” dediler. Irak’a gittiler ve şimdi Maliki’nin Türkiye ziyaretini bekliyorlar. Şu an Kürt sorununu çözmeye çalışırken daha sorunları çözülemeyen Kürdistan petrolü ile de ilgileniyorlar. Güvenlik açısından da bazı konularda değişim yaşamak zorunda kaldılar. Radikal örgütler tarafından ele geçirilen Bab El-Heva (çev. notu: Antakya-Reyhanlı’da bulunan Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafı) kapısını kapatmak zorunda kaldılar. Sınırlarında ciddi sıkıntılar yaşanmakta. Terör listesinde yer alan Irak-Şam İslam Devleti (İ) ve Nusra ile nasıl işbirliği içinde olabilirler? Bu tehlikeli bir ilişki. Şu an Türkiye güvenlik dahil bir çok sorunun çözümü için arayış içinde.

Spiker: Türkiye şimdi kendini kurtarmaya çalışıyor. Aynı zamanda bir kriz yaşamakta. Niye Türkiye’ye kurtuluş kapısını açıyoruz?
Enis Nakkaş: Bakın, misal için kusura bakmayın ama şimdi biz mutfakta oturup, Türkiye’yi, kurtulmak istediğimiz kavgalı komşumuz Fattum gibi düşünüyoruz. Türkiye derken, Türk halkının yaşadığı, coğrafi Türkiye’den bahsediyoruz.

Spiker: Evet halk olarak bahsediyoruz ama Mukavemet ekseni, sürekli saldırıya maruz kaldığı bir tarafa cevap vermez mi? Bu soru Mukavemet kitlesinde çokça soruluyor ve kabul edilmiyor.
Enis Nakkaş: Biz hiçbir zaman bölgenin çatışma halinde olması gerektiğini söylemedik. Hayatımız boyunca, bizim düşmanımız İsrail dedik. Hiç bir zaman da gelip mezhebi fitne yaratılması gerek demedik. Mezhebi fitne yaratmadık. Suud Krallığı, mezhepsel fitneler için milyarlar döküyor. İran’da mezhepler arasında birlik için onlarca konferans düzenlendi. Haremeyn El-Şerifeyn’in sözde hadimi, bir defa olsun çıkıp ”Şii ve Sünniler kardeştir” dedi mi? Aksine, Alevi, Dürzi ve azınlıkları tekfir etmek amacıyla, şunu öldürün, bunu asın, şunu katledin vs. içerikli fetvalar art arda geldi. Biz bu bölgeyi tarihsel olarak biliyoruz. İnsanlar ilk defa, bölgeyi Batı bağımlılığından kurtarıp Batıdan bağımsızlığa taşıyabilecek güce sahip olduklarına inanmaya başladılar. Tarihsel süreçte ilk defa, ulusal özgürlüğe tamamen ulaşabilmekten söz edebiliyoruz. Çünkü biz daha hakiki bağımsızlığımızı kazanmış değiliz. Evet sömürge güçleri, ordularını çekti ama oyunlarıyla, araçlarıyla var oldular ve bölgede onlara hizmet eden liderler bıraktılar. Biz Türkiye’yi affetmekten bahsederken halklardan…

Spiker: (sözü keserek) Peki Erdoğan, Davutoğlu…
Enis Nakkaş: Yarın seçimler geliyor. Ya tamamen kaybeder ya da muhalefet ile koalisyon kurmak zorunda kalacağı kısmi kazanımlar elde eder. Bizi ilgilendiren şahıslar ve fikirleri değil. Bölge halklarını bir araya getirip Batının hegemonyasından kurtarmak isteyen stratejide önemli olan bunlar değildir. Türkiye stratejisini değiştirip, yukarıda bahsettiğimiz bölgenin çıkarlarına olan stratejide yürüyebilirse…

Spiker: (Söz keserek) Ama en azından bedel ödeyecekler. Kaçınılmaz olarak…
Enis Nakkaş: Bedel ödeyecek tabi, bu kaçınılmaz. Bundan önce Suriye ile olan ilişkiler % 80 oranında Türkiye çıkarınaydı. Bugün eğer istiyorsanız tekrar kurulacak ilişkilerde, sizin ahmak siyasetiniz yüzünden bedel ödeyen Irak, Lübnan ve Suriye’nin çıkarları nispeten daha fazla olmalıdır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki Marshall planına benzetebiliriz. Sen bu ülkelere, kanla ve yıkımla bedel ödettin ve hatalar yaptın. Tekrar bir rol üstlenmek istiyorsan ki bu talep ediliyor, bedel ödemen gerekiyor.

Spiker: Gelecek yılın İran’ın yılı olacağını, yapılan ilk anlaşmadan sonra nihai uzlaşıya varılacağını ve zaferlerin geleceğini söylediniz. Bazıları, Kongre’nin, nükleer dosya ile ilişkili bazı isimlere baskı kararı almasından sonra ilk uzlaşının çöktüğünü dillendiriyorlar.
Enis Nakkaş: Amerika hızlı bir şekilde İran’a güvence verdi. Rusya, bu uzlaşıyı hızlı bir şekilde nihaileştirmek gerektiğini söyledi. Yani 6 ay beklenecek deniyorsa, 6 ay beklemek zorunda değiliz. 2-3 ay içinde bazı uzlaşıları hayata geçirebilirsek hızlanabiliriz diyorlar. Dolayısıyla bu ittifakın hızlandırılması amacıyla yeni bir irade var. Merkezdeki taşlar, nükleer dosya ile ilgili değildir, Amerika’nın bölgeden çıkışı ve yeni stratejilerin yeniden konumlandırılmasıyla ilgilidir. Meseleye böyle bakılması gerektiğini düşünüyorum. Kimse küçük bir hata ile gidişatı tersine çeviremez. Ne Amerika Birleşik Devletleri şahıslar üzerinden stratejisini değiştirip ”Ben Ortadoğu’ya savaşmaya döneceğim” diyebilir, ne de İran bu kazanımlardan sonra tekrar çatışma ister. Son dönemlerde ikili arasında meselenin küçüklüğünü dillendiren iletişimler yoğunlaştı. Kongre’deki bu mesele harici olmaktan ziyade iç sorunlarla ilgili bir problem. Obama’yı zayıf ve gevşek lider diye adlandırmaya başlamışlardı. Siyasi pozisyonlarda güç kaybetmeye başlamıştı ve dış politikası üzerinden saldırı alıyordu. Dolayısıyla Amerikalı uzmanların da televizyonlarda söylediği gibi Kongre’den bu tarz bir karar çıkartıp içteki sorunlarını halletmeye çalıştı.

Spiker: Vaktimiz daralıyor. İçte, uzlaşıdan sonra Obama’ya baskılar var. Lakin aynı şekilde İran’da da benzer durumlardan bahsediliyor ve ülkenin içten içe kaynadığı söyleniyor. Uzlaşıyı kabul etmeyen Devrim Muhafızları ve radikallerin olduğundan bahsediliyor. Süregeldiği gibi devam edelim diyenler var. Yeni cumhurbaşkanı Ruhani hükümeti ile Devrim Muhafızları arasında ihtilaftan söz ediliyor. İran ve Amerika’da içten gelen baskılar varsa uzlaşının esaslarına yönelik bir tehlikeden de bahsedebilir miyiz? Ruhani hükümeti ile Devrim Muhafızları arasında hangi dereceye kadar ihtilaf var?
Enis Nakkaş: Öncelikle ilk soruya cevap vereyim. İki taraf da, geri dönüşü olmayan yere ulaştılar. İçteki sorunlar ise, partiler, iç çıkarlar ve hareketlerle ilgili. Amerika’da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar var. Ama İran’da partiler o kadar bilinmiyor. İran’da partilerden daha etkili olan ”hareketlerden” bahsedebiliriz. Bazı hareketlerin kamuoyu oluşturmada ve seçimlerde partilerden daha fazla rolü bulunuyor.

Spiker: Kim bu hareketler? Devrim Muhafızlarından daha mı önemli?
Enis Nakkaş: Devrim Muhafızlarından farklı bir şeyden bahsediyoruz. İçteki atmosfere göre Devrim Muhafızlarının bile bir kısmı ile geri kalan arasında bile farklı stratejiler izleniyor. İran’da, bakış açıları farklı olan ve yolunu farklı çizen hareketler var. Bütün bunlar İran ulusal güvenliği kapsamındadır tabi. Siz asıl ihtilaf nedir diye sordunuz. İran’da nükleer dosyada başarıya ulaşmak adına geniş ve tamamlanmış diyebileceğimiz bir ittifak var, bunda sorun yok. Kırmızı çizgiler aşılmıyor. Bazen diplomatlardan, diplomasi kaslarının askeri kaslardan daha güçlü olması gerektiğini dillendiren açıklamalar duyabiliyoruz. Asker çıkıp sen böyle şeylere müdahil olma, bu senin işin değil dedi. Bu meseleler de biraz da çıkarlarla ilişkilidir. Benzer durum Pentagon ile Dış İşleri arasında da olur farklı yönetimlerde de.

Spiker: Peki kızgınlık derecesi artarsa bu hükümetin devrilmesi söz konusu olur mu?
Enis Nakkaş: Yok bu mümkün değildir. Bu dereceye varmaz. Şu ana kadar ilerlenen yol kontrol altında, sorun yok.

Spiker: Kontrol altında evet ama önemli bir soru daha var. İran’ın Beyrut elçiliğinin hedef alınması hususunda ne demek istersiniz? İranlılar İsrail’i suçladı. Aynı zamanda Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasında eleştiri oklarını Suudi Arabistan Krallığına yöneltti. Lübnan’da bazı taraflar da meseleyi İran içindeki ihtilafa bağladılar.
Enis Nakkaş: Yok öyle değil. Mesele şöyle ki, Hizbullah ile İran’ın manevraları farklı olabilir. Hizbullah Suudi Arabistan Krallığını suçlayabilir. Fakat, Körfez’e açılan İran’ın bunu yapması makul değildir. Arabistan ile iyi ilişkiler başlatmak istediğini dillendiren İran bu açıklamayı yaparak açtığı kapıları kapatmış olurdu. Bana da sorarsanız Arabistan krallığının hiç bir olumlu yaklaşımı yok zaten. Cumhurbaşkanı Ruhani ve dış işleri bakanının verdiği yüzlerce olumlu işarete rağmen Arabistan tarafından olumlu bir şeyler duymadık. Aksine Körfez’de ziyaret edip, İran ile olumlu hiç bir ilişkimiz olamaz mesajı vermediği ülke kalmadı. Kuveyt’ten Emirliklere ve Umman’a kadar. Bu mesele, İran’dan çok, Krallığın bölge ile uzlaşıya hazır olup olmadığı ile ilgilidir. Sonuçta Krallık bedel ödeyecek. Hatta bölgede izlediği politikalar yüzünden intihara doğru gittiğini söyleyebiliriz. Ben, Arabistan Krallığının sonu gelmeden bölgenin bir istikrara kavuşamayacağını düşünenlerdenim. Suriye’de akan kanın, Lübnan’daki gerginliğin, Irak’ta dökülen kanların ve Körfez’deki gerginliğin arkasında, bölge ile hiçbir uzlaşıyı kabul etmeyen Arabistan Krallığı vardır. Bölge ülkeleri ile uzlaşıyı reddediyorlar. Bugün Amerika seni terk ediyor, ne yapacaksın? Ne yapacaksınız? Amerika bize ne yaptın böyle diye diye akıllarını kaybettiler. Kapılar hala açık. Diplomatik ilişkilerde öyle olur ama bana sorarsanız ideolojileri, duruşları ve tarihleri kesinlikle olumlu bir adım atmalarına izin verecek değil.

Spiker: Biz herkese, bize ve bölgeye yansıyacak şekilde hayırlar diliyoruz. Doktor Enis Nakkaş teşekkür ederiz. Daha çok bilgiye açız ama vaktimiz sınırlı. Sevgili seyircilere de teşekkür ediyoruz. Herkese iyi yıllar.

Çev: Hasan Sivri
medyasafak.com

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir