Siyaset Her Şeyden Önce Kültürle İlgilidir
Siyaseti güçlü bir irade vasıtasıyla toplumun sorunlarını çözecek bir araç olarak görmek büyük yanlışlara yol açar, şayet söz konusu iradenin nasıl teşekkül ettiği anlaşılmazsa. Toplumsal irade birçok karşıt iradenin bileşiminden oluşur. Sınıfların içerisindeki alt kesimlerin iradeleri de homojen değildir. Yani saf bir burjuva iradesi ile bir proletarya iradesi ile bir bilmem ne iradesi vs. gibi iradelerden de söz edilemez. Bunların hepsi çatışan iradelerin bileşimi olarak muhtelif kanallarda bir yol bulur. 19. yüzyıl romantik devrimciliği bunu basitleştirip sunarak kimi solcuların akıllarını kütleştirmiştir. Burjuvazi bu açıdan daha üstün bir analiz, plan ve uygulama kabiliyetine sahiptir. Bunu da girdiği her mücadeleden sonunda galip çıkarak ispat etmiştir. Mekanik bakışa sahip olan solcular gerekli esnekliği göstermezken, sağ güçler çok uzun vadeli planlarını büyük bir esneklikle yürüterek başarıya ulaşıyorlar. Önce bunu kavramak gerekir. Hasmın kadar akıllı olamazsan yenilirsin. O kadar basit işte.
Siyasi akıl, siyaset okuyarak elde edilemez. İnsanla ilgili tüm bilgilerin ve felsefenin bir şekilde öğrenilmesi ve sonuç elde etmeye yarayacak yollar bulunması gerekir. Aksi halde tepki gösterir durursun. Sonra gene tepki gösterir ve durursun. Sonra gene tepki gösterir ve durursun. Sonra gene… ve gene… ve gene… böyle gider. Son 70-80 yıldır görülen de aynen bundan ibarettir. Gerçi bir asır tarihte çok kısa bir süredir ama bunun ne zaman değişeceği belli değildir.
- yy. romantik devrimciliğinin bir başka zararı da, uzlaşma ile çatışma arasındaki dengenin kurulmasını engellemesidir. Sürekli çatışma kültürünün öne çıkması zararlı olmuş, insanların taktik esneklik göstermesine mani bir zihniyet oluşturmuştur. Buna karşılık ittifak yapılabilecek unsurlarla uzlaşma olanakları da aranmamış, ancak kimi durumda da uzlaşma adına teslimiyete gidilmiş, bir denge tutturulamamıştır. Uzlaşma-çatışma dengesinin kurulamaması bir açıdan da uzun vadeli gelişmeleri görememe körlüğünden kaynaklanır. 1930’larda da Avrupa’da cumhuriyetçi ve devrimci güçler uzlaşmazlık içerisinde hızla faşizmin kucağına düşmüşlerdi. Günümüzdeki durum elbette ki her ülkede çok farklıdır ama ilerici (olduğu varsayılan) kesimlerin, örneğin sosyal demokratlar ile devrimci sosyalistlerin birbirlerinden nefret etmeleri, gerici güçlerin ve emperyalizmin mevzi kazanmalarına hizmet etmiştir. Uzun vadeli körlük aynı zamanda ricat dönemi çalışmalarının anlamının kavranamadığına işaret eder. Ricat da hücum kadar önem verilmesi gereken ve özel taktik beceriler gerektiren siyaset durumudur.
Siyasetle ilgili bir başka önemli yanılgı da sınıf siyaseti güttüğü iddiasında olanların, toplumun tümüyle ilgili önerilerinin ve planlarının net olmamasıdır. Hangi parti iktidara gelecek olursa olsun, toplumun tümünü yönetmek zorundadır. Hiçbir kesimi yok sayamaz. Kaldı ki, bugün sınıf siyaseti tüm dünyada gerilemiş durumdadır. Kimse (çok sınırlı bir amacı yoksa) tek bir sınıfa dayanan siyaset yapamayacağı gibi kimsenin de herhangi bir sınıf adına siyaset yapmasını kabul etmez. Zaten doğrusu budur. Bu arada tek sınıf ya da belli bir kesim adına yapılan siyasetlerin, başka şeylerin yanı sıra, sınıfın kendi kontrolünde olmadığı için çürüdüğü görülmüştür. Diğer sınıflar ve kesimler farklı şekillerde kendilerini gizleyerek siyasette yer almışlardır. Her halükarda bunalım kaçınılmazdır.
Kaldı ki, sınıflar kendilerini sadece ait oldukları sınıfın üyesi olarak görmezler. Hatta, çoğu hiçbir şekilde bunu ön planda tutmaz. Hangi sınıftan olursa olsun, bundan önce kendisini ulusun bir üyesi, ve/veya bir inanç sahibi veya herhangi bir başka grubun üyesi olarak görür. İnsanlar çıkarlarından önce korkuları ve temel dürtüleriyle hareket eder. Uzun vadeli çıkarları objektif olarak başka bir yerde olsa bile, kısa vadeli endişeler daima öne çıkar, ve tabii bunlar nadiren de olsa çakışabilir, ama çok nadiren. Başarılı siyaset değişik kesimlerin taleplerini belli süreler için de olsa birleştirebilen siyasettir. Sonuçta farklı insanlar ve farklı kesimler daima var olacaktır ve insanlığın selameti için olmalıdır da. Ne insanları, ne de ideolojilerini homojenleştirmek mümkün değildir, ayrıca iyi bir şey de değildir. İyi olan onları iyi hedefler için bir arada tutabilmektir.
Bu arada siyasetin hemen her zaman kirli bir iş olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Partiler siyasi kirlenmenin uç noktalarında yer alır. İşin kötüsü, partilere çıkar için girenleri ayırt etmek çoğu zaman mümkün değildir. Zaten mümkün olsa bile partiler içerisindeki çıkar grupları (ya da başka ittifaklar) kısa sürede klikleşip kendilerine meşru kılıflar yaratır. Yani, bırakın siyasetin tümünü, bunun temel aracı olan partileri bile çirkin komplolardan uzak tutmak mümkün değildir. Bunun tek yolu açıklıktır. Bir parti veya siyasi kuruluş ne kadar gizliyse, o kadar hızla dejenere olur. Mücadele içerisindeki kuruluşlarda durum kısmen farklıdır, çünkü, zor çalışma koşulları insanları daha hızlı eler ama sonuç fazla değişmez. Kirli bir siyaset dünyasında temiz siyaset ütopyadır. Mümkün değildir ama gene de mümkün olduğu kadar kontrol altında tutulmalıdır. Bunun yolu da denetim ve hesap sorma mekanizmalarının daima açık tutulmasıdır. Ancak, parti içi işleyiş mekanizmalarının da kültür aşısıyla istenilen seviyeye getirilemeyeceği bilinmelidir. Bir ülkede bütün partilerin işleyiş mekanizmaları ile genel ve yerel yönetimlerin yürütülmesindeki anlayışlar birbirlerinin aynasıdır.
Bir toplumun kültürü binlerce yılda oluşur. Bunu birkaç nesil içerisinde değiştirmek mümkün değildir. Bunu zorlayanlar tepkinin arttığını görürler. Her ülkede her ilerici atılım tepkiyle karşılaşır. Toplumların düz bir çizgi üzerinde değil de zigzaglı bir şekilde, küçüklü büyüklü ileri-geri adımlarla yürüdüğünü kavramak son derece önemlidir. Aksi halde ricat dönemi çalışması yapılmaz ve felaket kapıyı çalar. Bizde olan budur. Her dönemde ileri atılmaktan başka bir şey düşünemezsen yenilgiye mahkûmsun.
Bir toplum, dışarıdan gelen kültür aşılarını kolay kabul etmez. Doğu toplumları batının teknik ve düşünsel üstünlüğü karşısında ayakta kalmak için batılı ideolojileri ithal ederek toplumlarına zorla yutturulan bir ilaç gibi tatbike kalktılar. Bırakın Marksizmi, milliyetçilik bile batıdan farklı şekilde geldi. Şöyle ki, batıda milliyetçilik çoğu zaman laiklikle birlikte gelişirken, doğuda laikliği bir yana bırakıp dinle sentez halinde geliştirildi. Bu yokmuş gibi davranmak, hatta bunu kavramamak, örneğin ülkemizde en azından üç nesli ziyan etti. Bakalım daha ne kadar sürecek.
M.Tanju Akad