İktidarlar ve Cemaatler-Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Anadolu, Osmanlı dönemi de dahil cemaatlerin çok etkili olduğu bir coğrafya olmuştur.

Cumhuriyet döneminde kısmi bir duraklama dönemi geçiren cemaatler, 1950 sonrası hızla büyüdüler. Kendi içlerinde de bölünerek yeni  “hoca”larla sayıları da arttı. Çoğu zaman siyasi iktidarların desteğini de ardına alan cemaatler, toplum içinde önemli ekonomik ve siyasi güce ulaştı.

Temel hedefi iktidar ve ekonomik güç olan cemaatler, bunun için hep mücadele etmişlerdir. Hatta cemaatlerin kendi aralarında da çıkar kavgaları kesintisiz sürmüş ve sürmektedir. Son olaylardan anlaşıldığı gibi, cemaatler cenneti olan Türkiye, demokratik zeminden uzaklaştıkça, iktidar olmak adına, cemaatlere verilen ödünler arttıkça, cemaat üretmeye ve bu tür kavgaları yaşamaya devam edecektir.

Referansı din olan her toplumsal yapı gibi cemaatler de, güç kazandıkça, cumhuriyet ve demokrasi zayıflayacak, zayıflatılacaktır. Bugün yaşananlar Türkiye’nin geldiği-getirildiği durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Halkın baskı ve şiddet ile sindirilmesi, emeklerinin gasp edilmesinde cemaatlerin çıkarları ile emperyalizmin çıkar ve hedefleri örtüşmektedir.  Aslında cemaatlerle içi içe olan ve cemaatler koelasyonu gibi çalışan siyasal iktidar, Türkiye dahil tüm Ortadoğu coğrafyasında neoliberal politikaların taşeronluğunu da yapmaktadır.

Bugün, Gülen cemaatinin ABD korumasında olması ve yeni kurulmuş bir partinin daha ilk seçimlerde iktidara getirilmesi, uluslararası emperyalizmin bu bölgedeki tercihini göstermektedir.

CEMAAT- AKP İLİŞKİLERİ

Cemaat-AKP ilişkileri özünde Nur cemaati ve Nakşibendi cemaati ilişkilerine dayanmaktadır. Necmettin Erbakan hocanın Nakşibendi, Fetullah Gülen’in de köken olarak Nakşibendilikten doğan Nur cemaati kökenli olması, bu iki toplumsal grubun ilişkilerinde hep mesafeli olmalarına neden oldu.

Erbakan’ın mensubu olduğu Nakşibendi Cemaati siyasi mücadelenin içinde yer almış, Gülen ise mensuplarını görünürde siyasetin dışında tutmuştur. Erbakan grubunu iktidar ortaklığına kadar taşırken, Gülen, çalışmalarını Türkiye içinde ve dışında eğitsel ve kültürel etkinlikler üzerinden yürütmüştür. Gülen faaliyetini, sayıları binleri geçen dershane, okul, kurs, sanat ve kültür merkezler, yayın ve benzeri etkinlikleri ticari disiplin içinde kurumlaştırarak devasa bir güce ulaşmıştır.

Yer, yer mensuplarının aynı kulvarda birlikte hareket ettikleri de görülmekle birlikte, Gülen Cemaati Erbakan’ın “Milli Görüş” politikasına hep soğuk bakmıştır. Siyasete yaklaşımda partiler dışı bir politika izlemiştir. Tüm siyasi parti lider ve mensupları ile iyi ilişkiler geliştirmeye özen göstermiş, bu politikasını bugüne kadar sürdürmüştür.

Gülen hareketi uyguladığı bu politikalar nedeniyle askeri müdahale dönemlerinin olumsuzluklarından etkilenmediği gibi gelişmesini daha hızlı bir şekilde sürdürmüştür.

Milli Görüş gömleğini çıkartmış olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan’ın Fazilet Partisinden budadığı siyasi kadro ile Gülen hareketinin 2002 deki işbirliği AKP’nin iktidar olmasını sağladı. Aynı ittifakı sürdüren AKP ve Cemaat, ileri demokrasi sanrısına kapılan bazı kişi ve grupların da desteğiyle 12 Eylül referandumunu da başarıyla atlattılar.

Ancak her iki hareketinde asker korkusu, askeri vesayetten kurtulmak adına ABD’nin bölge politikasına uyumlu olarak, 28 şubat sürecinin arkasından güç birliği içinde TSK ile büyük bir hesaplaşmaya girdiler.  Gülen cemaatinin emniyet içindeki yapılanmasından güç alarak belgesel-yargısal alt yapısını oluşturduğu “askeri siyasi güç olmaktan çıkaran” bu operasyon, yaşanan kısmi sıkıntılara karşın, kimi siyasi grup ve eğilimlerin, özellikle yeni liberallerin de desteği alınarak başarıyla yürütüldü.

Bu ittifak döneminde hem AKP, hem de Gülen cemaati güçlerine güç kattılar. AKP oylarını %50’ye yaklaştırırken, cemaat de yurt içinde ve dışında zamanı geldiğinde iktidarla kavgaya girebilecek kadar büyük bir güce ulaştı.

2004 yılında yapılan MGK’ da “İrticaya Karşı Eylem Planı” kapsamında “Gülen Cemaatini Bitirme” kararını asker, AKP ile birlikte aldı. Ardından AKP, cemaatle birlikte askere karşı operasyonda yer aldı. Askerin, bir güç olarak siyaset dışı kalmasından sonra, cemaat ve AKP’nin dershaneler üzerinden bir güç kavgasına girmeleri, öteden beri gelinen sürecin doğal bir sonucu olarak görülmelidir.

Özünde AKP ve Cemaat, ortak çıkarları söz konusu olmadığı sürece, hiçbir konuya, hiçbir probleme aynı yerden bakmadılar. İç ve dış siyasette hep farklı baktıklarını son gelişmeler daha açık göstermektedir.

 

DERSHANELER ÜZERİNDEN CEMAAT-AKP KAVGASI

Gülen hareketi baştan beri faydacı bir yaklaşımla, yurt içi ve yurt dışı tüm güç odaklarıyla ilişkilerini iyi tutmaya çalışmıştır. Yarattığı bu sürtüşmesiz ortamda hedeflediği tek şey, büyüyüp gelişmekti. Yürüttükleri bu politikayla yargı ve emniyet başta olmak üzere, kamuda ve toplum içinde önemli mevzileri ele geçirdiler. Bugünkü mücadele devlet gücünü daha fazla kullanma ve yönetme mücadelesidir.  Bugün dershaneler üzerinden yürütülen bu mücadele, dün Erbakan’ın “milli görüş”üne karşı daha düşük yoğunlukta sürdürülüyordu.  AKP kurulduğunda ”milli görüş gömleğini çıkardık” söylemleri,  Erbakan’a mesafeli duran cemaatten büyük destek almasını sağlamıştı.

Cemaat bu desteğinin karşılığını, AKP iktidarından fazlasıyla aldı. AKP İktidara gelir gelmez Milli Eğitim Bakanlığında bir gecede on binin üzerinde yöneticiyi değiştirdi. Gelenlerin çoğunun cemaat mensubu olduğunu cemaatin MEB içindeki etkinliğinden biliyoruz. Yargı ve emniyet alanında da önemli kadrolar cemaatin eline geçti. Askeri etkisizleştirme mücadelesinde, Erdoğan cemaatin emniyet ve yargıdaki militan kadrosundan epeyce yararlandı. Fakat cemaatin iktidarın gücünün önüne geçmesinden de rahatsızdı. Hele de cemaatin MİT başkanını tutuklama girişimi ile kendi durumunun da tehlikeye gireceğini sezmesi cemaate karşı saldırılarını yoğunlaştırmasına neden oldu. Emniyet ve MİT’ten birçok yöneticiyi görevden alarak, pasif görevlere atadı. Bu tasfiye hala sürmektedir.

Görüldüğü gibi dershaneler özelinde yoğunlaşan bu kavga öteden beri farklı görünümlerde sürmekteydi.  Temelinde bu kavga,  siyasi ve ekonomik gücün yanında devlete egemen olma, yönetme kavgasıdır. Bu nedenle hem siyasi iktidar hem de önemli bir toplumsal güç olan cemaat geri adım atmayarak, kavgayı daha ileri boyutlara taşıma eğilimi göstermekte. Her iki tarafta da birbirini yıkmaya yetecek belge ve bilgilerin olduğu söylentisi de giderek yaygınlaşmaktadır. AKP iktidarının, cemaat örgütlenmesinin daha zayıf olduğu askerin desteği ile cemaate karşı bir operasyon yapması da olasılık dışı değil.

Aynı toplumsal tabandan beslenen bu iki gücün kavgayı neden dershaneler üzerinden yürüttüğü ise, bize göre yalnızca 5 milyar gibi büyük bir kaynağın kaybedilmesi kavgası olarak görülmemelidir. Bunun iki nedeni var. Birincisi eğitimde neoliberal politikaları titizlikle uygulayan ve bu alanı tümüyle ticarileştirme eğilimindeki iktidar, günlerdir “size teşvik vereceğiz, okul yeri vereceğiz, öğrenci vereceğiz, para vereceğiz.” diye her gün başbakanın ağzından açıklama yapıyor. En sonunda da başbakanın, “Eğer cemaat olarak değerlendirilecekse, cemaatin mensupları, en ileri gelenleri, bugüne kadar Tayyip Erdoğan’a ne getirdiler de Tayyip Erdoğan geri gönderdi? Üniversitelerin hazırlanması, verilmesi ile ilgili adımlardan tutunuzda birçok faaliyete yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen hiçbir şey yoktur. Buna rabbim şahittir.” (24 Kasım 2013 Hürriyet Gazetesi)  diye açıklaması, cemaate “para kaybı olmayacağı” mesajı verirken, öte yandan “bakın istediklerini veriyoruz, ama yine de ikna edemiyoruz” diye kamuoyu desteği aradığını da göstermektedir.

İkincisi ise devlet hiç para vermese dahi cemaatin dershanelerden gelecek para için bu yoğunlukta bir kavgaya girmesi düşünülemez. Çünkü cemaat dershaneleri para kaynağından çok, militan kadrolarını yetiştirdiği alanlar olarak görmektedir. Yetiştirdikleri bu kadrolarla devletin ele geçirilmesinin önü kesilmektedir.  Asıl feryat bunun içindir.

Cemaat kitap-dergi satışından, yaptığı paralı deneme sınavlarından, özel sınıf ve kurslardan, yurtlardan, ışık evleri vb öğrenci evlerinden, kuran kurslarından, yurt içi ve dışı özel okullardan, hac ve benzeri dini ziyaret ve etkinliklerden yeterince para akışı sağlıyor. Ama cemaate insan akışının önünü kesecek projelere, bugün olduğu gibi var gücüyle saldırıyor.

Zamanlamanın,  Erdoğan ve AKP’nin dışarıda ve içerde yıpranma sürecine girdiği bir döneme rastlaması anlamlıdır. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta ve Gezi olaylarına yaklaşımları nedeniyle dünyanın eleştiri oklarıyla birlikte bu kavganın ortaya çıkması, Erdoğan’a yönelik büyük planın bir parçası, ya da “haddini bil!” mesajı verilmesi gibi gözüküyor.

Erdoğan’ın son yıllarda içe ve dışa karşı uygulamakta olduğu politikalar ve söylemler, Amerika’nın bu coğrafyadaki politik ve ekonomik çıkarlarından sapma olarak algılanmaktadır. Mısır, Suriye, Irak politikaları, Çin’den füze alma girişimi, Putin’e yakınlaşma çabası,”Şanghay İşbirliği”ne bizi de alın türünden yakarışları, ABD ve AB’ye blöf gibi görünse de bu politikaların ABD’ yi rahatsız etmediği söylenemez. AB ve ABD nezdinde yaratılan bu güvensizlik, kavganın önemli nedenlerinden biri olabilir.

Cemaatin son yıllarda AKP iktidarına karşı eleştirilerini dershane olayından öncede sürdürdüğü bilinmektedir.

AKP, cemaati “devlet içinde devlet” olmakla, “üretilen delillerle yoğun tutuklamaların” nedeni olmakla suçlarken, cemaat de Erdoğan’ın diktatörleştiğini,”firavunlaştığını” iç ve dış politikada Türkiye’yi kötü yönettiğini, yolsuzlukların arttığını ve yarattığı gerilimle iç ve dışta Türkiye’ye itibar kaybettirmekle suçluyor.

Ardından MİT krizi ile açığa çıkan mücadelenin dershane üzerinden yürütülmesi. “Kavganın ayyuka çıktığını” gösteriyor. Tam bu noktada iktidara yakın “akil”ler tarafları aklıselime davet ediyor olmalı ki, durumun her iki tarafa da zarar vereceği kaygısıyla da karşılıklı söylemlere yansıyan yumuşama çabaları mücadelenin perde arkasından sürdürüleceğini, şimdilik kırılan kolun yen içinde kalacağı izleniminin verildiğini göstermektedir.

Görünürde kavganın üzerinden yürütüldüğü dershanelere bakmakta yarar var.

DERSHANELER

Dershaneler yarım yüzyıldır halkın tercihi değil, gelmiş geçmiş iktidarlarca eğitim sistemini işlevsizleştirerek, halka dayatılan bir sonuçtur. Dershaneleri yaşamın her alanında uygulanmakta olan sınav sistemi doğurmuştur. Kamuya ait okulların itibarsızlaştırılması ve dershanelerin özendirilmesi politikaları, kapatılma söylemlerine karşın hala sürdürülmektedir.

Dershaneleri kapatacağım diyen siyasal iktidar, sınavları yaygınlaştırarak tüm Türkiye’yi dershaneleştirmiştir. Bugün cemaatle tartışılan sadece üniversiteye öğrenci hazırlayan dershanelerdir. İlköğretim öğrencilerinin dershaneleri, devlet memurluğuna alımlar için yapılan sınav ve bu doğrultuda etkinlik gösteren dershaneler, eğitim fakültelerinden mezun olan öğretmenlerin diplomasına itibar edilmeyerek yapılan KPSS sınavı ve buna yönelik yayın ve dershaneler tam kapasite çalışmalarına devam etmektedir.

Şu bilinmelidir ki, seçme sınavının olduğu her yerde dershane kendiliğinden ortaya çıkar ve yaşar. Kapatırsanız yer altına iner ve varlığını sürdürür.

Bu nedenle dershaneyi kaldırmakta samimi olan bir iktidar bu kadar yaygara koparmadan sınavları kaldırır. Sınavlar kalkınca da dershaneler kendiliğinden ortadan kalkar.  İktidarın niyeti dershaneleri, farklı ama daha da sömürünün kurumsallaştığı bir şekle dönüştürmektir. Ardından piyasalaştırdıkları devlet okullarını da özel sektöre devrederek, kimi batı ülkelerinin önceden deneyip verimsizliğini gördükten sonra vazgeçtikleri model olan tüm okulları özel sektöre devredip eğitimden çekilmeyi amaçlamaktadır.

Emperyalizmin dayattığı neoliberal politikalar gereği, dershane ve özel okullar büyük ölçüde devlet desteği alırken, devlet okulları kaderiyle baş başa bırakılmıştır.

Ne acıdır ki, Türkiye de eğitim yapılmamaktadır. Sadece öğretim yapılmakta, o da sınavlara hazırlanmak için daha ilköğretimden başlayarak çocuklarımıza- gençlerimize çoktan seçmeli test öğretilmektedir.

Daha geçtiğimiz günlerde Türkiye deki eğitim sistemi için adeta yüz karası olan OECD’nin PISA 2012 eğitim raporu açıklandı. 64 ülke arasında 42. sırada, 34 OECD ülkesi arasında ise sondan üçüncü sırada yer aldı. Uluslar arası öğrenci değerlendirme sınavı üç dalda yapılıyor. Matematik, fen bilimleri ve okuduğunu anlama ve yorumlama.

Kavrayarak, anlayarak, anladığını yorumlayarak, eleştirel bir mantık süzgecinden geçirip öğrenilenleri kendi bilgin haline getirmedikçe, eğitim, eğitim olmaz. Ezber ağırlıklı, test ağırlıklı bir sistemin adı da eğitim olamaz. Olsa, olsa bugün olduğu gibi, okuduğunu anlayamayan, yorumlayamayan, bilgisini kullanamayan bir evet efendimci, itaatkar bir nesil yetiştirirsiniz. Ve Türkiye’nin en iyisi olarak gördüğün okullardan gönderdiğin öğrenciler bile sondan üçüncülüğü bile zor alırlar.

Yıllara yayılarak süreç içinde itibarsızlaştırılan devlet okulları, güvencesiz çalıştırılan, en ufak demokratik hak talebinde Tomaklarla BİBER GAZI ile saldırılan, coplanan öğretmenler ve eğitim politikalarının oluşturulmasında öğrenciyi, veliyi, sendikaları dışlayan bir politikayla oluşturulan ve her gün yap-boz içinde oynanan eğitim sistemiyle, uluslar arası arenada ancak bu sonuçlar alınabilir.

TÖS’den başlayarak, TÖB-DER ile derinleşen bugün de EĞİTİM-SEN ve diğer ilerici-devrimci öğretmen ve eğitimci kuruluşları olarak, dershanelere ve sınavlara karşı verdiğimiz mücadele aynen devam etmektedir. Cemaat devletin yarattığı boşluğu doldurmuştur. Eğitim, çocuğu sınava hazırlamadan ibaret değildir. Eğitim, çocuğu yaşama hazırlama sürecidir. Bireyin toplum içinde kendine onurlu bir yer edinmesine yardımcı olması gereken bir toplumsal kurumdur. Eğitim, bireylerin sınav yarışlarıyla birbirlerini ezmesinin aracı olamaz.

Yapılacaklar da çok basit. Öğrencilerin bir üst eğitim kademesine yerleştirilmesinde;  notlarını, rehberlik servisi ve ailenin görüşünü esas alan bir sistem en fazla üç yıl içinde hayata geçirilerek toplum bu durumdan kurtarılabilir. Ancak o zaman sömürü olmayacağı için sınavlar kalkmaz. Şimdi dershaneleri kaldırıyoruz demenin ardındaki samimiyetsizlik daha da açığa çıkmış durumdadır.

 Tüm Türkiye’yi sınavlar ülkesi yapan siyasal iktidar, bu samimiyetsizliğini sınavsız, dershanesiz, sadece diplomasına, ya da mezuniyet notlarına bakarak kamuya insan yerleştirecekken, binlerce KPSS sınavı yayınları ve dershaneleriyle, milyar liralarla ifade edilen bir sömürü çarkını kaldırmak şöyle dursun, giderek özendirmektedir.

Öte yandan eğitimciler,  not sisteminin çocuğu olumsuz etkilediği için, öğrencinin not ile değerlendirilme sistemi üzerinde yoğun tartışmalar ve araştırmalar yapmaktalar. İlköğretim çocuklarına yapılan sınav ve dershaneler sistemine ek olarak, gözden uzak tutulmaması gereken cemaatlerin yarış içinde olduğu resmi ve kaçak kuran kursları ile oyun çağındaki bu çocuklarda büyük hasarlara, psikolojik problemlere neden olunmaktadır.

AKP dershaneleri kaldırırken daha da piyasalaştırdığı, kurumsallaştırdığı okul öneriyor. Burada sömürü daha acımasız olacak. Elini kaptırdın mı kolun gider hesabı, çocuğu özel okula bir verdin mi, yıllarca para kesme makinesi gibi çalışacak.

Siyasi iktidar cemaate bugüne kadar her şeyi verdiğini başbakanın ağzından açıkladı. Şimdi de dershaneleri  “Akademik Lise”  yapacağız diyor. Yani Dershanelerin kapısına sadece ve sadece “Akademik Lise” yazarak bugünkü işlevini aynen sürdürecekler. Öte yandan öğrencilerin dershane ile yaptıkları sözleşme bir öğretim yılı ile sınırlı iken, öngörülen akademik liseler de bu süre daha da uzayacaktır. Bu da halkın daha fazla sömürülmesini sağlayacaktır.

2004 yılı MGK’nın kararının yayınlanması, (Gülen cemaati’nin bitirilmesi) daha önce “Ergenokon” ve  “Balyoz” gibi davaların açılmasına neden olan çoğu delillerin, cemaate yakın yayın organları tarafından kullanılması ve bavullarla savcılara verilmesi, cemaatin kendi derin devletine sahip olduğu algısını güçlendirmektedir.   Bu durum yargıdaki ve emniyet örgütlenmesindeki uygulamalardan anlaşılmaktadır.

Erdoğan, Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen birçok devrimin ve yaratılan kültürün silinmesine yönelik bir karşı devrim atağı geliştirme ve yerleştirme çabası içindedir. Bunda da kararlı olduğunu ve belirli bir yol aldığını konuşma ve uygulamalarından izlemekteyiz. “Beraber yürüdük biz bu yolları” dediği yol arkadaşlarını periyodik olarak topladığı kamplarda eğitmekte ve beraberce yürüyecekleri yol haritasını onlara ezberletmektedir.

Cemaat için kendi tabanını elde tutmanın iki yolu var birincisi eğitim, ikincisi mensuplarına daha çok ticari alan açmak. Cemaatin ilgi alanlarından sadece dershaneler, bu iki işlevi de yerine getiriyor.

Cemaat,  emperyalizmin tüm dünya halklarına dayattığı neoliberal politikalarla daha da büyüdüğünü gördüğü için bu politikaları uygulamaktadır. Cemaat piyasacı ve muhafazakar temelli bir yolda neoliberal politikalarla örtüşen- uyumlu ve kendince başarılı çalışmalar yapmaktadır.

AKP ve Cemaat bugüne kadar olduğu gibi, bugün de nihai hedeflerine ulaşmak için kavgalarını erteleyeceklerdir. Bu kavga düşmana yönelik bir kavga değil “aile içi” bir kavgadır. Birlikte yürüttükleri toplumu değiştirme, dönüştürme, muhafazakar bir toplum ve kültür yaratma adına mücadelelerine devam etmede uzlaşacaklardır.

Son 11 yılda ilk ve orta öğretimin yanında üniversitelerde de dini temelli bir eğitimi büyük ölçüde gerçekleştirmişlerdir.  Cemaate bağlı dershanelerde günlük yaşam, dinsel bir yaşam biçimine dönüşmüştür. Cemaat kamu okullarında köklü bir dini eğitim verilemeyeceği inancındadır. Bu nedenle özel okul ve dershanelerle kendini yeniden üreten cemaatin tepkisi şiddetli olmuştur.

Cemaatin yetişkinlerden çok genç ve çocuklara yönelmesi de, militan ve mücadeleci bir kadro beklentisinden kaynaklanmaktadır.

AKP iktidarı bugünlerde karma eğitimi de tartışmaya açmıştır. Bunda amaç hem bu fikre toplumu alıştırmak, hem de ilerde erkek ve kız okulu diye ayrıştıracağı okullara zemin hazırlamaktadır.

Bugün kızlı erkekli yaşamın gündeme getirilmesi de bu amaca hizmet etmektedir. Zaten -4+4+4 sistemiyle kız çocuklarının ayrıştırılması bu projenin bir parçasıydı.

Din derslerinin zorunlu hale getirilmesinin yanında, saatlerinin artırılması, sınavlarda çıkan soru sayısının Türkçe, Matematik, fen bilgisi dersleriyle eşitlenmesi, İlahiyat fakültelerinde bile din felsefesi dersine gösterilen tahammülsüzlük cemaat ve AKP iktidarının eğitim alanındaki olağan uygulamaları haline gelmiştir.

Kamu kurumlarına ait sosyal tesislerde ve uçaklarda içki yasağı, belli bir saatten sonra içki satışının yasaklanması, plajların kadın-erkek bölümleriyle ayrıştırılması, kızların etek boylarına müdahale, ramazan ayında oruç tutmayanlara yönelik gittikçe yoğunlaşan saldırılar, tüm okulları imam hatiplere dönüştürerek dindar nesil yetiştireceğiz söylemleri, basını, medyayı ele geçirme çabaları, insanların özel yaşamına yönelik saldırılar, toplumu iyice boğmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki gecenin en koyu karanlığı şafağın sökmesine en yakın andır.

Gezi direnişi tüm bu baskılara karşı şimdilik ciddi bir uyarı, bir patlamadır ve yarattığı etki, AKP ve cemaatin toplum üzerindeki etkisinden büyük olmuştur. Kuşkusuz Gezi direnişi toplumsal direnişi de yüreklendirmiş ve sokağa çıkarmıştır. Bu kitlesel direniş ruhu siyasal iktidarın korkulu rüyası olmaya devam edecektir.

 

Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir