Neden ve Nasıl Ulusal Egemenlik?-Doğan Subaşı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Nisan ayının önemli günlerinden biri de, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Ulusal egemenlik kavramının Türkiye’deki gelişimi ve uygulaması üzerinde nedense yeterince durulmuyor.  Bu yazıda ulusal egemenlik konusunda, kritik birkaç konuya değineceğiz.

23 Nisan 1920, biliyorsunuz TBMM’nin ilk açılış günü idi. Ertesi yıldan itibaren bu açılış, kutlanmaya başlandı. Daha sonra ulusal egemenlik bayramı olarak nitelendirildi.

1930’lu yıllardan itibaren okullarda okutulmaya başlanan Medeni Bilgiler (ya da Yurttaşlık Bilgileri) kitabı, Atatürk’ün yazdığı ve onun değişik konularda görüşlerini kapsayan ilginç bir kitaptır. Bu kitabın bir kısmında Atatürk, devlet sistemlerini tartışır. Ona göre 3 tür devlet sistemi vardır.

Monarşiler; bunlar “tek adam yönetimi”nin egemen olduğu ülkelerdir. Örneğin, padişahlık, krallık, diktatörlük vb., yapıları, ideolojileri ne olursa olsun, sonuç olarak monarşidir.

Oligarşiler; bunlar, belirli bir grubun, bir zümrenin siyasal iktidara egemen olduğu ülkeleri kapsar. Burjuvazinin, işçi sınıfının, belirli bir ulusal kimliğin, belirli bir dinsel ya da mezhepsel anlayışın vb. siyasal iktidarda olduğu ya da belirlediği sistemlerdir bunlar.

Atatürk, bu iki anlayışı da ret eder.

Halkçılık (Demokrasi) prensibine uygun devletler ki Atatürk’ün benimsediği devlet biçimi budur. Burada, toplumun bütün bireyleri, yurttaş olan herkes, etnik kimliği, mezhebi, dini, cinsel yönelimi ya da cinsel kimliği ne olursa olsun, eşit bir şekilde devlet yönetimine katılmalıdır, sosyal ve siyasal hakları olmalıdır. Yani siyasal iktidara gelebilmelidir ya da onu belirleyebilmelidir. (Kitapta demokrasi sözcüğü, “halkçılık prensibi” kelimelerinin yanında, parantez içinde yazılmıştır. Sanırım halkçılık, demokrasi sözcüğünün eşdeğeri olarak düşünülmüş olmalıdır.)

Gerçekten de 1920’de TBMM’de oy hakkı tartışılırken, siyasal iktidarı belirlemek için kimlerin oy kullanabileceği tartışması yapılmıştı. Meclis’te, sadece okumuşların, belirli bir eğitim düzeyindekilerin ya da sadece vergi verenlerin oy kullanması gerektiği gibi, değişik görüşler öne sürenler olmuştu.

Atatürk bunların hiç birine itibar etmemiştir. Oy hakkının Avrupa’da kabul edilebilmesi, öncülüğünü devrimcilerin yaptığı, yaklaşık 150 yıl süren kanlı bir süreç olarak yaşanmıştı. Hatta kadınların oy hakkı için bir 50 yıl daha mücadele etmek gerekmişti. Üstelik son zamanlara kadar Avrupa’da, sadece belirli bir dinsel mezhebin oy kullanabildiği ve devlet memuru olabildiği devletler bile vardı.

Ama Türkiye’de, önce 1920’de bütün erkeklerin, sonra 1930’da da bütün kadınların oy hakları tanınarak, siyasal katılımın bu en önemli mekanizması, birçok ülkeden çok daha önce kabul edilebilmişti.

İşte her yıl 23 Nisan’da kutladığımız ulusal egemenlik, böylesine önemli bir anlayışın üzerine oturduğu için anlamlıdır ve önemlidir.

Yaklaşık 100 yıl sonra, 2016 Türkiye’sinde 23 Nisan kutlamalarının önemsizleştirilmeye, yasaklanmaya çalışılmasının gerisinde de, aslında sözünü ettiğimiz devrimci düşüncelere karşı siyasal iktidarca duyulan korku rol oynamış olmalıdır.

Elbette tek adam yönetimi istiyorsanız; elbette devlet herkesin değil belirli bir kesimin devleti olsun istiyorsanız, 23 Nisan’ı da yasaklamayı düşüneceksiniz. Bu doğal!

Ama tarihte her zaman olduğu gibi, asıl olan, halkın ne düşündüğüdür.

O da er ya da geç, sözünü söyleyecektir!

Doğan Subaşı

İBB ve Beylikdüzü Belediye Meclis Üyesi

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir