… Hıristiyanlık ruhban sınıfını ve hiyerarşini devletten bağımsız şekilde yarattı ve yüzyıllar içerisinde kendi özel kurumlarını oluşturdu. Papalık kendi egemen toprakları ve ordusu olan bir devlet haline geldi. Diğer devletlerle eşit koşullarda antlaşmalar yapardı. Buna karşın İslamiyet en başından itibaren bir devlet kurucusu olarak ortaya çıktı. Arap yayılmasının aracı oldu. Gerçi devletlerden bağımsız bir dünyevi varlığı hiç olmadı denemez ama bu tür grupların marjinal kaldığı söylenebilir.
… Her iki dinin kaynakları da İbrahimidir. Ne var ki Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olan Paulus bunu Yunan düşüncesiyle birleştirdi. Sürecin Roma dünyası içerisinde gerçekleşmesi ve Roma’nın son derece sıkı dini ritüelleri bir kilise hiyerarşisinin kurulmasını kolaylaştırdı, çünkü her din bir dizi ritüele gerek duyar. (Şimdiki hükümetin “kutlu doğum haftası” gibi ritüelleri topluma sokma çabası dikkat çekicidir.) Kilise babaları yeni kuralları getirirken Roma çöküyor ama papalık gelişiyordu. İslamiyet kendi ritüellerini ve ruhban sınıfını yaratmaya mecburdu, çünkü bunlar dinlerin temel unsurlarıdır. Bununla birlikte Doğu ve Batı Roma’nın bölünmesi İslamiyet üzerinde de derin bir tesir yapacaktı. Şöyle ki, İslami devlet batıdan daha önce temas kurduğu Bizans ve Sasani etkisinde gelişti, onların kurumlarını model aldı, çünkü önlerinde bu vardı. Zaten devlet kuruculuğu anlayışı içerisinde ortaya çıkmıştı ve din-devlet ilişkileri de bu doğulu model ışığında gelişti. Dinin ana yapılanması Katolikler gibi ayrı değil, Ortodokslar gibi devletin içerisindeydi. Devlet dışında kalan örgütlenmeler de vardı ama hep muhalif ve/veya tali kaldılar. Bu nedenle İslamiyette dinin devletten ayrılması mümkün olmadı ve laiklik fazlasıyla yadırgandı. İslamiyetin devletle uzlaşma diye bir sorunu zaten yoktu. Hıristiyanlık gibi kapitalizmle de uzlaşmanın yollarını zorlamaya çok daha sonra başlayacaktı.
… Hıristiyanlığın kendi kurumlarını yaratabilmesinin koşulları, Roma çöküşünün yarattığı boşluktur. Roma gücünü korusaydı belki de bunu yapamazdı. Nitekim Roma uygarlığının dorukta olduğu ilk dönemlerde güçlü bir şekilde ortaya çıkamamıştır. Ne var ki, barbar istilaları Roma’yı yıktıktan sonra ortaçağ toplumunun örgütlenmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Klan örgütlenmelerinin çözülmesindeki rolü çok önemlidir. Buna karşın İslamın önce Emeviler, sonra da Abbasilerin, yani fetihçi-yayılmacı Arap kabileciliğinin aracı olduğu görülür. Belki günümüzde bile Suudilerle bu anlamda bir bağlantısı olduğu düşünülebilir. Şiilik ise Emevi baskısına karşı ortaya çıkmış bir mezheptir.
… Şimdi gelelim batıda laikliğin gelişmesine.
… Bunda kuşkusuz kilise ile krallar arasındaki çekişmelerin de bir rolü olmuştur. Ama laiklik mücadelesinin başka temelleri de vardır ki, bunlar arasında Reformasyonu, ulusal devletlerin oluşmasını ve kapitalizmin gelişmesini sayabiliriz. Bu üç olgu ağırlıkla 15 ile 17. yüzyıllar arasında yoğunlaşır ki aynı zamanda hümanizmin ve bilim anlayışının geliştiği bir dönemdir. Devamı aydınlanmadır. Tüm bu dönemlerde batıda kilisenin devlet işlerine karışmaması birçok kez savunulmuştur.
… Doğuda ise din zaten adına hutbe okutma gücüne sahip olanın hizmetinde idi. Uzlaşma ve yetki ayırımının çözülmesi gibi bir çabaya gerek yoktu. Bunlar bir tarafa, Hıristiyan toplumlar ulusal devletlerini iyisiyle kötüsüyle oluşturma yolunda büyük bir yol almışken, İslam dünyası henüz hiçbir yerde ulusal devletini tam olarak oluşturamamıştır. Bu yolda en çok ilerlemiş olan Türkiye iken, batı dünyasından kopartılarak uluslaşma süreci geriye götürülmek istenmektedir. Laiklik yolunda atılmış adımların kaldırılması bu nedenle gündemdedir.
… Laiklik karşıtlığı Temmuz İhtilaline karşı gelişen 31 Mart ayaklanmalarının da nedeniydi. Ayaklanmaları diyoruz, çünkü bu tür olaylar sadece İstanbul’da olmadı. Ülkenin dört bir yanında çavuşlar “şeriat isteriz” diye bağırarak irili ufaklı isyanlar yarattılar. Bunlar bin bir güçlükle yatıştırıldı. Halbuki o sırada Anadolu’nun ve Rumeli’nin dağlarında ve Arabistan’ın çöllerinde ve Mezopotamya’nın ovalarında ve Ege’nin adalarında eşkiyalık ve isyanlar inanılmaz bir şekilde iç içe geçmiş bulunmaktaydı. Bunlar batılılarla işbirliği içerisinde yıkım peşindeydi. Tıpkı şimdiki gibi.
… Demokrasi, laiklik ve bağımsızlık yolunda birkaç adım attık, derhal paçamıza yapışıp bataklığa çektiler. Geçmişinden sıyrılamıyorsun. Kurtulus Şavaşı’nı yapanlar iş saltanat ve laiklik konularına gelince derhal Mustafa Kemal’e cephe aldılar. Sonra de etrafını kuşatıp devrimleri boğdular. Çünkü onun getirmek istediği aydınlanmacı zihniyetin kendilerinin sonu olacağını biliyorlardı. Biat zihniyetiydi korumak istedikleri. Şimdi bu karşı devrimci sürecin devamını yaşıyoruz.
Mehmet Tanju Akad