Kültürel boşluk doldurulamazsa
KAPILAR EBEDİYEN KAPALI KALIR SOLCULARA
Mehmet Tanju Akad
1967 yılından itibaren toplumcu arkadaşlarımızla bir süre iyi günde, kötü günde birlikte olduk. 91’den sonra büyük kısmından uzaklaştık. Bir kısmı liboşluğu ve etnik milliyetçiliği sol görünüş altında öne çıkardılar, emperyalizmin hizmetine girdiler. Onlarla yolumuz ayrıldı. Bir kısmı ortaçağ anlayışıyla skolâstik, garabet bir Marksizm peşinde, onlara da “sizin yolunuz burada biter” dedik. Bir bakmışız, o da gitmiş, bu da gitmiş, çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane. Bin tane ama çanak devrilmiş, hepsi dağılmış, bir köşeye saçılmış. Birini toplasan diğeri düşer, düşeni alsan sinek kapar. Ama her biri kendi düştüğü yerde efelik taslar.
Keloğlan’a sorduk, acep nedendir?
Dedi Keloğlan “ben bildim bileli bunlar didişir durur, dediklerini ne kendileri anlar, ne de biz anlarız.”
Düştük yola, bilse ya bilse dedem Korkut bilir diye.
“Bunlar tutturmuşlar devrim diye, sanırlar ki devrim olacak her derde deva” diye bizi savmaya kalktı, ısrar ettik. “Ne yani”… dedik, “devrim değil midir çaresi her illetin?”
Öyle derin bir iç çekti ki dedem, karşıki dağlar inledi, inekler böğürdü, kargalar gakladı, sığırcıklar kapkara bulut gibi havalanıp üç tur attılar, tam tepemize gelirken kayboldular.
“Devrimi bir yapan pişman, bir de yapmayan, içi yapanları yaktı dışı yapmayanları, hepsini yedi kendi karşı-devrimleri” dedi. Aman dedem, yıktın bütün dünyamı, onlar yapamadıysa ne olmuş, biz yaparız devrimin en hasını, en alasını.
“Nah yaparsınız!” dedi Korkut, siz daha donunuzu toplayamazsınız, bu halinizle. Ya! Lütfen şeyi bozmayalım yani filan demeye kalmadan… kan ter içinde uyanırdım, uyuyor olsaydım şayet, ama zaten uyanıktım, keşke o gün hiç uyanmaz olaydım.
Devrimle karşı-devrim kardeştir, tıplı zararın karın ortağı olduğu gibi demeye kalmadan kafama indiriyordu sopasını ki hop zıpladım, kaçtım. “Kaç kere sıçradın şişman çekirge?” diye geçti dalgasını.
“Nar, ama nar, taneleri…” diye kekeledim. “Sen başka nar bul artık” dedi. “Onu beğenmezsin, bunu beğenmezsin, sen kendini nimetten mi sanırsın…” Burada “hususi” diyecekti aslında ama üsluba ters düşmesin diye ona “nimet” dedirttik. Sonuçta hikâye benim. İstediğim gibi konuştururum.
“Konuşturamazsın” diye hiddetlendi. “Biz sizlerin oyuncağınız değiliz.” Baktım diyalog sapıyor, Sordum “Ne olacak bu memleketin hali?” “Sen rakı içmezsin, geç o soruyu” dedi. Sululuğa vurdum, “nar şerbeti içsek, kızılcık desek.” … “Sana üç tohum vereyim, git bahçene ek” dedi.
Gittim ektim ilk tohumu. Nohut çıktı kavurdum. Çoğalttım, avuçla dağıttım.
Sonra ektim ikinci tohumu. Hiç bilmediğim garip bir bitki çıktı, meyvesini de kimse bilemedi. Kimisi kudret narı dedi, kimisi böcek yiyen çiçek dedi. Soldu gitti.
Korktum. Üçüncü tohumu ekmedim. Durup duru. Niye ekceemişim ki? Umut diye kalsın cebimde.
Şimdi siz bunları ben yazıyorum sanıyorsunuz ya, hiç de öyle değil. Ben bakarken şaşkın şaşkın, tuşlar kendi tıkırdıyor, okuyuncaya kadar üç satır önde gidiyor. Aman diyim!!!
Ne yazıyorsun kardeşim diye sorsam, evdekiler anlayacak, onlar ben yazıyorum sanıyorlar. “Maşallah, kaptırıp gidiyorsun tıkır da tıkır” diyorlar. Bozuntuya vermiyorum. Bakalım neler demiş.
Öncelikle,
halkın büyük kısmını karşı saflarda, geri kalanları da ilk kurtarılacak muhtemel taban diye görürseniz, yüzde bir kuyusundan çıkamazsınız. Ç-ı-k-a-m-a-z-s-ı-n-ı-z. Zaten muhtemel taban sandıklarınız sizi kuşatan en önemli engeldir. Oranlar değişebilir ama hedefiniz (hadi diyelim asgarisinden) yüzde seksenle savaşmaksa unutun. Bu, daha da fazlasıyla savaşmak anlamına gelir. Böyle bir kafa yapısıyla siyaset olmaz. Küfrettiğiniz adamlar sizin yüzünüze mi bakacak? Niçin baksınlar ki?
Toplum büyük bir kültürel ayrışmaya sokuldu. Alevi-Sünni olarak, Türk-Kürt olarak, batıcı-doğucu olarak, cumhuriyetçi, laik-ümmetçi olarak. Bunların dışında daha küçük bir sürü grup daha var. Büyük ve küçük fay hatları diyebiliriz. Bu ayırımlar sınıfların üzerinden geçen kümeler halinde. Her sınıf ve kesimde bu kümelerin hepsi birden yer alıyor. Sınıf ayırımının diğer kümeleri parçalayıp toplumda yeni bir kutuplaşma yaratması olanaksız. Sınıf mücadelesinin birçok sorunu var. Birincisi çok zayıf, dolayısıyla da yukarıda söz edilen fay kırıklarını değiştiremez. Ayrıca, ben bu yaşa geldim, daha çocuğunu proleter olmasını isteyen tek bir işçi görmedim. Bu işten sarı sendikacılar dışına kimseye ekmek çıkmaz.
Siyaset yapmak isteyen toplumda herkesle diyalog geliştirmek zorunda. Ona değmiş, buna değmemiş dersen etrafta kimseyi bulamazsın, şimdiki gibi dımdızlak kalırsın. Bütün solcular toplanıyor, iki tane biner kişilik miting yapıyor, çok görünsün diye de aralıklı duruyorlar. Sanki yiyen var. 1970’lerde batı solu da son nefesini vermeden önce böyle resimler çektirirdi. Çok pankart-az adam. Adın Mülayim mi?
Bir de şebelek solcular var. Nerede bir sorun olsa oraya kayıyorlar,” bundan bize bir şey çıkar mı?” diye. Sorunu olan da denize düşen yılana sarılır misali birkaç gün onlara yaslanıyor, ilk fırsatta “hadi yolcu yoluna” diyor. Vaah vah! Bak gene örgütleyemedin. Vıızt kayıp gittiler, arkalarından baka kaldın.
Bak dostum. Bütün devrimler 1914’ün doğrudan veya dolaylı ürünüdür. Dünya sarsıldı, toplumlar çatladı, sonra sermaye toparlanıp yitirdiklerini geri aldı, karşı devrim aldı başını gitti. Sen istersen öyle bir kriz daha bekle. Ama bu kafayla avucunu yalarsın. Daha bu işlerin en basit mekaniğini bile bilmiyorsun. Sonradan uydurulmuş efsaneleri gerçek sanıyorsun.
Siyaseti öyle yapmazlar, peynir ekmek yemezler.
Dur klavye dur! çok hızlı yazıyorsun, ya nasıl yaparlarmış, ne yerlermiş onun yerine…
Dedem Korkut çıkageldi, gene sopayı salladı. “Önce bildiğin her şeyi unut,” dedi. “Sonra dur, etrafına bak.” … “Eee! Baktım, n’oolmuş” dedim… “Eğer zihnin dağınıksa, gözlerine güvenemezsin” diye yapıştırdı. “Gerçekler etrafta, güneş kadar apaçık” dedim. Her yanıtı çoktan hazırlanmış gibiydi: “Gerçeklere dikkat et. Bir gerçek bulursan, bu gerçek senden ciddi şekilde değişmeni isteyebilir” diye yapıştırdı. Hebele hübele yaptım. Lafı karıştırmak istedim ama sözcükler kendi ağzımda karıştı. O kadar değişmesek olmaz mıydı? “Kendin değişmezsen sahtekârsın” dedi. Bu lafın altında kalmazdım ama fıtratıma şükretsin, gene dedemizdir deriz, sayarız, ederiz. Başka ne yapacağız.
“Öğrenmek için çok geç kaldınız, neresinden dönseniz kar ama biraz saksıyı çalıştırın” dedi, “böyle de olmaz ki.”
“Hakk-ı âliniz var, olmuyor” dedim.
Giderayak dönüp bağırdı: “Kendilerini dışlatmasınlar, kendi gettolarını inşa etmesinler” dedi. “Vay! ne laflar varmış sende, iletirim tabii” demeye kalmadan kayboldu. Bir daha nasıl bulurum, nerede bulurum diye sormama bile fırsat olmadı.
2 Responses
Tanju dost, Keloğlan ve dedem Korkut kökeni ne olursa olsun bu halkın ana damarlarından biri…yanı sıra gönülden cenk erlerini ve çelebileri de anmak gerek…Sözün özü öğrenmenin yaşı yok kendi toprağımızın sevgi dilini çoşkun akar suda yüzer gibi öğreneceğiz…. Haziran fos???… diye geçti “Haziran direnişi” parsası ile muhalefet edeceklerini sandılar, KIŞ çatıp geldi… önümüzdeki günlerde Ülke,Bölge ve Dünya artık yangın yeri… lamicimi yok devrimci dayanışma ve kollektif kruculuk ile Sulh ve hakkaniyet ekseninde yeni bir rota ile geleceği birlikye kurmaya doğru yol alınacak…fos??? meselesine gelince 2008-2104 gençliği bu sömürgen vampir parsacılara kendini sömürtmeme bilincine varmıştır… bizlerde bu zavatı sırça köşkte birakıp yeni tohumları umudunuz olan gençlere ELeteceğiz, onlarla birlikte ekim ve harman operatörlüğünü yapacağız…baki selamlar…
Bu yazının anafikri’ne katılıyorum. Hakikaten, kendini “hususi” sanmamalı insan… Kendi getto’sundan çıkmalı! Çık-ma-lı!