HES uygulaması; Toplumun ortak varlığı olan akarsularımızın(suyun) özelleştirilerek sermayeye aktarılması çalışmasıdır.
Bu girişimler AB, İMF, Dünya Bankası gibi emperyalist odakların dayatmasına koşut politikalar izleyen iktidarın hak ve hukuk tanımazlığı ile sürdürülmektedir.
porsugum@yahoo.com
HİDROELEKTRİK SANTRALLAR (HES) BAĞLAMINDA
SU: YAŞAMIN KAYNAĞI MI, META MI? Ahmet Demirtaş
Sözlükte; hidrojen ve oksijenden oluşan, oda sıcaklığında sıvı durumda olan renksiz, kokusuz, tatsız bir madde olarak tanımlanmaktadır su. Su bütün canlıların yapısında bulunur ve onsuz bir yaşam olanaksızdır. Doğal bir varlık olması, canlılar için yaşamın kaynağı olması niteliği, onun toplumun ortak varlığı olarak yönetilmesini zorunlu kılmaktadır. İnsan ve diğer canlılar için bu denli önemli olan bu varlığa ilişkin olarak; gelecekte su savaşlarının çıkacağı öne sürülmektedir. Yerli ve yabacı sermaye son yıllarda bu alana el atarak büyük kazanç sağlamakta olduğu gibi etkin bir silaha da kavuşmuş durumdadır. “Sinekten yağ çıkarmak” deyiminin bile yetersiz kaldığı bir uygulama söz konusudur. Sermaye sudan yağ ve bal çıkardığı gibi onu dünyanın en etkili silahına dönüştürmektedir. Dünya’da kişi başına 10.000 m3 su düşerse varsıl, bunun altıda ise su yoksulu sayılmaktadır. Ülkemizde kişi başına 1450 m3 su düştüğü ve bu nedenle de su yoksulu sayılmaktayız. Bu bir yana suyun illere ve bölgelere göre dağılımı dengesiz olduğu da hesaba katılırsa, kimi bölgelerde su sıkıntısı yaşandığı anlaşılır. İçme, kullanma ve sulama suyu olarak yararlandığımız su temel bir hak olarak olmaktan çıkarılmaktadır. Bunu şimdilik iki biçimde gerçekleştirmektedirler. Birincisi: Temiz su kaynağının özelleştirilerek şişelenmesi ve satılması. İkincisi: Hidroelektrik santralı (HES) kurulması ve su hakkının devredilmesi. Bu yazıda ikinci seçenek olan HES konusu üzerinde durulacaktır.
Hidroelektrik Santralı (HES)
Suyun belirli bir yükseklikten düşürülerek tribünü çevirmesiyle elektrik enerjisi elde edilmesi düzeneğidir. Bu uygulama baraj yapılarak suyun biriktirilmesi ve yüksekten düşürülmesi biçiminde olabildiği gibi, akarsu yatağından alınarak boru ve kanalla başka bir yere götürülmesi ve yüksekten düşürülerek elektrik üretilmesi biçiminde de olabilmektedir. Bu ikici uygulama akarsu tipi HES olarak adlandırılmaktadır. Son yıllarda gündeme gelen akarsu tipi HES’dir. Süreç şu şekilde işlemektedir. Önce 26.6.2003 tarihli “Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetlerinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca Devlet Su İşleri (DSİ) ile 49 yıllığına Su kullanım hakkı anlaşması yapılmakta, ardından Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu(EPDK)’dan üretim lisansı alınmakta daha sonra Çevresel Etki Değerlendirmesi(ÇED) yazanağı hazırlatılarak onaylatılmaktadır.Son olarak İl Özel İdaresi imar planını onaylamakta ve uygulamaya geçmesi sağlanmaktadır. Sürecin ilk iki aşaması kamuoyu bilgisi dışında yürütülmektedir. ÇED yazanağı hazırlanıp ilgili halkı bilgilendirme(!) aşamasında durum öğrenilebilmektedir. Burada sözü edilen öğrenme yalnızca haberdar olma olarak anlaşılmalıdır. Çoğu kez usul yerini bulsun biçiminde “burada bir santral kurulacak, birçok kişiye iş olanağı sağlanacak” biçiminde geçiştirmeye yönelik bir uygulama olmaktadır.
Bu Uygulamalar Nasıl Başladı?
“Gelişmiş ülke” olarak adlandırılan Emperyalist ülkelerin atmosfere saldıkları CO2, SO2 vb sera gazlarının artması sonucunda küresel ısınmaya yol açtığı 1970’li yıllardan sonra konuşulmaya başlandı. En çok sera gazı salan ülkelerin başında ABD, Kanada, Rusya, Çin, Hindistan ve Avrupa ülkeleri gelmektedir. Bu gidişle Dünya’nın yaşanmaz duruma geleceği belirtilmektedir. Kişi başına düşen karbondioksit gazı salımı, Avrupa Birliği ülkelerinde 7,5 ton, Türkiye’de ise 3,6 tondur. Dünya ortalamasının 4 ton olduğu göz önünde bulundurulursa; kirletenlerin kimliği kolayca anlaşılır. Atmosfere salınan sera gazı miktarının artmasının küresel ısınmaya yol açması durumundan mıdır yoksa dünya halklarına “iklim değişiyor” korkusunu salmak için midir “küresel ısınma” ve “iklim değişikliği” konuları gündemden düşmez oldu. Kyoto Protokolü ile emperyalist ülkelere önemli bir olanak sağlanmıştır. Sera gazı kotasını aştıklarında “karbon ticareti” yapma olanağı tanınmıştır. Buna göre sera gazı kotasını aştıkları durumlarda sera gazı salımı az olan geri kalmış ülkelerde ağaçlandırma yaparak veya yenilenebilir enerji kaynağı alanlarına yatırım yaparak sorumluluktan kurtulmaları öngörülmüştür. Geri kalmış ülkelerde göstermelik temizlikler yaparak, Dünya’yı sorumsuzca kirletebilmeleri kararlaştırılmış olmaktadır.
Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında Rio’da gerçekleştirdiği Konferansta bazı kararlar alınmıştır. Bunlardan birisi de suyun ekosistemin bir parçası, doğal bir kaynak ve sosyal ve ekonomik bir mal olması gerektiği kararının alınmasıdır. Yapısında hükümetler, şirketler, vakıflar ve çeşitli “sivil örgütlerin” yer aldığı Dünya Su Konseyi(DSK) nin “sınır aşan nehir ve havza yönetimi, suyun arza göre işletilmesi” konusu yer almaktadır. ( Sarıbaş, 2011). Avrupa Birliği Parlamentosu’nda 2000 yılında kabul edilen “Su Çerçeve Direktifi” ile “Avrupa Ülkeleri Ortak Su Politikası” kabul ve kararları ile şekillenmiştir. Su sınırlı ve kıt bir kaynaktır. Bu çerçevede ekonomik bir meta olarak kabul edilmelidir. Su ile ilgili çevresel sorunların, suyun bir meta olarak kullanılmasıyla ve etkin ve verimli bir biçimde kullanılmasıyla çözülebileceği vurgulanmıştır. (Şirin, 2011). Görüldüğü gibi ABD, Kanada, Rusya, AB ülkeleri, Japonya gibi emperyalist ülkelerin oluşturdukları örgütler ve aldıkları devletlerarası kararlar suyun meta olarak görülmesi ve ticarete konu edilmesi yönündedir. Başka bir deyişle; geri kalmış ülkelerin sularına el koyma politikalarına hız verilmiştir. Sermaye birikimi yalnızca emeğin sömürülmesine dayanmaz, aynı zamanda doğanın sömürülmesine dayanır belirlemesi, bir kez daha doğrulanmaktadır.
HES’lerin Günümüzdeki Durumu
Ülkemizin; üç yönünün denizlerle çevrili olması, dağlık ve yüksek olması, farklı iklim çeşitlerinin egemenliği altında olması gibi nedenlerle çok sayıda dere, çay ve ırmak gibi akarsu bulunmaktadır. Bunların uzunluğu, akıttığı su miktarı ve düzenleri de değişikliler göstermektedir. Gerçeklik böyle olmasına karşın kimi derelerde 4-5 adet HES kurulması söz konusu olabilmektedir. İzin verilmiş olan akarsu tipi 1700 HES’ in bulunduğu yerler dikkatle incelendiğinde Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgeleriyle Munzur Vadisinde yoğunluk kazandığı göze çarpmaktadır. HES izni verilenlerin tümü özel kişi veya şirkettir. Küresel politikalara koşut olarak yürütülen özelleştirmeci uygulamaların sonucu olarak kamu enerji üretiminden çekilmiştir. Bu nedenle günümüzde kamuya ait akarsu tipi HES uygulaması bulunmamaktadır. Bazı illerdeki sayılara bakacak olursak; Trabzon 228, Artvin 170, Rize 128, Giresun 94, Ordu 65, Gümüşhane 36, Antalya 35, Kahramanmaraş 34, Adana 31, Adıyaman 31, Erzurum 29, Mersin 18, Malatya 15, Muğla 13, Sivas 15, Diyarbakır 5, Elazığ 5 adettir.
Akarsu yatağında akan suyun %10’unun “can suyu” olarak yatakta bırakılması, %90’ ının ise boru veya kanallarla taşınarak belirli bir yükseklikten düşürülerek su türbinleri aracılığıyla elektrik elde edilmesi yöntemi uygulanmaktadır. 25MW’ın altındaki HES’ ler için ÇED yazanağı istenmemektedir. ÇED yazanaklarının çoğu birbirine benzer bilgileri içermekte, 5-6 kişilik ekiplerce hazırlanmaktadır. Üstelik bu yazanakları hazırlayacak ekibi HES’ in sahibi şirket seçmekte ve ücretini ödemektedir. Olumsuz yazanak hazırlayacak bir ÇED şirketini seçmek istemeyeceği ortadadır. ÇED istenmeyen ama HES yapılmasının uygun olduğuna ilişkin inceleme yazanaklarında bilim, akıl ve gerçek dışı görüşler öne sürüldüğü durumlar az değildir. Muğla- Köyceğiz’ deki Yuvarlakçay bunun tipik örneğidir. Yuvarlakçay bölgenin debisi en büyük kaynak suyu olma özelliği taşımaktadır. Profesör sanlı bir kişi, çok soğuk olması nedeniyle bu suda balık yaşamadığını, 70 dolayında karaçam kesileceğinden çevreye zarar vermeyeceğini öne sürmüştür. Aynı kişi bilimsel bir dergideki yazısında yuvarlakçay’ da 14 çeşit balık yaşadığını ileri sürmektedir. Bölgenin ekolojik koşulları kızılçamın egemen olduğu orman yapısına olanak verdiğinden karaçam bulunmamaktadır. Ayrıca geniş bir alandaki ormanın yok edilmesi söz konusudur.
AKP iktidarı; yerli ve yabancı büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda en büyük ve yaygın özelleştirmeleri yapan iktidar olmuştur. Başbakan’ın; “Türkiye’yi pazarlıyoruz” söylemi bunu net bir biçimde ortaya koymaktadır. 24 Ocak Kararları olarak bilinen özelleştirmeci, örgütsüzleştirici İMF politikaları 1980 faşist darbesi ile uygulanmıştı. Ondan sonra gelen ve özelleştirme politikalarının teorisyeni sayılan Özal bile böylesine bir özelleştirme yapamamıştı. Halkın ortak varlığı olan ormanlar, su havzaları, meralar ve öteki doğal alanlar turizm, maden, HES, organize sanayi bölgesi vb. uygulamalarla sermaye için rant alanı yapıldı. Resmi olarak 1700 HES izni verildiği bilinmesine karşın bu rakamın 2300 olduğu söylenmektedir. Akarsuların tümüne yakını su hakkı sözleşmeleri yapılarak özelleştirilmiştir. Halkın içme, kullanma ve sulama suyuna el koyup sermayenin emrine sunan uygulamaya karşı kalkın fiili ve hukuksal mücadelesi başlamıştır. Fiili ve meşru mücadele ile HES şirketleri kimi zaman geri adım atmakta veya uygun koşulların doğmasını kollamaktadır. Kimi yerlerde ise iktidardan aldığı cesaretle mahkeme kararlarını bile hiçe sayarak çalışmalarını sürdürme pervasızlığına yönelmektedir. Halkın fiili ve meşru mücadelesinin yürütülmesinde en büyük görev devrimcilere düşmektedir. Bu noktada yaşanan açmazlardan birisi de kırsal kesimde ve köylerde yaşayan halkın nüfusunun giderek azalmasıdır.
HES’ lerle Sermaye deyim yerindeyse; bir taşla beş kuş vurmaktadır: i ) 49 yıllığına suyun sahibi olmaktadır. ii) Devlet üretilen elektrik enerjisini satın alma garantisi vermektedir. iii) Su havzaları genellikle rakımı yüksek bölgelerde bulunduğundan buraların önemli bir bölümü ormandır. Tahsisle birlikte orman ve meraların da özelleştirilmesi sağlanmış olmaktadır. iv) Sözleşme ile sahip olunan suyu satma olanağı elde etmektedir. vi) Çevre dostu yenilenebilir enerji kaynağı niteliğinde olduğundan İMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlardan destek alınabilmektedir. vıi) Karbon satışı uygulaması ile sera gazı salınımı azaltma yükümlülüğünden kurtulmaktadır.
HES’ lerin Ortaya Çıkardığı Sakıncalar
Akarsu tip HES yapılan yerler genellikle yüksek dağlık kesimler olduğundan çoğu kere orman alanıdır. Arazi koşullarına göre ormandan başka mera, tarım veya yerleşim alanları olabilmektedir. Bu sulardan geleneksel olarak içme, kullanma sulama amacıyla yararlanılmaktadır. HES çalışması ile salt elektrik enerjisi elde edilmediği; gerçekte 49 yıllığına suya el konduğu, çevredeki orman, mera gibi alanların çevrildiği, insanların, bitkilerin ve hayvanların yaşamının tehdit edildiği ortadadır. Yasanın çıkması ile kamuda çalışan bürokratların da içinde bulunduğu bir kesimin izin aldığı, daha sonra yüksek rakamlarla başkalarına devrettiği, deyim yerinde borsa oluştuğu konuşulmaktadır. Yerli sermayenin önemli bir kısmının da kapattığı alanları süreç içinde yabancı şirketlere devrettiği bilinmektedir. 2973 Sayılı Milli Parklar Kanunu’na göre özel bir yapı gösteren ekosistemlerden bazıları koruma kapsamına alınmıştır. Bunlardan en sıkı koruma statüsü “Tabiatı Koruma Alanı” olanlardır. Kanuna göre bu yerlerde yalnızca bilimsel ve eğitim çalışması yapılması olanaklıdır.
Siyasi iktidar 29.12. 2010 tarihinde (bütçe görüşmelerinin yapıldığı günler) 5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’ da değişiklik yapmış ve bu değişiklik 8.1.2011 tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanmıştır. Yapılan değişiklikle Milli Park, tabiatı koruma alanı gibi korunan alanlarda da HES kurulmasına olanak sağlanmıştır. Maden Yasası, turizmi Teşvik yasası gibi yasalarda sonra Yenilenebilir Enerji Yasasıyla orman, mera, tarım alanı, bozkır, sulak alan gibi doğal alanlar ve bunların çok özel önem taşıyanlarının da sermayenin çıkarına sunulması sağlanmış olmaktadır. HES uygulamalarıyla:
1- Su başta olmak üzere orman, mera, bozkır, sulak alan gibi bölgeler Anayasa ve ilgili yasalara aykırı olarak özelleştirilmektedir.
2- Toplumun ortak varlığı olan su meta haline getirilmekte, insanın ve tüm canlılar için olmazsa olmaz bir varlık olan suya erişim kısıtlanarak sermayenin iradesine bırakılmaktadır. Suya el konulması temel insan haklarına ve doğal yaşama aykırıdır. Bu uygulama sonucunda sermayenin eline çok önemli bir silah verilmiş olmaktadır.
3- Suyun yataktan alınarak başka bir yere götürülmesi çalışmaları sırasında doğal yapıya çok yönlü zarar verilmektedir.
4- Yatakta bırakılan ve “can suyu” olarak adlandırılan miktarın belirlenmesi bilimsel bir temele dayanmamaktadır. Değişik yörelerdeki akarsuların debisi ve akış düzenleri çok değişiktir. Bu nitelikler bilinmeden suyun %10 kadarının can suyu olarak bırakılması deredeki ekosistemin ve yaşamı bu suya bağlı olan bitişikteki ekosistemlerin yıkımına yol açabilmektedir.
5- Üretilen elektriğin kamu tarafından satın alınacağı garantisin verilmesi; “serbest piyasa”, “liberal ekonomi” gibi söylemlerle uyuşmamaktadır. Bu arada HES yapımına karşı suyuna, toprağına sahip çıkan halka biber gazı ve şiddet uygulanması; iktidarın ikiyüzlülüğünü göstermektedir.
6- HES’ lerin enerjide dışa bağımlılığı azaltma girişimi olarak açıklanması da temelsizdir. Çünkü yapımcı şirketlerin bir kısmı yabancı ortaklıdır ve yabancı şirketlerin giderek artış gösterdiği de gözlenmektedir.
7- HES uygulamalarının özelleştirmelerin yaygınlaştırılması olduğu, AB, Dünya Bankası, İMF gibi emperyalist odakların dayatmasına hizmet ettiği ortadadır.
8- Devlet Planlama Teşkilatı(DPT) tarafından yapılan çalışmada 600 adet HES kurulabileceği belirlenmiştir. 1700 adet izin verilmiş olması, konunun kötüye kullanılarak talana dönüştürüldüğünü göstermektedir.
9- Alternatif enerji kaynaklarına yönelme, elektrik taşıma hatlarındaki kayıpları ve kaçakları azaltma yönünde bir çalışma yürütmek yerine HES yapımında ısrar edilmesi, karşı çıkan halka düşmanmış gibi davranılması düşündürücüdür. Öte yandan önemli bir enerji kaynağı olması, yerli ve yenilenebilir olan odunun üretimine yönelik enerji ormanları kurulması ve yönetilmesi çalışmalarının yönetmelikten çıkarılması anlamlıdır.
Sonuç Olarak.
HES uygulaması; Toplumun ortak varlığı olan akarsularımızın(suyun) özelleştirilerek sermayeye aktarılması çalışmasıdır. Bu girişimler AB, İMF, Dünya Bankası gibi emperyalist odakların dayatmasına koşut politikalar izleyen iktidarın hak ve hukuk tanımazlığı ile sürdürülmektedir. Daha fazla sömürü için Dünyayı, atmosferi sorumsuzca kirleten küresel sermaye, yaptığının cezasını ödemediği gibi “yerli sermaye” ile işbirliği yaparak sularımıza da el koymaktadır. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, istihdam yaratılması söylemleri halkı aldatma, dikkatleri başka yerlere yöneltme taktiğinden ibarettir. Bu uygulamanın sürmesi ile kırsal alanlarda yaşayan tarım, hayvancılık ve ormancılıktan geçimini sağlayan halkın yaşamı daha da zorlaşacak, kentlere göç hızlanacaktır. Bu nedenle ortak varlık olan ve temel insan hakkı olan suya erimi sürdürme doğrultundaki mücadele meşru bir mücadeledir. Çeşitli yörelerde yürütülen mücadelelerin ülke düzleminde dayanışmasının sağlanması, ortaklaştırılması yönünde çalışma yürütmek gerekmektedir. 12.12. 2011
Ahmet Demirtaş
Yararlanılan Kaynaklar
1) SARIBAŞ, M. 2011.Kaliteli Su Üretiminde Ormanlar ve Ormancılığımız. 2023’e doğru 1. Doğa ve Ormancılık Sempozyumu
2) ŞİRİN, G. Orman Mühendisleri Odası Batı Akdeniz Şubesi Haber Bülteni Sayı:4