Sosyalizmin tek tanımı yoktur. Anti-kapitalist bir perspektifle daha iyi bir toplum için mücadele edenlerin
birleşik çabası ve aynı zamanda bir referans çerçevesidir…
mtakad@anafikir.gen.tr
9 Kasım 1918 günü, Alman imparatoru Willhelm, kendisiyle görüşmeye gelen General Gröner’in ağzından şu tarihi sözleri duyuyordu: “Der Fahneneid ist jetz nur eine idee.” (bağlılık yemini şimdi bir ideadan ibarettir). Böylece artık lider olarak kendisine güvenin kalmadığını anlıyor, subaylarını sadakat yemininden azlederek tahtından feragat ediyor ve ertesi sabah uzun sürgün hayatını yaşayacağı Hollanda’ya doğru trenle yola çıkıyordu.
Bu satırları uzun zaman önce okumuştum ama aklımda kalmıştı çünkü, “acaba Gorbaçov da glasnost ve presteroykanın iflasından sonra Moskova’dan güneye giderken ‘sosyalizm artık bir fikirden ibarettir’ diye düşünmüş müydü?” diye aklımdan geçirmiştim. Zihinden neler geçmiyor ki? Gene bu dönemlerde, duvarın yıkılmasını hemen izleyen günlerde televizyonda, Doğu Almanya’da terkedilmiş bir hastanenin yöneticisini, boş koridorlara acıyla bakıp “tüm yaptıklarımız boşuna mıydı?” derken hatırlıyorum. Ve aynı günlerde yitirdiğimiz bir ağabeyimizin “durun bakalım, bürokratlar ve üst sınıf kapitalizme teslim oluyorlar ama emekçiler ne yapacak, bekleyelim” dediğini hatırlıyorum. Emekçiler bir şey yapmaz artık orada dedim ve Kızılay’da, Sakarya Caddesi’nin köşesinde vedalaşıp ayrıldım. O gece, dostlarını yeis içinde bırakarak kalp krizinden vefat etti. Son sözlerimin pişmanlığını uzun süre yaşadım. Bütün ömrünü hiçbir şey beklemeden emekçilerin haklarına adayan bir insana keşke moral verici bir şeyler söyleseydim dedim.
19. yüzyılda büyük bir umut olarak ortaya çıkan sosyalizm 20. yüzyılda hiç beklenmeyen maceralar yaşadı, beklenmeyen mecralarda alıp gitti ve nihayet bir tıkanma noktasına geldi. Ne var ki kapitalizmin “alternatifsiz krizi” sürüp gidiyor. Fiili bir alternatif bir gün güç kazanıncaya kadar da sürüp gidecek. İlk mesele şudur: Kapitalizmin alternatifi mutlaka sosyalizm midir, yoksa başka bir şey olabilir mi?
Her ülkenin rejimi tarihi geleneklerine, sosyal yapısına, dış etkilere veya baskılara vs. şekillenir. Bu nedenle her rejim ve her ideoloji her ülkede farklı renklere bürünür. Tarih boyunca ortaya çıkan binlerce mezhep de düşünsel farklılıklardan değil, temel inançların, içinde kök saldığı topraklar tarafından değiştirilmesinden kaynaklanmıştır. Daha doğrusu her sosyal ortam düşünsel farklılıkları kaçınılmaz kılar. Bunlar da taşındıkları muhitlerde tekrar farklılaşır. Örneğin Avrupa’da Roma’nın geleneksel sınırları olan Ren ve Tuna güneyi ağırlıkla Katolik kalmış, kuzeyi ağırlıkla Protestan olmuş, Doğu Roma ise Ortodoks anlayışı sürdürmüştür. Tabii ki istisnalar vardır, örneğin Polonya ve Romanya’nın Katolik ağırlıklı kalması gibi. Ancak Protestanlık da Amerika’ya gittiği zaman farklılaşmış ve bundan birçok yeni kilise çıkmıştır. Bunu her türlü siyasi ideoloji ve inanç için söyleyebiliriz. Her ülkenin sosyalizm deneyleri de farklı olmak zorundadır ve nitekim gelecekte de öyle olacaktır. Bırakınız bütün dünyayı, tek bir ülkede, hatta tek bir kentte bile her şeyi önceden hazırlanmış şablonlara göre şekillendirmenin olanaksızlığı ortadadır. Eğer bunu göremeyen “solcu” varsa, geçmişin deneylerini okuyamamış, at gözlüğünden kurtulamamış, hayatta hiçbir şey öğrenmemiş demektir. Teoriler, sosyal yapıları (ve olayları) şablonlara oturtmaya çalışmak için değil, zihinleri eğitmek içindir. İyi teoriler zihinleri pratiğe doğru bakış için hazırlar. Her işte kullanamazsınız. Marksizm de sonuçta bir bakış ve bir teoriler bütünüdür. Her pratik ayrı çözümlemeler gerektirir.
Meseleye en genelde bakarsak, sermayenin insan üzerindeki küçültücü egemenliği olan kapitalizmin alternatifi olarak sosyalizmden başka bir seçenek henüz üretilmiş değildir. Bu ileride de üretilemeyeceği anlamına gelmez ama bunu bilemeyiz ve şimdilik çerçevemiz budur. Bunun düşüncelerimizi hapsettiğimiz bir çerçeve olmadığını umuyoruz çünkü teorik olarak da kapitalizmin toplumcu karşılığının genel ifadesi sosyalizmdir. Hatta düşüncede ve sosyal pratikte sosyalizmin binbir renginin ortaya çıkmış olması da, alternatif arayanların bu genel temanın etrafında dolanıp durmasından başka bir şey değildir.
Kapitalizm kolay tanımlanır ama bunun alternatifleri aynı kolaylıkla tanımlanamaz. Sosyalizmi, kapitalizmi tanımlayan önermeleri birebir tersine çevirerek de bulamayız. Örneğin: Kapitalizmde sömürü vardır x sosyalizmde sömürü yoktur. Kapitalizm insanı yabancılaştırır x sosyalizm insana değer verir ve yabancılaşmayı önler. Kapitalizm insan ile doğa arasında uyumu mahveder x sosyalizmde bu ilişki uyumludur. Kapitalizm güçlülerin egemenliğidir x sosyalizmde ayrıcalıklı bir güçlüler sınıfı yoktur. Kapitalizm bencil ve tahripkâr bir insan yaratır x sosyalizm dayanışmacı ve toplumcu bir insan yaratır vs. Ancak bunları söylemenin tek başına yeterli anlamı yoktur. (20. yüzyıl sosyalizminde ne yazık ki bunların hepsi fazlasıyla vardı). Burada esas soru, her zaman olduğu gibi alternatif olarak söylenenlerin “nasıl” yorumlanacağı ve “nasıl” gerçekleştirileceği sorusudur. Şayet kapitalizmin kendisi insanlık için bir kriz durumuysa, bunun sona erdirilmesinin (değiştirmek, dönüştürmek ya da yerine başka bir şey getirmek) koşulları neler olabilir? Bunları bugün tam bilemiyoruz ama yukarıdaki kapitalizm karşıtı önermeler sosyalizmi net bir şekilde tanımlamasa da, toplu olarak en azından bir referans çerçevesi oluşturur.
Konuyu ister istemez dağıtmak zorundayım. Sosyalizm bir kaçınılmazlık mıdır, bir tercih midir, bir çare midir? Öncelikle şunu söyleyelim ki kaçınılmaz değildir. İnsanlık yeryüzünde kalan süresini son derece berbat rejimler içerisinde tüketebilir. Pekala, bir çare midir? Şayet sadece bir çare olarak görülürse sonucun pek iyi olmadığı ortada. 20. yüzyıl sosyalizminin en büyük talihsizliği savaşın yarattığı büyük krizlerin sonucunda gerçekleşmiş olmasıdır. İlk kez Bolşevik iktidarını ve Rusya’yı ayakta tutmanın bir çaresi olarak hayata geçirildi ve çok kısa bir devrimci romantizm dönemini takiben içe kapanarak bürokratik bir baskı rejimine dönüştü. Daha sonra Çin’de emperyalizmden kurtulmanın ve hızlı kalkınmanın bir çaresi olarak görüldü. Rusya ve Çin iki farklı sosyalizm nedeniyle başından beri kavgalı kaldılar. Ulusal kurtuluş mücadelesi veren kimi ülkelerde de sosyalizm bağımsızlığı korumanın ve hızlı kalkınmanın bir aracı oldu. Hepsinin ortak noktaları katı devletçilikti ama Yugoslavya’daki Küba’dakinden veya Kuzey Kore’den farklıydı. İnsanlar çaresizlik içerisinde ortaya çıkan rejimlerde mutlu olmadılar. Olsalardı savunurlardı. Geriye üçüncü şık kalıyor: Sosyalizm bir tercihtir. Bunun bugün sosyalist olmayı zorlaştırdığı herhalde açıktır. Üstelik olumsuz deneyler nedeniyle desteklerinin önemli kısmını yitirmiş bir tercihtir.
Sosyalizm gerçekten de ilkesel planda bile kolay tanımlanan bir şey değildir. Acaba, yaşananlar bize sosyalizmi tanımlamak için ipuçları verecek midir. Herhalde koca bir yüzyıldan geriye istifade edebileceğimiz bir şeyler kalmış olmalıdır. Yirminci yüzyıl bize neler öğretti.
Öncelikle, her ülkenin (ya da sosyal yapının) farklı bir alternatif üreteceğini kabul etmek gerekir.
Keza, sosyalizmin örgütlü bir azınlık tarafından topluma empoze edilemeyeceğini öğretmiş olmalıdır.
Ayrıca, sosyalist bir toplumun salt iradeyle inşa edilemeyeceğini göstermiş olmalıdır. İrade gerekli ama yetersiz bir koşuldur.
Ve, insanların farklı ve yaratıcı düşüncelerini engelleyen bir baskı rejimine sosyalizm denilemeyeceğini öğretmiş olmalıdır.
Nihayet, her toplumun illa belli kalıplarla yönetilmek istemeyebileceğini kafalara sokmuş olmalıdır.
Sosyalistler, başka birçok şeyin yanı sıra, dünyanın yeni koşullarına göre yeni sosyal mevzilenmeleri göz önüne almalıdır. Ayrıca daha iyi bir toplumun sosyal, ekonomik, siyasi, idari, ahlaki ve fikri yönlerini ortaya koyabilmelidir. Sadece, Marx şunu demişti, bilmem kim bunu demişti diyerek sosyalistlik yapılacağını sanmak gafillik ve utanmazlıktır. Utanmazlıktır, çünkü, iddia sahibi olan bir insan fikir üretemiyorsa ve klişeleri tekrarlamakla yetiniyorsa bundan, yani çabasızlığından utanmalıdır. Ortaya çıkmamalıdır. Neyi nereye uyduracağım diye değil, bu koşullarda daha doğru olan nedir diye bakmalıdır.
Yeni bir dünyada kapitalizm…
Kapitalizm kendi yaratmadığı bir dünyada ortaya çıktı ve giderek kendi dünyasını oluşturmaya başladı. İlk başta Hıristiyanlığı kendisine uydurdu (16. yy’ın faiz ve adil fiyat tartışmaları). Bu arada muhaliflerini ve alternatiflerini bertaraf etmekte ustalaştı. Bunun için akla gelen gelmeyen her yöntemi kullanmayı öğrendi. Nihayet küresel hâkimiyetini kurdu.
Öncelikle 20. yy’da kapitalizmin sömürüsünü çok daha yaygınlaştırdığını bilmek gerekir. Eskiden, nüfusun çok azı mali sermaye ile karşılaşır, küçük üreticiler piyasa ilişkileri içerisinde, proletarya da işyerlerinde kapitalizmin baskısına maruz kalırdı. Günümüzde mali sermaye (bankalar, borsalar, kredi ve finans kurumları, değerlendirme şirketleri vs.) toplumsal faaliyetin her alanına el atmıştır. Üretim süreci içerisindeki sömürü, mali sermayenin sömürüsü karşısında artık çok küçük sayılır. Mali sermaye üretken kesimlerin finansmanından sağladığı faizle yetinmemekte, tüketicileri de finans sistemine bağlamakta, ayrıca kamu kurumlarının finansmanına hakim olarak kamu gelirlerini hortumlamakta ve kamu varlıklarını giderek (sadece siyasi etkisiyle değil mali olarak da) denetlemektedir. Kamu hizmetleri giderek sermayeye aktarılmakta ve giderek karmaşıklaşan sistem içerisinde bunlara aktarılan kaynakların hesaplanması bile çok zor hale gelmektedir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin kamuya maliyeti hesaplanabilir mi? Keza kamu açıkları nedeniyle mali sermayeye her yıl ödenen faiz, onların dünyayı ele geçirmelerinde kullanılıyor. Bunların tefecilerden başlıca farkları ofislerinin görkemi ve hizmetlerini gören aşağılık ekonomistler ordusudur. Her türlü üretim ve hizmetin yanında, kıyılar, kent toprakları, akarsular, vadiler, adalar, limanlar, koylar ve dünyanın tümünü mülk edinme veya tasarruflarına geçirme sürecinde ilerlemiş bulunuyorlar. Basın, iletişim ve eğitim alanındaki denetimleri ve dünya çapında üretim ve altyapıyı kendilerine tabi kılarak geliştirmeleri denetimlerini kolaylaştırıyor. İşbirlikçileri de çok fazla.
Yeni bir dünyada sosyalizm…
Kapitalizmin bu derece yaygınlaştığı ve tarihin sonunu getirdiği iddiasında olduğu bir toplumda, sosyalist anlayışlar ve bunun ışığında yapılacak mücadeleler bu yeni durumu göz önüne almak durumdadır. Mülksüz bir 19. yy fabrika işçisinin mücadeleye katılması ile toplu konut ipoteğini ödeyen ve maaşının onda sekizi taksit ve faturalara bağlanmış, emekliliğini ve çocuğunun okul parasını düşünen bir ‘günümüz kişisinin’ olaylara yaklaşımı farklı olacaktır. Sistem eskiden insanlara kuru haftalık ücret verirken, şimdi doksan dokuz yerden bağlamıştır. Eskiden yönetim bir ilde vilayet, karakol, adliye, posta ve tapu dairesinden (ve belki de birkaç sınıflık bir okul) ibaretken şimdi sayısız kamu kurumunun yerel teşkilatlarından oluşmaktadır. Vaktiyle ticaret ve ulaşım en çok birkaç düzine temel malın sevkinden ibaretken, bugün herhangi bir ilçede on binlerce, bazılarında yüz binlerce farklı ürün satılmaktadır. Modern bir toplumda ürün sayısı on milyonlarla ölçülür. Enerji arzı ve iletişim kesintisiz olmalı, sağlık hizmetleri aralıksız sürdürülmelidir. Şayet sosyalistler bu üretimi ve hizmet sistemlerini geniş kesimlerin yararına yeniden yönlendirecek ve daha iyi çalışacak şekilde programlayacak üstün bilgi ve beceri düzeyine sahip olamazlarsa, boşuna “biz sosyalistiz” diye ortaya çıkmasınlar.
Meselelerin bu ölçüde karmaşıklaşması reformist bir sosyalizm anlayışını yaygınlaştırmıştır. Acaba sadece sistemin en kötü taraflarını düzeltsek, sistemi biraz daha insani hale getirsek, fazla dert olmadan yuvarlanıp gitsek diyen çok sayıda parti kurulmuş, bazıları da iktidara gelmiştir. Ne var ki kapitalizm bunları tam olarak –tabir caizse- ehlileştirmiş ve kendisine tabi kılmıştır. Bu arada “çok sol görünüşlü” ve tamamen programsız kesimler tamamen marjinalleşmiş ve bazılarının kimler tarafından yönlendirildiği ve kullanıldığı belirsizleşmiştir. O örgütlerin sözde tepesindekiler bile bilmeyebilir. Diğer bir kısmı ise liberalizm görüntüsü altında emperyalizm tarafından yönlendirilir hale gelmiştir ve bunların yabancı kuruluşlarla parasal ilişkileri ve söylemleri bunu tartışılmaz şekilde ortaya koymaktadır. Gene bazı kişiler toptancı çözümleri olanaksız veya arzu edilmez bularak sınırlı alanlarda ellerinden geldiği şekilde sistemin kötülüklerine karşı muhalefet yapıp koşulların değişmesini beklemektedir. Çok farklı gruplar olmakla birlikte bunlar çoğu toplumda -azınlıktan da öte- marjinal veya etkisiz hale düşmüşlerdir. Kapitalizmin sendikal hareketleri ve diğer kesimlere ait dernekleri etkisizleştirmesi ve dünyadaki sosyalizm deneylerinin iflası da bu gelişmeyi hızlandırmıştır.
Özel bir zorluk
Sosyalizm üretim süreci içerisinde sömürülen proletarya adına ortaya konmuş bir ideolojiydi. 19. yüzyılda köylülüğü dahi hasım olarak görürdü. 20. yy’ın ortalarında, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak (farklı ülkelerde farklı zamanlarda) aralarından bir kısmı nispeten ayrıcalıklı konuma getirilerek veya başka nedenlerle sosyalizmi tercih etmemiş ve toplumcu girişimleri ileri götürecek bir taban oluşturmamıştır. Bununla birlikte 20. yy sonlarında sosyalist alternatifin fiili olmaktan çıkmasıyla birlikte sömürü giderek yoğunlaşmakta, gelir dağılımı giderek bozulmaktadır. Çok daha geniş kesimler mali sermayenin boyunduruğu altına girmiş olup, ayrıcalıklı sayılan emekçiler bile elde ettikleri refah artışı nedeniyle görmezden gelmeyi tercih ettikleri cendereyi daha fazla hissediyorlar. Ancak, sosyalist anlayışı olan hiçbir akım, artık sadece proletaryanın ideolojisi olarak ortaya çıkıp geniş kesimlere soyut vaatlerde bulunamaz. Buna karşılık birçok durumda çıkarları ve arzuları aynı olmayan geniş halk kesimlerine yönelik program ve politikalar geliştirmek kolay bir iş değildir. Asgari müşterekler bulmak dahi kolay değildir. Ülkemiz özelinde bakarsak, geniş kesimleri birleştirebilecek anti-emperyalist mücadele emperyalizmin önleyici (pre-emptif) darbeleriyle sabote edilmiştir. Sol kesimler arasında bile anti-emperyalist tutumda farklılıklar, düşmanlık yaratacak şekilde ve onarılamayacak çatlaklar oluşturmuştur. Akıl tutulmasına uğrayan veya dışarıdan fonlanan sözde sol kesimlerden bir şey beklenmeyeceği açıktır. Gerçi bunlar son tahlilde belirleyici olmayacaktır, ama giderek karmaşıklaşan bir toplumda geniş kesimler için politikalar geliştirmek çetrefil bir iştir. Bunun da üzerinden gelinebilir, ama kapsamlı ve titiz çalışmalar gerekir. Ayrıca unutulmasın ki üretim demek sadece kol emeği değil, aynı zamanda üretimi tasarlamak ve örgütlemektir. Bütün teknolojiye rağmen insanlık kol emeği üzerinde yaşıyor. Aksi halde tek bir lokma yiyecek bulamaz, cep telefonlarınızı kemirirdiniz. Ama tasarım ve örgütlenme becerisiyle birleşmediği taktirde kol emeği daima sömürülen taraf olarak kalır. Bu her şeyi –doğrusuyla ve yanlışıyla- politikaya bağlayarak aşılamaz. Politikanın da önkoşulları vardır. Ve politika hiçbir zaman her şey değildir.
Şimdilik
Zorlukları tanıyarak ve geçmiş sosyalizm deneylerinin en ince ayrıntılarını öğrenerek hatalardan öğrenmek, daha doğrusu öğrenmeyi öğrenmek gerekir. Onların hatalarını bilmek sizi hatadan korumaz ama belki bir yol gösterir. Ayrıca olumsuz deneyler çoğu zaman olumlu deneylerden daha öğreticidir.
Sosyalizm bugün sadece bir fikir bile olsa, geçmişteki hataların kurbanı olan sayısız toplumun olumlu-olumsuz deney birikimi var. Ayrıca dünyanın dört köşesinde halen bu konuda düşünce üreten yüz binlerce kişi var. Bunların birleşik çabası küçümsenemez ve karşılık bulacakları bir toplumsal hareketle mutlaka bir gün örtüşecektir. Bir veya iki yüzyıl insanlık tarihinde çok kısa bir süredir. Şayet ırkçılığa, sömürüye, ayrımcılığa ve baskıya karşı iseniz ve kendinizi insanlık ailesinin aydınlık tarafında hissediyorsanız, sizin için sosyalizm sadece soyut bir fikir olamaz. Bu sektöre sermaye yatıranlara daha fazla kazanç değil, daha iyi sağlık hizmeti için mücadele veren bir tıp insanıysanız, sosyalizm sizin için soyut değildir. İnsanların daha iyi koşullarda çalışmasını isteyen bir sendikacıysanız da, toplumcu bakış açısına yakınsınız demektir. Bunu her kesimden insanlar için çoğaltabiliriz. İşbirlikçilere karşı onurlu bir tutumu savunuyorsanız, bağımsızlıktan yanaysanız, tutarlı bir anti-emperyalistseniz sosyalist bir programa yakın olmalısınız. Emperyalizmin içselleştiği bir ülkede (ki artık bu dünyanın çok büyük bölümlerini kapsamaktadır) bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi sosyalist bir perspektif olmadan sonuca ulaştırılamaz. Ama bunun doğru bir sosyalist perspektif olması gerekir ki, işte bunun her somut durumdaki ince ayarları hiç de kolay bir iş değildir.
Mehmet Tanju Akad