Kaos Günleri -Mehmet Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bir bölgeyi denetlemek oradaki egemenliği açık veya örtülü bir şekilde tasfiye etmekten geçer.

 

 

 

EGEMENLİK SADECE VE SADECE ULUSLARA AİT BİR HUSUS OLDUĞU İÇİN, bunun yolu ulusların iradesini kırmaktır. İslam ülkeleri uluslaşma sürecine daha geç girmiş olduğu için de, buralarda konu uluslaşma süreçlerinin sabote edilmesi şeklinde tezahür eder.

KAOS GÜNLERİ

1

İSLAM DÜNYASININ SONU HAZIRLANIRKEN,

İslamcıların önemli bir bölümü inanılmaz bir dar görüşlülük içerisinde buna alet oluyor. (Tabii olağan işbirlikçiler bunlardan ayrı).

Soğuk Savaş aslında 1918’de başladı ama mevcut tarih kitaplarına göre 1945 ile 1990 yılları arasında sürdü. Batı emperyalizminin zaferiyle sona erdi. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından en az beş yıl önce de İslam dünyasının yıkım planları hayata geçirilmeye başlandı. Emperyalistler bir iş bitmeden çok önce ilerisini planlamaya başlar. BOP daha 1980’lerde hazırlanmıştı (planların ayrıntıları gelişmelere göre mutlaka sürekli revize ediliyordur). Sosyalizmin adını taşıyan devlet kapitalisti rejimlerin yıkılmasından sonra İslam âleminin denetim altına alınamayan kaleleri de düşürülecek ve bu ülkelerde sözde “ılımlı” özde “faşist” ve batının denetimi altında rejimler kurulacaktı. Günümüzde İran, çatışmaların devam ettiği Suriye ve kısmen de baskı altındaki kaotik Lübnan dışında tüm İslam âlemi emperyalizmin denetimi altına alınmıştır. “Ilımlı” İslam ise bir masaldan ibarettir çünkü teokratik bir rejim ılımlı olamayacağı gibi, gerileme ve parçalanma sürecine girmiş ülkelerde ılımlılık sağlayacak bir istikrar da olamaz. İşte Irak, işte Türkiye, işte Mısır, işte Libya, işte Pakistan, işte Afganistan… Mağribîlerin geri kalanı ile Körfez de sallanıyor. Tek bir İslam ülkesinde huzur yok. Ve eğitim seviyesine bakarsak, hiç birisinin iyi, hatta bazılarının herhangi bir geleceği yok.

Müslümanların çoğu, işlerin özünü bilseler emperyalizme uşaklık yapmazlar ama öte yandan durumun vahametini tam kavramış da sayılmazlar. Onlara bunu ayrıntılarıyla anlatmak zorundayız. Bu, yapmaya hemen başlamamız gereken işlerden birisidir. Birçok Müslüman Haçlı Seferleri sırasında da onlarla işbirliğine girmiş, uyanmaları çok zaman almıştı. Haçlıların bölgeden atılması için 200 yıl savaş verildi. Günümüzde de dürüst ve vicdanlı Müslümanların bu savaşa doğru tarafta katılmalarının vakti çoktan gelmiş bulunuyor. İşbirlikçi kesimin dışında, bunun onların da savaşı olduğunu anlatamazsak zaten çetrefilleşmiş olan işimiz büsbütün zora girer. Unutmayın, Kurtuluş Savaşı’nda yurtsever din adamlarının büyük yararlığı görülmüştü. Gezi direnişlerinde de vicdanlı Müslümanlar vardı.

2.

Aleviler dört koldan saldırı altında…

Alevilik İslam’ın Arap-Sünni yorumunu kabul etmeyen, İran Şiiliğinden de farklı, esas itibariyle Anadolu Türklerine has bir anlayıştır. Yakın doğuda, Türklerin tarihte varlık gösterdikleri (Suriye gibi) yerlerde de biraz farklılaşarak mevcut olmuştur. Türklerin dışında bazı diğer halklar arasında da sınırlı olarak, yerel tonlara sahip şekilde rastlanır. Sünni ortodoksiye göre rafizi, yani heterodoks bir mezhep olarak görüldüğü için tarih boyunca baskıya uğramıştır. Anadolu Türkmenleri üzerinde bu baskı ve direnişin Selçuklularda, Baba İshak zamanında başladığı söylenebilir. Bundan sonrası karmaşık bir tarih olup Timur, Şeyh Cüneyt, Uzun Hasan ve Şah İsmail ile ilgilidir ki şimdi değinmeyeceğiz.

Emperyalizmin hegemonyası Türk-İslam sentezi şeklinde Cumhuriyet’in üzerine çökünce, Sünni gericilik Aleviler üzerinde Çorum, Maraş, Sivas ve gene Sivas katliamlarıyla baskıyı yenilemiştir. Bu günümüzde de devam etmektedir. Ama bunun yanı sıra laik Cumhuriyet’i çökertmek için Aleviler üzerinde başka oyunlar da oynanmaktadır.

İkinci saldırı kolu şiddet içermemektedir. Alevi ritüellerini kurumsallaştırarak içeriğinden uzaklaştırmak, onları gerici sistemin bir parçası haline getirmek istiyorlar. Alevi toplulukları dini anlamda kurumsallaştıkları an Alevi olmaktan çıkacaklardır, çünkü zaten varlıklarının tanımı temelde bunu reddetmelerinden ibaret olup, gerisi teferruattır. Şiiler ile aralarındaki önemli farklardan birisi de budur. Gene de bu konu Alevilerin bir kısmının kafasını karıştırmamış değildir.

Üçüncü saldırı kolu Avrupa’dan, özellikle Almanya’dan gelmektedir. Laik Cumhuriyet’in dayanaklarından birisi olarak gördükleri Alevileri vakıf ve dernekler yoluyla etkileyerek ülkeyi ayrı kimliklere bölme oyunundan hiç vazgeçmiyorlar.

Dördüncü saldırı kolu ise Alevilerin Kürtlerle komşu oldukları yerlerde kafa karıştırarak onları Cumhuriyet’ten uzaklaştırma programıdır. Ancak Alevi yurttaşlarımızın bunu da gördüklerini biliyoruz.

Yirmi milyona yakın Alevi yurttaşımız çoğunluk itibariyle laik Cumhuriyet’in destekçisidir. Bu nedenle Cumhuriyet’i yıkmak üzere harekete geçen emperyalizmin iki büyük destekçisi olan Sünni gericilik ve etnik bölücülüğün hedefleridir. Ne yazık ki bazı Alevi yurttaşlarımız emperyalizmin liberal destekçilerine katılmıştır. Bağımsızlık ve demokrasiden yana olanların bu konuları daha fazla tartışması, bulgu ve yorumlarını paylaşması beklenir.

3.

Baskıya ve zulme karşı mücadelede herkesin durakladığı bir an gelir: iki yoldan birini seçmek zorundasınız:

Ya genişleyeceksin ve kendinden olmayanlarla sıkıntılı bir işbirliğine gireceksin, ya da daralacaksın ve kendine yakın olanlarla kafaca daha rahat ama nispeten etkisiz bir halde kalacaksın. Ama zaten durum öyle ki bazılarıyla bir konuda, diğerleriyle de başka bir konuda anlaşıyorsun. Ne yapacaksın?

Giderek uzaklaşan bir geçmişte, faşizme karşı birleşik cephe zamanında birbirini hain olarak gören ve nefret eden sayısız solcu grup bu dalgalanmaları yaşamıştı. Avrupa işgale uğrayınca bunlar bir de çok farklı ulusal bağımsızlıkçı akımlarla karmaşık ilişki ve çatışmalara girdiler.

Günümüz ortamı çok değişti, mukayese edilecek şeyler konusunda dikkatli olmalı. Ama muhalefetin birlikteliği sorunu aynı olmasa da benzer sayılır.

Arkandan iş çevirmeye kalkanlarla, art niyetle yanına gelenlerle, çok farklı amacı olanlarla, seni geçici bir süre için kullanmak isteyenlerle ve daha bilmem kimlerle bir arada bulunmak hiç de kolay bir iş değil. Ayrıca biliyorsun ki esas çıngar mücadele başarıya ulaşırsa çıkacak. Ama

ACABA ÜÇÜNCÜ BİR YOL VAR MI?

Var ama bunun koşulları çok daha zor. Hatta imkânsız gibi. Ortak taleplerde anlaşıp birbirine karşı açık olmak şimdilik pek mümkün görünmüyor. Birincisi bir ihtimal, en azından düşünce planında kısmen mümkün de, ikincisi hiç değil. Çünkü art niyetlilerin ruhlarını, onların kendilerinden iyi tanıdım son kırk yıl içerisinde.

O HALDE

Şimdilik küçük adımlarla gitmek gerekir.

Öncelikle hiçbir şekilde yan yana olunamayacak olanları elemeli.

Sonra samimi görünenler arasında durum tespiti yapılmalı. Ne var ki bu dahi -günlük bazı işler dışında henüz oluşmamış olan- bir asgari işbirliğine gerek gösteriyor. Liderlik ise çok daha uzak.

Bu liderlik oluşuncaya kadar da herkes kendi bölgesinde veya kendi alanında karşısına çıkan sorunlar için mücadele etmelidir.

Zaten yapılan da bundan ibaret diyorsanız, mesele kalmıyor. Yeter ki art niyetlileri tespit ederken fazla yanılmayın.

4.

Nasıl bulmalı?

Godfather üçlemesinin birinci filmi sonuna yaklaşırken Marlon Brando oğlu Michael Corleone rolündeki Al Pacino’ya eğilir.

“Barış teklifini kim getirirse hain odur” der.

Nitekim olaylar öyle açılır..

Pekâlâ, bizdeki haini nasıl bulacağız?

Kulağınızı yaklaştırın:

“Anti-emperyalist mücadeleyi kim baltalıyorsa, kim önemsiz göstermeye çalışıyorsa hain odur.”

Anti-emperyalist mücadeleyle bağı kurulmayan her çaba sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.

Yoksa bizim kimseyle derdimiz olmazdı.

Bütün siyasetler bu esas üzerinde parçalanacak ve yeni mevzilenmeler olacak, ama bu süreç uzunlu kısalı birçok karmaşık aşamadan geçecek.

5.

ALTERNATİFSİZ KRİZ

Alternatif meselesi iki açıdan mücadelenin özüdür.

Birincisi, hedef belli olmayınca yola çıkan kervanlar daha ilk menzile varmadan dağılmaya başlıyor.

İkincisi, bazı ara hedefler olsa bile yeteneksiz liderler bunları elde etmek için alternatif yollar bulamayınca bin bir zorlukla oluşan potansiyeller boşa gidiyor.

Hem hedefte, hem de yolda şaşılıyor.

Neredeyse yarım yüzyıldır dünyanın her yerinde emekçiler sermaye karşısında mevzi yitiriyor. Sendikalar ve sol partiler cılızlaşıyor, sosyal haklar alabildiğine azaltılıyor, kamu kaynakları büyük sermayeye aktarılıyor, işçiler taşeronlara çalışmaya başlıyor, her şey özelleşiyor ve temel haklar sınırlanıyor.  Bunun nedeni emekten yana güçlerin reel sosyalizmin yerine bir alternatif yaratmayı başaramamasıdır. Böylece, kapitalizmin bin bir talanı altındaki dünya “alternatifsizlik krizi”nden çıkamıyor. Başka şeylerin yanında, çevre konusunda da, adı sosyalist olan ülkelerin sicili hiç temiz değil. Dünyanın yeni bir kamu hukukuna ihtiyacı var.

Herkes bir şeylere karşı çıkıyor. Ama nasıl yaşanması gerektiği konusunda slogan ötesinde bir şey olmayınca mücadeleler sönüyor. Bu durum insanların abuk sabuk teorilere niçin kapıldıklarını da açıklıyor.

Türkiye’de durum biraz daha vahim çünkü kapitalizm ve emperyalizme karşı mücadeleler etnik ve din-mezhep çatışmalarıyla daha da bulandırılıyor. Emekçilerin mücadelesi yerine mezheplerin, laik-şeriatçı karşıtlığının, etnik grupların mücadelesi öne çıkıyor. Bu içinden çıkılamayan bir çember oluşturuyor.

Alternatifsizlik herkesi boğuyor.

Önümüzdeki en büyük engel alternatif varmış gibi davrananlardır.

6.

İslam dünyasında uluslaşma süreçleri niçin sabote ediliyor ve bir tanesi (Kürtlerinki) niçin teşvik ediliyor?

İslam dünyası öncelikle stratejik Avrasya anakarasının güneybatısını ve güneyinin büyük kısmını kuşatmakta ve ayrıca dünya enerji rezervleri ve yollarına hâkim konumda bulunmaktadır. Bu nedenle yarım asra yakın devam eden Soğuk Savaş döneminde bölgenin emperyalizm tarafından denetimine eskisinden de daha çok önem verilmiş ve yeşil kuşak oluşturulmak üzere en tutucu şekilde siyasileşmesi teşvik edilmişti. SSCB’nin çöküşünü izleyen dönemde ise, batının bölgeye yönelik politikalarında belli bir değişiklik olmuştur. Türkiye gibi SSCB’ye direnecek ulus devletlere gerek kalmamış, SSCB dayanaklarını yitiren radikal Arap ülkeleri de tasfiye edilebilir hale gelmiştir. Yeni durumda;

ABD artık siyasi ve askeri gücü iyice azalmış olan Avrupa’yı yedeğine almış bir büyük blok teşkil etmekte, Çin başta olmak üzere giderek güçlenen Asya Pasifik blokunu kuşatmaya çalışmaktadır. Afganistan ve Pakistan meselelerinin özü de stratejik Orta Asya bölgesi ile, buraya en yakın ulaşım hattının elde tutulmasıdır. (Rusya’nın iki kutup arasındaki yeni yeri ise ayrı bir konudur.)

İslam dünyası, Doğu Asya gibi öne çıkacak bilgi ve üretim potansiyeline sahip olmamış, keza çağdaş yönetim sistemlerini geliştirmemiş/uygulayamamış durumdadır ve öyle kalması emperyalizm için çok uygundur.

Bir bölgeyi denetlemek oradaki egemenliği açık veya örtülü bir şekilde tasfiye etmekten geçer. EGEMENLİK SADECE VE SADECE ULUSLARA AİT BİR HUSUS OLDUĞU İÇİN, bunun yolu ulusların iradesini kırmaktır. İslam ülkeleri uluslaşma sürecine daha geç girmiş olduğu için de, buralarda konu uluslaşma süreçlerinin sabote edilmesi şeklinde tezahür eder.

İslam ülkelerinin arasında uluslaşma sürecine en geç giren kesim olan Kürtler ise Türkiye, İran, Suriye ve Irak üzerinde baskı teşkil ederek İsrail ve Ermenistan’ın güvenliği için önemli bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Bunun gerekleri, özellikle Türkiye üzerindeki denetim eksikleri giderilerek yerine getirilmektedir. Keyfiyetin Kürtlerin arzularıyla çakışması veya çakışmaması emperyalizm için önemli değildir. İşlere, bunların çakışacağı bir ayar verilir. Çakışması istenmeseydi, Kürt meselesi Soğuk Savaş dönemindeki gibi marjinal bir ses olarak kalırdı. Uluslaşma, her halükarda çok acılı bir süreçtir ve komşular birbirlerinin kanını dökmeden gerçekleşemez. Dış müdahaleler ise durumu daha karmaşıklaştırıyor. Başkasının aklıyla hareket eden AKP her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyor, kaş yapacağım derken göz çıkarıyor.

 7.

Türkiye ahalisinin en önemli hususiyetleri nelerdir diye sorsanız, mesela… aklınıza takılmış olsa ve çok farklı kültürel grupların varlığına rağmen ortak özellikler nelerdir deseniz.

Bir düşünelim…

Öncelikle büyük bir mutsuzluk potansiyeli olduğunu söylerim. İnsanlarımız her durumda bir sıkıntı yaratmayı başarıyor ve bunu en üst basamağa kadar çıkarıyor. Adeta beddua yemişiz. Bir Pazar günü kır kahvesinde oturup gelenleri izleyelim. Birisi çayı, diğeri tostu beğenmez, ötekisi de “bu bardağın beli yeterince ince değil” diye karalar bağlar. Çocuklu karı koca tek bir laf etmeden iki saattir somurturken, diğer masada genç çiftin daha yeni kavga ettiği belli.  Biraz ileride oturan boyalı kadın “neredeyse öğlen oldu daha kimseye çatamadım ağız tadıyla” diye pufluyor. Böyleyiz yani… Ve bunu haftanın yedi günü çoğu ortamda görüyoruz. Ve ezici çoğunluk birazcık mutlu olsa, bireyi yok sayan ideolojiler ve inançlar bu kadar yayılamazdı.

İkinci hususiyete gelince, dünya halkları içerisinde kendisini bu kadar sevmeyen, bu kadar kötülük yapan bir başkası olmadığına eminim. Anadolu ahalisi arasına karışmış küçük hesapçıların sayısı az değildir ve bunlar ufacık kazançlar için neler yitirildiğini düşünse bu kadar işbirlikçi çıkmaz, yağma bu kadar yaygın olmazdı.

Üçüncü özellik ise her söyleneni tersinden veya bir köşesinden muhtemelen eksik algılayıp karşısındakine hemen hırlamaktır. Bu konuda sabırlı ve (en azından görünüşte) nazik halklardan, örneğin uzak doğululardan biraz örnek almak gerekir.

Pekâlâ, iyi özellikler nelerdir? deseniz…

Çok okur, çalışkandır, güler yüzlüdür, tabiatı sever, yeşili ve canlı hayatı korur, kurallara ve başkalarına saygılıdır, merhametlidir, bilgiye ulaşmak için yapmayacağı yoktur, adımlarını düşünerek atar (daima planlıdır), boş konuşmaz ve boş lafa inanmaz, hurafelere karşıdır, akıllıdır kolay kandırılmaz, adalet duygusu gelişmiştir, kaliteye önem verir, yaşama sevinci sonsuzdur. Sevgiyle tutkuyu ayırt eder. Keza tedbirli ve hoşgörülüdür, tehevvüre kapılmaz. Sanatseverliği ise en üst seviyede değilse bile yüksektir. Bu kadar iyi haslet bir araya geldikten sonra sırtımız yere gelmez.

Başta sözünü ettiğimiz üç kusura gelince, o kadarı kadı kızında da olur.

Mehmet Tanju Akad

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir