Mazlumların Bugünkü Cephesi-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Mazlumların mücadelesi yanardağ gibidir, yanar ve yakar, daha çok da yakar…

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

Günümüzün dünya ölçüsündeki baş çelişkisi ya da belirleyici çelişkisi, emperyalizm ile ezilen- mazlum halklar arasındaki çelişkidir. Sınıfsal temeldeki çelişkinin çözümü de, ulusal sorunların ve gerçek demokrasi meselesinin çözümlenmesi de, bu baş çelişkinin çözümüne bağlıdır. Onun için emperyalizme karşı mücadele, emperyalizmin yenilgiye uğratılması bütün halkların hayati sorunlarının çözümü için olmazsa olmaz ön ve belirleyici koşuldur. Dünyada emperyalizmin hegemonyası sürdüğü müddetçe bu çelişkinin gündemi belirlemesi kaçınılmazdır. Kırk yıl önce de bugün de esas çelişkinin emperyalizm ile ezilen-sömürülen halklar arasında olmasının nedeni bu somut gerçekliktir. Bugün de dünyanın çok büyük bir kısmını denetimi altında tutan güç hala emperyalizmdir ve farklı sömürü yöntemleriyle başta Afrika olmak üzere Asya’da, Amerika’da birçok ülkeyi sömürmekte, üs bölgesi olarak kullanmakta, iktidarları yıkmakta ve kurmaktadır. Direnme savaşlarına rağmen emperyalizmin dünya hâkimiyeti büyük ölçüde yok edilememiştir ve mücadele sürmektedir.

Emperyalist hegemonya ve sömürü yok edilmeden dünya halklarının rahat yüzü görmesi söz konusu edilemez.  Bu sorunun çözümü atlanarak daha üst çözümlerin gerçekleştirilmesi mümkün olmadığı gibi günümüzde dünyanın her köşesine sirayet etmiş olan bu yağmacılığa ve zorbalığa karşı mücadele verilmeden daha alt sorunların kesin ve doğru yönde çözümü de mümkün değildir. Çünkü emperyalizm küreselleşmeci politikalarla dünya yüzeyindeki bütün toprak parçalarını parsellemiş, enerji kaynaklarını, sularını vb. ele geçirmiş ya da ele geçirmek amacıyla hala saldırdığı için; bütün bu alanlardan silinme sürecine sokulmadan, devrimci güçlerin galibiyet yoluna kesin bir şekilde girmeleri gerçekleşmeden emperyalizme karşı mücadele, tavizsiz bir şekilde, bütün mücadelelerin önünde yer almak zorundadır.

BUGÜN EZEN-EZİLEN SAVAŞININ MEYDANI SURİYE’DİR

Bugün emperyalizm ile dünyanın ezilen halklarının arasında cereyan eden mücadelenin en sivri noktası Ortadoğu ve özellikle de bu bölgenin anahtar ülkesi Suriye’dir. Günümüzde Suriye’de gerçekte savaşan güçler, emperyalizm ile işbirlikçileri ve onların saldırılarına karşı duran dünyanın mazlum halklarıdır. Bu savaşın iç çelişkisi mazlum halkların gerçek temsilcisinin (işçi sınıfı ideolojisi) mücadelenin önderi konumunda olmamasıdır. Devrimci ideolojik ve politik önderlik mücadeleyi sürdürecek güce ve etkinliğe sahip olamayınca ya da ortalarda görünmeyince, emperyalist saldırıya karşı koyanlar mücadeleyi yürütme hakkını ister istemez elde ederler. Bu çarpıklık gerçektir ve gün geçtikçe, mücadele ayakta kaldıkça, yenilmediği sürece mazlumların hareketinin önderliğini elde etme hakkına sahip olurlar. Emperyalizme karşı mücadele eden bir hareket yenilgiye uğrasa bile bölge düzeyinde iz bırakacaktır. Bu anti-emperyalist önderlik BAAS da olsa gerçek değişmez.

Suriye yönetiminin diktatörlük olduğunu öne sürerek toplumu, “demokratizm” yaygarası ile ikileme sokarak Amerikancı ihanet çizgisine sürüklemek isteyen işbirlikçi çevrelerin bulanık suda balık avlama taktiklerini iyi anlamak gerekir. 1967 savaşından ve özellikle de Nasır’ın iktidarından sonra etkinliğini yitirmiş olan BAAS hareketini hala önemli bir ideolojik ve örgütsel güç gibi öne sürerek politik meta haline getirme gayretleri tamamen hedef saptırma ve saldırganlıklarını gizleme operasyonunun bir parçasıdır. Hasan Abisinin ve benzerlerinin bu yöndeki karalamalarını yoğunlaştırmalarının nedeni giderek saplanmakta oldukları bataklıktan çıkış olmadığını görmekte oluşlarındandır.

Yaklaşık yirmi yıldır Ortadoğu’yu ve çevresini teslim almak amacıyla kurgulanan emperyalist politikaların anlamını ve içeriğini kavrayarak tahlil etmek yerine kolaycı ve Batı emperyalizminin işbirlikçisi veya taklitçisi bir yaklaşımla “zamanın ruhu” ile açıklayanların, her toplumsal gelişmeyi “burjuva demokrasisi”nin ölçütlerine göre derecelendirmeye tabi tutanların emperyalizme karşı yürütülen mücadeleyi anlamalarını beklememek gerekir. Onlarda, emperyalizmin sömürüsü ve işgali, ülke kavramı ve yurtseverlik, halkların emperyalizme karşı mücadelesi ve kurtuluş savaşları gibi 1960 ve 1970’lerdeki devrimci değerler yok olmuştur. Batı emperyalizminin doğrudan veya dolaylı kontrolü altına girmiş olan bu tür kişi ve kuruluşlar ilericiliği, devrimciliği liberalizme indirgeyerek toplumsal ve siyasal gelişmeleri değerlendirmektedirler. Böylece içselleştirilen liberalizmin koruyuculuğu altında dinciliği, etnikçiliği ve emperyalizmin taşeronluğunu makulleştiren izahatlar yapacak kadar ileri gidebilmektedirler. Bu anlayış üzerinden gidilerek, ABD emperyalizminin çıkarlarına uygun bir biçimde bölgemizde yaratılan yeniden düzenleme, dizayn etme, BOP gibi adım adım işletilen süreçler, onlar için;  “demokratikleşme”, “din ve vicdan özgürlüğü”, “insan hakları” vb. olmaktadır.

EMPERYALİST POLİTİKALARI HALKLARIN DİRENİŞİ BOZGUNA UĞRATIR

Dünyanın anti-emperyalist güçleri, ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin saldırılarına karşı direnç gösterdikçe hem emperyalist cephede sorunlar derinleşmekte hem de kaybetme ihtimali gittikçe artan AKP gibi işbirlikçi-taşeronların durumları zora girmektedir. Suriye’nin gösterdiği direnç AKP iktidarını ve diğer işbirlikçileri kaygan zemine sokmaktadır. Onları kaçınılmaz sonlarına doğru itmektedir.

Suriye gerçeği Ortadoğu halklarını her zamankinden daha fazla bir biçimde iki kutba bölmüştür. Bunlardan birisi ABD-İsrail kampıdır ve AKP iktidarı bu cephenin en faal gücüdür. Bu karşı-devrim cephesinin en önemli diğer üyeleri ise Suudi Arabistan Krallığı, Katar Emirliği ve Mısır gibi Amerikan Sünniliğinin, “Sakallı Mübarek”lerin yönetime oturtulduğu ülkelerdir. Bu arada bölge ülkelerinden devşirilen paralı askerlerin, Amerikancı İslamın mücahitlerinin (El Kaideciler vb), Türkiye’de kurulan askeri kamplarda eğitilenlerin (Apaydın kampı vb) ve özellikle Suriye sınırını kontrolleri altına almış olan CIA ajanlarının bu savaşta oynadıkları etkili rolleri unutmamak gerekir.

Anti-emperyalist kesimde yer alanlar arasında bugüne kadar adı konmayan önemli güçlerden birisinin, AKP yönetiminin işbirlikçilerine rağmen, Türkiye halkı olduğunu belirtmeliyiz. Halkımızın ezici çoğunluğu ve aydınlarının çok büyük bir kısmı Suriye halkının emperyalizme karşı mücadelesinin yanında yer almaktadır. RTE’yi son zamanlarda en fazla çıldırtan da bu gerçektir. Halkın büyük çoğunluğu (son kamuoyu araştırmalarına göre yaklaşık %70’i) ve entelejansiyanın ağırlıklı kesimi uzun bir aradan sonra AKP iktidarının çok önem verdiği bir politikasına karşıdır. Kitleler iktidarın Suriye saldırısına karşıdır. Bu gerçek AKP’yi kaygan bir zemine sokmuştur ve emperyalist güç odakları da bu gelişmenin farkında olduklarını son zamanlarda açıkça göstermeye başlamışlardır. RTE, Gül ve Davutoğlu’nun Suriye’ye karşı Batılı devletlerin daha saldırgan ve kısa sürede sonuç alıcı politikalara yönelmeleri taleplerine karşı, emperyalistlerde isteksizlikler ve hatta bazılarında karşı duruşlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Taşeronlarının çizmeyi aşma konusunu zorlamaya başladığını, büyük güçlerin kendi işlerine uygun muhalefet oluşturmalarını, gizli pazarlıklarını zorladığını veya zora sokmaya başladığını, kendini olduğundan fazla önemseme hastalığına yakalandığını düşünmeye başladıkları ortaya çıkıyor. AKP yönetimi bundan sonra, ya deliğe süpürülmemek için hizaya gelecektir- özellikle ABD’ye daha fazla taviz verecektir ya da kaygan zeminde düşüşe geçirilecektir. Bu arada, çaresizlik içinde bocalayan AKP yönetiminin İsrail ile görünüşte kesintiye uğrayan ilişkileri yeniden geliştirmeye başlayarak ve son zamanlarda zorladıkları gibi İran ile düşmanlığı körükleyerek Batı’ya yaranmaya çalışacağını da düşünmeliyiz.

Fakat içinde yaşadığımız bölgede siyaset yapanların, oynanan her taşın birçok taşı oyuna sokacağını bilerek hareket etmeleri gerekir. Özellikle İran’a karşı oynan bir taş birçok taşı oyuna sokar. Örneğin Kürt meselesinde yeni cepheler açar, mezhep sorunlarını büyütür, enerji sorununda yeni gelişmeler yaratır. Daha da önemlisi dünyanın büyük güçlerinin Türkiye’ye karşı yürüttükleri politikalarda önemli değişikliklerin meydana gelmesine yol açar. Bu anlamda son gelişmelerle birlikte değerlendirilince görülmesi gereken bir diğer gerçek, ABD-İsrail cephesinin İran’a karşı yürütmekte olduğu operasyonun Rusya, Çin ve hatta Pakistan ve Hindistan için gittikçe daha önemli olmaya başlamasıdır. Bilhassa Rusya ve Çin’in İran’a karşı girişilecek bir saldırıyı görmezlikten gelmeleri sözkonusu olamaz. Böyle bir saldırıya karşı açıkça tavır almamaları ABD karşısında çok kutuplu dünya’dan vaz geçtikleri anlamına gelir. Bu tür bir gelişme, ABD’nin dünyada tek kale maç yapması sonucunu yaratır ki bu durum, dünyanın ve halkların yeniden sömürgeleştirilmesi anlamına gelir.

Görünen o ki; ufukta daha büyük çatışmaların belirtileri uç vermeye başlıyor. Suriye sorununu da İran’la yapılacak kavganın içinde çözmeyi düşünenlerin olduğu bilinmektedir. Bu ihtimal özellikle İsrail tarafından ısıtılmaya çalışılıyor. Son zamanlarda malum cemaat ve iktidar içindeki uzantılarının da bu oyunun içinde yer aldıkları görülüyor. Türkiye açısından bakınca, bu muhtemel gelişmeyi göremeyen ya da görüp de gelişmenin ağırlığını, yaratacağı devasa sorunları hissedemeyen bir iktidarın çaresine halk bakmak zorundadır. Çünkü sorun kendi geleceğiyle doğrudan ilgilidir ve var olma-yok olma sorunudur. Çünkü bu iktidarın haksızın, saldırganın, emperyalistin yanında yer aldığını ve hatta emrinde olduğunu artık halkımız da anlamaya başlamıştır. İşte bu yüzden halkımız iktidar partisinden ve anti-emperyalist muhalefet yürütmeyen diğer düzen partilerinden uzaklaşmaya başlamıştır. Yeni bir çare aramaktadır.

HALK HOMURDANIYOR

Uluslararası gelişmelerin ve bölgesel sorunların giderek daha da karmaşıklaşması AKP için çanların çalmaya başladığını gösteriyor. Bu gelişmelerden bugünden yarına sonuç çıkma ihtimali düşüktür ama gelişmelerin yönü AKP iktidarının düşüş sürecine girdiğini göstermektedir. Son zamanlarda, AKP iktidarına karşı hem Suriye politikaları hem de Kürt meselesinde gelinen nokta nedeniyle halk kitlelerinde önemli bir rahatsızlığın oluşmaya başladığı seziliyor. Dipten gelen homurtular yükselişe geçerken; halktaki bu gelişmeleri lehine çevirebilecek ve hızlandıracak örgütsel ve politik önderliğe, kapasiteye sahip ilerici-devrimci bir muhalefet gücünün varlığından söz edemeyeceğimiz de açık. Kısa ve orta vadede halkı yönlendirme kabiliyetine sahip ne sosyalist solda, ne demokratik solda ne de merkez sağda bir muhalefet gücünün var olmaması iktidarın gerilemesini hızlandırmayı geciktirmektedir.  Bu yönde bir gelişmeyi, AKP içi çatışmaya bırakmak sosyalistler için her şeyden önce büyük bir ayıptır.

Açıkça söylemek gerekirse, bu durum sol muhalefet için bir utançtır. Sosyalistlerin bu kadar ciddi ve ağır bir çaresizlik içinde olmasının nedenlerinin üzerinde ayrıca durulması ve sorunun kaynaklarının açıklıkla sergilenmesi gerekir. Gerçekleri gizleyerek, görmezlikten gelerek ancak hastalığın daha da ağırlaşmasına hizmet edilir. Sol partiler, hareketler ve tek tek kişiler bu sorumluluktan kaçamazlar. Solun başarısızlığının ve yanlışlarının sorumluluğu hepimizin üzerindedir, hiç kimse bu sorumluluktan vareste değildir. Özellikle de yirmi yıldır solun önünü tıkayanların sorumlulukları unutulamaz…

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir