Yazıya başlarken, bugüne kadar niçin “Arap Baharı”ndan hiç söz etmediğimi
söyleyeyim. “Arap (sözde) Baharı” denilen şeye, bir hayal, ya da aldatmaca olduğu için hiç inanmadım. Her geçen gün bunu bir kez daha ispatlıyor. ” Bu sözde bahar bölgenin emperyalizmin denetiminde yeniden yapılandırılmak üzere istikrarsızlaştırılması olarak tarihe geçiyor. Libya ve Suriye kan banyosu içinde kıvranıyor. Gerici emirliklerin ve Suudilerin petrol paraları Mısır’daki gibi baskıcı yönetimleri (ya da Suriye’de olduğu gibi teröristleri) desteklemek için oluk gibi akıyor. Türkiye’ye ne kadar geliyor, hangi kanallardan geliyor, nerede kullanılıyor diye sormayın, bilmiyorum ama tetkik edip hesaplayabilen olursa çok makbule geçer.
Öte yandan “Arap Baharı”nın gerçekleri de vardı. İktidarı ne zaman gasp ettiği bile unutulmuş despotlara karşı halk tepkisi gerçekti örneğin. Ama bu tepki, özellikle gençlerin tepkisi örgütsüz olduğu için, örgütlü gerici güçlerin emperyalizmin desteğindeki müdahaleleri için bir vesileden ibaret kaldı. Siyasi desteğin yeterli olmadığı noktalarda emperyalizm ya Libya’da olduğu gibi doğrudan askeri operasyonlarla, ya da Suriye’de olduğu gibi Irak, Ürdün ve Türkiye üzerinden terörist grupları silahlandırıp sevk ederek müdahale ediyor.
MUHAMMET MURSİ NİÇİN DEVRİLDİ
Bunun birden fazla nedeni var. Öncelikle Amerika ve İsrail’e yeterli kadar güven vermediğinden başlayabiliriz. Evet, Gazze tünellerini kapatmıştı ama İran ve Rusya ile ilişki kurmuş, tam bir kukla olmayacağını göstermek istemişti. Halbuki ABD ve İsrail Mısır’da her zaman kendi politikalarıyla tam uyumlu bir lider görmek ister. Enver Sedat Camp David’de anlaşmaya oturduğundan beri ABD her yıl Mısır’a belli bir para veriyor (bu galiba son yıllarda 1.3 milyar dolardır). Bu İsrail’e güvenlik satın almak için harcanan bir para olarak görülebilir. Bu para karşılığında rüzgar gülü gibi dönen ya da kırk kapıyı çalan bir adam görmek istemezler. Amerikan basını şimdi darbe oldu bu parayı verecek miyiz tartışmasına girdi. Sanki bu darbe hükümetlerinin en azından zımni onayı, ya da muhtemelen örtülü desteği ile gerçekleşmemiş gibi.
İkinci olarak, Mursi tüm Mısır halkının değil de adeta Müslüman Kardeşlerin başkanı gibi hareket etti. Atamalarda taraf tuttu, kadrolaşmaya gitti ve Mısır’ın hiçbir sorununa çözüm getiremedi. Fakir halkın ve orta sınıfların durumu şimdi iki yıl öncesinden daha kötü bir noktaya geldi. Tarım üretiminde artış olmadığı gibi, en büyük döviz girdilerinden birisi olan turizm de gittikçe azalıyor. İşsizlik çok büyük. Bunun yanında açlık sorunu her geçen gün artıyor. Mısır ihtiyacı olan gıda maddelerinin yaklaşık yarısını ithal etmek zorunda ve petrolü olmadığı için bunu da satın alıyor. Yoksullar ekmek dağıtılan fırınların önünde yarı aç bekleşiyor. Çocukların üçte birisinde beslenme yetersizliği var. İthalata bu kadar bağımlı ülkenin döviz rezervleri ise günden güne eriyor. Yani: MISIR, MEVCUT DOĞAL KAYNAKLARI ve NÜFUSU ile ÇIKIŞI OLMAYAN BİR ÜLKE. Emperyalist sistem içerisinde bu sorunları çözmesinin hiçbir yolu yok. Ve emperyalizm onu bu durumda tutmaktan büyük yarar sağlıyor. Ancak dış yardımla yaşayabildiği (yani halk ancak bu sayede fiziki olarak hayatta kalmasını sağlayacak kaloriyi alabildiği için) hareket imkanı çok sınırlı. Bunu biraz esnetmek isteyen herkesin başı, biraz daha fazla belaya girmiş olacaktır. Mısır’daki yeni yönetimler şimdi işleri düzeltmek için çok daha geri bir noktadan başlayacaklar.
Şimdi tekrar Mursi’ye bakalım. Şayet belli bir siyaset değişikliği yapmak istiyorsan önce bunun koşullarını hazırlaman gerekir. Bunun ilk adımı Mısır halkının çoğunluğunun desteğidir. Örneği de Nasır’dır. (Gerçi Nasır’ın bugün asla tekrarlanamayacak olan “başarısı” esas olarak kitleleri gaza getirmesine ve Soğuk Savaş koşullarında emperyalizme karşı SSCB’den destek almasına dayanıyordu. Bununla birlikte, Süveyş’in millileştirilmesi dışında ekonomide ve muharebe meydanlarında sürekli çuvallamasına rağmen hiç değilse halk desteği gerçekti). İçte desteğini sağlama alırsan dışarıya karşı da daha dirençli olursun. Hele Mısır gibi bir ülkede. Ama Mursi zaten seçmenlerin beşte birinin oyu ile iktidara gelmişti. Bu, toplam seçmenin sadece dörtte birinin oyuyla iktidara gelen Erdoğan’dan da daha azdır. Demek ki Mursi kendisini olayların akışına kaptırmış ve desteğini iyi hesaplamadan yaptığı girişimlerin altında kalmıştır. Erdoğan hiç olmazsa uzunca bir süre (kırarak, sararak, borçlanarak, satarak da olsa) ekonomide bir rahatlığa sahip olmuş ve ülkeyi yağmalatarak geniş kesimlerden destek almayı sürdürmüştür. Mursi’nin durumu ise bu açıdan felaketti. Aç kalabalıklar ve hızla azalan döviz kasasının başında sıra bekleyen iktidar ortakları. Mübarek’i de yakan bir kasa. Yağmalatacak başka bir şey yok ki. Her şeye rağmen, ya da her şey göz önüne alınınca, Mursi’nin başına gelenlerin Erdoğan’ın uykusunu kaçıracağı muhakkaktır. İyi de buraya nereden geldik? Neden geldik, hiç anlamadım yani… Yoksa, Mursi’nin gidişinin Suriye’deki gelişmeler ile bağlantısı mı geçti aklımızdan. ÖSO’nun yenilgileri Orta Doğu’da neleri değiştiriyor, daha da neleri değiştirecek diye düşünmüş olabilir miyiz acaba? Suriye taşını yerinden oynatamamaları (hala tam kesin sayılmazsa da muhtemel gelişme bu yöndedir) Türkiye dahil, bütün Yakın Doğu’nun geleceğini belirleyen en önemli olayıdır. Diğer olaylar uzun süre bu taşa bağlı kalacaktır. Ama oynarsa tam kıyamet olur, bilesiniz.
Bu arada komik bir ifadeye rastladım. “Bazı Kahireliler orduyu, bir süre önce kendilerini ordudan kurtaran politikacıdan kurtarmaya çağırdılar” diyordu. Bir başka garip ifade de Mursi’nin başkanlığın web sitesi kapatılmadan önceki son dakikalarda yayınlanan sözleriydi: “devrimimizi çalıyorlar” diyordu. Bu devrim acaba ne devrimiydi? İslamcı kesimler iktidara her gelişlerini devrim, iktidardan her gidişlerini de karşı devrim olarak mı görüyorlar acaba. Öyle gibi…
Diğer yandan, sokağın gücü ve askerin gücü bu bölgede iktidarları çok daha fazla sarsıyor. Bunun nedeni sürekli istikrarsızlık ve darbe geleneğidir. Türkiye ve Mısır’ın bu anlamda benzerliği var. Orduları da epeydir aynı yerden donatılıyor. Şimdi bize bir soruyu daha yanıtlamak düştü. Mısır’daki yeni rejimi nasıl tanımlayacağız? Evet darbeci elbette, ama sosyal anlayışı itibariyle ne? Anti-köktenci mi? Neo-liberal mi? Sözde -“ulusalcı” mı? Ya da şu anda bunu tanımlamaya çalışmanın bir anlamı var mı? Bazı kişiler “darbeden demokrasi çıkmaz” gibi incilerle sözde tahlil yapıyor. (Yağmur ıslaktır da diyebilirler). Bari darbenin mekanizmasını ve emperyalizmle ilişkisini de açıklayıverseler de, tam rahata ersek.
Mehmet Tanju Akad