Muhalefetin Gündemine Ne Oldu?- Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

15 Temmuz Fethullahçı darbe girişimi öncesi ülkemizde toplumsal muhalefet hattının geçeceği temel koordinatları çizmeye aday olduğu iddia edilen tartışmalar yapılmaktaydı. Bu tartışmalar her ne kadar dar bir çevreyle sınırlı kalsa da cüretli tonlar ve vurgular taşıyordu. Biz bu yazımızda iki ana başlık halinde bu tartışmaların ne olduğunu anımsatmakla yetineceğiz. Bunu yaparken de ülkemizde toplumsal muhalefete aday olduğunu öne süren güçlerin başını çektiği bu türden tartışmaların neden dar bir çevreyle sınırlı ve uçucu kalmaya mahkum olduğunu düşüneceğiz.

  1. Anayasa Tartışması:

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) önderliğinde yeni bir Anayasa yapımına ortak olmanın, sonucu baştan belli bir oyuna dahil olmak olduğu yönünde 15 Temmuz öncesinde sıkça tartışmalar yapılmaktaydı. Bu tartışmalarda başı Haziran hareketi bileşenleri, onlarla birlikte hareket eden bazı entelektüeller ve kimi duayen isimler çekmekteydi. Bu hareket tarzının temelini, AKP’nin halen sürdürmekte olduğu rejim değişikliği programını henüz sahip olmadığı yasal temellerine dayandıracak, dahası buna muhalefeti de eklemleyerek Başkanlık sistemini meşrulaştıracak bir kurguya direnmek oluşturuyordu. Bu direnişin de yurttaşlık, laiklik ve hukuk kavramlarını merkeze alan bir eksende geliştirilmesi düşünülmekteydi.

İlk bakışta oldukça makul gibi görünen bu siyasal hat, emperyalizm faktörünün hesaba katılmaması ve tutarlı bir tarihsel eleştirinin yapılma gereğinin duyulmaması nedeniyle düzgün örülememiştir. Bu hattı önerenler, emperyalizmin AKP ile geliştirdiği tarihsel ittifakın herkesin gözüne soktuğu, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelenin birbirinden ayrılamayacağı basit gerçeğini göremediler. Bunun yerine laiklik ve yurttaşlık kavramlarını tüketerek içini boşaltmayı tercih ettiler. Bugüne kadar yurttaşlık kavramını hakir gören, ona tepeden bakan bu zihniyetin bu tavrı halk kitlelerine samimi gelmekten uzaktır. Burada da, ülkemiz solunun ve son çözümde ülkemizin dinci gericiliğe teslim olmasında büyük sorumluluğu olan solun belli başlı kadrolarının özeleştiri yapmaksızın tarihsel bir hesaplaşmaya önderlik etmeye çalışması yatmaktadır. Halkımızın yıpranmış ve güven vermeyen isimlerden kurulu bir siyasal önderliği kabul etmesi mümkün değildir. Siyasal önderlik halka ve kitlelere umut ve güven verir; bu güven neticesinde kitleler de ona sempati ve güven duyar, ona katılır.

Anayasa tartışmasının dayandığı muhalefet stratejisinin örtük taktiklerden biri de şu idi; Kürt hareketinin KCK-HDK yapılanmasına benzer bir yapılanmayı ülkemizin batısında da halk meclisleri olarak örgütleyerek ortak mücadeleye kanal açmak ve kaçınılmaz gibi görünen ekonomik kriz koşullarının zorlamasıyla AKP iktidarını sarsmak… Bu saptama açıkça dillendirilmese de yapılan tartışmaların içeriğinden adeta taşıyordu. Ama halk ortak duyusu tarihsel tecrübelerine dayanarak bu çürük ve tutarsız taktiği gördü ve itibar etmedi. Zira bu denklemde emperyalizm olgusu yoktur. Emperyalizmin ülkemizin yıkımla sonuçlanacak bölgesel stratejilerinde pay kapmaya çalışan hareketlerle işbirliği geliştirmek gibi tuhaf bir düşünce ancak kıvrak politika oyuncularının kafasından çıkabilecek bir şeydir. Ülkemizde yurttaşlık bilincinin yeniden yükseltilmesi, laiklik ve hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla yaşama geçirilebilmesi, ancak ve ancak emperyalizmin bölgemizde ve ülkemizde dayattığı siyasal gericiliğe ve şiddete devrimci bağımsızlık temelinde karşı koyarak başarılabilir. Bunun için de büyük güçlerle masaya oturma ihanetini gösteren hareketlerle işbirliği yapmak değil, tersine mücadele etmek gerekir.

Nitekim ne olmuştur? Ülkemizin uluslaşma sürecini de çarpıtan bu dış dinamik bir anda harekete geçerek yeniden gündemi belirlemiş, seçenekleri değiştirmiş ve 15 Temmuz sonrası bambaşka bir konjönktür gelişmiştir. Kendisi bir güç olamayanlar ancak büyük güçlerin koşullarını belirlediği çatışmalarda basit bir seyirci olurlar. Emperyalizme karşı mücadele ülkemizde ve bölgemizde başat sorundur, bütün çelişkilerin kendisinin çözümüne bağlı olduğu biricik çelişkidir, bu bakımdan nitelik belirleyicidir. Bugün pek çok uçucu tartışmada olduğu gibi Anayasa tartışması da “hikaye” olmuştur. Gelecekte ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Bugün CHP başta olmak üzere pek çok siyasal güç yeni anayasa sürecini tartışmakta ve AKP’nin meşum “inşa” söylemini paylaşmakta beis görmemektedirler. Sözüm ona CHP’yi etkileyerek sola çekmeye çalışan kimi çevreler de bölgede ABD’den Rusya’ya herkesin ABD’nin kara gücü olduğunu bildiği güçleri nasıl olup da bu işin içine çekeceklerini tartışmaktadırlar. CHP bu haldeyken başarı şansları da vardır. Ne diyelim, yolunuz açık olsun…

  1. Demokrasi Cephesi:

 

15 Temmuz öncesinin bir diğer “hararetli” başlığı da bu idi. Cephe düşüncesiyle ilgili, memleketin neredeyse sosyalist “kalem erbabı” yazıp çizerek görüş beyan ettiler. Herkes kendince bu tartışmaya bir katkı yaptı. Elbette ki böyle tartışmalar değerlidir, bu konuda düşünce üreten kişiler de harcadıkları emekten dolayı saygıyı hak eder. Ancak şu da var ki, böyle cephe vb.. türü oluşumlar, üç beş entelektüelin bir araya gelip tartışarak başarabileceği şeyler değildir. Masa başında memleket kurtarmanın zamanı çoktan geçmiştir. Kaldı ki part-cephe ilişkileri ve kurulacak cephenin karakteri hakkında tarihte yapılmış pek çok tartışma vardır. Bu tartışmalar gerek dünyada gerekse ülkemizde, üstelik konunun ustaları tarafından spmut pratiğin içerisinden yapılmıştır. Bu bakımdan günümüzde halk kesimleriyle hiçbir organik bağı olmayan, durduk yerde teorik tartışma yapan çevrelerin ürettiği “kimi parlak fikirlerin” gündelik yaşamda karşılığı olmaması doğaldır. Bir düşünce ne kadar parlak ve tumturaklı olursa olsun, kitlelerin gündelik yaşamında bir karşılığı yoksa ya da bir mesele yanlış biçimde tartışılıyorsa hiçbir sonuç üretmez. Ancak havanda su döğülür.

Cephe tartışmalarıyla ilgili ikinci nokta da, Kürt hareketinin bir süre sonra süratle bu tartışmaya katılması, deyim yerindeyse “atlaması” olmuştur. Zira bu taktik Kürt hareketi açısından yeni değildir. Kürt hareketi yıllardır sayısal üstünlüğüne ve arkasındaki halkın örgütlü politik gücüne dayanarak Türkiye’deki bütün sol kıpırdanmaları kendine yedeklemeye çalışmaktadır. Bu artık herkesin bildiği bir sırdır. Bu çevrelerin yayın organlarını izleyen herkes “demokrasi cephesi” gibi arkasında Kürt örgütlülüğü dışında ciddiye alınacak bir güç olmayan projelerin belirli bir süreden sonra Kürt hareketinin siyasal hegemonyasına gireceğini herkes bilir. Defalarca denenmiş bir işten farklı sonuç beklemek için oldukça saf olmak lazım.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir