Eşit, Özgür, Adil Bir Seçim Olası Mı?-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Kimi olası diyor kimi de değil görüşünde. Bu yazı baştan sona okunursa durum birazcık anlaşılabilir sanırım. Bilinir ki mücadelesiz kimse hakkını alamaz, çünkü hak verilmez alınır.

 

Ülke, 2023’te zamanında mı (Haziran) erken mi diye seçim beklentisindeyken, televizyon radyo programlarında, tartışmalarda, söyleşilerde, gazete, dergi ve köşe yazılarında, her kafadan bir ses çıkarken, akıl verenden geçilmiyorken, AKP iktidarının dinsel özüne, işbirlikçi karakterine, sınıfsal yapısına,  yaptıklarına, amaç ve hedeflerine derinliğine bakılmadan, toplumun ve muhalefetin konumu ve düşünsel durumu irdelemeden, çeşitli karakterlerden oluşmuş muhalefetin topyekûn harekete geçmesi bekleniyor, CHP’nin HDP’ye uzak durduğu eleştirisi yapılarak, “millet ittifakının” HDP ile açıktan işbirliği yapması isteniyordu.

 

Tartışmalar sürerken 6’lı Masa 26 Şubat 2023’te toplandı,  yayınladıkları bildiride “Millet İttifakı” adını resmen kullandılar, cumhurbaşkanının meclis kararı olmadan yeniden aday olamayacağını ileri sürdüler, olursa itiraz edilir dediler.

 

İktidar sözcüleri ise, “başkanlık sistemine geçtikten sonra cumhurbaşkanın iki kez değil bir kez seçildiğini, ikinci kez aday olmasının anayasaya aykırılık oluşturmadığını, bu kez de seçilirse meclis kararıyla üçüncü kez aday olmasının önünde yasal engel bulunmadığını” cesaretle dillendirdi.

 

İktidar sözcülerini ve yandaşlarını dinleyince, “ bunlardan her şey olur, doğruluk, adalet, hukuka saygıları da olmaz” diyesi geliyor insanın derken, 30.03.2023 tarihinde YSK, tartışmalara noktayı koydu. Recep Tayip Erdoğan’ın 3 kez aday olmasının eğitim ve süre yönünden Anayasa aykırı olduğuna ilişkin HKP, Sol Parti, İyi Parti, Demokrat,  Deva, Liberal Demokrat, Memleket partileri ile meslek grupları ve yurttaşlar tarafından yapılan itirazları, Kemal Kılıçdaroğlu ’nu haklı çıkaracak biçimde reddetti.

 

Kılıçdaroğlu, “Nesine itiraz edeceğiz,  iktidarın belirlediği üyelerden oluşan YSK yaptığımız itirazı reddeder” demişti. Böylece hesap 14 Mayıs’a kadar sürecek ve kesin hesap görülecek.

 

YSK, Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı yansıra, Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ata İttifakı adayı Sinan Oğan’ının ve Memleket Partisi adayı Muharrem İnce’nin adaylığını da onayladı, böylece 14 Mayıs 2023’te kadar dört cumhurbaşkanı adayı ve 600 milletvekilliği için binlerce milletvekili adayı memleketi karış karış dolaşacak, alanlarda konuşacak ve yarışacak. Sonucun ne olacağını şimdiden kestirmek zor, 5 Mayıs’ta hep birlikte öğreneceğiz.

 

Bilindiği gibi Millet İttifakı, 30.01.2023 tarihinde, 9 ana başlık, 75 alt başlık, 2300 hedef, politika ve projeleri ortaya koyan “mutabakatını” açıkladı. Başkan adayının 13 Şubat’ta belli olacağı söylendi. Cumhur ittifakı ve yamağı “HDP gizli ortak” savında bulundu, eskiye dönüş olarak niteledi; kimileri “görkemli bir program”, kimileri “laiklik ve emek” vurgusu yok, emperyalist batıya bağlanma var” dedi; HDP, “Kürt sorununa yeterli ağırlık verilmedi” diyerek yetersiz buldu.

 

Millet İttifakının son açıklamasıyla HDP ile açıktan ittifak kurması gündemden kalktı. Tutuklu Selahattin Demirtaş, “AKP’nin HDP’nin kapısını çalması sürpriz olmaz” değerlendirmesi yaptı. AKP’nin şeriatçı Hüda-Par ve dinci Yeniden Refah’la ilişki kurduğu, HDP ile ilişki kurmaya çalıştığı dile düştü.

 

Bilindiği gibi HDP, etnik temelde siyaset yapan, becerebilirlerse ülke topraklarından ayrılmayı, olmazsa Anayasa’nın ilk üç maddesiyle korunan Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını çözerek federatif bir yapı kurmayı hedefleyen, ayrı dil, ayrı toprak istemiyle 40 yılı aşkın süredir Türkiye Cumhuriyetine karşı silahlı mücadele yürüten PKK’nin sivil görünümü, siyasi iz düşümü olarak niteleniyor; hedefe varmak için her yolu denedikleri, “ayrı vatan” derken “ortak vatan” demeye başladıkları vurgulanıyor.

 

Bunlar biline biline  “Millet İttifakının HDP ile ittifak kurması gerektiğini söylemek, yazmak, millet ittifakının ve solun kazanmasını istemek olduğu” ileri sürülerek iyi niyet güzellemesi yapıldığı söyleniyor. MHP ve Vatan Partisi’nin “HDP kapatılsın” kampanyası sürüyor. Kapatma davası hızlandı, hazine yardımı üzerine tedbir konuldu, sözlü savunma için gün belirlendi, HDP sıkıntılı bir sürece girdi, “demokratik seçim” önermesiyle davanın seçimlerden sonraya ertelenmesini istedi, AYM reddetti. İktidarla bir pazarlık konusu olabilir mi diye düşünülüyordu,  olsa da olmasa da Demokles’in kılıcı sallanıyordu ki AYM, seçim döneminde grubu olan veya belirli oranda oy alan siyasi partilere üç kat oranında ödenen hazine yardımına ilişkin tedbir kararını kaldırdı, 10 Mart’ta yapılacak sözlü savunmayı 11 Nisana erteledi.

 

Millet İttifakı, HDP ile resmi bir ilişki kurmadan bile, “dinci, ırkçı, kinci” iktidarın ve yamaklarının, “Türkiye Cumhuriyeti’ni dağıtmak, bölücülerle, yıkıcılarla işbirliği yapmak” savı altındadır. Bağımsızlıkçı, cumhuriyetçi, ulusalcı, halkçı, devletçi (kamucu), devrimci, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran CHP’nin ve CHP ile ittifak kuran sağ partilerin, seçmenin aklını karıştıran ve baskı oluşturan bu savları görmezden gelebilmesi mümkün görünmüyordu. 21 Mart 1923’te Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’nde HDP temsilcileriyle görüştü, HDP cumhurbaşkanı adayı çıkarmama, Yeşil Sol Parti listelerinden milletvekili seçimine katılma kararı aldı.

 

HDP ile “Emek ve Özgürlük İttifakını kuran sol parti ve hareketlerin toplumda ciddi bir karşılığı bulunmadığı, “ezilenlere destek” gerekçesi adı altında HDP ile işbirliği yapan, listelerinden belediye başkanlığı, meclis üyeliği, milletvekilliği kazanarak her gün eleştiri altında yerdikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarından kişisel yararlanma dışında toplumsal mücadeleye bir katkı sağlamadıkları söyleniyor, geçmiş süreçlerde seçilenler örnek gösteriliyor.

 

HDP, bu gerçekleri bile bile bu yanardönerlere kucak açarak, Türkiye partisi olduğunu göstermek, halkı ikna etmek derdindedir; ancak kimliksel söylemleri ve eylemleriyle “ayrılıkçı” damgasından kurtulmaları çok zordur.

 

Bu tartışmaları anlamlandırmak için bazı konulara, kavramlara değinmek gerekiyor.

 

Bilindiği gibi halk, ülke topraklarında yaşayan çeşitli etnik yapılardan oluşmuş toplumun tümüdür.  Millet ya da Ulus, halkın geçmişini, bu gününü ve geleceğini kapsayan bir anlayışı yansıtır. Yani halk günceldir, millet ya da ulus hem güncel hem de tarihseldir; çeşitli etnik yapıların ortaklaşarak kaynaşmış duygusu, inancı, düşüncesi, kültürel, sosyal yaşamı, tarihsel birliği ve bütünlüğüdür.

 

Bir ülkenin geleceğini, tarihini, sosyal, siyasal, kültürel yapısını, ekonomik ve sosyal durumunu, toplumsal gelişiminin yönünü halk belirler.

 

Millet kavramı içinde tanımlanan Türklüğün, MÖ XII. yüz yıllara kadar giden köklü bir geçmişe dayandığı, toplayıcılıktan avcı ve tarım toplumuna, göçebelikten yerleşikliğe, çok tanrılı doğa inancından tek tanrılı (Tengri/gök tanrı) inanca doğru ilerlediği, aile, boy (uruk), beylik, devlet, imparatorluk süreçlerini yaşayarak çok inançlı, çok kimlikli etnik yapıdan çıkarak, birleşip kaynaşarak ulusallaştığı, laik cumhuriyeti kurarak, bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel gelişim ve değişimi hızlandırarak,  çağdaş devlet ve toplum olma sürecine evirildiği savlanır.

 

Halkı yerleşmiş köklü inançlarından ve bağlarından kurtarmak pek kolay değildir. Bilimsel olarak ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel yönlerden aydınlatmak gerekir. Devrimci iktidarlar, halkı aydınlatmak için büyük çaba gösterirken, tutucu, gerici iktidarlar, dinciliği, mezhepçiliği, ırkçılığı, etnikçiliği öne çıkararak aydınlanmanın ve gerçeklerin öğrenilmesini engellemeye çalışır.

 

Toplumu aydınlatma, yalnızca devlet ve kurumlarının işi değildir, aynı zamanda üniversitelerin, eğitim ve kültür örgütlerinin, siyasi partilerin, derneklerin, meslek kuruluşlarının, sendikaların, yazarının, çizerinin, halkını ve yurdunu sevenlerin başlıca görevidir.

 

Yaşadığımız bu topraklarda çeşitli kökenden ve inançtan olan onlarca kavim gelmiş geçmiştir, din devletinden laik devlete dönüşüm kolay olmamıştır, 1789 Fransız İhtilalinin etkisiyle 200 yılı aşkın süredir mutlakıyet/cumhuriyet, feodalizm/kapitalizm, şeriat/laiklik, 1917 Bolşevik devriminin etkisiyle yaklaşık 100 yıldır emperyalizm/sosyalizm, faşizm/demokrasi tartışmaları olmuştur ve olmaktadır.

 

Bu tartışmaların özü, ekonomik, sosyal, siyasal, sınıfsaldır. Tartışma dinin devletin dayanağı, iktidarın meşruiyeti (yasallığı), halkın rızası (onayı) için vazgeçilmez sayılmasıyla başlar, laik değerlerin benimsenmesi, sınıfsal çıkarların berraklaşmasıyla hak, hukuk, özgürlük, eşitlik, demokrasi mücadelesi olarak sürer.

 

Ülkemizde laik cumhuriyetin ilanıyla din devleti düşüncesi fiilen son bulmuş ise de çok partili hayata geçtikten sonra bu düşünce yeniden hortlatılmış, gerici siyasi iktidarların desteği ve kışkırtmasıyla şeriat/laiklik tartışması ivme kazanmış,  eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi tehlikeli bir sürece girmiştir.

 

Din Halkın Değil Egemenlerin Dayanağıdır.

 

Türk-İslam toplumlarında din devletinin sistemini kuran Büyük Selçuklu Vezir-i Azamı Nizamü’l-Mülk’dür (1018-1092).

 

1062 yılında kurduğu Bağdat Nizamiye Medresesi’nin müderrisliğine (rektörlüğüne) 1067 yılında ilahiyatçı, Sünni Eşari, Şafii fıkıh (hukuk) uzmanı İmam Gazali’yi getirir.

 

İmam Gazali, İslam toplumlarında akıl ve bilim yolunu tıkayan, vahiyi (tanrısal emir) esas alan, insanların düşünme, tartışma, yorum (içtihat) yapmasını kutsal kitaba aykırı bulan, dini devletin ideolojik aygıtı yapan, dinle devleti birbirine sıkı sıkıya bağlayan, boyun eğilmesini zorunlu kılan kuramcısı (teorisyeni), bu kuramı (teori) Medreselerde okutan, yöneticilerin ve İslam topluluklarının kabulü için uğraşan eylemcisidir.

 

İmam Gazali’nin anlayışı,  Türk, Arap, Acem ve bağlantılı halklara dayatılır, laik Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’da ulema / hanedan destekli uygulanır ve yaşatılır. (* Bak: “İçtihat Kapısı. İslam Dünyasının Süren Ortaçağı”. Merdan Yanardağı-Kırmızı Kedi Yayınevi. 2022)

 

Türk devletlerini, Türk, Türkmen, Yörük diye adlandırılan Oğuz boylarının kurduğu, hanedanla birlikte Selçuklu’da Farisilerin, Osmanlı’da Rum, Boşnak vs. kökenli kapıkulu devşirmelerin yönettiği, çalışan, üreten, canını ve her şeyini veren Türk/Türkmen/Yörük’ün yönetime sokulmadığı, uzak tutulduğu tarihsel gerçeklerdir.

 

Büyük Selçuklu’da saray dili Arapça, Edebiyat dili Farsça, Anadolu Selçuklu’da Arapça, Farsça, 1277’den sonra Karamanoğlu Mehmet Bey’in buyruğu ile Türkçe,  Osmanlı’da Arapça Farsça kırması Osmanlıcadır.

 

Devlet kurucusu halkın ve ordunun dili Türkçedir. İmparatorluk oluşumlarıyla birlikte Türkçenin yanında Arapça, Kürtçe, Farsça, Rumca, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Çerkezce, Arnavutça, Bulgarca vs. dillerini konuşan topluluklar (etnik) vardır.

 

Devleti yöneten kadroların, devletin kurucusu Oğuz-Türk boylarıyla kavgası, çekişmesi, çatışması bitmez. Buna, Kızılbaş Oğuz-Türkmenlerin Büyük Selçuklu’da İsmailliye (Hasan Sabbah), Anadolu Selçuklu’da Babai (Baba İshak- Baba İlyas), Osmanlı’da Celali (Şeyh Celal, Kalender Şah) isyanları örnek olarak gösterilir. (*Shf.105, 234)

 

Dinin, iktidarın, egemenliğin, meşruiyetin ve rızanın kaynağı olduğu tezi Büyük Selçuklu ile başlar laik cumhuriyete kadar sürer. Cumhuriyet, egemenliğin, iktidarın, meşruiyetin ve rızanın kaynağının beşeri (İnsan) olduğunu “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” diyerek saptar; dini inancı vicdanlara bırakarak, akıl ve bilimi esas alır. Çok partili döneme kadar bu ilke ödünsüz uygulanır.

 

DP’nin iktidarıyla birlikte geriye dönüş başlar, iktidar olmak ve iktidarda kalmak için camiler kullanılarak din istismarına yönelinir, tarikat ve cemaatlere göz yumulur, Türkçe ibadet yapılmaz, Türkçe ezan okutulmaz,  ibadette, eğitimde akıl ve bilim dışlanır.

 

Dinci partilerin kurulması, dini değerleri istismar eden partilerin iktidara gelmesi, Diyanetin Sünni akaitte (inanışa) göre örgütlenip çalışması, tarikat ve cemaatlerin diriltilmesi, laik cumhuriyetin temelinin kemirilip dinamitlenmesi, din devletine doğru yönelimi hızlandırır.

 

Dini söylemlerin gündeme taşınması, akıl ve bilimi dışlayan İmam Gazali anlayışının eğitime yansıtılması,  dayatılması, yobazlığın simgesi sarık, takke, türban, burka ve çarşafın kamu görevlilerince kullanılması için yasa çıkarmasına,  anayasal güvence verilmesine kadar uzanır, millet (ulus), yurttaş, birey gibi temel kavramlar yerine ümmet, tebaa, kul ve Nas’a dönüştürülür,  dinci sağ iktidarlarca pervasızca kullanılır. Buna, bir de yurttaş kimliğini değil etniksel ve inançsal kimliği öne al diyen “eşit yurttaşlık talebi” eklenir.

 

Ulusal laik cumhuriyette asıl olan özgür yurttaş kimliğidir. Bu, Anayasanın 10. Maddesi ile “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım göstermeksizin kanun önünde eşittir” denilmiş ve güvence altına alınmıştır.

 

Toplumda yaşanan eşitsizliklerin yasadan değil, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlardan ve uygulamadan kaynaklandığı ortada iken, bu talebi bayrak yaparak dillendirmek, özünde laik ve üniter devlet yapısını tartışmaya açmak, yurttaş kimliğinin önüne mezhepleri, tarikatları, cemaatleri, aşiretleri koymak, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok kimlikli ve çok inançlı Osmanlı gibi parçalanmasını istemekten başka bir anlamı olmaz.  Bu düşünceyi ortaya atanlar bunu biliyor da, safça kullananlar bu işin ayırdında değil mi?

 

Türkiye’de Çok Partili Siyasi Yaşam  

Çok partili siyasi yaşama 1946 yılında geçildiği söylenirse de Tanzimat’ın ve özellikle Meşrutiyetin ilanından günümüze kadar çok partili yaşam vardır. İttihat Terakki’nin merkezci, halkçı, millici (ulusçu) anlayışı ile Hürriyet İtilafın yerelci, serbestçi, emperyalizmle işbirlikçi anlayışı günümüze kadar hız kesmeden sürer, özgür, eşit, adil seçim anlayışının yerleşmesi sürekli olarak sağcı-dinci iktidarlarca engellendiği için, yerleşmiş ve benimsenmiş bir düzen tutturulamaz; iktidarların gücüne ve keyfine göre uygulama sürer gider.

 

Halk Fırkası öncülüğünde 23 Nisan 1920’de BMM’ni açan, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyeti’ni ilan eden halkçı devrimciler, eğitime, kalkınmaya, sanayileşmeye öncelik verir, geri kalmış toplumu ulus bilinciyle ayağa kaldırmaya çalışır, Birinci Dünya Savaşından ders alır İkinci Dünya Savaşına bulaşmaz, yeni partiler kurulmasının yolunu açarsa da gericiliğin sığınağına dönüşmeleri karşısında kapatmak zorunda kalır.

 

Devrimlere hız verilir, çağdaş bir toplum olmanın kurullarını oluşturulmaya çalışılır, yeni ABC kabul edilir, okullar açılır, Anayasa, medeni, cezai, idari, ticari, borçlar, icra ve usul yasaları yürürlüğe konur, tarım, hayvancılık, zanaat, sanayi desteklenir.

 

1945’te II. Dünya Savaşının bitmesi üzerine, Batı ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek için çok partili sisteme yeniden geçilir, yeni partiler kurulmasına izin verilir.

 

Halkçı hükümetin sunduğu Toprak Reformuna CHP içinden karşı çıkanlar, 7 Ocak 1946’da Menderes ve Celal Bayar önderliğinde Demokrat Parti’yi (DP) kurar. “Söz milletin” diyerek irticayı hortlatıp halk yararına olan devrimlere, düzenlemelere ve yapılan işlere savaş açar.

 

DP, tek partili dönemde halk oy kullanmayı öğrensin diye yapılan “açık oy gizli sayım (tasnif)” kuralına itiraz eder, “gizli oy açık sayım (tasnif) ” kuralı benimsenir. 16 Şubat 1950 tarihli Milletvekili Seçimi Kanunu ile illerde ve ilçelerde seçim kurulları, Ankara’da Yüksek Seçim Kurulu oluşturulur; seçim güvenliği, yönetimi ve denetimi bu kurullara verilir.

 

Bu olumlu gelişmelerden sonra 14 Mayıs 1950 tarihinde liste usulü ile yapılan seçimde, bir ilde en çok oyu alan parti o ildeki tüm milletvekillerini çıkarır. Demokrat Parti (DP), dini değerleri kullanarak seçmeni yönlendirir, geçerli oyların %55’ni alarak 487 milletvekilinden oluşan meclisin %85’ne denk gelen 416 milletvekili ile “temsilde adalet” ilkesine aykırı biçimde iktidar olur. CHP’si %39,6 oy oranıyla %14’ne denk gelen 69, Millet Partisi (MP)  %4,6’nı alarak %0,5 denk gelen 1, bağımsızlar %0,6’nı alarak %0,5 denk gelen 1 milletvekili çıkarır.

 

DP İktidarı, aşırı temsil gücünden yararlanarak, dini, devlet ve kamu olanaklarını kullanarak 1954 seçimlerinde 541 milletvekilinden geçerli oyların %56,6’nı alarak 503 milletvekili ile Meclis üye sayısının %92,98’ni, CHP oyların %34,8’ni alarak 31 milletvekili ile Meclis üye sayısının  %5,7’sini, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) oyların  % 4,8’ni alarak 5 milletvekili ile Mecliste üye sayısının %09’nu,  bağımsızlar oyların %0,6’nı alarak 2 milletvekili ile Meclis üye sayısının %03’ünü kazanır.

 

Demokrat Parti (DP), CHP, HP, CMP’nin muhalefet cephesi kurması üzerine, meclisteki çoğunluğuna dayanarak Mayıs 1958’de yapılması gereken seçimin 27 Ekim 1957’de yapılmasını kararlaştırır; partilerinin ittifak kurmasını, siyasi parti listelerinden bağımsız aday olunmasını, bir parti üyesi olanın başka parti listesinden aday gösterilmesini yasaklar. 1954 seçimlerinde Osman Bölükbaşı ve partisini desteklediği için ilçe yapılan Kırşehir’i yeniden İl’e dönüştürür, Adıyaman, Nevşehir, Sakarya’yı İl yapar.

 

67 İl’den 610 milletvekilin seçileceği seçime,  DP ve CHP 67 İl’in tamamında,  Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) Hakkâri ve Tunceli hariç 65 İl’de, Hürriyet Partisi(HP) 56 İl’de, 1954’te kurulan Hikmet Kıvılcımlı’nın başında bulunduğu Vatan Partisi de İstanbul ve İzmir’de katılır.

 

Seçim günü saat 14,30’dan itibaren radyodan DP’nin kazandığı illerde sandık sonuçları açıklanmaya başlanır.

 

İsmet İnönü, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu arayarak, “bu rezalete son verilmesini” ister. Adnan Menderes “açıklamaya devam edin” der. CHP, YSK’ya başvurur, kurul saatler sonra yayını durdurur, ancak DP istediğini elde etmiştir. DP kazandı diyen CHP’li seçmenler sandığa gitmez. Bütün bu olumsuzluklara karşın DP bir önceki seçimde %56,6 olan oyunu %48,6 düşürerek 454, CHP %34,8 olan oyunu %41,4’e çıkararak 178, Osman Bölükbaşının başında olduğu CMP %6,5 oy oranıyla 4,  HP %3,5 oy oranıyla 4 milletvekili kazanır. İlk defa muhalefetin toplam oyu iktidarın oyunu geçer.

 

DP, muhalefetin güçlendiğini görerek 1958 yılında, partilerinin il, ilçe ve gençlik teşkilatlarını bir araya getirerek muhalefete karşı Vatan Cephesini kurar. Cepheleri adına dergi çıkarmaya, ocaklar açmaya, her gün haber saatinden önce radyoda Vatan Cephesine katılanları, bilgisi olsun olmasın,  ölmüşleri, hatta çocuk yaştakilerin adlarını tek tek okumaya, yandaşları ve halkı etkilemeye çalışır.

 

Vatan Cephesi-Halk Cephesi olarak toplum bölünür, yurttaşlar köylerde, beldelerde, ilçelerde aynı kahvelere ve camilere gitmemeye, karşı cephede yer alan çocukların birbiriyle evlenmesini engellemeye başlar. İktidar yaşananlardan muhalefeti sorumlu tutar.

 

29 Nisan 1959 yılında Batı Anadolu illerine geziye çıkan İsmet İnönü Uşak’ta taşlı, sopalı saldırıya uğrar. İçişleri Bakanın emriyle Uşak valisi geziyi engeller. Gezi dönüşünde 4 Mayıs 1959’da İstanbul Topkapı’da bir trafik polisi tarafından durdurulan İsmet İnönü’nün aracına bir güruh saldırır, polis engel olmaz, asker müdahale etmez. O sırada oradan geçmekte olan bir binbaşının emriyle harekete geçen askerler saldırıyı durdurur. Muhalif basına sansür uygulanır, cezaevleri tutuklu gazetecilerle dolar. 2 Nisan 1960’da Kayseri Yeşilhisar’a gelmekte olan İsmet İnönü’nün treni Valinin emriyle Himmetdede’de durdurulur.  Üç saat istasyonda bekleyen tren, “Sizi durdurana kadar intihar ederim” diyen Albay Selahattin Çetiner’in müdahalesi ile hareket eder, zorlukla Kayseri’ye girer ve 50 bin yurttaş tarafından karşılanır.

 

18 Nisan 1960’da DP milletvekilleri Mazlum Kayalar ve Baha Akşit,        “CHP’nin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı olduğu gerekçesi ile meclis araştırması açılması için” önerge verir. Önerge üzerine söz alan İsmet İnönü:

 

Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda millet için ihtilal, meşru bir haktır. Bu tedbire teşebbüs edenler zannediyor ki; Türk milletinin Kore Milleti kadar hasiyeti yoktur.” der.

 

Buna rağmen DP, yargı yetkisine sahip 15 milletvekilinden oluşan Meclis Tahkikat Komisyonu kurar. Kurulun tüm üyeleri DP milletvekillerinden oluşur, görevi muhalefet ve basının faaliyetlerini izlemek ve soruşturmak olarak belirlenir.

 

İsmet İnönü 27 Nisan’da komisyonu yeniden eleştirince, on iki oturum meclis toplantılarına katılmama cezası verilir, bu kararı protesto eden CHP milletvekilleri polis zoruyla meclisten çıkarılır.

 

Tahkikat Komisyonu kuruluşunu protesto etmek için 28 Nisan’da İstanbul’da, 29 Nisan’da Ankara’da öğrenciler eyleme geçer, iktidar şiddet kullanılarak bastırır, çıkan olaylarda polis kurşunuyla Turan Emeksiz adlı Orman Fakültesi öğrencisi yaşamını yitirir, 100 kadar öğrenci yaralanır.

 

Adnan Menderes, öğrencileri kışkırttıkları iddiasıyla Üniversite hocalarına “Kara Cüppeliler” der. Büyük protestolar olur, DP baskıyı artırır, yasa ve hukuk tanımazlığını sürdürür, adaletli bir seçim için düzenleme yapmaz, seçimle gelip seçimle gitmeyi içine sindiremez.

 

27 Mayıs 1960 İhtilali ve 1961 Anayasası

 

Aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen devrimci genç subayların harekete geçirmesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs 1960 sabahı iktidarı düşürür, yönetime el koyar, yöneticileri tutuklar.

 

12.06.1960 tarihli 1. Nolu Kanunla, 1924 Anayasası’nın bazı maddelerinin kaldırılması, bazı maddelerinin değiştirilmesi, Milli Birlik Komitesi’nin kuruluşu, Devlet Başkanı ve Bakanlar Kurulunun oluşumu ve yetkileri düzenlenir.

 

13.12.1960 tarih ve 157 sayılı Kanun’la Kurucu Meclisi oluşturur, yetkileri belirler, yeni Anayasa ve Seçim Kanunu hazırlanmasını kararlaştırır. 16.12.1960 tarihinde Kurucu Meclis Teşkiline ilişkin kanuna ek olarak Temsilciler Meclisi Seçimi Kanunu yürürlüğe konur.

 

13 Ocak 1961 tarihinde siyasi partilerin üzerindeki yasak kaldırılır, yeni partilerin kurulmasına izin verilir.

 

28 Mart 1961 tarih ve 283 sayılı Kanunla,  Kurucu Meclis’in hazırladığı Anayasa Türk tarihinde ilk defa halkoyuna sunulur. 9.7.1961 tarihinde yapılan halk oylamasında  %61,7’lik kabul oyu alır,  20.7.1961 tarihli Resmi Gazete ’de 334 Nolu kanun olarak yayımlanarak yürürlüğe girer.

 

TBMM, Senato ve Millet Meclisi’nden oluşur. Millet Meclisi, nispi temsil (çevre barajlı d’Hond) yöntemiyle 4 yıl için seçilecek 450 milletvekilinden; Senato, 6 yıl için seçilecek 150 Senatör ile MBK üyeleri, başkanları ve eski cumhurbaşkanlarının yer alacağı Tabii Senatörler’ den oluşur. İlk kez Anayasa Mahkemesi kurulur.

 

Yeni Anayasa hazırlıkları sürerken, 25 Mayıs 1961 tarih ve 306 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu kabul edilir. Yassıada’da kurulan mahkemede yargılanan, idama mahkûm edilen, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylül, Başbakan Adnan Menderes’in 17 Eylül 1961’de asılır. 25 Eylül 1961’de Seçimlerin yapılacağı açıklanır, partilerin siyasi faaliyetine izin verilir.

 

15 Ekim 1961’de yapılan seçimlere yasal koşulları taşıyan CHP, Bölükbaşının lideri olduğu CKMP ile yeni kurulan Ragıp Gümüşpala’nın başında bulunduğu Adalet Partisi, Ekrem Alican’ın başında bulunduğu Yeni Türkiye Partisi katılır.  CHP %36,7 oyla 173, AP %34,8 oyla 158, CKMP %13,9 oyla 54, YTP %13,7 oyla 65 milletvekili çıkarır.

 

TBMM’nin ilk birleşiminde Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçilir. İsmet İnönü’yü hükümeti kurmakla görevlendirir, CHP ve AP’den oluşan büyük koalisyon kurulur, İsmet İnönü başbakan olur.

 

Ragıp Gümüşpalanın beklenmedik ölümü üzerine 28 Kasım 1964’te yapılan Adalet Parti kongresinde Süleyman Demirel başkan seçilir. Hızla muhalefete başlar, İsmet İnönü’nün bağımsızlarla kurduğu azınlık hükümetinin yaptığı bütçeyi diğer partilerle anlaşarak reddettirir, hükümeti düşürür.

 

Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, görevi Kayseri’den bağımsız senatör seçilen Suat Hayri Ürgüplü ’ye verir. Ürgüplü, Adalet, YTP, CKMP katılımıyla koalisyon hükümeti kurar, Demirel Başbakan yardımcısı olur.

 

CHP, Adalet Partisi’nin karşı çıkmasına rağmen Milli Bakiye Sistemini getirir, seçim çevresi barajını kaldırır.  Siyasi partilere hazine yardımı kabul edilir, seçimlere ilk defa 13 Şubat 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) de katılacaktır.

 

İsmet Paşa, TİP’in toplumu hareketlendirmesi karşısında, 29 Temmuz 1965 tarihinde Abdi İpekçi ile yaptığı söyleşide CHP’nin “Ortanın Solunda” olduğunu açıklar. 13 Ağustos’ta Kim Dergisi’ne verdiği demeçte, “Aslında ‘laikiz’ dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçı isen ortanın solunda olursun” der.

 

Seçim 10 Ekim 1965’te yapılır. AP %52,9 oyla 240, CHP  %28,7 oyla 134, Millet Partisi  (Bölükbaşı) %6,3 oyla 31, YTP (Alican)  %3,7 oyla 19, TİP (Aybar) %2,9 oyla 14, CKMP (Türkeş) %2,2 oyla 11, bağımsızlar 1 milletvekili çıkarır.

 

Süleyman Demirel’in başbakanlığında Adalet Partisi hükümeti kurulur. AP iktidarı, DP’nin iz düşümü olduğu için başlangıçta ılımlı bir siyaset izler.   1965-1969 döneminde Ordu’yla çelişmemek için Cevdet Sunay’ı cumhurbaşkanı adayı gösterir. 28 Mart 1966’da Cevdet Sunay 5. Cumhurbaşkanı seçilir. Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir Çelik ve Keban barajı gibi büyük yatırımlara imza atılır, seçimlerde uygulanan milli bakiye sistemini kaldırmak için harekete geçilir.

 

1968 yılında Avrupa’da ortaya çıkan gençlik hareketleri, Türkiye’de karşılık bulur,  Kemalist ve sosyalist gençliği etkiler. Haziran 1968’de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ilk öğrenci boykotu başlar, öteki üniversite ve fakültelere yayılır. Akademik amaçlı bu eylemler giderek siyasallaşır, sağ ve sol grupları arasında çatışmalar çıkar, kan dökülür.

 

16 Şubat 1969’da İstanbul Beyazıt’ta toplanıp, boğazda demirleyen ABD’nin 6. Filosunu protesto etmek için Taksim’e doğru yürüyüşe geçen solcu devrimci gençlere, Taksim alanı girişinde toplanmış sağcı, dinci gruplar taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırı düzenler, iki genç öldürülür. (Kanlı Pazar)

 

Polisin saldırganlara müdahale etmediğinin fotoğrafları basına yansıyınca büyük tepkiler doğar, hükümet eleştirilir, içişleri bakanı Faruk Sükan’ın istifası istenir.

 

Demirel, bu anayasa ile ülke yönetilemez diyerek 1961 Anayasasına savaş açar. İhtilal söylentileri yayılır, 12 Ekim 1969’da yapılacak seçim öncesi lüzumsuz bir gerginliğe neden olunmaması için Anayasa değişikliği seçimden sonraya ertelenir.

 

AP’si içindeki eski Demokrat Partilerle gerilim yaşar, partiden istifalar olur.  23 Mart 1968 tarih ve 1036 sayılı Seçim Kanunu ile milli bakiye sistemi kaldırılır, barajlı Dont sistemi getirilir. TİP, seçim kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurur. Mahkeme, milli bakiye sisteminin kaldırılmasına yönelik iptal istemini reddeder, barajı kaldırır.

 

12 Ekim 1969’da yapılan seçimde AP’si  %46,55 oy alır, oy oranı düşse de milletvekili sayısını artırır 256, CHP oy oranı azalsa da %27,37 ile 143, Feyzioğlu’nun Güven Partisi % 6,58 ile 15, Osman Bölükbaşı’nın Millet Partisi %3,23 ‘le 6, Hüseyin Balaban’ın Türkiye Birlik Partisi %2,8 oyla 8,  Alpaslan Türkeş’in MHP %3 oyla 1, Mehmet Ali Aybar’ın TİP’i %2,7 oyla 2, Yusuf Azizoğlu’nun Yeni Türkiye Partisi %2,2 oyla 6, Bağımsızlar %5,6 oyla 13 milletvekili çıkarır. AP, Demirel başkanlığında iktidar olur, yeni hükümeti kurar.

 

11 Ocak 1970’de 72 AP’li senatör ve milletvekili,  eski DP’lilere siyasi hakların verilmesi için AP’ne muhtıra verir. Demirel’in “Biz muhtırayla iş görmeyiz” demesi üzerine bütçe görüşmelerinde 41 Adalet Partili milletvekili muhalefetle birlikte güvensizlik oyu kullanır, hükümet düşer, Demirel istifa eder.

 

Celal Bayar’ın çevresindeki AP milletvekilleri Demokratik Parti’yi kurar, İslamcı olarak nitelenen milletvekilleri de Necmettin Erbakan’ın kurduğu Milli Nizam Partisi’ne katılır.

 

15-16 Haziran 1970’de DİSK, “Sendikal özgürlük, Grev ve Toplu Sözleşme” için protesto eylemi gerçekleştirir, kanlı biçimde bastırılır, sıkıyönetim ilan edilir.

 

10 Ağustos 1970’de paranın değerinin düşürülmesiyle başlayan tepkiler, öğrenci olayları, grevler karşısında 1961 Anayasası ile ülkenin yönetilemeyeceğini yineleyen Demirel iktidarına karşı, milli demokratik devrimci subaylar, devrimci bir anayasa taslağı hazırlayarak,  9 Mart 1971’de iktidara karşı darbe yapmaya kalkar, ordunun komuta kademesi tarafından tasfiye edilirler.

 

12 Mart 1971 Muhtırası ve 1961 Anayasası’nın Budanması

 

Olaylardan ve tepkilerden etkilenen ordunun komuta kademesi, 12 Mart’ta hükümete bir muhtıra verir, Demirel istifa eder, hükümet düşer. Partiler üstü olacak, tarafsız davranacak bir başbakan adayı aranır, Prof. Dr. Nihat Erim uygun bulunur, CHP’den istifa ettirilir. İsmet İnönü, hükümete destek vereceğini açıklar.

 

Muhtıranın “CHP’nin iktidar olmasını engellemek için verildiğini” ileri süren, hükümete destek olunmasını ve bakan verilmesini uygun bulmadığını açıklayan Bülent Ecevit, 17 Mart’ta CHP Genel Sekreterliğinden istifa eder.

 

Muhtıracı komutanlardan Orgeneral Faruk Gürler, Orgeneral Muhsin Batur, Korgeneral Atıf Erçıkan’ın kendileriyle birlikte olduğunu, sonradan çark ettiklerini açıklayan 9 Mart 1971’de ihtilal girişimine kalkışanların lideri Tümgeneral Celil Gürkan ile birlikte 4 general, 1 amiral, 8’i kurmay 35 albay emekliye sevk edilir.

 

19 Mart’ta Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Nihat Erim’i hükümeti kurmakla görevlendirir. 26 Mart 1971’de 5 AP, 3 CHP, 1 CGP’li milletvekili, 1 Tabii Senatör ve parlamento dışından 14 teknokratın yer aldığı,  partiler üstü reform hükümeti kurulur.  

 

Yeni kurulan hükümet Parlamento içinde büyük bir direnişle karşılaşır,  eğitim, toprak, enerji, mali, idari ve hukuki reformlar tökezler, ekonomiyi düzeltme işini üstlenen Atilla Karaosmanoğlu’na, Maliye Bakanı bağımsız Sait Naci Ergin engeller çıkarır. 26 Ekim 1971’de Nihat Erim istifasını sunar, kabul edilmez, hükümet ikna edilerek yola devam denir.

 

Hükümetin izlediği politikayı yerinde bulmayan 11 bakan, “Yurdumuzun muhtaç olduğu kalkınma hamlesini ve reformları Atatürkçü bir görüşle gerçekleştirmek amacıyla kurulan hükümette görev almıştık. Bu amaçları gerçekleştirme olanağı kalmadığı inancıyla görevimizden çekiliyoruz” diyerek 3 Aralık 1971’de istifa eder.

 

Hükümetinin baskıcı niteliğinin ortaya çıkmasıyla birlikte, solda Aralık 1970’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu Türk Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi (THKP-C),  Şubat 1971’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının kurduğu Türk Halk Kurtuluş Ordusu(THKO), Doğu Perinçek ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) hareketlenir.

 

THKO 11 Ocak 1971’de Türkiye İş Bankası Emek Şubesi soygunuyla eyleme geçer, “vur emriyle” aranmaya başlanırlar,  4 Mart 1971 günü sabaha karşı Balgat’taki hava üstünden dört Amerikalıyı kaçırırlar, fidye isterler. Güvenlik güçleri 5 Mart’ta Denizlerin saklandıklarını düşündükleri ODTÜ yurtlarını kuşatır, çatışma çıkar, 9 saat süren çatışmada 1’i asker 3 kişi ölür, 26 kişi yaralanır, üniversite süresiz kapatılır, 9 Mart’ta Amerikalılar serbest bırakılır.

 

THKO 12 Mart muhtırasından sonra kentleri boşaltıp kıra çekilme kararı alır. 15 Mart 1971’de motosikletle Ankara’dan ayrılan Sinan Cemgil Nurhak dağlarına, Deniz Gezmiş ve Yusuf aslan Malatya’ya, Hüseyin İnan Kayseri’ye doğru yola çıkar. Sivas Şarkışla’da Deniz ve Yusuf, bir hafta sonrada Hüseyin İnan Kayseri Pınarbaşı’nda yakalanır. Sinan Cemgil Nurhakk’a ulaşır ve arkadaşlarına katılır.

 

THKP-C, Kurtuluş adıyla, 4 Nisan 1971 Mete Has ve Talip Aksoy’u rehin tutarak fidye alır, 22 Nisan 1971’de Ankara Keçiören Ziraat Bankası’nı soyarak eyleme geçer.

 

Nihat Erim, 23 Nisan 1971’de hükümetin alacağı tedbirleri açıklar, “Alınacak tedbirler Balyoz gibi kafalarına inecek” der.

 

26 Nisan 1971’de İstanbul, Kocaeli, Zonguldak, İzmir, Eskişehir, Ankara, Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt illerinde sıkıyönetim ilan edilir, sıkıyönetim mahkemeleri faaliyete geçer. Sıkıyönetim komutanlarının izinsiz ev ve kişileri arama, gazeteleri, dergileri, partileri ve dernekleri kapatma yetkileri vardır. Basına kısıtlamalar getirilir, sol örgütlere, sendikalara, derneklere, partilere ve aydınlara yönelik sürek avı başlar.  

 

Sıkıyönetim ilanı nedeniyle henüz tam örgütlenemeyen THKP-C, hızla illegaliteye çekilir. 17 Mayıs 1971’de İsrail başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırarak, parti ve cephe adına bir bildiri yayınlar, isteklerini, eylem ve amacını açıklar. İsteklerinin yerine getirilmemesi halinde konsolosu öldüreceklerini ilan eder. İstekleri kabul edilmeyince konsolosu öldürerek “öncü savaşını” başlatır.

 

Güvenlik güçleri eylemi gerçekleştirenleri Maltepe de bir evde kuşatır, 1 Haziran 1971’de Mahir Çayan’ı yaralı, Hüseyin Cevahir’i ölü ele geçirir, Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı ve Necmi Demir tutuklanarak Maltepe Askeri Cezaevi’ne konur.

 

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ve arkadaşları hakkında, TCK’nun 146. maddesinde yer alan “Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçlamasıyla Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nde dava açılır.

 

Dava, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığındaki, savcılık makamında Hâkim Yarbay Keramettin Çelebi ve Yüzbaşı Baki Tuğ olmak üzere 16 Temmuz 1971 günü başlar,  9 Ekim günü 18 sanık hakkında idam kararı verilerek bitirilir, karar temyiz edilir.

 

29 Kasım 1971’de THKP-C’li Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, THKO’lu Cihan Alptekin, Ömer Ayna, kazdıkları tüneli kullanarak Maltepe Askeri Cezaevinden firar eder. 19 Şubat 1972’de Ulaş Bardakçı’nın Arnavutköy’de kaldığı ev kuşatılır, çıkan çatışmada öldürülür. İstanbul’da kalma olanakları daralan, sürekli yer değiştiren Mahir Çayan ve arkadaşları Ankara’ya, bazıları da Karadeniz’e geçer.

 

Askeri Yargıtay 1. Dairesi Deniz, Yusuf, İnan dışındakilerin kararını bozar, mahkeme direnince Askeri Yargıtay Daireler kurulu kararı onar. İnfazı için karar TBMM’ne sunulur. 11 Mart 1972 günü 450 üyeli Meclisin 9 üyeliği boş, 118 oylamaya katılmayan, oylamaya katılan 323 milletvekilinden 48 ret, 2 çekimser, 273 evet oyu ile idamların infazı kabul edilir.

 

TİP başkanı Mehmet Ali Aybar, İsmet İnönü, Bülent Ecevit’in aralarında bulunduğu CHP’li milletvekilleri ve senatörleri ile tabii senatörler Ret oyu kullanır. MHP lideri Alpaslan Türkeş ile  “üçe karşı üç”  diyerek intikam çağrısı yapan Süleyman Demirel ve AP milletvekilleri ve senatörleri evet oyu kullanır. Milli Nizam Partisi lideri Necmettin Erbakan oylamaya katılmaz.

 

TBMM’nin kararının iptali için CHP milletvekilleri Anayasa Mahkemesi’ne başvurur. Mahkeme, kararı usulü yönden iptal eder. Mecliste usulü eksiklik giderilir. Esas yönden iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmaz. CHP’nin Cumhuriyet Senatosu grubu dava açma yolunu denerse de yeterli imzayı bulamaz, infazın yapılması kesinleşir.

 

Mahir Çayan ve arkadaşları infazı engellemek için eylem olanaklarını araştırır. 26 Mart 1972’de Ünye’de NATO’ya ait radar üssünde çalışan iki Kanadalı ve bir İngiliz teknisyeni kaçırırlar, 28 Mart’ta Niksar’ın Kızıldere Köyü’ne varırlar, muhtarın evine girerler.  Güvenlik güçleri 30 Mart günü köyü kuşatır, Mahir Çayan ve arkadaşlarına teslim ol çağrısı yapılır, çağrı reddedilince çatışma çıkar, sağ ele geçirme olasılığını gözardı eden güvenlik güçleri Mahir Çayan ve 9 arkadaşını öldürür. Yapılan teşhiste Ertuğrul Kürkçü, babasının bunlar arasında oğlum yok demesiyle aranır, samanlıkta sağ olarak bulunur.

 

Kızıldere olayından 3 gün sonra cumhurbaşkanı infaz kararını imzalar, 5 Mayıs’ta Resmi Gazete’ de yayınlanır, 6 Mayıs sabaha karşı Deniz, Yusuf, İnan Ankara Kapalı Cezaevi’nde asılır.

 

Tunceli kırsalında yakalanan, 3,5 ay Diyarbakır emniyetinde sorgulanan, TİİKP’den ayrılan, TKP-ML/TİKKO’nun kurucusu kabul edilen İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’te emniyette sorguda ölür, işkenceyle öldürüldüğü savlanır.

 

TİP yöneticileri Behice Boran ve arkadaşları 15 yıl, TÖS yöneticileri Fakir Baykurt ve arkadaşları 8 yıl 10 ay, Dev-Gençliler 15 yıl ağır hapse,  Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Rasih Nuri İleri, Can Yücel, gazeteci Doğan Koloğlu 7 yıl 6 aya, yayıncı Süleyman Ege 30, Muzaffer Erdost 36 yılı aşan hapis cezalarına çarptırılır.

 

THKP-C, THKO, TİİKP, TKP-ML dağıtılır, TİP, DİSK, TÖS, TDGF kapatılır, binlerce yurtsever cezaevlerine tıkılır,  onlarcası kentte,  kırda vurulur.

 

14 Mayıs 1972’de yapılan CHP’nin 5. Olağanüstü Kurultayında, “Ortanın Solu” akımının öncülüğünü yapan Bülent Ecevit, yaşlı İsmet İnönü’yü çekilmek zorunda bırakarak CHP Genel Başkanı olur.

 

24 Ağustos 1972’de Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinde değişiklik olur, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ın yerine Orgeneral Faruk Gürler gelir, 12 Mart uygulamaları biraz yumuşar.

 

14 Ekim 1973’te Milletvekili Genel seçimi yapılır. CHP 185, AP 149, MSP 48, DP 45, MHP 3, TBP 1, bağımsızlar 6 milletvekili kazanır. Hiçbir parti 226 milletvekiline ulaşamadığı için tek başına hükümet kuramaz. 6 Şubat 1974’te CHP, laiklik karşıtı dinci MSP ile koalisyon hükümeti kurar, Ecevit Başbakan, Necmettin Erbakan başbakan yardımcısı olur.

 

7 Şubat 1974 tarihinde 1803 sayılı af kanunu çıkar. MSP, sağcı partilerle ortak davranarak, “hayır oyu” verip “istisna” hükmüyle devrimcilerin aftan yararlanmasını engeller. Meclis üye sayısının altıda birini aşan sayıda CHP’li milletvekillerinin Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasıyla, 12.07.1974 tarihinde Anayasa Mahkemesi, eşitlik ilkesine aykırı bulduğu  “istisna” hükmünü iptal eder, koşulları tamamlayan devrimciler aftan yararlanarak salıverilirler.

 

Sol siyasilerin cezaevinden çıkma olasılığının belirmesi üzerine sol parti kurma, dergi çıkarma, hareket oluşturma girişimleri başlar. 24 Haziran 1974’te kurulan ilk sosyalist parti TSİP, ilk yayına başlayanlar da TİKP çevresi olur.

 

1Temmuz 1974’te hükümet, ABD’nin baskısı üzerine yasaklanan  “haşhaş” ekimine izin verir.  ABD 12 Temmuz 1974’de Türkiye’ye yardımı keser. 15 Temmuz 1974’te Yunan Askeri Cuntasının desteklediği Kıbrıs Ulusal Birliği’ne bağlı askerler Kıbrıs’ta darbe yapar. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios Adadan kaçar. EOKA’cı Nikos Samson cumhurbaşkanı ilan edilir. Kıbrıs Türkleri katliama uğrar. Garantör ülke olan Türkiye, ordusunu harekete geçirir, 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıkar. Yunan cuntası iktidardan düşer, Nikos Samson adadan kaçar.

 

Garantör ülkeler İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Cenevre’de üçlü görüşmeye başlar, anlaşma sağlanamaması üzerine Türk Ordusu 13 Ağustos’ta yeniden harekete geçer, 16 Ağustos 1974’te Kıbrıs’ı ikiye bölen Atilla Hattı’na ulaşır.

 

ABD, Türkiye ve Yunanistan’a askeri yardımı kestiğini açıklayarak ambargo uygular, ancak Yunanistan’a yardıma devam eder.

 

MSP’nin sağ partilerle anlaşarak sol siyasilere af çıkarmasını engellemesi, Kıbrıs’ın tamamını alalım demesi karşısında hükümette kriz çıkar, Demokratik Partinin (DP) erken seçim çağrısını önemseyen Bülent Ecevit istifa eder, koalisyon bozulur.

 

Meclisten erken seçim kararı çıkmaz. Demirel’in hükümeti kurma girişimi başarısızlıkla sonuçlanır. Hükümeti 17 Kasım 1974’te Prof. Dr. Sadi Irmak kurarsa da güvenoyu alamaz, 4 ay ülkeyi yönetir.

 

18 Aralık 1974’te Demirel, Türkeş, Erbakan, Turan Feyzioğlu’nu ikna ederek ilk Milliyetçi Cephe Hükümetini kurar.  Demirel Başbakan,  diğerleri de başbakan yardımcısı olur. Böylece toplumda sol ve sağ cepheleşmesi, sola karşı saldırı dönemi başlar.

 

Sıkıyönetim Mahkemelerin yerini alan DGM’ler, halkın genel direnişi, DİSK’in “genel yas” eylemi sonucu Kasım 1975’te kapatılır.

 

Ecevit hükümetinin istifası üzerine moral kazanan Ülkücü komandolar, 8 Ekim 1974’de ODTÜ ve Hacettepe’ye silahlı saldırı düzenlerler, üç öğrenci yaralanır. Milliyetçi Cephe hükümetinin kurulmasından bir gün sonra 19 Aralık 1974’de İYÖD üyesi Şahin Aydın Beşiktaş otobüs durağında bıçaklanarak öldürülür. Sol ve sağ arasında ideolojik tartışmalar yoğunlaşır, sağcıların saldırılarıyla kan akmaya başlar.

 

Eylül 1976’da THKP-C kökenli AYÖD, İYÖD, EYÖD’un katılımı ile Devrimci Gençlik Dernekler Federasyonu’nu (DGDF-Dev-Genç),  TİKP çevresi Devrimci Gençlik Birliğini (DGB),  TKP çevresi İlerici Gençler Derneği’ni(İGD),  TSİP çevresi Sosyalist Gençlik Birliği’ni(SGB), THKO kökenli Halkın Kurtuluşu çevresi Yurtsever Gençlik Derneği Federasyonu’nu (YDGF), THKP-C kökenli Kurtuluş çevresi Devrimci Gençlik Örgütü Federasyonu’nu (Dev-Gör) kurar.  Gençlik ve üniversite çevresinde yoğun bir ideolojik tartışma ve faaliyet göze çarpar.  Siyasi gazete ve dergiler çoğalır, siyasi partiler ve hareketler oluşum sürecine girer.

 

Milliyetçi Cephe, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmen yetiştiren yüksekokullarda, eğitim enstitülerinde,  Kredi Yurtlar Kurumu’nda kadrolaşmaya yönelir. Eğitimin ve öğretmenin ırkçılığa ve dinciliğe yönlendirilmesine karşı büyük tepkiler olur. Öğrenci gençlik bu gelişmeler karşısında önüne somut hedefler koyar, okullara ve yurtlara yönelik işgallerin önlenmesi, “öğrenim özgürlüğü ve can güvenliğinin” sağlanması için özerk ve demokratik üniversite mücadelesini yükseltir.

 

1977’de saldırılar tüm hızıyla sürer, polis desteği ile Ankara Gazi, Konya Selçuk, Ankara Ziraat, Veteriner, Dil ve Tarih fakülteleri ülkücülerce işgal edilir, İTÜ, Hacettepe Üniversitesine yönelik saldırılar sürer, çatışmalar yaşanır.

 

1 Mayıs 1977’de Bir Mayıs kutlamalarına İstanbul Taksim’de saldırı olur, 36 emekçi öldürülür. 2 Haziran 1977’de CHP’nin Taksim’de yapacağı mitingde Bülent Ecevit’e “suikast” yapılacağını Demirel Ecevit’e mektup yazarak dillendirir. Bülent Ecevit yüzbinlerle Taksim’de mitingini yapar.

 

5 Haziran 1977’de yapılan milletvekili seçiminde CHP %41,38 oyla 213, AP %36,89 oyla 189, MSP %8,56 oyla 24, MHP %6,42 oyla 16, CGP %1,9 oyla 3, Demokratik Parti (DP) %1,9 oyla 1 milletvekili kazanır.

 

Bülent Ecevit’e hükümeti kurma görevi verilir ise de CGP, MSP, DP yanaşmaz, kurduğu hükümette güvenoyu alamaz. 15 Haziran 1977’de Erzurum Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Orhan Yavuz, iki kişinin “bir şey konuşacağız” diye götürdükleri fındıklıkta 8 yerinden bıçaklanarak öldürülür.

 

21 Temmuz 1977’de Demirel’in başbakanlığında AP, MSP, MHP, CGP oluşan II. Milliyetçi Cephe hükümeti kurulur, toplumsal olaylar tırmanışa geçer.

 

Hükümet ortağı MHP’nin ideolojik ve politik öncülüğünde ülkücüler, gecekondu mahallelerine, Alevi-Sünni halkın birlikte yaşadığı yörelere saldırıları yoğunlaştırır. MHP, devlet kurumlarında kadrolaşmaya hız verir. 2 Eylül’de Ümraniye gecekondu bölgesinde çatışma çıkar, 6 gecekonducu can verir. 11 Eylül’de Divriği’de “komünistler Camiye bomba koydu” diyerek Alevi-Sünni çatışması çıkarılmak istenir, bir kişi ölür, dört kişi yaralanır.

 

2 Aralık 1977’de ODTÜ’de “ülkücü komandoları protesto eden” yaklaşık 5 bin öğrencinin üstüne rektörlük binasının 5. katından tahrip gücü yüksek bomba atılır, 24 kişi yaralanır, yaralılardan birisi sonradan yaşamını yitirir. Benzer olaylar ülkeye yayılmaya başlar.

 

Demirel, ülkenin “70 sente muhtaç olduğunu” açıklar.  11 Aralık 1977’de yerel seçimler yapılır. Seçim günü çıkan olaylarda 20 kişi yaşamını yitirir. CHP %44 oyla birinci parti olur, MHP %7,1 oyla MSP’yi geçerek üçüncü parti konumuna yükselir. CHP’nin verdiği gensoru sonucunda güvenoyu alamayan hükümet 29 Aralık 1977’de düşer, Demirel İstifa eder.

 

AP’sinden istifa eden 11 milletvekili ile DP’nin 1 milletvekilinin desteğini alan Bülent Ecevit hükümeti kurar, 5 Ocak 1978’de güvenoyu alır.

 

Hükümetin kuruluşu ile birlikte saldırılar yoğunlaşır.  24 Mart 1978’de, MHP hakkında soruşturma başlatan Savcı Doğan Öz, 7 Nisan 1978’de Doç. Servet Tanilli silahlı, 17 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu bomba paketli saldırıya uğrar,  Doğan Öz ve Hamit Fendoğlu ölür, Servet Tanilli sakat kalır.

 

Demirel, “Kars Kalesi’ne orak çekiçli kızıl bayrak asıldığı” uydurma haber üzerine “Bayrak Mitingleri” başlatır. 3 Eylül 1978’de Sivas’taAleviler camiye bomba attılar, yakıyorlar, Müslümanları kesecekler, dinsizleri öldürürsek hükümet bize bir şey yapmayacak” diyerek 80-100’lü gruplar halinde saldırıya geçen, Elazığ ve Malatya’da saldırıyı devam ettiren MHP’li ülkücüler, 15 kişinin ölümüne neden olurlar.

 

2 Ekim 1978’de Alpaslan Türkeş, “Sıkıyönetim” ilanı ister.

 

8 Ekim 1978’de Abdullah Çatlı yönetiminde Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz, Bünyamin Adanalı, Mahmut Korkmaz ve Ünal Osmanağaoğlu’ndan oluşan faşist cinayet timi,  Bahçelievler Katliamını gerçekleştirir; TİP’li Osman Nuri Uzunları ütü kordonu ile boğarak, Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses ve Serdar Alten’i otomatik silahla tarayarak öldürürler, Faruk Erzan ile Salih Gevenci’yi yanlarına alarak götürürler, Eskişehir 33 Km’de Balmumcu Köyü yakınlarında enselerinden kurşunlayarak katlederler.

 

20 Ekim 1978’de İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu Anadolu Marka otomobilden inen üç kişinin kurşunlarıyla öldürülür, 26 Kasım 1978’de Karadeniz Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Necdet Bulut eşi ve çocuklarıyla otomobilleriyle giderken pusuya yatmış saldırganların yaylım ateşine uğrar, yaralanır, yaralı halde otomobilini kullanarak hastaneye ulaşır ve yaşamını yitirir.

 

24 Aralık 1978’de Maraş Katliamı yaşanır,  MHP’li ülkücüler, dinci gericiler, solcuların, CHP ve Alevilerin yoğun bulunduğu mahallelere saldırır,  çoluk, çocuk, yaşlı demeden resmi rakamlara göre 111 kişi öldürürler, 210 ev, 70 işyerini tahrip ederek yakarlar.

 

26 Aralık 1978’de 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir, Adana, Ankara, Diyarbakır, Elazığ, İstanbul ve İzmir’de sıkıyönetim mahkemeleri kurulur.

 

1 Şubat 1979’da ülkücü Mehmet Ali Ağaca, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve başyazarı Abdi İpekçi’yi İstanbul Nişantaşı’nda bir kavşakta pusuya düşürerek, faşistler 16 Mayıs 1979’da Ankara Piyangotepe’de kahve tarayarak 7 kişiyi, 28 Eylül 1979’da Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’u katleder.

 

14 Ekim 1979’da senato üçte bir yenileme ve milletvekili ara seçimi yapılır. Devrimci Yol boykot çağrısı yapar, CHP büyük oy kaybına uğrar ve Ecevit hükümeti istifa eder, 12 Kasım’da Demirel MHP ve MSP destekli azınlık hükümetini kurar.

 

19 Kasım 1979’da MHP il yöneticisi, gazeteci, yazar İlhan Darendelioğlu, 20 Kasım’da İÜ. HF öğretim üyesi Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay öldürülür. 25 Kasım 1979’da Abdi İpekçi cinayetinin sanıklarından Mehmet Ali Ağca Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırılır.   

 

Yaşanan olaylar karşında bir yandan Bülent Ecevit önderliğinde Sosyal Demokrat ya da Demokratik Solcular demokrasi mücadelesini sürdürürken, öte yandan 1977 yılından itibaren Devrimci Gençlik, Devrimci Yol, Devrimci Sol, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş, Halkın Birliği gibi adlar taşıyan dergileri çıkaran sol hareketler, “can ve mal güvenliği” yönünden okullarını, mahallelerini, semtlerini, köylerini, kentlerini korumaları için komiteler kurarak halka önderlik etmeye, ideolojik ve toplumsal mücadeleyi yükseltmeye başlar. Ülkede sol ve sağ gruplar arasında kıyasıya bir üstünlük mücadelesi sürer, köyler, kentler, bölgeler ayrışır, sağ iktidarların ve bağlı güvenlik güçlerinin yanlı tutumu nedeniyle de can ve mal güvenliği kalmaz.     

 

MHP, MSP destekli Süleyman Demirel azınlık hükümeti,  24 Ocak 1980 tarihinde, eski Dünya Bankası danışmalarından, yeni hükümetin başkanlık müsteşarı ve DPT müsteşar vekili Turgut Özal’ın teknik hazırlığını yaptığı “ekonomik istikrar programı” açıklanır; 47 lira olan Dolar 70 liraya çıkar. KİT ürünlerine zam yapılır, çiftçinin ürettiği bazı ürünlere yapılan sübvansiyon (devlet desteği) kaldırılır. Bu programın halkı ve emeği baskı altına almadan uygulanamayacağı siyasal, sosyal, ekonomist uzmanlarca dile getirilir.

 

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün süresi 4 Nisan 1980’de dolar, AP’li Meclis Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil vekâleten görevi sürdürür. Yeni cumhurbaşkanlığına CHP 12 Mart muhtırasında imzası bulunan Orgeneral Muhsin Batur’u, AP’si İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yapmış olan Orgeneral Faik Türün’ü aday gösterir. Mecliste yapılan seçimde adaylar yeterli oyu alamadıkları için turlar aylarca sürer, uzlaşma olmaz.

 

11 Nisan 1980’de TRT İstanbul Radyosu yapımcısı Ümit Kaftancıoğlu evinin önünde silahlı saldırıya uğrayarak katledilir.  13 Mayıs’ta Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, “Cumhurbaşkanlığı seçimi artık sonuçlanmalıdır” der.  23 Mayıs’ta TTB yöneticilerinden Dr. Sevinç Özgüner polis olduğunu söyleyen kapıyı kırıp giren üç saldırganın kurşunlarıyla öldürülür, TEP yöneticisi eşi Vecdi Özgüner yaralanır.

 

27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan yardımcısı Gün Sazak öldürülür, bunu protesto eden MHP’liler Konya, Adana, Ankara, Bursa, Çorum, İstanbul, Sivas gibi birçok ilde terör estirir, halkın ve devrimcilerin kanını döker.

 

12 Haziran’da İzmir İnciraltı’nda moral gecesi düzenleyen öğrencilere polis ve jandarma müdahale eder, 6 öğrenci ölür.

 

17 Haziran 1980’de CHP Nevşehir İl Başkanı Av. Zeki Tekiner silahlı üç saldırgan tarafından öldürülür. Olayı kınamak İçin 18 Haziran’da Nevşehir’e gelen Bülent Ecevit’e ve CHP konvoyuna saldırılır, yaylım ateşine tutulur, yaralananlar olur.

 

Aynı gün genişletilmiş sıkıyönetim ve MGK toplantısında, 1978’de kurulan “Özel Çalışma Grubu’nun” Orgeneral Haydar Saltık başkanlığında hazırladığı “Bayrak Planı” görüşülür,  müdahale koşullarının oluştuğu düşüncesi ile 11 Temmuz’da darbe yapılması için birliklere dağıtılır. MSP’nin Demirel azınlık hükümetine desteğini çektiğini açıklamasına karşın güvenoyu vermesi, terfi ve atamaların yapıldığı askeri şuran toplantısının yaklaşması nedeniyle müdahale ertelenir, bayrak planı geri çekilir.

 

1 Temmuz 1980’de Çorum ve ilçelerinde vahşet yaşanır, CHP ve Alevilerin evleri, dükkânları tahrip edilir, yakılır, 48 kişi öldürülür.

 

12 Temmuz 1980’de Fatsa’ya operasyon düzenlenir, maskeli kişilerin katıldığı operasyonlar başka ilçelere de kaydırılır, başta Fatsa Belediye Başkanı Terzi Fikri Sönmez olmak üzere 400 aşkın solcu devrimci gözaltına alınır, ağır işkencelerden geçirilir.

 

15 Temmuz’da CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köseoğlu, 19 Temmuz’da Prof. Dr. Nihat Erim, 22 Temmuz’da DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler öldürülür.

 

27 Temmuz’da Balgat Katliamı sanıkları İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu Mamak Askeri Cezaevi’nden kaçırılır.

 

30 Ağustos 1980’de Askeri Şura toplantısı tamamlanır, ordu içi atama ve terfi işlemleri yapılır, komuta kademesi belirlenir, devir ve teslim gerçekleştikten sonra müdahalenin 12 Eylül 1980’de yapılması kararlaştırılır.

 

6 Eylül’de Konya’da MSP’nin Kudüs’ü kurtarma toplantısı ve yürüyüşünde Yeşil Bayrak açılır, “Şeriat İsteriz” sloganları atılır, temsili ezan okunur, İstiklal Marşı söylenirken ayağa kalkılmaz yerde oturulur. Aynı gün Petrol-İş Sendikası kongresinde konuşan Bülent Ecevit, işçilere “Türbinlerden sahaya inin” çağrısı yapar. DİSK Genel Sekreteri Fehmi Işıklar, “Biz zaten sahadayız” yanıtını verir.

 

12 Eylül 1980 Darbesi ile Emir Var Anayasa Yok.   

 

11/12 Eylül gece yarısından sonra darbeciler harekete geçer, sabaha karşı saat 04 sıralarında darbenin lideri Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı sıfatıyla Kenan Evren, “emir ve komuta” içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime bütünüyle el koyduğunu ilan eder.

 

Milli Güvenlik Konseyi’nin oluşumu, sıkıyönetim ilanı, sıkıyönetim komutanları atanması, alınan önlemler,  açıklamaları, bildiriler ardı ardına TRT’den yayımlanır.  TBMM, siyasi partiler kapatılır, milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılır, partilerin, sendikaların, derneklerin faaliyetleri durdurulur, gözaltılar, tutuklamalar başlar, bekle göre giren sağ sol çatışması durur.

 

Milli Güvenlik Konseyi, 14 Eylül 1980 tarihinde yayınladığı 13.bildiriyle, darbe günü bulunmayan, duyurulara karşın teslim olmayan Alpaslan Türkeş’e teslim ol çağrısı yapar, teslim olmazsa “suçlu duruma düşeceğini” açıklar, Türkeş 14 Eylül’ü 15 Eylül’e bağlayan gece saat 04’te saklandığı Halil Şıvgın’ın evinde teslim olur.

 

  1. Nolu bildiriyle “Grev ve Lokavt” yasaklanır. 19 Eylülde sıkıyönetim yasası değiştirilerek, sıkıyönetim mahkemelerinin bakacağı davalar belirlenir, gözaltı süresi 30 güne çıkarılır, 3 yıla kadar verilecek cezaların kesin olması ve temyiz yolunun kapalı tutulması kararlaştırılır.

 

20 Eylül’de emekli Oramiral Bülent Ulusu Başbakanlığa atanır, kurduğu hükümet, Kenan Evren’in onamasıyla göreve başlar.

 

6 Ekim’de devrimci Necdet Adalı ile ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun Askeri Yargıtay’ca onanmış kararlarının infazı MGK’nun çıkardığı yasayla uygun bulunur, 8 Ekim 1980’de Ankara Kapalı Cezaevi’nde asılarak infaz edilir.

 

25 Ekim 1980’de de kararı kesinleşen Serdar Soyergin Adana Kapalı Cezaevi’nde asılır.

 

Darbeciler, bir yandan darbeye karşı çıkanları ve çıkma olasılığı olanları bertaraf etmek, 12 Eylül öncesi ortamın oluşmasına neden olduğunu var saydığı sol ve sağ örgütlenmeleri dağıtmak, kişi ve ilişkileri açığa çıkarmaya, olayları aydınlatmaya yönelirken, öte yandan olaylara katıldıklarından kuşku duydukları, darbeye karşı olduğunu sandıkları, direnme eğilimi taşıdıklarına inandıkları kişileri toplamaya, yakalamaya, yoğun gözaltı, ağır baskılarla uzun süreli sorgulama, yargılamalarla direniş olasılığını kırmaya yönelir.

 

Sağ geri çekilir, sessizliğe ve eylemsizliğe girer; sol önce durur, ikirciklenir, bir kesim suskunluğu seçer, bir kesim 12 Eylül’ü “Faşist Cunta Darbesi” olarak niteleyerek karşı çıkma, direnme, eylem koyma ve vuruşma yolunu seçer.

 

Darbeci cuntacılarla/devrimciler arasında dar alanda, kırda kentte süren mücadelede çok kan akar. Sol partilere, sendikalara, meslek kuruluşlarına, derneklere, gazetelere, basın yayıncılara, aydınlara çok dava açılır, dergiler çevresindeki hareket oluşumlarına örgüt denir ve işkenceli sorgulamalardan geçen çok sanıklı davalar açılır. Yargılamalar çok uzun sürer, ağır cezalar verilir, emniyette, cezaevlerinde sağlığını yitirenler, ölenler,  aile ve iş düzeni bozulan çok insan olur.

 

1982 Anayasası ve Laik Cumhuriyetin Yıkılışı   

 

29.6.981 tarih ve 2485 sayılı Kanun’la kurulan, MGK ile Danışma Meclisi’nce oluşan Kurucu Meclis’in hazırladığı 1982 Anayasası 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulur, şeffaf zarflarla (içi görünen) kullanılan oyların %8,63 hayır, %91,37 evet çıkar,  kabul edilir, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer.

 

1982 Anayasası yürürlüğe girince 1961 Anayasası yürürlükten kalkar, artık yasaklar kural, özgürlükler istisna olur.  Millet Meclisi ve Senatodan oluşan çift meclise son verilerek, yasama, yargı, yürütmenin güdümüne sokulur; din kültürü ve ahlak bilgisi zorunlu hale getirilir. Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı olan Kenan Evren, Anayasa oylamasıyla doğrudan Cumhurbaşkanı olur, demokratik laik cumhuriyetin temeline dinamit konur.

 

Anayasanın Geçici 3 maddede ile milletvekili seçimi sonrası TBMM’nin toplanması ve başkanlık divanı oluşmasını takiben Anayasa Düzeni Hakkında Kanun, Milli Güvenlik Konseyi Kanun’u, Kurucu Meclis Hakkında Kanun yürürlükten kalkar, Milli Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisi’nin hukuki varlığı sona erer, Geçici 4 maddesi ile darbe öncesi siyasilere 5 ve 10 yıl yasak getirilir.

 

Yeni Siyasi Partiler Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, Yerel Yönetimler Kanunu art arda yürürlüğe girer. 16 Mayıs 1983’ten itibaren emekli Orgeneral Turgut Sunalp başkanlığında Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), Turgut Özal’ın başkanlığında Anavatan Partisi (ANAP), İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürlüğünü de yapmış olan Nejdet Calp başkanlığında Halkçı Parti, Erdal İnönü’nün başkan olduğu Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), Demirel’in yönlendirdiği emekli Orgeneral Fethi Esener başkanlığında ki Büyük Türkiye Partisi (BTP) kurulur.

 

6 Kasım 1983’te yapılan milletvekili seçimine kurucuları sürekli veto edilen SODEP ve BTP kuruluşlarını tamamlayamadıkları gerekçesiyle sokulmaz. Seçimde, %10 ülke barajı ve il barajı uygulanır, 400 milletvekilinden oluşan parlamentonun ANAP %45,1 oy oranıyla 211, HP %30,5 oy oranıyla 117, darbecilerin desteklediği MDP %23,3 oy oranıyla 71 milletvekili kazanır.

 

Meclis toplanır, divan oluşur, MGK, Danışma Meclisi son bulur, Anayasa ile Devlet Başkanı olan Kenan Evren cumhurbaşkanı olmuştur, Turgut Özal’ı hükümeti kurmakla görevlendirir. Turgut Özal,  13 Aralık 1983 tarihinde 45. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini kurar, güvenoyu alarak başbakan olur, 21 Aralık 1987 tarihine kadar bu görevi sürdürür.

 

Ana muhalefet lideri 1983-1985 arası Necdet Calp’tır. 1985’te Halkçı Parti ile SODEP birleşir Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) olur, başkanlığı Aydın Güven Gürkan getirilir, 1986’da Erdal İnönü SHP Genel Başkanı seçilir.

 

17 Mayıs 1987’de Anayasa’da yapılan değişiklikle seçmen yaşı 20’ye indirilir, milletvekili sayısı 400’den 450’ye çıkarılır, Anayasa’nın geçici 4. Maddesi ile Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş’e ve bazı siyasilere getirilen 5 ve 10 yıllık siyaset yasağın kaldırılır, 12 Eylül’de referanduma gidilir, 77.066 oy farkıyla yasaklar kalkar.  2839 sayılı Milletvekili Kanunu’nda değişiklik yapılır, %10 ülke barajı korunur, 104 seçim çevresi oluşturulur, seçim çevrelerinde %20, %25, %33 oranlarında baraj olur.

 

29 Kasım 1987 tarihli erken genel seçime 7 parti katılır, Turgut Özal liderliğinde Anavatan %36,31’le 292, Erdal İnönü liderliğinde SHP %24,74’le 99, Süleyman Demirel liderliğinde Doğru Yol Partisi %19,14 ile 59 milletvekili çıkarır. Bülent Ecevit’in DSP’si, Erbakan’ın Refah Partisi, Alpaslan Türkeş’in Milliyetçi Çalışma Partisi, Aykut Edibali’nin Islahatçı Demokrasi Partisi baraj altında kalır, bağımsızlar milletvekili çıkaramaz.

 

Turgut Özal, Kenan Evren’in süresi dolması üzerine 31 Ekim 1989‘da TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçilir, 9 Kasım’da göreve başlar.

 

1987’den itibaren sıkıyönetim mahkemelerinde görülen toplu davalar bitmeye başlar. 12.4.1991 gün ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girer. Geçici 4. Madde ile “koşullu salıvermede” bazı suçlardan hükümlü ve yargılananlar açısından ağırlaştırıcı bir düzenleme yapılır. Mahkemelerin “eşitlik” ilkesine aykırılık gerekçeleriyle Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruyla bazı suçlar yönünden düzenlemeyi iptal edilir. TCK’nun 146, 168, 149 maddelerinden yargılanan, mahkûm olan tutuklu ve hükümlüler yattıkları süreler göz önüne alınarak salıverilir.

 

Turgut Özal, 17 Nisan 1993’te kalp krizinden ölür, katledildiği söylenir.  Yerine 16 Mayıs 1993’te Erdal İnönü’nün lider olduğu SHP’nin desteği ile Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçilir, Tansu Çiller Başbakan, Erdal İnönü başbakan yardımcısı olur.

 

2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı yaşanır.  Şeriatçılar, yazar, çizer aydın ve semahçı gençlerin aralarında bulunduğu 33 aydınlık yüzlü insanı, 2 otel çalışanını, “Madımak Otelini” yakarak katleder.

 

Turgut Özal, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı,  başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemlerde, 12 Eylül’ün takipçisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini çiğneyerek, dini değerleri istismarla laikliği, halkçılığı, kamuculuğu yok ederek “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı”  olarak tarihe geçer. Bu uygulama, “Mason” olarak savlanan Süleyman Demirel’in başbakanlığı, 16 Mayıs 2000 tarihine kadar süren cumhurbaşkanlığı ile Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan’ın başbakanlıkları dönemlerinde de hız kesmeden sürer.

 

Laik kimlikli Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde bir duraklama yaşanırsa da 2002’de iktidara gelen AKP döneminde,  dinci, tarikatçı, laik cumhuriyet karşıtı Abdullah Gül ve Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde tahribat gelişerek devam eder, cumhuriyetin tasfiyesine ve emperyalizme bağımlılığa ve teslimiyete dönüşür.   

 

Necmettin Erbakan liderliğinde MSP’nin diğer partiler gibi 12 Eylül’de kapatılması, 12 Eylül’den sonra 19 Temmuz 1983’te kurulan Refah Partisi’nin “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğunun” Anayasa Mahkemesince tespiti olasılığının belirmesi üzerine 17 Aralık 1997’de Fazilet Partisi kurulur. 16 Ocak 1998’de Refah Partisi kapatılır, Erbakan ile bazı yöneticilere 5 yıl “siyasi yasak” getirilir.

 

Fazilet Partisi de Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesi ile 22 Haziran 2001’de kapatılır. 20 Temmuz 2001 tarihinde Saadet Partisi kurulur, Fazilet Partisi’nin kapatılması ile 105 milletvekilinden yarısı Saadet Partisine geçer.

 

AKP’nin İktidar Dönemi ve Laik Cumhuriyetin Tasfiyesi

 

Saadet Partisine katılmayanlar, “mili görüş gömleğini çıkardık, değiştik” diyenler 14 Ağustos 2001 tarihinde, Recep Tayip Erdoğan liderliğinde Abdullah Gül, Binali Yıldırım, Bülent Arınç, İdris Naim Şahin, Abüllatif Şener’in aralarında bulunduğu 70 kişi Adalet ve Kalkınma Partisi’ni  (AKP) kurar

 

4 Mayıs 2002’de MHP, Anavatan, DSP koalisyon hükümetinin başbakanı olan Bülent Ecevit hastalanır, hastaneye kaldırılır. DSP’de çözülme başlar, istifalar olur, meclis grubu yarıya düşer.

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 3 Kasım 2002’de erken seçim yapılmasını ister. 16 Temmuz da koalisyon partilerinin başkanları toplanır, Bülent Ecevit hükümetin aldığı ekonomik önlemler sonuç vermeden seçimin yapılmasını yersiz bulur, diğer ortaklar bastırır. TBMM, 31 Temmuz’da 3 Kasım 2002’de erken seçim yapılması kararı alır.

 

Seçime 18 siyasi parti katılır. 550 milletvekilin seçileceği seçimde,  %10 ülke barajını aşanlardan, seçim bölgesi barajları sayesinde AKP %34,28 oy almasına karşın 363, CHP %19,39 oy oranıyla 178, bağımsızlar 9 milletvekili çıkarır. Seçime katılan DSP, DYP, MHP, Anavatan, Saadet ve diğer partiler baraj altında kalır.

 

Recep Tayip Erdoğan 6 Aralık 1997’de Şeyh Said isyanının yaşandığı yerlerden Siirt’te okuduğu “Minareler süngümüz kubbeler miğferimiz” adlı şiir nedeniyle, “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıktan tahrik suçundan” mahkûm olduğu için, Anayasa’nın 14.maddesi nedeniyle milletvekili adayı gösterilemez, hükümeti milletvekili seçilen Abdullah Gül kurar.

 

Recep Tayip Erdoğan’ın Ana muhalefet lideri Deniz Baykal’la görüştüğü,  yasağın kaldırılması için Anayasa değişikliğine onay vermesini istediği, Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolmasından sonra “cumhurbaşkanı” adayı olması durumunda destekleyeceklerini söylediği rivayet olunur.

 

CHP’nin desteği ile Anayasa’nın 14. Maddesi değiştirilir, YSK Siirt Seçimlerini iptal eder, 9 Mart 2003 tarihinde yinelen seçimde hukuka aykırı biçimde AKP adına aday gösterilen Tayip Erdoğan seçilir. Abdullah Gül istifa eder, 14 Mart 2003’te hükümeti Recep Tayyip Erdoğan kurar.

Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi dolduğunda cumhurbaşkanlığı adayı için Deniz Baykal’ın adı söz konusu bile olmaz.

 

Recep Tayip Erdoğan, başbakan olduktan sonra düşündüklerini tek tek hayata geçirmeye başlar, ulus kavramı yerine ümmet kavramını öne çıkarır, laik demokratik cumhuriyete, kuruluşlarına ve kurucularına savaş açar. İş ve suç ortağı Fetullah Gülen’le birlikte yargıya, eğitime ve orduya ayar vermeye başlar.

 

Ümmetten millete geçiş sürecinde dincilerin, ırkçıların, laiklere, millici yurtseverlere ve devrimcilere karşı kini bitmez, fırsat buldukça kan dökmekten vazgeçmezler.

 

23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’de Mustafa Fehmi Kubilay, 20 Ekim 1978 Bedri Karafakioğlu, 1 Şubat 1979’de İstanbul’da Abdi İpekçi, 28 Eylül 1979 da Adana’da Cevat Yurdakul, 11 Nisan 1980’de Ümit Kaftancıoğlu, 31 Ocak 1990’da Ankara’da Prof. Dr. Muammer Aksoy, 7 Mart 1990’da Çetin Emeç,  4 Eylül 1990’da İstanbul’da Turan Dursun,  6 Ekim 1990’da Ankara’da Prof. Dr. Bahriye Üçok,  24 Ocak 1993 ‘te Ankara’da Uğur Mumcu, 3 Temmuz 1993’te Sivas’ta yazar ve Sanatçılar, 25 Temmuz 1995’te Gümüşhane’de Baro başkanı Av. Ali Günday, 21 Ekim 1999’da Ankara’da Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 18 Aralık 2002’de Dr. Necip Hablemitoğlu, aydınlık kimlikleri, laik yaşamları ve düşünceleri nedeniyle öldürürler.  

 

17 Mayıs 2006’da Alpaslan Arslan adlı bir meczup avukat, “kamuda başörtüsü takılması” aleyhinde karar verdikleri için Danıştay 2.dairesini basar, hâkim Mustafa yücel Özbilgin’i öldürür, üç üyeyi yaralar.

 

21 Ekim 2007 tarihinde anayasa değişikliği halkoyuna sunulur, 101. madde ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği, görev süresinin 5 yıl olduğu, en fazla iki defa seçilebileceği kabul edilir.

 

25 Temmuz 2008’de, 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda 27 el bombası, TNT kalıpları bulunmasıyla gecekondu sahibi ve yeğenin ifadelerinin alınmasının ardından 27 Temmuz’da araştırmacı yazar Ergün Poyraz ve 9 kişi gözaltına alınır, Tuğgeneral Veli Küçük ve 33 kişinin gözaltına alınmasıyla genişleyerek sürdürülür. Aralarında gazeteci İlhan Selçuk, yazar Ergun Poyraz, parti başkanı Dr. Doğu Perinçek, İTÜ Eski Rektörü Prof. Dr. Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Tuğgeneral Veli Küçük’ün de olduğu 86 şüpheli hakkında birinci Ergenekon davası;  

 

25 Mart 2009 tarihinde aralarında Emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur, Emekli 1.Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Levent Ersöz, gazeteci Mustafa Ali Balbay, Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin bulunduğu 56 şüpheli hakkında ikinci Ergenekon davası;

 

5 Ağustos 2009 tarihinde aralarında Prof. Dr. Yalçın Küçük, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal,  Prof. Dr. Erol Manisalı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, 2. Ordu ve Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Kemal Yavuz’un bulunduğu 52 şüpheli hakkında üçüncü Ergenekon davası açılır.

 

19 Temmuz 2010 tarihinde aralarında emekli Orgeneral Çetin Doğan, Oramiral Özden Örnek, Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, Orgeneral Ergin Saygun olduğu halde 196 şüpheli hakkında üç ayrı balyoz iddianamesi ile dava açılır.

 

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasıyla Anayasanın 26 maddesinde değişiklik yapılır, anayasa mahkemesi, hâkim ve savcılar kurulunun yapısı ve işleyişi yeniden düzenlenir, cumhurbaşkanına hâkim atamalarında ağırlık verilir, anayasanın ek 15. madde kaldırılarak 12 Eylül 1980 darbecilerine dava yolu açılacağı duyurulur.

 

Bunun bir aldatmaca olduğu yurtseverlerce vurgulanmasına karşın, “yetmez ama evet” diyenlerin desteği ile değişiklikler kabul edilir.

 

26 Ağustos 2011 tarihinde aralarında Prof. Dr. Yalçın Küçük, gazeteciler Hüseyin Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Doğan Yurdakul, Ahmet Şık, Nedim Şener,  eski Emniyet Md. Hanefi Avcı ve emniyetçi Kâşif Kozinoğlu’nun bulunduğu 14 kişi hakkında Oda TV davası açılır.

 

28 Aralık 2011 gecesi Şırnak’ın Uludere İlçesi Ortasu Köyü’nün  (Roboski) Türkiye- Irak sınırında,  savaş uçakları PKK’lı teröristler diye bir gruba bomba yağdırır, 34 kişi ölür, terörist denilenlerin kaçakçı olduğu ortaya çıkar.

 

6 Ocak 2012 tarihinde Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Mehmet İlker Başbuğ, irtica ile mücadele eylem planı çerçevesinde hazırlanan internet andıcı kapsamında “silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan” tutuklanır. Tek kişilik bir iddianame hazırlanıp,   Aralarında Orgeneral Hasan Iğsız ve Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in olduğu 17 kişilik “internet andıcı davasına” bağlanır.

 

8 Ekim 2013’te yönetmenlik değişikliği yapılarak Öğrenci Andının okullarda okutulmasına son verilir. Danıştay 8. Dairesi 2018 yılında yönetmenlik değişikliğini iptal eder, ancak yürütme tarafından uygulanmaz. MEB’nin yaptığı temyiz üzerine Danıştay İdari Daireler Kurulu 13 Mart 2021’de 8. Dairesi’nin iptal kararını oy çokluğu ile kaldırır,  böylece 70 yıldır ilkokullarda okutulan ant iktidar yanlısı yargıçların eliyle yok edilir.

 

17-25 Aralık 2013 tarihleri arasında, aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürleri, kamu görevlileri ve bazı bakan çocuklarının bulunduğu 47 kişi hakkında, “rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılıktan” soruşturma başlatılır;  yapılan aramalarda evdeki dolaplardan, kasalardan rüşvet paralarının, dövizlerin kamera görüntüleri ortaya çıkar, telefon konuşmaları, tapa çözümleri yayılır, başbakanın çocuklarına “paraları sıfırlayın” talimatı verdiği, soruşturmanın devamında AKP’li bazı bakanların İranlı Rıza Zarraf’tan  hediyeler ve rüşvet aldığı belirlenir.

 

AKP iktidarı, hükümete karşı darbe yapılmak istendiğini ileri sürerek,  kamera çekimlerine, belgelere ve konuşmalara komplo, montaj der, soruşturmayı yürüten savcı ve polisler görevden aldırır, sürer, yeni atanan savcılarla soruşturma kapatılır. Bakanların yüce divana sevki ise, meclisteki AKP ve MHP’li çoğunlukça soruşturmaya izin verilmeyerek engellenir, tartışmalar bitmez günümüzde de sürer.

 

10 Ağustos 2014 tarihinde, doğrudan halkın seçimiyle ilk kez cumhurbaşkanı seçimi yapılır. AKP’nin adayı Recep Tayip Erdoğan, %51,79’la cumhurbaşkanı olur. CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmelettin İhsanoğlu %38,44 ve BDP adayı Selahattin Demirtaş %9,76 oranında oy alır.

 

6-7 Ekim 2014’te İŞİD’in Kobani’yi kuşatması üzerine, YPG militanlarına Türkiye üzerinden silah nakli yapılmasına izin verilmediği gerekçesiyle birçok ilde yapılan protestolara müdahale edilir, 46 kişi ölür, 682 kişi yaralanır, 323 kişi tutuklanır. Protestolardan HDP ve Selahattin Demirtaş sorumlu tutulur.

 

15 Ekim 2015 tarihinde Sıhhiye Meydanı’nda demokratik kitle örgütlerin ve bazı siyasi partilerin düzenlediği “Emek Barış, Demokrasi” mitingine katılmak için gelen Ankara Garı önünde toplanarak yürüyüşe geçmek için bekleyen kitleye İŞİD’li militanlar canlı bombayla saldırı düzenler, 103 kişi hayatını kaybeder, 500’den fazla insan yaralanır.

 

AKP İktidarı, istihbarat notu olmasına karşın gerekli önlemleri almadığı, elini kolunu sallayarak Gaziantep’ten Ankara’ya gelen saldırganları engellemediği için ağır eleştiriye uğrar, suçlanır.

 

15 Haziran 2016’da ABD destekli Fetullah Çetesi’nin “dinci darbe girişimi” olur. Darbe girişiminin hükümete karşı olduğu ileri sürülse de asıl olanı “Laik cumhuriyete karşı” bir darbe oluşudur.

 

Ordu içindeki ve emekli edilmiş Kemalist subayların karşı koyması ve parlamentonun birlikte davranması, çetenin iş ve suç ortağı olan iktidar reisinin medyanın yardımıyla halkı sokağa çağırması ile darbe bastırılır.

 

AKP, darbe girişiminin bastırılmasından da yararlanarak Anayasayı 16 Nisan 2017’de yapılan halkoyuyla değiştirerek, kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter sistemin yıkılmasına, cumhurbaşkanına aşırı yetki verilerek  “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri diktatöryal yapının kurulmasına, milletvekili seçimi ile cumhurbaşkanlığı seçiminin 5 yılda bir aynı gün yapılmasına, milletvekili sayısının 600’e çıkarılmasına, başbakanlığın kaldırılmasına, cumhurbaşkanının doğrudan atamasıyla bakanlar kurulunun oluşturulmasına, yasamaya, yargıya doğrudan ve dolaylı olarak iktidarın müdahale etmesine, kararnamelerle ülkenin yönetilmesine onay alınır.

 

Böylece Kemalist ordu parçalanır, jandarma ve sahil güvenlik içişleri bakanlığına bağlanır, ordu mevcudu azaltılır, Kemalist eğitim veren askeri liseleri, harp okulları kapatılır, Askeri hastaneler ile numune hastanelerin kapısına kilit vurulur, Atatürk Hava Alanı yıkılır;  Yüksek Hâkimler Kurulu’nun, Yargıtay’ın, Danıştay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin, Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısı ve işleyişi değiştirilir; yargı yürütmenin denetimi altına alınır.

 

19 Aralık 2016’da Ankara Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Rus Büyükelçisi Andrey Karlov, koruma olarak görevlendirilen Fetullahçı bir polisin silahlı saldırısı sonucu öldürülür.

 

24 Haziran 2018’de milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Milletvekili 600 çıkarılan seçimde, AKP  %42,56 oy oranıyla 295, CHP %22,25 oy oranıyla 146, HDP % 11,70 oy oranıyla 67, MHP %11,10 oy oranıyla 49, İYİ Parti %9,96 oy oranıyla 43 milletvekili çıkarır.

 

Cumhurbaşkanı seçiminde AKP, MHP, BBP adayı Recep Tayip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılmadan, seçim yasaklarına uymadan, devlet ve kamu olanaklarını kullanarak %52,59 oy oranıyla ikinci kez cumhurbaşkanı seçilir. CHP’nin adayı Muharrem İnce %30,64, HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş %8,40, İYİ Partinin adayı Meral Akşener %7,29, Saadet Partisi’nin adayı Temel Karamollaoğlu %0,89, Vatan Partisi adayı Doğu Perinçek %0,20 oy alır.

 

Tarikatlar, cemaatler, cemaat görünümlü dinci örgütler AP, ANAP, DYP, MHP, MSP’nin iktidarları ve ortaklıkları sürecinde,  dini değerleri kullanarak iktidarları etkileyerek, kamu görevleri üstlenirler,  iktidarın ve Fetullahçı çetenin yönlendirmesi ile devlet organlarına yerleşirler, laik devleti içten içe çürütmeye başlarlar.

 

AKP, emperyalizmin desteğini alarak, Fetullahçı Çete ile birlikte Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy davalarıyla orduya kumpaslar kurar, askerleri, subayları, komutanları dinci Fetullahçı emniyetçilere ve sivil savcılara sorgulatır, hâkimlere yargılatır, tutuklatır, mahkûm ettirir. Genelkurmay Başkanını çete reisi yapar, TSK’nin ilkelerini ve geleneklerini tarumar eder, askeri liseleri, askeri hastaneleri kapatarak laik orduyu din ordusuna, polisi din polisine dönüştürmeye yönelir.

 

AKP, 15 Haziran 2016’da Fetullah Çetece derdest edilen, ordunun onurunu ve saygınlığını koruyamayan Orgeneral Hulusi Akar’ı cumhurbaşkanının Milli Savunma Bakanı yaparak ödüllendirmesine, Laik eğitim ve öğretimi yolundan saptırılmasına, 4+4+4 sistemi ile çocukların gelişiminin durdurulmasına, tarikatlara, cemaatlere okulun, yurtların, üniversitelerin teslim edilmesine, imam hatipleri yaygınlaştırıp temel eğitim kurumu yapılmasına, üniversitelerin medreseye dönüştürülmesine, eleştirel akılın ve bilimin dışlanmasına sessiz kalarak yol vermiş, tarihi ve hukuki sorumluluğu üstlenmiştir.

 

2 Ekim 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan Konsolosluğuna girer, günlerce haber alınamaz, Riyad yönetimi “korsan bir operasyon” sonucu öldürüldüğünü açıklar. Sonradan Suudi Arabistan Prensi Muhammed bin Selman’ın emir ve talimatları doğrultusunda öldürüldüğü, naaşının parçalanarak konsolosluktan çıkarıldığı anlaşılır. Failler hakkında Ankara’da dava açılır, Türkiye’de yargılanmaları gerekirken, Türk hukuk tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde dava siyasi iktidarın istemleri doğrultusunda 7 Nisan 2022’de Suudi Arabistan’a devredilir. Suudi Arabistan şeriat mahkemesi, beş kişiyi idama, üç kişiyi de 24 yıla kadar hapis cezasına çarptırır, iki kişi kanıt yetersizliğinden beraat eder.

 

31 Mart 2019’da yerel seçimler yapılır. Millet ittifakı, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Hatay, Antalya gibi büyük illerde açık ara seçimi kazanır. Türkiye genelinde AKP %44,33, CHP %30,12, İyi Parti %7,45, MHP %7,31, HDP %4,24 oranında oy alır.  Cumhur İttifakı İstanbul Seçim sonuçlarına itiraz eder.

 

21 Nisan 2019’da Ankara Çubuk’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve partili milletvekilleri bir şehidin cenazesinde saldırıya uğrar, öldürülmek istenirler.

 

6 Mayıs 2019’da Yüksek Seçim Kurulu, aynı zarfa konan 4 oy pusulasından 3’nü geçerli sayar, Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal eder, yenilenmesine karar verir.

 

23 Haziran 2019’da yenilenen seçimde millet ittifakının adayı Ekrem İmamoğlu farkı 13 binden 806 bine çıkarır, oyların %54,22’sini alır. Meclis Başkanı olduğu halde istifa etmeyip aday olan, devlet ve kamu imkânlarını kullanarak seçim çalışması yürüten %45 oranında oy alan Binali Yıldırım’ı sandığa gömer. Halk ise,  haklıya sahip çıkar, YSK’nın hukuk dışı kararını yüzüne çarpar ve tarihe not düşer.

 

1 Temmuz 2019, daha önce verilen beraat, görevsizlik, düşme kararından sonra 235 sanık yönünden devam eden Ergenekon davasında tüm anıklar İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yapılan yargılama sonunda beraat eder.

 

31 Ekim 2019’da Anayasa Mahkemesi, İlker Başbuğ hakkında Ergenekon örgütü davasında İstanbul 13 ağır ceza mahkemesinin verdiği ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını, bireysel başvuru üzerine inceleyerek, soruşturma için izin alınması, davaya yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nin bakması gerektiğini saptayarak, Anayasa Mahkemesi’nde Yüce Divan’da yeniden yargılanması kararı verir.

 

Yeniden yargılama için Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın izin vermemesi üzerine, Anayasa Mahkemesi “Yüce Divan sıfatıyla baktığı davada, “muhakeme şartının gerçekleşmemesi” gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi kararını kaldırır, davanın düşmesi kararı verir.

 

10 Temmuz 2020 de Danıştay 10 dairesi Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine ilişkin 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararını, aynı vakfın aynı konuda 2005 yılında başvurusunu reddettikleri kararları ortada iken iptal eder, Ayasofya müzesini camiye dönüştürür. Bu, iktidarın yargıya müdahalesinin somut örneklerinden biri olarak gösterilir.

 

4 Nisan 2021’de, 103 emekli Amiral Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili bir bildiri yayınlar, darbe çağrışımı yaptığı iddiasıyla gözaltına alınırlar, haklarında dava açarlar. Davaya bakan Ankara 20 Ağır Ceza Mahkemesi, 20 Aralık 2022 tarihinde “yasal unsurların oluşmadığı” gerekçesi ile beraat kararı verir. Gerekçeli karar yazılır, savcılığın istinafa taşıyacağı söylenir, ancak bir haber çıkmaz.

 

6 Şubat 2023 günü saat 04’te Kahramanmaraş’ın Elbistan merkezli 7,7 şiddetinde, saat 13,24’te Pazarcık merkezli 7,6 şiddetinde iki deprem olur.  Kilis, Osmaniye, Malatya, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Hatay’ı vurur, 10 il ile yüzlerce ilçeyi ve binlerce köyü yıkıma uğratır. İktidarın aymazlığı yüzünden ilk iki gün ciddi müdahale yapılamaz, depremzede göçük altında kalarak, soğuktan donarak ölür ve yaralanır. İktidar halkın ve muhalefetin yardımını engellemeye çalışır. Binlerce bina ile birlikte hastahaneler çöker, havaalanları, yollar parçalanır, iletişim durur, yol arızası, yağış ve tipi nedeniyle ulaşım aksar, yollar tıkanır, uçaklar kalkamaz, kurtarma ekipleri yetersiz kalır, organizasyon düzenli yapılamaz, göçük altında kalanlar çıkarılamaz, enkazlar kaldırılamaz.

 

İktidar, yemlediği kanallarla devletin bakanlarıyla, valileriyle, kaymakamlarıyla, kurumlarıyla seferber olduğunu, yardımların gecikmeden ulaştığını, aç ve açıkta kimsenin kalmadığını yayarken, yerellerden gerçekler yansır, organize bozukluğu, düzensizlik, uzman ekip, teçhizat, yakıt yetersizliği, dağınıklık, çaresizlik, sahipsizlik, açlık, susuzluk, acı, gözyaşı, feryat, figan göğü tutar.

 

Bu iktidarın bu ülkeye ve halka verdiği zarar gözden kaçmaz. Ormanlar yanar söndürme uçakları, ekipler yok, seller basar köyler kasabalar Allah’a emanet, kömür ocaklarında grizu patlar Allah’tandır denir.

 

Bin yıldır bu topraklardayız diye nutuk atarlar, her sorunu Allaha havale ederek, emeği, akıl ve bilimi dışlarlar, cumhuriyetin değerlerini yok etmeyi, çalmayı, çırpmayı, yolsuzluk yapmayı marifet ve siyaset sanarlar.

 

Polisin ve askerin afetlere müdahale etmesini yasaklamak için kanun çıkaranlar, Kızılay’ı yemlik yapanlar, laik eğitimi dışlayıp zorun din dersi, kuran kursları, tarikat ve cemaatler ile Diyaneti büyüterek, safsatalarla, vaazlarla halkı uyutmaya çalışanlar,  halkın derdine derman olamaz. AKP iktidarı bu ülkenin başına gelmiş en büyük kötülüktür.

 

Özgür, Eşit, Hukuka Uygun, Adil Bir Seçim Olur mu?       

 

1946’dan bu yana yaşanmış olayları aktarırken, Haziran 2023’te yapılması zorunlu olan milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimini, Cumhurbaşkanı 14 Mayıs 2023 olarak ilan etti, karar Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

 

Partiler hazırlıklara başladı. YSK’nın seçim takvimini açıklamasıyla partilerde hareketlilik başladı. CHP, İyi Parti, Deva, Gelecek, Demokrat, Saadet partilerinin kurduğu Millet İttifakı; AKP, MHP, BBP kurduğu Cumhur İttifakı; HDP, EHP, EMEP, SMF, TİP ve TÖP’un oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı; Sol Parti, Devrim Hareketi, Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye Komünist Hareketi (TKH)’nin oluşturduğu Sosyalist Güç Birliği İttifakı’nın yanına Zafer Partisi, Adalet Partisi, Ülkem Partisi, Türkiye İttifakı Partisi’nin oluşturduğu Ata İttifakı eklendi.

 

Ata İttifakı cumhurbaşkanı adayının eski MHP milletvekili Dr. Sinan Oğan olduğu duyuruldu.

 

İttifaklar dışında Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’nin, Cem Uzan’ın Genç Partisi’nin, Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nin, Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi’nin, Prof. Haydar Baş’ın oğlu Hüseyin Baş’ın Bağımsız Türkiye Partisi’nin, Bülent Ecevit’in Demokratik Sol Partisi’nin, Hikmet Kıvılcımlı’yı önder kabul eden Halkın Kurtuluş Partisi’nin  (HKP), Rifat Serdaroğlu’nun Doğru Partisi’nin ve seçime katılma hakkı olan daha birçok partin varlığı düşünüldüğünde nasıl sonuç çıkacağı merak konusudur. Tek tek küçük görünse de toplamı azımsanmayacak oy ve oran demektir.

 

YSK’nın seçim takvimini hazırlaması, seçime katılacak partileri, 30 Mart 2023’te itirazları reddederek cumhurbaşkanı adaylarını kesinleştirmesi,  deprem bölgesinde oy kullanılacağını belirtmesi,  milletvekili adaylarının belirlenme sürecinin sürmesi ile birçok konudaki tartışma durdu.

 

Seçimde,  partiler, ittifaklar ve adaylar yarışacak. Herkes çok iddialı, ama en avantajlı parti AKP görülüyor. Her seçimde hukuk tanımayan lideri ve kadroları gözünü karartıyor, seçimi kazanmak için yasal ve yasadışı her yolu deniyor. Bana göre haklılar, çünkü seçimi kazanamazlarsa çok şey kaybedecekler.

 

Laik cumhuriyeti tasfiye etmenin, yapılan haksızlığın, hırsızlığın, yolsuzluğun, alınan rüşvetin; liyakatsız tarikat ve cemaat üyelerinin, yandaşların devlet ve kamu kurumlarına doldurulmasının; laik ordunun ve komutanlarının ezilmesinin, jandarmanın ve polisin partizan yapılmasının; tarikatları ve cemaatleri vakıf örgütlemeleriyle beslenmesinin, milis yapılar olarak örgütlenmesinin, iş ve suç ortağı Fetullahçı çeteyle maceralarının; üniversitelerin medreseye, laik ve bilimsel temel eğitimin dini eğitime, liselerin imam hatip okuluna dönüştürülmesinin;  kadınların yalnızca başını değil aklını da örten türbanın koçbaşı gibi kullanılmasının, “akıl ve bilimi” önceleyen eğitim ve kültür yapısının tahrip edilmesinin;  cumhuriyetin birikimlerinin, yeraltı ve yer üstü servetlerinin emperyalizme, yerli işbirlikçisi egemen sınıfa peşkeş çekilmesinin, hazinenin tam takır kuru bakır bırakılmasının, halkın soyulmasının, emeğin sömürülmesinin, orman ve yeşil alanların tahrip edilmesinin, orman yangınlarının, sel baskınlarının, deprem göçüklerinin, ölümlerinin, Kızılay’ın, Türk Hava Kurumu’nun, Hava Yollarının, Havaalanlarının, SSK’nın ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinin işlevini yitirmesinin, yağmalanmasının, zammın, zulümün, yaptıkları hilelerin, onca cinayet ve katliamların hesabını vermeleri çok zor olacaktır. Seçimi kazanmaktan, iktidarda kalmaktan başka şansları yoktur.

 

Kaldı ki bu hesabı kim soracak, yargı mı, iktidara talip olan partiler mi, yamalı bohça gibi oluşmuş ittifaklar mı? Yargı iktidar yargısına dönüşmüş, partiler ve ittifaklar birbiriyle çekişmekten mücadeleye vakit bile bulamıyor.

 

Kaldı ki çoğu parti ve particiler, aynı yolun yolcusu, “yerimi buluyum yolumu buluyum” derdinde. Ayrıca hesap sormak niyetleri var mı yok mu, yoksa defolup gitsinler derdindeler mi bu pek bilinmiyor.

 

Önümüzde çok tartışılan iki konu vardı, birinci Millet İttifak’ı Kemal Kılıçdaroğlu ’nu cumhurbaşkanı adayı gösterir mi, ikincisi, diploması tartışmalı Recep Tayip Erdoğan TBMM’nin erken seçim kararı olmadan, üçüncü kez aday olabilir mi konusuydu. 

 

Millet İttifakının Kılıçdaroğlu ‘nu aday göstermesiyle birinci konu bitti.

 

YSK gerekçesi henüz açıklanmayan bir kararıyla, diploma ve adaylık konusuna ilişkin itirazları reddederek Recep Tayip Erdoğan’ın adaylığını onaylamasıyla, seçime kadar tartışma durdu. Seçim sonrası iktidar değişirse, YSK’nın da durumu ve sorumlulukları kuşkusuz tartışılır.

 

Yeni tartışma CHP’nin eski cevval milletvekili, 2018 yılının cumhurbaşkanı adayı, CHP’de Kılıçdaroğlu’na genel başkan adayı olmuş, kaybedince partiden ayrılıp ayrı parti kurmuş,  “ilk turda %30 oy alırım seçim ikinci tura kalır %60 oyla cumhurbaşkanı olurum”  diye adaylığını koymuş Muharrem İnce’nin seçimde etkisi, millet ittifakına zarar verip vermeyeceği, seçimin ikinci tura kalmasına neden olup olmayacağı konusudur.

 

2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde net sonuçlar belli olmadan, “Adam kazandı diyerek” ortadan kaybolduğunda, “Muharrem İnce’den başkan olur, lider olmaz” demiştim, aynı görüşteyim. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ziyareti sonrası “Köroğlu gibi döne döne vuruşmaya devam edeceğiz” diyor, ancak Köroğlu’nun karşısında Bolu Beyi’nin olduğunu unutuyor, Muharrem İnce’nin karşısında Bolu Beyi kim acaba?  Cihan Partisi Genel Başkanı,  Memleket Partisi’nin kuruluşunu Süleyman Soylu’nun kolaylaştırdığı, saraya giden CHP’linin Muharrem İnce olduğu savında. Elin ağzı torba değil ki büzesin. Milletvekili adayları belirlensin, propaganda süreci başlasın, kim bilir daha ne iddialar çıkar, bakıp göreceğiz.

 

Yukarıda anlatılan yaşanmışlıklara bakarak yurttaş karamsar olmamalı. Bilmeli ki,  14 Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi Türkiye’nin kader seçimidir, geleceğimiz açısından olağanüstü öneme sahiptir. Seçmen, ya Türk devriminden, bağımsızlıkçı, özgürlükçü, demokratik, laik, kamucu,  sosyal hukuk devleti ve toplumundan yana ya da emperyalizmin işbirlikçisi, kapitalizmin taşeronu,  çağdışı, dinci, gerici, baskıcı, diktacı yönetim ve toplumdan yana tavır alacaktır.

 

Türk toplumun basiretine, demokrasi güçlerinin ve partilerin dirayetine, halkın, yurtseverlerin, devrimcilerin özverisine güvenerek, elden gelen yapılarak, her türlü destek verilerek, seçmen oylarıyla şer iktidarını indirmeli, harami saltanatını yıkmalı, hesap sormanın yolu açılmalıdır.

 

Bağımsızlıkçı, laik, demokratik, özgürlükçü, kamucu, emekten, hukukun üstünlüğünden yana, emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı devrimci cumhuriyet mücadelesinin sürmesi için, millet ittifakına ve sosyalistlere tereddütsüz destek olunmalıdır.

Not: Geçmişi bilmeden geleceği görmenin zorluğu nedeniyle, yazı broşür ebadında olmuştur. Okurun hoş görmesi dileğimdir.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir