Ölü Doğmuş Partiler Mezarlığı- M.Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye siyasetinin özelliklerini anlamak zorundayız.

mtakad@anafikir.gen.tr

Siyasetten hiç hoşlanmayan bir kişi olarak siyasetle ilgilenmek zorunda kalıyorum çünkü ülkemizin sosyal panoramasını tamamlamanın başka bir yolu yok. Biz anlamayınca bir yandan yabancılar daha fazla el atıyor, bir yandan da siyaseti sırf hırs sananlar meydanı dolduruyor. “Kötü para iyi parayı kovar” şeklindeki Gresham kanunu zihnimde “kötü siyasetçi iyi siyasetçiyi kovar” şekline dönüşüyor. Gerçekten de Türkiye siyaseti nitelikli insanları bu arenadan kovuyor.

Siyasetle ilgilenmeyenler bir yana da, siyasetle ilgilenenlerin bu konularda cehaleti had safhada. Siyasetle ilgilenmemin bir nedeni de bu. En kızdığım ise “bu konuda laf söylemek için pratiğin içinde olmalısın” sözü. Yirmi dört yıl sekiz ay şu veya bu ölçüde pratiğin sayısız alanında bulundum, siyasi çabaları yakından gözledim. Dört ay daha kalsam zaten emekli olurdum. Geri zekalılıktan o kadar bıktım ki 1991 yılının Aralık ayında “bana yirmi akıllı adam gösterin “pratik” üzerine düşünelim, ama “mevcut pratik” her neyse sizin olsun dedim. Çok denediler ama kendileri bile yirmi (akıllı) kişiyi bir araya getiremeyeceklerini teslim ettiler. Yirmi kişi bulunamayacağından değil, Türkiye’nin bunların bir araya getirebilecek bir siyasi geleneği olmadığından. O gün afaki olarak ağzımdan çıkan “yirmi” rakamının ne kadar büyük olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Bütün bu yıllar, yani özellikle son üçte ikisi boyunca -bazı istisnalar dışında- gördüğüm, dar pratikçilik içinde boğulan ya da karşı saflara savrulan insanlar oldu. Toplamı tamı tamına kırk beş yıl eder. Bu sürenin özellikle ikinci yarısında düzgün siyaset yapıldığına hiç şahit olmadım diyebilirim. Çok eskilerde bir dönemde çok iş az laf sloganını hayata geçirebiliyorduk. Sonra iş giderek azaldı, herkes birbiriyle boğuşmaya başladı. Sürekli olarak yanlışla uğraşmak da insanı yıpratıyor doğrusu. Biliyorum ki şimdilerde sözde pratikçiler vakitlerinin yüzde doksan dokuzunu zihin bulanıklığına katkıda bulunarak, sadece yüzde biri iş yaparak geçiriyorlar. Bu nasıl düzelir bilmiyorum. Kestirme yolu olsa, ya da hızlandırılmış bir yolunu bilsem düzeltmeye çalışırdım. Ancak konu zihinle ilgili. İnsanlar düşünmekten kaçındıkça ve biat kültürü devam ettikçe söylediklerimiz havada kalıyor. Ağabey arayanlarla, zihinlerini yormaktan kaçınıp bu keyfiyeti başkalarına bırakanlarla bu işler bir adım ileri gitmez. Otuz senedir bir arpa boyu yol alınmadığı gibi, sürekli geriye gidildi. Bazı insanlara hiçbir şey empoze etmeden sadece düşünme alışkanlıklarını geliştirmelerini ve kişilikli olmalarını telkine çalışıyoruz, huzurları kaçtığı için düşmanca bir tutuma giriyorlar. Ne yapalım ki durum bu.

Bu yazıda Türkiye’de siyasi hataların teorik yanlarına değil daha çok siyasi partiler veya oluşumlarla ilgili yanlarına değineceğim.

Türkiye başka birçok şeyin yanı sıra bir ölü doğan partiler mezarlığıdır. Tarık Zafer Tunaya’nın “Türkiye’de Siyasal Partiler” isimli önemli kitabında II. Meşrutiyet döneminde 76, Mütareke döneminde de 44 parti ve siyasi cemiyeti inceler. Kısacık bir dönemde 120 kuruluş. Bunlar sadece bir kısmıdır çünkü bunlardan pek farkı olmayan bir çok dernek veya kayıtsız kuruluş daha vardır. Bunların çoğu çok kısa sürede kapanmıştır. (Siyasetle uğraşıp da bu kitabı okumayana da şaşıyorum. Siyasi tarihini bilmediğiniz bir ülkede nasıl siyaset yaparsınız. Bu eseri bir kenara bırakalım, siyaset üzerine kaç kitap okudunuz, ne öğrendiniz?)

Tabii, II. Meşrutiyetten beri ölü doğmuş partilerin her birisini tek tek incelemek gerekir. Kimisi etnik temelde siyaset yapmak için kurulmuş, kimisi baskı dönemlerini atlatacak gücü bulamamış, kimisi başından ölü doğmuş vs. Hepsini kurucularının basiretsizliğine bağlamak olmaz. Biraz da niçin başka partilerle uzlaşma içerisinde güçlenmeye gitme yolunu seçmediklerine bakabilmeliyiz. O nesiller çoktan hayattan çekildiler ama özellikle 1970’lerin siyasetçileri ile sırf bu noktada mülakat yapılabilse çok iyi olur.

Daha yakın tarihimize bakınca da listeler dolusu parti görüyoruz. Bunları saymaya girişmeyeceğim. Epey bir arşiv çalışması gerekir. Sadece seçime girenlerin listesini kolaylıkla yapabiliriz ama onu da araştırmacılara bırakıyorum çünkü mertebesi hakkında yeterli bir fikrimiz var. Ayrıca siyaset olabilmek için öne çıkmış ama başaramamış sayısız oluşum daha görülür. Bunlar incelenmemiştir. Örneğin 1970’lerde siyasi hareketlerin tabanlarında dikkat çeken sosyal kesimler nelerdi? Etnik ayrılıklar siyasi hareketlerin içerisinde nasıl gizlenmişti? Ayrışmalarda bunların rolü neydi? Daha birçok soru karanlıkta. Sisli havada siyaset yapmak insanların hoşuna mı gidiyor? Uzun deneylerime göre maalesef buna evet yanıtı vermek zorundayım. Belirsizlik ortamında daha rahat iş çevirebiliyorlar. Bilgiye dayalı siyaset (BDS) hoşlarına gitmiyor.

Siyaset sosyologları, bu partileri kuranların (ya da partileşme süreçlerini tamamlayamayanların) ve üye olanların saikleri ve beklentileri üzerinde araştırma yapmalıdır. Bu kadar çok parti varken niçin birine girmiyorlar da illa yenisine yöneliyorlar. Konuya nasıl bakmak gerekir?

Öncelikle siyasi partilerin nitelikleri üzerinde duralım. Birkaç istisna dışında bunların ezici çoğunluğu teşkilatını genişletemeden dağılıp gitmiş, yok olmuştur. Bu da bunları kuranların önlerini göremediklerini, basiretsiz-bilgisiz-beceriksiz (BBB) olduklarını gösterir. Siyaset için heves gerekli ama yetersiz koşuldur. Ölü doğmuş partilerin en temel özelliği yöneticilerinin (BBB) özellikleridir. Koşulları hesap etmeden işe soyunup birkaç hevesli kişiyi daha ziyan ederek siyasette yer kapmaya çalışırlar.

Siyasette bilinmesi gereken birinci kural koşulları anlamaktır. Her koşulda doğru siyaset (HKDS) diye bir şey yoktur. Benim siyasetim doğrudur, eninde sonunda koşullar uygun hale gelecek denilmez. Görüşlerin doğruluğu koşullara bağlıdır. Aksi halde o siyaset değil, başka bir şey olur. Bazı dönemlerde siyaset yapamazsın ve ideolojini geliştirmeye çalışırsın… becerebilirsen tabii. Ama illa siyasete katılacağım dersen de marjinalin marjinali (MM) kalırsın. Bu şuna benzer: Ava çıkmışsın. Tüfeğini güzel bir noktaya doğrultup ördeğin namlunun ucuna gelmesini bekliyorsun. On bin sene beklesen gelmez. Zaten gelse de o anda ya uyuyor ya da ördeğin o ördek (zavallı ördek-) olup olmadığını tartışıyor olduğun için vuramazsın. Böyle iş yapılmaz. Ama çoğu ölü doğmuş parti böyle siyaset yapıyor. Ya da yaptıklarını sanıyorlar. Bu ne inanç, ne özgüven, helal olsun yani… Ama bu özgüven parti içinde rekabetle karşılaşınca birden tuzla buz oluyor. İhanete uğramış gibi hissediyorlar. Derhal tasfiye tezgahları işlemeye başlıyor. Muhalifleri başa gelse onlar da aynı şeyi yapacak. Herkes dikensiz bahçe istiyor. Küçük olsun benim olsun (KOBO) zihniyeti.

İşte, insanların mevcut partilere girmemesinin önemli nedeni bu partilerin demokratik olmamalarıdır. Partiler tekke formunun devamı gibidir. Yeni girenlerin eskilerle kaynaşması kolay değildir, tam bir biat kabul etmedikleri taktirde. O taktirde dahi kontrol altında tutulurlar. Ne olur ne olmaz diye… “Kuvvet farklıların birliğinden doğar” yerine “kuvvet herkesin bize özdeş olmasıdır” gibi dağıtıcı bir fikir bunların gıdasıdır. Bunları çok iyi biliyorum çünkü gençliğimde fazlasıyla yaşadım. Bütün bu hataları bir süre için de olsa yaptım. Bu nedenle benzer durumları okuyunca insan bir bakışta neler olup bittiğini anlıyor. Değişen bir şey var. İşler giderek daha kötüye gidiyor.

Sağda ve solda partilerin büyük kısmı liderlerle anlaşmazlığa düşenler tarafından alternatif olarak kurulmuştur, çünkü aynı parti içerisinde birlikte var olma şeklinde bir gelenek yerleşmemiştir. Bir ülkede sınıfları ve kesimleri ve farklı görüşleri temsil etmek için mantıki olarak irili ufaklı (bir kısmı büyük ve iktidara aday, bir kısmı da iktidar iddiası olmayan ufak görüş partisi olarak) on-on iki parti (fazlasıyla) yeterlidir. Bunların arasına yenilerinin katılması veya aralarında yer değiştirmeleri çok nadiren olur. En azından uzlaşma kültürünün olduğu ülkelerde böyledir. Geri kalan partiler her şeyden önce matematik olarak marjinaldir. Marjinalliğe (hatta MM’ye) heves niye? Siyaset oynayarak vakit geçirelim. Dostlar alışverişte görsün. Şart mıdır?

Siyasette ciddi olan şu sorularla başlamalıdır: Mevcut partiler arasında hangi gruba girebiliriz? Kiminle birlikte olabiliriz? Nasıl birlikte olabiliriz? Olabilirsek ne olur? Olamazsak kendi başımıza ne yapabiliriz? İlk beş arasına girmenin koşulları var mıdır? Yoksa siyaseti görüş partisi olarak nasıl etkileyebiliriz? Siyasi tablonun neresinde yer alabiliriz? Geri kalan düzinelerce parti arasında yerimiz ne olacak? Bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Nasıl inandırıcı olacağız? Vs. vs. Kısacası bir güç haline nasıl geleceğiz? Beş sene sonra, on sene sonra nerede olmayı hedefliyoruz?

Pratikle ilgili sorular ancak bunları takiben ortaya çıkar. Her karşımıza çıkanı kabul edecek miyiz? Seçici olacaksak kıstaslar nelerdir? Önceliklerimiz nelerdir? Önümüze çıkan her işe atlayacak mıyız yoksa kaynaklarımızı önceliklerimize mi ayıracağız? Bu arada, eğer belli yaklaşımlar sonuç getirmiyorsa ondan vazgeçmek gerekir ama kimileri yeni yollar bulamadığı için eskiye yapışıp kalıyor.

Bu sorulara uygun yanıtlara sahip olmayan hevesliler ölü doğan partiler listesini kabartmaktan başka bir işe yaramıyor.

Bütün bunları sormadan, ve her nedense haklı olduklarına inanarak, günün birindeki kaçınılmaz addettiği ama hiç gelmeyecek olan teveccühü bekleyerek zaman öldürmek siyaset değildir, bunun oyunudur. Aslında bu da belki çok kötü bir şey değildir. Oyun insanları hayata hazırlar. Ama bunun da bir haddi vardır. Bütün bir hayat oyunla geçecekse bunu en azından itiraf etmek gerekir.

Bütün bunlar göz önüne alındığında ölü doğan partilerin bir kısmının bir grup insan için siyasi oyun heveslerini giderme yeri, bir nevi sosyal kulüp olduğu anlaşılıyor. Bunu bilenler için sorun yok. Bazı iyi niyetli saf yurttaşları boş yere oyalamanın (ve bunlar arasında bazılarını siyasi olarak tüketmenin) dışında bir sakıncası da yok. İsteyen istediği kadar oynar.

Bu arada yabancı müdahaleler ile kurdurulmuş bazı partiler de oluyor. Bunlar içerisinde ölü doğarak yok olanlar olduğu gibi uzun süredir varlığını sürdürenler de var.

Bir başka grup ölü doğan parti ise bir sıra parlamış, yükselme istidadı göstermiş ama şimdi yıldızı sönmüş olan siyasi akımların kalıntılarından oluşur. Çoğu ülkede bunlardan birkaç tane vardır. (Bunu da astronomideki sönmüş yıldızlara benzetirim, bunların çok azı milyarlarca yıl sonra bir başka sönmüş yıldızla çarpışıp tekrar geçici bir hayata sahip olabiliyorlar. Ama bu arada kırmızı cüce denilen küçük yıldızlar da çok sayıda dolanıp duruyorlar).

Yukarıda kısaca değindiğimiz unsurların muhtelif bileşimleri ve varyasyonlarına sahip düzinelerce parti var. Herkes beklentisine göre siyaset yapabilir veya siyaset oynayabilir. Bereket versin tercih imkanı var. Ama bu tercihlerin ezici çoğunluğu insanları çıkmaz sokaklarda beyhude dolaştırıp duruyor.

M.Tanju Akad

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir