Search
Close this search box.

Gün Mücadele ve Birlik Günüdür-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

“Lasalle’nin dediği gibi, yüksek sesle ‘neyin ne olduğunu’ söylemek, en                                               devrimci eylemdir ve en devrimci eylem kalacaktır.”

Rosa Luxemburg

1970’li yıllarda devrimci gençlik içinde ve bazı aydınlar arasında yoğun ideolojik, politik ve felsefi içerikli tartışmalar yapılırdı. Hemen hemen her ortam ve koşulda canlı tartışmalardan geri durulmazdı. Özellikle üniversite gençliği içinde pratik üzerine ve ideolojik-politik sorunlarla ilgili tartışmalar hiç eksik olmazdı ve hatta bazı durumlarda bu tartışmaların sertleştiği de olurdu. Bu tür olaylar çoğunlukla dünyadaki “sosyalist devletler” arasındaki çekişmelerin ülkemiz soluna yansımasından ve grupsal savunmacılığın etkisiyle oluşsa da aynı zamanda kitlesel canlılığın ve devrimci mücadeleyi geliştirme heyecanın da bir göstergesiydi. Bütün bu tartışmalar emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleden geri kalınmasına yol açmaz, aksine devrimci mücadele azmini biler, devrimci rekabeti kızıştırırdı.

1970’lerdeki kitlesel toplantılara katılan herkes eşitti ve eşit söz hakkına sahipti, kimsenin hiçbir ayrıcalığı yoktu. Bu tartışmalarda yer alanların büyük çoğunluğunun ortak özellikleri, düzen muhalifi ve emperyalist tahakküme karşı olmalarıydı. Toplumda var olan sınıfsal farklılıkların ortadan kaldırılmasını isteyen bu gençler, faşizme karşı demokrasiyi ve devrimi savunuyorlardı ve hakça gelişen, kalkınan bir ülke özlemi içindeydiler. Bunun için de önlerindeki ana sorunun iktidar sorunu olduğunu düşünüyorlardı. En azından önemli bir kısmı böyle düşünmekteydi. Bu tartışmalar sırasında devrimci gençler kendi tezlerini, görüşlerini Marksist literatürden de yararlanarak sonuna kadar savunurlarken, karşısındakileri şeytanlaştırmazlardı. Bu toplantılarda savunulan görüşlere çoğunlukla eleştirel yaklaşımlar egemendi ve “neyin ne olduğunu” açıklıkla belirtirlerdi. Bütün farklı bakışlara, yorumlara karşın herkes genelde sosyalist ideolojiyi temel alırdı ve devrimci ahlaka bağlılık hissederdi. Günümüzde, AKP iktidarları döneminde ise bu iktidarın yandaşları düzenbazlığı, çarpıtmaları, gerçeklerin yerine yalan dolanın geçirilmesini esas alıyorlar. Adeta ahlak ve insanlık dışı operasyonlar için özel olarak eğitimden geçirilmiş gibiler.

İdeoloji planında siyasal İslamcılığı, ekonomik olarak vahşi kapitalizmi savunan ve uygulayan AKP iktidarları döneminde kitleler önünde açık ve sıcak tartışmalar yapılmıyor. Bu dönemde iktidarın zenginleştirdiği ve bizzat görevlendirdiği şirketler ve kişiler tarafından satın alınan ya da kurulan TV kanalları, gazeteler, para ile çalıştırılan sosyal medyacılar toplumun zihin dünyasını karıştırmakla, çarpıtmakla ve hatta zehirlemekle meşguller. Bunlar sadece Sarayın talimatlarına uygun yayın politikası izliyorlar. Söz konusu yandaş TV kanallarında yapılanlara tartışma bile denilemez, çünkü buralarda özgürlük yok, talimatlandırma ve bağımlılık var. Bu mecralarda yapılanlar tartışma değil; kendi aralarında uyuşma, halkı uyuşturma ve uyutma işidir. Yaptıkları kayıkçı dövüşünün ötesine geçmeyen, gerçeklikten ve kitlelerden kopuk, topluma yabancılaşmış, tepedeki bir avuç çıkarcı iktidar sahibine bağlılığın kanıtlandığı, bir anlamda ibadet eder gibi yerine getirilen görevlerdir. İstismarın ve biatçılığın tezahürleridir.

19 Mart milat mı?

Daha bugünden toplumsal ve hatta ekonomik sorunlar üzerine yapılan çeşitli değerlendirmelerde, 19 Mart öncesi ve sonrası şeklinde ayrımlar yapılmaktadır. Çünkü bu tarih, birçok yönden bir dönüm noktası olarak önümüze çıkmaya başladı bile. Örneğin gençlik mücadelesiyle ilgili yapılacak değerlendirmelerde bu tarih öncesi ve sonrası ayrımı yapılmak zorunda. 19 Mart darbe girişimi sonrasında yapılan gençlik eylemleri hem kitlesellik, hem mücadelecilik ve kararlılık, hem de içerik bakımından öncekilerle karşılaştırılamazlar. Bu durum siyasal partiler için de geçerli. Örneğin CHP’nin bu darbe girişimi karşısında takındığı mücadeleci tavır çoğu insanın takdirini toplarken, bazı pusucuları ise hayal kırıklığına uğrattı. Halk kitlelerinin eylemliliği için yürütülen yaygın çalışmalar, Cumhurbaşkanlığı adayını belirlemek için yapılan oylama, en geniş imza kampanyası açmak ve her hafta en az iki şehirde kitlesel eylemlilikler düzenleme kapasitesine ulaşmak, önderlik etmek CHP tarihinde ilk kez oluyor. Bugünkü CHP’nin izlediği bu mücadeleci çizgi ne Ecevit, ne Baykal ne de Kılıçdaroğlu dönemi ile karşılaştırılabilir. Bugünkü CHP’nin sol-sosyalist kesimlere olan yaklaşımı da eskilere göre çok daha olumlu seyretmektedir. Özellikle 1970’lerdeki CHP merkez yönetimi devrimci gençlere karşı olumsuz davranışlar içindeydi. Örneğin Ecevit, “Tek Yol Devrim” sloganını duyunca ya da pankartını görünce küplere biner, Devrimci gençlerin CHP mitinglerine katılımını önlemeye çalışırdı. 1975 ve sonrasında bunun çeşitli örneklerini yaşadık…

Bugünkü Tek adam rejiminin hak-hukuk ve yasa tanımaz, insan haklarını ve Anayasayı çiğnemeyi alışkanlık haline getiren, milli iradeyi işine gelmeyince yok sayan tavırları karşısında, bütün demokrat, yurtsever-devrimci kesimlerin aynı eylemlerde buluşması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Her kesim bu zorunluluğu anlamak durumunda, çünkü bunu hayat dayatıyor. Bu iktidarı değiştirmeden ne insan hakları, ne hak-hukuk, ne de demokrasinin kırıntısına bile ulaşmak mümkündür. Geniş halk kitleleri bu somut gerçekliği anlamış durumda. Şimdi tüm sol kesimler bu gerçekliği işlerinin en önüne koymak ve gereğini yerine getirmek durumundalar. Yoksa hayattan kopan, toplumun sorunlarının ve çözüm yollarının eylemleştirildiği süreçlere dahil olamayan siyasi güçler tasfiye olurlar. Halk kitleleri uzun uzun makaleler yazmazlar, sloganlarıyla, pankartlarıyla somutlaştırdıkları talepleri meydanlarda dile getirmeye başladıysa ilerici-devrimci, yurtsever kesimler bu meydanların örgütçüsü olmak zorundalar. CHP’lilerden önce mahalleleri sokak sokak dolaşmalı, evleri ziyaret etmeli, kitle katılımını en yükseğe çekmek için var güçleriyle çalışmalıdırlar.

Açık konuşalım: Ülkemizde, 19 Mart darbe girişiminde bulunan AKP iktidarı ve yandaşları gerici-faşist güçlere karşı eylemde birleşmeyen, mücadeleyi birlikte büyütmeyen kendini ilerici, solcu, sosyalist sayan kim varsa onlar Cumhuriyet, laiklik, sosyal hukuk düzeni ve milli iradenin devrimci demokrasi mücadelesi için önemini anlamamışlardır. Bu dinci-faşist gidişe karşı mücadele geliştirilmezse, sonuçta emperyalizmin hegemonyası ve oligarşinin zorbalığı daha da güçlenecektir. Gericiliğin, demokrasi ve hukuk düşmanlarının halka karşı yürüttükleri saldırılara sokaklarda karşı durmayı, “ilkeler”ini ya da mücadele anlayışlarını öne sürerek gerekli önemi vermeyenler, Cumhuriyeti, hukuku ve demokrasiyi savunmanın devrim için önemini anlamaktan ve mücadele içinde kurulacak geniş kitlesel ittifakların önemini kavramaktan uzaktırlar.

Bu arada Cumhuriyet, hak-hukuk-adalet, demokrasi, iş ve geçim sorunları için sokaklara dökülen halk kitlelerinin mücadelesinin içinde aktif biçimde yer almak yerine, Tek adam rejimiyle birlikte “barış ve demokrasi” kurmaya, bu Ortaçağ zihniyetiyle Anayasa yapmaya kalkışanlar ise ne tarihten ders almışa ne de emperyalizmi ve faşizmi gerçekten anlamışa benziyorlar. Bu yeni “süreç”te kılavuzları Bahçeli olan DEM’liler, bu kişinin Özal ve Erdoğan gibi, 12 Eylül rejiminin ürünü bir “lider” olduğunu bilmiyor olamazlar. Bir gün aniden sahneye koydurulan bu yeni “süreç”, ABD emperyalizminin Ortadoğu Projesi’nin önemli bir parçasıdır. ABD’nin planladığı bu “süreç”in “Terörsüz Türkiye” gibi bir propaganda çalışması ile sunumunun yapılması bile birçok sorunun sorulmasına yol açıyor. Öcalan’ın PKK’nın fesih kongresine gönderdiği mesaja ve bu kongrenin aldığı karar metnine bakınca amaçlarının Türkiye için gerçek bir barış ve demokrasi olmadığı anlaşılıyor. Öcalan bu mesajında öteden beri savunduğu bölgesel “demokratik konfederalizm” görüşünü savunmayı sürdürmektedir. Oluşturulmaya çalışılan bu konfedaral devlet ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden biçimlendirme siyasetiyle uyuşmaktadır. Böylece Türkiye ve İran da Irak ve Suriye gibi parçalanacak ve ABD’nin yeni mandası bir Kürt devleti ortaya çıkarılacaktır. (*) Bu “süreç”le Türkiye’de ulaşılmak istenen hedef, Tek adam rejiminin yerine bir halk iktidarı kurmak değil, ABD emperyalizminin Ortadoğu stratejisine hizmet eden yeni gelişmelerin önünü açmaktır. Bu yeni gelişmelerin Türkiye ayağı yeni bir Anayasa ile sağlanacak ve böylece emperyalistlerin kolaylıkla kullandıkları Tek adam rejimi de sağlama alınacaktır.

Şurası hiç unutulmamalı; bir ulusun yazgısı emperyalizmin ekonomik çıkarları, askeri-stratejik planları esasına göre belirlenemez. Bu o ulusun bugününün ve geleceğinin emperyalizme feda edilmesi anlamına gelir. Emperyalizmle işbirliği yapılarak, emperyalist politikalara dayanılarak ulusların kaderleri belirlenemez. Bu tür ilişkilerden ancak bağımlılık çıkar, çağımızda bağımsızlık emperyalizme karşı savaşılarak kazanılır, emperyalizmin tahakkümü altındaki ülkelere karşı değil, bu ülkelerin ezilen halklarıyla birlikte emperyalizme ve içerdeki işbirlikçilerine karşı mücadele edilerek tam bağımsızlık kazanılır, gerçek demokrasi kurulur. Özellikle bu günlerde emperyalizm dünyanın geleceğini tehlikeye sokarken onun politika ve planlarına ortaklık yapmak her şeyden önce ahlaki bir davranış değildir. Yıllardır Filistin halkına kan kusturan İsrail siyonizmine ve onun ağa babası ABD emperyalizmine karşı hiçbir somut adım atmayan siyasi organizasyonlar  -kim ve ne olursa olsun-  ülkeye ne demokrasi, ne özgürlük, ne de hakkaniyetli bir düzen getirirler.

Herkes, en başta da CHP, “süreç” konusundaki politikasını bu gerçekliklere ve son gelişmelere göre belirlemelidir. CHP, SHP ve Baykal zamanında belirlenen ve bugün de savunduklarını söyledikleri Kürt meselesiyle ilgili politikasını ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin yeni Ortadoğu politikalarını, stratejilerini ve bölgede meydana gelen son değişiklikleri (özellikle Suriye’deki son değişiklikleri ve İran’da amaçlanan değişiklikleri) de dikkate alarak yeniden belirlemelidir.

Diğer yandan tam bu günlerde yeniden gündeme gelen Kürecik üssünün İsrail’in İran’a saldırısında oynadığı rol de CHP tarafından ele alınıp, Tam Bağımsız Türkiye şiarına uygun bir şekilde değerlendirilerek, bu konudaki politika halkımıza açıklanmalıdır.

 

Devrimci-Yurtsever kesimler, politikalarını, politika yapma anlayışlarını ve mücadele biçimlerini 19 Mart darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan yeni duruma göre tespit etmeli ve hayata geçirmelidirler.

19 Mart darbe girişimi sonrasında yükselen halk hareketleri, kaçınılmaz olarak, temelde emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmakla birlikte, bizimki gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde bu temel çelişkinin üstünde yer alan emperyalizm ve oligarşiyle halk kitlelerinin arasındaki çelişkinin keskinleşmeye başlamasının kaçınılmaz bir sonucudur. Halkın her gün daha fazla açlığa ve yoksulluğa sürüklenmesi, işsizliğin sürekli katlanması, eğitimin, sağlığın yerlerde sürünmesi, adaletin yok edilmesi vb. halk kitleleri ile egemen sınıflar arasındaki çelişkiyi derinleştirmektedir. İşte tam da bunun için halk kitleleri meydanlarda “Hak-Hukuk-Adalet, Tayyip İstifa, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz, Direne Direne Kazanacağız, Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz, …” gibi sloganlarla emperyalizme ve ülkenin iktidarını işgal etmiş olan işbirlikçilere karşı kesin itirazlarını yükseltmektedir.

Devrimci-yurtsever kesimler, partiler politikalarını, kırk yıllık ezberlenmiş sloganlara, anlayışlarına göre değil,  halk kitlelerinin bu yeni temel istemlerine göre yeniden ele almak zorundadırlar. Bu arada Kemalistlerle olan ilişkilerini ve Kemalizm’e yönelik politikalarını karşıtlık üzerinden değil, emperyalizme ve gerici Tek adam rejimine karşı birlikte mücadele perspektifi üzerinden yeniden ele almaları gerekir. Bu durum yeni dönemde yükselen kitle hareketliliği ile devrimcilerin bağını güçlendirmesi yönünden de önemlidir. Örneğin bu son eylemlerde, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganıyla ve Atatürklü bayraklarla kitlelerin gözünde yeniden cisimleşen Kemalizm’in ekonomik alt yapısı “anti-emperyalist kamucu ekonomi” ve “halk demokrasisi” anlayışıyla kurgulanarak Kemalist gençlerin devrimci kesimle yakınlaşması yönünde adımlar atılabilir ve Cumhuriyet, laiklik, hukuk, medeni haklar gibi çok önemli konulardaki tarihsel yakınlıklar da yeniden beslenebilir.

Devrimci kesimlerin, kırk yıldır neden geniş kitlelere ulaşamadıklarını, politikalarının neden bu geniş kesimlerce benimsenmediğini, sürekli paneller düzenleyerek, bir-kaç kişinin birkaç on kişiye konuşmasıyla, ya da birçoğu seçkin kişilerle meclisler oluşturarak bir yere varılamayacağını bugün meydanları dolduran halkın istemlerinden anlamış olmaları gerekir. Bu arada halk kitleleriyle devrimcilerden daha fazla bütünleşmeyi başarmış olan CHP’ye yaslanarak mesafe almaya çalışmak yerine kendi politikalarını, çalışma tarzlarını, öz örgütlülüklerini, kitle ilişkilerini yeni koşullar içinde ele almaları ve hayata geçirmeleri daha akılcı görünmektedir. Günümüzün sıcak ortamında yapılacak örgütsel işler, bu sıcak pratiği olumlu yönde etkileyecek bir anlam ifade ederse ancak kitlelerin gözünde bir değer taşıyacaktır.

Meydanlara sığmayan halk kitleleri bütün sırça köşkleri parçaladı.

“Biz senin yerine de düşünürüz” şeklinde kendini gösteren üstenci siyaset anlayışı, tek tek insanlara ve topluma karşı bir saygısızlıktan başka, insanlarda düşünce tembelliği yaratmakla kalmaz, sorumlu yurttaş olma bilincinin uyanmasına da gem vurur. Bu tavrın ana nedeni siyaset yapma tarzına eski alışkanlıkların – buna siyasetin feodalizm dönemi de diyebiliriz- egemen olması ve kitleleri sürü yerine koyan egemen sınıf tavrıdır. Bu tavır kitlesel katılımı zayıflattığı gibi, fikirlerin ve pratiklerin zenginleşmesini, gelişmesini de geriletir. Bunun sonucu olarak örgütlü mücadele gelişmez, toplumu esas alan ideolojinin yaşama şansı yok edilir, halk kitlelerinin her alandaki katılımcılığını zayıflatır. 19 Mart sonrası yükselen halk hareketi sadece egemen kesimlerin gerici, baskıcı politikalarını açığa çıkarma ve etkisizleştirme yönünde etkili bir devrimci gelişme olmadı aynı zamanda soldaki bu hatalı eğilimlerin kırılması yönündeki gelişmelerin ister istemez önünü de açtı. Bunlarla da kalınmadı, CHP’de yönetimi ele geçirme uğruna Tek adam rejiminin yandaşlığını kabullenenleri de teşhir etti. Kitleler önünde kuzu postuna bürünen bu kişilerin bir tür “sükût suikastçi”ligi yaptıkları da ortaya çıkmış durumda.

Bugünler “eylemde birlik, mücadelede kararlılık” günleridir.

 

(*) İsrail’in ABD’nin izniyle İran’a karşı iki gün önce başlattığı saldırı ile bu sonuca doğru önemli bir adım daha atılmıştır.

16 Haziran 2025

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir