Petrol ve Doğal Gaz Komşusu: TÜRKİYE–1 -Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

savaş politik ilişkilerin sadece bir parçasıdır ve dolayısıyla bağımsız bir nesne değildir…

savaş politik ilişkilerin başka araçların desteği ile sürdürülmesinden başka bir şey değildir…’ Clausewitz, Savaş Üzerine

Bu yaklaşımı tersten de okuyabiliriz. Barış politik ilişkilerin sadece bir parçası olup, politik amaçtan bağımsız ele alınamaz ve barış politik ilişkilerin başka tür araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir.

hbascil@anafikir.gen.tr

Giriş

Bilinen petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %75’inin bulunduğu Güney Batı ASYA (Ortadoğu ve Hazar Denizi ) bölgesinin jeo-politik açıdan önemli iki ülkesi: İran ve Türkiye’dir. İran her iki bölgeyi birbirine bağlarken Türkiye bölgenin Avrupa ve Akdeniz kapısını oluşturuyor. Aynı zamanda her ikisi de bölgede yaşayan farklı etnik yapıya ve inanç sistemine sahip halklarla tarihsel-kültürel bağlara sahiptir.

Ülkemiz, büyük devletlerin Asya’ya yönelik stratejilerinde önemli yer tutan Hazar Denizi petrol ve doğal gaz yatakları ve boru hatları güzergâhlarının belirlenmesinde yaşanan çatışmaların içinde yer alıyor. Türkiye: ABD, AB, Rusya ve Çin’in Asya politikalarından doğrudan etkileniyor. Basra ve Hazar havzası enerji kaynaklarını kontrol altına almak isteyen ABD-AB, Rusya ve Çin arasında süren (petrol ve doğal gaz ) ‘enerji ‘savaşlarında’,  ABD ve AB’nin Türkiye’yi kendi ihtiyaçları doğrultusunda bir enerji köprüsü haline getirme politikaları, ülkemizi önemli sorunlarla karşı karşıya bırakıyor.

ABD’nin Asya stratejisine aykırı gelişmelerin yaşandığı yada bu alandaki politikalarının yetersiz kaldığı durumda, doğrudan veya dolaylı olarak askeri müdahalelere baş vuruyor. Zbigniew Brzezinski, bunu “Amerika Avrasya’da hakem rolünü oynamaktadır ve hiçbir önemli sorun onun katılımı olmaksızın çözülemez ya da onun çıkarlarına aykırı bir çıkış yolu bulamazcümlesi ile açıkça belirtiyor. Burada yer alan “hakem” kelimesini “hâkim/egemen” olarak okumak için arif olmaya gerek yok.

Dünya çatışma bölgeleri

Bölgemizde yaşanan sıcak gelişmeleri kısaca hatırlamak gerekirse:

  • Çeçenistan’da süren çatışmalar,
  • Azerbaycan Ermenistan savaşı, Yukarı Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgali
  • Ukrayna, Gürcistan ‘renkli devrimleri’,
  • Rusya Gürcistan savası ve Kuzey Osetya’nın özerkliği
  • Irak’ın ABD emperyalizmi ve bağdaşıkları tarafından işgali ve sonrasında yaşananlar
  • NATO’nun Afganistan işgali,
  • ‘Arap baharı’ ile birlikte Müslüman Kardeşler-ABD ittifakının yol açtığı rejim değişiklikleri
  • NATO’nun Libya’ya saldırısı,
  • Pakistan iç çatışmaları ve ABD ile yaşanan sorunlar,
  • ABD’nin, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye üzerinden ‘örtülü müdahalesi’  ile Suriye’de etnik, dini temelde çıkarılan iç savaş ve ülkenin çözülmesi
  • ABD ve İsrail’in İran’a yönelik saldırı planları,

vb. bölgede yaşananlar aynı zamanda gelecekte yaşanacakların da habercisi oluyor. Bölgemizdeki gelişmeler, çatışmalar; ABD emperyalizminin dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmek için Asya bölgesine ilişkin oluşturduğu strateji ve politikaların ürünüdür. Bu Asya stratejisinin bölgemizde yol açtığı çatışmalardan, savaşlardan ülkemiz bazen doğrudan bazen de dolaylı bir şekilde etkileniyor ve hatta bu anaforun içine çekiliyor. Emperyalizmin enerji kaynaklarına sahip ülkelere, bölgeye vermek istediği yeni biçimlerden de nasibini alıyor.

ABD’nin önemli strateji uzmanı Zbigniew Brzezinski’nin 1997 yılında ‘Büyük Satranç Tahtası, Amerika’nın küresel üstünlüğü ve bunun jeostratejik gereklilikleri’ kitabını yayınlar. O dönem okunduğunda ABD’nin hegemonyasını sürdürmesi için önerdiği Avrasya’ya ilişkin stratejiler ‘gerçek dışı’ görünebilirdi. Ancak aradan geçen yaklaşık 15 yılda ABD’nin Asya kıtasında, özellikle de Güney Batı Asya’da hayata geçirdiği politikalar başta olmak üzere genel stratejisinin Brzezinski’nin önerleri ile büyük paralellikler içerdiği görülüyor. Bu kitapta yer verdiği görüşleri incelersek, ABD emperyalizminin bölgemizde izlediği politikalara daha bütünlüklü bakmamıza katkı sağlayacaktır:

‘Dünya nüfusunun % 75’i Avrasya’da yaşamaktadır. Girişimci ruhu ve yeraltı zenginlikleri açısından da dünyanın en zengin bölgesini oluşturmaktadır. Avrasya Dünya GSMH’nın % 60 ve bilinen dünya enerji kaynaklarının ¾’ünü kapsamaktadır. Avrasya aynı zamanda politik açıdan dünyanın en iddialı ve dinamik devletlerini bölgesinde barındıran bir konumdadır.

Bölgesel hegemonya ve global etki yaratmaya hevesli dünyanın en yoğun nüfuslu iki ülkesi de bu bölgededir. Avrasya, Amerika’nın politik ve/veya ekonomik liderliğine potansiyel meydan okuyan yer görünümündedir. Amerika’nın şansı bu bölgenin çok büyük olması nedeniyle politik açıdan tehlike arz etmemesidir. Avrasya üzerinde küresel liderlik için mücadelenin devam ettiği bir satranç tahtası konumundadır.

*     Avrasya’nın büyüklüğü ve çeşitliliği ve bazı devletlerin gücü, Amerika’nın bir takım olaylar üzerindeki kontrolünü ve etkinliğini kısıtlamaktadır. Bu büyük kıta, ekonomik ve politik açılardan üstün bir güce boyun eğemeyecek kadar büyük, kalabalık, değişik kültürler içeren ve geçmişten beri hırslı ve enerjik politik yapıya sahip devletlerden oluşmuştur. Bu durum Amerika’nın bu büyük satranç tahtasına çok dikkatli, seçici ve ihtiyatlı biçimde yayılmasında jeo-stratejik planlamanın önemini artırmaktadır.

*    Avrasya’da Amerika’nın karşısına her an potansiyel bir rakip çıkabilir. Bu yüzden, Amerika’nın Avrasya’daki jeopolitik çıkarlarını uzun vadede yönetmek için gerekli stratejisini belirlemede asıl oyunculara yoğunlaşmak ve yeri tayin etmek, çıkış noktası olmalıdır.

*    Günümüz dünya koşullarında en azından beşer ülke Avrasya’nın yeni politik haritasında jeo-stratejik oyuncu ve jeopolitik eksen olarak tanımlanabilir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan hem önemli hem de aktif oyunculardır.

*     Türkiye ve İran sınırlı kabiliyetleri olmakla beraber jeo-stratejik oyuncu olarak da görülebilirler. Bu iki ülkenin Rus gücünün ortadan kalkmasını fırsat bilerek, Hazar Denizi, Orta Asya bölgesinde belirli bir etki yaratmaya girişmiş olması, onların jeo-stratejik oyuncu olarak nitelendirilmelerine sebeptir. Ancak iki ülkenin de ciddi iç problemleri vardır ve bu nedenle güç dağılımında bölgesel kaymalar sağlamaları sınırlıdır.

*    Esas olarak, hem Türkiye hem de İran birinci derecede önemli jeopolitik eksenlerdir. Türkiye, Karadeniz Bölgesini dengelemekte, Karadeniz’den Akdeniz’i geçişi kontrol altında tutmakta, Rusya’yı Kafkaslarda dengelemekte, irticaya karşı hala panzehir görevi görmekte ve NATO için güneyde bir güven kaynağı teşkil etmektedir. Türkiye’deki dengelerin bozulması, güney Balkanlarda şiddetin kontrolsüz bir biçimde artmasının yanı sıra, Rusya’nın Kafkaslarda bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler üzerinde kontrolünü kolaylaştıracaktır. Azerbaycan’a karşı tutumundaki belirsizliğe rağmen İran da Orta Asya’daki yeni politik çeşitliliğe karşı ortamı dengeleyerek destek vermektedir. Bağımsız bir ülke olmasının yanı sıra, Basra Körfezi’nin doğu kısmına egemen olması, (Amerika’ya karşı son zamanlarda sürdürdüğü düşmanlıktan bağımsız olarak) İran’ın, körfez bölgesinde uzun vadede ters düşecek bir Rus tehdidine karşı, bariyer görevi görmesini sağlamaktadır.’

(Not: Brzezinski Türkiye ve İran ile ilgili bu düşünceleriyle ABD yönetimindeki Neo-Con’lardan farklılaşıyor gibi değerlendirilebilir. Ancak Brzezinski’nin İran ve Türkiye’ye yönelik bu yaklaşımı kamuoyunu şaşırtmaya yönelik düşünceler olarak da değerlendirilebilir. Bu konu yazının ileri bölümünde ele alınarak, tartışılmaktadır.)

Brzezinski’nin kitabı aracılığıyla kamuoyuna verdiği mesajlar ile ABD yönetimine önerdiği strateji ve politikaların bire bir örtüşmeyeceği gibi, yaşanan gelişmelerle birlikte stratejinin kendisini de yeniden üretmesi doğal olarak kitapta verilenlerle bire bir uyuşmayacaktır. Ancak ABD‘ nin Asya stratejinde, kitapta yer alan bakış açısının ağırlığı bölgemizdeki gelişmelerle açığa çıkıyor. Bu nedenle de buradaki düşüncelerin kavranması, ABD’nin bölgemizde izlediği/izleyeceği politikaları daha iyi anlamamıza ve öngörülerde bulunabilmemize katkı sunuyor.

Yakın geçmişte emperyalizmin (ABD-AB ve onun askeri gücü NATO’nun) Irak, Afganistan, Libya, günümüzde Suriye’ye saldırılarında sol kesimlerde kafa karışıklıklarına yol açmaya devam ediyor. Bu durum sol kesimlerin anti-emperyalist bir hat doğrultusunda bir araya gelmelerini engelliyor. Geniş toplum kesimlerinin anti-emperyalist mücadele hattı etrafında harekete geçirilmesine de olanak vermiyor. Ortaya çıkan boşluk emperyalizmin ideolojik-politik aygıtlarınca dolduruluyor. Böylelikle emperyalizmin bölge halklarını birbirine düşürme, iktidarları alaşağı etme politikalarının geniş toplum kesimlerince kabulü de sağlanıyor. Yaratılan sessizlik önce kabullenişe, sonrada teslimiyete zemin hazırlıyor. AKP iktidarının ABD emperyalizminin Suriye halkına karşı yürüttüğü örtülü/açık operasyonlara ev sahipliği yapması, CİA ile birlikte operasyonlara katılması, savaş kışkırtıcığına soyunmasında bu durumun da rolünün olduğunu unutmayalım. AKP’nin emperyalizmin taşeronluğuna fütursuzca soyunmasında emperyalizmin rolünü küçümseyen, ona karşı kin ve nefret duymayan hatta emperyalizmin yaptığı her şey kötü değildir diye bakan sol zihniyetlerin toplumda var olan anti-emperyalist geleneğe duyarsız kalmalarıdır.

Güney Batı Asya’yı (Ortadoğu’yu) ve Orta Asya’yı (Hazar Denizi havzasını) ABD’nin Asya stratejisinin bir parçası olarak bütünden koparmadan birlikte ele almak gerekiyor. Her iki bölgede politik gelişmelerin ‘tekil’ olarak değerlendirilmemesi, büyük bir stratejinin unsurları olarak ele alınmalıdır. Ancak bu şekilde yaşadığımız bölgede, ABD emperyalizminin yaptıkları ve amacı ile ilgili olarak kendi içimizde akıl ve dil birliği oluşturabiliriz. Dolayısıyla da geniş toplum kesimlerine doğru ve net mesajlar verebiliriz. Doğru bir anti -emperyalist mücadele hattının oluşumu ancak emperyalizmin strateji ve taktiklerini doğru değerlendiren bir politika ile olanaklıdır. Aksi takdirde emperyalist sistemin taktik müdahalelerini, bütünden kopuk ya da bütün içinde ki rolünden farklı değerlendirilmesi yanlış politik hat oluşumuna, doğru ve kalıcı (geniş ve kapsayıcı ittifak) politikalarının oluşturulamamasına neden olmaktadır.

Yaşadığımız tüm olumsuzluklara rağmen ülkemizde var olan anti-emperyalist mücadele geleneği üzerinden:

  • Ülke içindeki halkları birbirine düşürmeye yönelik kışkırtmalara,
  • Bölgemizdeki ülkelerin birbirleriyle savaşmalarına,
  • Ülkemizin de bu savaşlara müdahil olmasına karşı çıkmak,

 İÇTE VE DIŞTA BARIŞI SAVUNMAK temel görevimizdir.

ABD’nin İran’a yönelik saldırı planları İran’ın Basra Körfezi’ndeki konumu ve Basra Körfezindeki zengin petrol ve doğal gaz yatakları ile sınırlı değildir. Ayrıca İran Hazar Denizinin Batısına (Kafkasya’ya) ve doğusuna (Orta Asya’ya) açılan kapıdır. Bu bölgede izlediği politikalar ve Rusya, Çin ile yakın ilişkileri nedeniyle de ABD’nin Hazar Bölgesi egemenlik politikalarını sarsmaktadır. Dolayısıyla ABD emperyalizminin İran’a yönelik olası bir askeri müdahalesi aynı zamanda ABD’nin Kafkasya’ya (Hazar enerji havzasına) ve Orta Asya’ya, yani Rusya’nın egemenlik alanına, yönelik askeri bir girişim özelliği taşımaktadır. Rusya ve Çin’in Suriye’ye destek olma nedenlerinin başında Suriye’den sonra sıranın İran’a (Türkiye’ye de?) gelmesi ve savaşın da Asya’nın merkezine, kendi sınır boylarına taşınmasının önlenmesidir.

ABD dünya üzerindeki hegemonyasını korumak ve kendisine karşı ortaya çıkabilecek güç odaklarının (Rusya ve Çin’in) önünün kesmek için Brzezinski’nin kitabında belirttiği ‘Asya’nın Balkanlaştırılması’ stratejisini izliyor. Bu doğrultusunda Orta Asya’da yaşayan etnik ve dini özellikteki halkların da Güney Batı Asya (Irak, Libya, Magrep ülkeleri, Mısır ve şimdi de Suriye) halkları gibi bir çatışma içine sokulmasıdır. Güney Batı Asya’da (Ortadoğu’da) başlatılan etnik/dini dalganın Orta Asya ‘ya ulaştırılmasında İran’ın –buna Türkiye de ilave edilmeli- coğrafi olarak dalga kıran konumunda olmasıdır. Bu dalga kıranın kırılması ile bölgede tarihi-kültürel ve politik denge içindeki İran ve Türkiye’nin de bu dalgayı büyüterek Orta Asya’ya taşımasıdır. Bu konunun daha ayrıntılı ele alınması gerekiyor.

Dikkatlerin sıcak gelişmelerin yaşandığı orta doğu bölgesi üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde, yakından izlenmeyen, ama Güney Batı Asya’da (Ortadoğu’da) yaşananlarla yakından bağlantılı olan Hazar bölgesine yönelik emperyalist politikalara dikkat çekmeye çalışacağız. Şu anda gürültüsüz ama son derece sert çatışmaların yaşandığı Hazar Denizi havzasındaki (Kafkasya bölgesindeki) ekonomik-politik ve askeri bazı gelişmeleri değerlendirmeye çalışacağız.

Hazar Bölgesi Petrol Ve Doğal Gaz Rezervleri  

Hazar Denizi havzasında tespit edilmiş zengin petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip ülkeler: Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’dır. İran ve Rus sınırları içinde kalan bölgelerdeki zengin petrol ve doğal gaz yatakları ihtimalinden bahsediliyor, ancak henüz net veriler bulunmuyor. Uluslararası Enerji Ajansı ve ABD Enerji Bakanlığı’na göre, Hazar Bölgesi toplam (ispatlanmış+muhtemel) petrol rezervi 250-270 milyar varile ulaşıyor. Hazar bölgesinin petrol ve gaz kaynaklarının toplam değeri ise, US News&World Report’a göre, 4 trilyon $’ı aşıyor[1]. Bu bölge petrolünün önümüzdeki 15-20 yıl içinde Körfez petrolünü geride bırakabileceği belirtiliyor.

Asya kıtasında Hazar bölgesinin dışında da zengin petrol ve doğal gaz yatakları bulunuyor. Karakum Çölünde (Türkmenistan’da) 3 trilyon metreküp ile dünyanın en büyük üçüncü doğalgaz rezervinin yanı sıra 6 milyar varil petrol rezervin bahsediliyor. Özbekistan’da da 40 milyar varillik rezervden söz ediliyor. [2]

(*) Rusya ve İran’ın Hazar Denizi Kıyısına Yakın Bölgeleri

Kaynak: Energy Information Administration, February 2002, www.eia.doe.gov., 12.03.2002

Hem Hazar Denizi hem de Basra körfezinde kıyısı bulunan tek ülke İran’dır. Petrol ve doğal gaz rezervleri açısından son derece zengindir. Aynı zamanda bu zengin enerji kaynaklarının en kısa yoldan boru hatları ile okyanusa ve diğer ülkelere iletilmesinde coğrafi açıdan da son derece önemli bir konuma (kısa ve ekonomik bir güzergâha) sahiptir.

Asya ülkelerinden Rusya: geçmiş tarihi birikim, nüfus, kültür, toplumsal vb özelliklerinin yanı sıra sahip oldukları devasa petrol, gaz, altın ve diğer maden rezervleri ve eski SSCB ülkeleri, Çin vb ile birlikte ABD karşısında potansiyel bir güç durumundadır. Rusya Federasyonu Orta Asya ve Kafkasya’yı kontrol altında tutmak ve Sovyetler Birliği dönemindeki büyüklüğe/güce ulaşmasını sağlayacak yeni birlik oluşturma stratejisinin en büyük ekonomik kaynağını da petrol ve doğal gaz gelirleri oluşturuyor. Viladimir Putin, “Yeni Avrasya Entegrasyon Projesi: Gelecek bu günden başlar” başlıklı makalesinde eski Sovyet Cumhuriyetlerini “Avrasya Birliği” çatısı altında bir araya getirme projesinden bahsediyor. Yazısında projenin SSCB’ye benzemeyeceğini ve “Geçmişten bir şeyi kopyalama veya yeniden hayata geçirmeye çalışmak saflık olur. Yeni bir siyasi ve ekonomik temelde daha güçlü entegrasyon ve yeni değerler sistemi oluşturulması bu çağda kaçınılmaz… Modern dünyanın direği olacak güçlü bir birlik öneriyoruz. Birlik aynı zamanda Avrupa ve Asya-Pasifik arasında etkili bir bağ kuracak  diyor[3]. Nitekim Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan’ı bir araya getirerek her türlü ticari, para ve işçi dolaşımının serbest olacağı bir Gümrük Birliği adımı bu yılın başında atıldı. Orta Asya Cumhuriyetlerinden Kırgızistan ve Tacikistan’ın da dâhil edileceği,  bu birliğin yeni üyelere de açık olacağı açıklandı. Rusya Hazar bölgesinin zengin enerji kaynaklarına sahip Azerbaycan ve Türkmenistan’ın da bu birliğe katılmasını hedeflemektedir. Rusya’nın bu ülkeler üzerinde yeniden etkin olmak için de oluşturduğu boru hatları ağı stratejik bir öneme sahiptir. Tekel konumundaki boru hatlarıyla bu ülkeleri sadece ekonomik açıdan değil, siyasi-politik açıdan da Batı Kapitalizminin etki alanından uzak tutmaya çalışmaktadır.  Bu nedenle de, Rusya kendi topraklarından geçmeyen her türlü hazar petrol ve gaz projelerine karşı çıkmaktadır. Rusya’nın izlediği bu politikaya karşı ABD’nin oluşturduğu Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesi önemli hamledir. Bu proje ile batı kapitalizmi Hazar petrol ve doğal gazının batıya taşınmasının yanı sıra Türki Cumhuriyetlerin Rusya’ya olan bağımlılıklarının azaltılmasını ve batı kapitalizmiyle ekonomik-politik bağlarının geliştirilmesi hedeflemektedir. ABD bu stratejik adımda Türkiye’yi öne çıkarır ve Türkiye’nin Azerbaycan ile olan tarihi bağlarından ustaca yararlanır.

Gerek Rusya’nın gerekse ABD’nin Asya stratejisinde Azerbaycan kilit bir role sahiptir. Zbigniew Brzezinski’ye göre: ‘Azerbaycan sınırlı büyüklüğü ve az bir nüfusuna rağmen çok büyük enerji kaynaklarıyla jeopolitik bakımdan büyük önem taşımaktadır. Hazar Denizi yatağı ve Orta Asya zenginliklerini içeren şişenin mantardır. Rusya’nın hâkimiyetinde olmayan bir bölgeden geçen boru hattı ile Batı pazarıyla bütünleştirilmiş bir Azerbaycan,  aynı zamanda yüksek enerji tüketimi olan batı ekonomileriyle enerji kaynakları bakımından zengin olan Orta Asya arasında ulaşımında bir anayol olma potansiyeline sahiptir.’ Bu nedenle Azerbaycan’ın Moskova’nın kontrolü altına girmesinin Orta Asya devletlerinin bağımsızlığını anlamsızlaştıracağını ve son derece önemli petrol kaynakları da Rusya’nın hâkimiyeti altına gireceğini söylüyor.

ABD Emperyalizminin Enerji Stratejisi

ABD’nin Hazar bölgesine karşı yoğunlaşan ilgisi Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde Haziran 1998’de Hazar bölgesi enerji diplomasisi organize etmek üzere özel bir birim oluşturmasıyla kendisini gösteriyor. Bu birimin başına (2012 yılında Azerbaycan’ın ABD Büyükelçisi olarak atanacak olan) Richard Morningstar getiriliyor. Bu birim ilk dönemde Amerikan enerji güvenliği açısından Hazar bölgesi enerji kaynaklarının önemi üzerinde duruyor. Kafkasya/Hazar ülkelerinin petrol ve doğal gaz kaynaklarının ABD petrol şirketlerince işletilmesi çalışmaları kısa bir süre sonra ABD’nin bütünlüklü Avrasya stratejisinin Orta Asya ve Kafkasya kısmının içine dâhil edilir. Böylelikle Hazar enerji diplomasisi ABD’nin Avrasya stratejisinin bir alt başlığı olarak ele alınmaya başlar.

Morningstar’ın ABD olarak önlerine koydukları politik hedefleri:

  • Hazar bölgesinde bağımsızlığına kavuşan ülkelerde ekonomik ve politik reformların teşvik edilmesi,
  • Bölge ülkeleri arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilerek kendi aralarında bir birlikteliğin sağlanması,
  • ABD ve diğer batılı şirketlerin ticari ve yatırım olanaklarının geliştirilmesi,
  • ABD ve müttefiklerinin enerji güvenliğini artıracak şekilde Hazar bölgesinin bağımsızlığının korunması olarak açıklar.

Yukarıda belirtilen “dört önemli stratejik hedefe” ulaşmanın bir aracı olarak tanımlanan boru hattı projeleri ile ilgili tüm görüşmeleri tamamıyla politik bir zeminde ele alınır. Kısacası Rusya’nın bölgede yeniden bir hâkimiyet kurmasının önüne geçilmesi hedeflenir.

 Petrol-doğal yatakları ve boru ağ sistemi

NATO’nun Yugoslavya’ya askeri müdahalesi öncesinden 1 yıl önce, 1998’de ABD Enerji Bakanı Bill Richardson:

‘Amerika’nın enerji güvenliği… bizim stratejik yaklaşımlarımızın reddedilmesi değerlerimizin paylaşılmamasıdır. Biz yeni bağımsızlığa ulaşan tüm ülkeleri Batı’ya katmayı deniyoruz. Biz onların başka bir yolda ilerlemeleri yerine Batı’nın ticari ve siyasi çıkarlarına dayandıklarını görmek istiyoruz. Biz Hazar’da esaslı siyasi yatırımlar yaptık ve enerji boru hattı haritasının ve siyasetin doğru yönde gitmesi bizim için önemlidir’ [4] diyordu.

ABD hükümeti oluşturduğu stratejik planlara uygun olarak planlanan boru hattı güzergâhının Rusya ve İran topraklarından geçmemesi için yoğun bir diplomasi yürütür. 1999 Yugoslavya Savaşı sırasında, Bakü petrolünün Türkiye-Ceyhan üzerinden Akdeniz ve Gürcistan-Supsa üzerinden de Karadeniz’e ulaşımını sağlayacak boru hattı planlarını yapar.

ABD Ticaret ve Kalkınma Ajansı  (TDA) Direktörü Joseph Grandmaison, 2 Haziran 1999’da

  • “Hazar bölgesindeki enerji kaynaklarının işletilmesi için şiddetli rekabet yaşandığını…”
  • “Uzun bir süreden beri TDA’nın bu aktif zengin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına bağlamak için birden fazla boru hatlarının gelişimini teşvik ettiğini…”
  • Hazar bölgesindeki Amerikan iş çıkarları ve politikaları için bu hibelerin atılan adımlardaönemli roloynadığını…[5] açıklar.

ABD Dışişleri Bakanlığının Hazar Havzası Enerji İşleri Sorumlusu John Wolf, 9 Temmuz 1999 yaptığı konuşmada:

  • Bulgaristan’ın Burgos limanı – Makendonya güzergahıyla Akdeniz’e, Arnavutluk limanına kadar uzanan Transbalkan Boru Hattı Projesi de dahil olmak üzere, petrol bölgelerinden petrolün taşınması için tüm seçenekleri araştırdıklarını,
  • ABD Ticaret ve Kalkınma Ofisi’nin (UTDO) Bakü-Ceyhan hattı için “kesin kararlı” olduğunu ve bunun yanı sıra ek bir boru hattı inşası da düşündüklerini,
  • Moskova ve Washington arasındaki ilişkilerin stratejik planda bozulması, Çeçenistan sorununda istikrarsızlık vb nedenlerle Rusya’nın petrol boru hatları siteminin devre dışı bırakılması yaklaşımına batılı petrol şirketlerinin ve ABD’nin sıcak baktığını,
  • Bakü-Supsa trans balkan boru hatları zorunluluğunun giderek arttığını, bu sorunun bir defada ve kesin olarak halledeceklerini söyler[6]

Hazar Denizi petrol boru hatları ile ilgili bütün tartışmalarda, İran veya Rusya üzerinden giden boru hatlarının planlanan alternatif hatlara göre çok daha ucuz olmasına rağmen ABD ve AB devletleri, batılı enerji tekelleri Rusya ve İran üzerinden gidecek hatlara ısrarla karşı çıkarlar.

Yugoslavya savaşının NATO planlarına uygun bir biçimde sonuçlanmasıyla 2 Haziran 1999’de, ABD Ticaret ve Kalkınma Ajansı (TDA)  Karadeniz ve Hazar denizi petrol kaynaklarını Batı Avrupa’ya bağlayan, Bulgaristan- Makedonya -Arnavutluk üzerinden geçecek Trans-Balkan petrol boru hattı fizibilite çalışması için batının yanına çekilmiş olan Balkan ülkelerine 588.000 dolara verir. ABD’nin kesin çözüm planı doğrultusunda Balkan-Bulgaristan boru hattı planları hızla devreye sokulur.  NATO zaferiyle sonuçlanan bir Balkan Savaşı olmaksızın Rusya’yı devre dışı bırakacak boru hatları projelerini hayata geçirilmesi olanaksızlığından söz edilir.

Balkan Savaşında elde edilen başarı, NATO’nun Hazar ve ötesine, Orta Asya’ya yönelik Batı’nın ekonomik çıkarlarından (petrolden ve doğal gazdan) daha fazla siyasal emelleri kışkırtır. Bölgedeki eski Sovyet cumhuriyetleri ile kurulmuş olan askeri temaslar Balkan Savaşı sonrasında hızla geliştirilir. Aynı dönemde Washington’da ve NATO zirvesinde NATO’nun genişletilmesi kararlaştırılır. Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin NATO’ya dahil edilirler. Ayrıca Hazar ve Orta Asya devletleri ile gevşek bir ittifak kurma konusunda gayri resmi tartışmalar yapılır. Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova’nın baş harflerinden oluşan GUOAM adı verilen ittifak kurulur.

90’ların sonunda ABD’nin bu bölgeye ilişkin stratejik konsepti ‘Yeni İpek Yolu’ olarak adlandırılır ve Mart 1999 İpek Yolu Stratejisi Kanunu ABD Temsilciler Meclisi tarafından kabul edilir. İpek Yolu Stratejisi bir ‘Trans-Avrasya Güvenlik Sistemi’ olarak tanımlanır.

İpek Yolu Stratejisi’nde:

  • ‘Güney Kafkasya ve Orta Asya Bölgesi Amerika Birleşik Devletlerinin istikrarsız Basra Körfezi bölgesinden enerjiye bağımlığını azaltacak yeterli miktarlarda petrol ve gaz üretebilir.’
  • ‘…Güney Kafkasya, Orta Asya ve Batı Ülkeleri arasında güçlü siyasal, ekonomik ve güvenlik bağlarının gelişimi güney (yani İran ve Orta doğu), kuzey (yani Rusya) ve doğudan (yani Çin’den) ekonomik ve siyasal baskılara karşı savunmasız olan bu bölgede istikrarı besleyecektir…’

denilerek ABD’nin Doğu ve Batı Hazar- Karadeniz bölgesinin Türkiye ve Ukrayna aracılığıyla, Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlama planlarına yer verilir.

Bu doğrultuda petrol ve doğal gaz hatları INOGATE (hidrokarbon kaynaklarını hatlarının Avrupa’ya ulaşımını sağlayan entegre sistem) ve TRACECA (çok kanallı Avrupa-Kafkasya-Asya Koridoru) projelerin de çerçevesi çizilir. TRACECA ile tarihi Büyük İpek Yolu’nun günümüz koşullarında yeniden oluşturulması hedeflenir. TRACECA projesi: Gürcistan ve Türkiye Karadeniz limanlarını (Poti, Batum ve Ceyhan), Gürcistan ve Azerbaycan tren yollarını, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattını, Türkmenistan ve Kazakistan’ı Hazar Denizi / gölü çevresinden Azerbaycan ile bağlayan vapur hatlarını (Türkmenbaşı-Bakü; Aktau-Bakü), Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Çin’de inşa edilmekte olan tren yollarını ve otobanları da içeriyordu.

Bush döneminde İpek Yolu Stratejisi Güney Kafkasya ve Orta Asyadaki Eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin ABD nüfuz sahasına dahil edilmeleri doğrultusunda, ABD-NATO bu bölgeye yönelik müdahaleci politikalara hız verir. Bu amaçla Doğu Akdeniz’den Afganistan’a, Çin sınırına, Orta Asya’ya kadarki bölgenin askerileştirilmesi doğrultusunda politikalar geliştirilir. Bu bölgedeki boru hattı güzergahlarını ve ticaret koridorlarını ‘korumak’ da dahil olmak üzere geniş petrol ve gaz rezervleri kontrol altına alınmaya çalışılır. 2001 Ekim’inde Afganistan’ın ABD ve NATO tarafından işgali, boru hattı koridorlarının kontrol edilmesi de dahil Orta Asya’daki Amerikan stratejik hedeflerine ulaşılmasına önemli katkı sağlar[7].

2001’de Cheney’nin başında bulunduğu bir ekip, ABD’nin enerji politikasını yeniden biçimlendirir. Buna göre, petrol ve doğalgaz kaynaklarının, boru hatlarının paylaşılması; enerji yataklarının ABD şirketlerinin yatırımına açılması doğrultusunda dünya 6 bölgeye ayrılır:

  1. Cezayir, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar ve genel olarak Orta Doğu
  2. Hazar bölgesi, Hindistan ve Güney Asya
  3. Nijerya, Nijerya bağlantılı Nijer Deltası, (Batı Afrika Boru hattı)
  4. Borneo adası ve Burma.
  5. Çad-Kamerun (boru hattı) ve Sudan
  6. Venezüella ve Kolombiya

İddialara göre bu bölgelerde ABD petrol devlerinden hangisinin ne kadar pay alacağı da belirlenir.

Belirlenen bu bölgelerdeki yönetimlerin ekonomi politikalarının Dünya Bankası ve IMF tarafından kontrol altında tutulması, gerektiğinde baskı uygulanması, gerektiğinde de finansal olarak desteklenmesi sağlanır.[8]

Haluk Başçıl

Devam edecek

 


[1] http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-5748/kremlin-yine-yeniden.html

[2] Hazar Havzası Petrol Ve Doğal Gaz Kaynaklarının Bölgesel Kalkınma Açısından Önemi,Bayram GÜNGÖR

[3] http://dunya.milliyet.com.tr/putin-in-ilk-hedefi-avrasya-birligi/dunya/dunyadetay/05.10.2011/1446803/default.htm

[4] Cité dans « Caspian Pipeline Tug Of War : Washington Favours Geopolitics Over Economics », 9 novembre 1998 International Herald Tribune,

[5] Communiqué de presse de la US Trade and Development Agency, 2 juin 1999

[6] Strategic Forecasts report, « Ajerbaijan Forces Pipeline Issue » (1999), www.stratfor.com

[7] Avrasya Koridoru: Boru Hattı Jeopolitiği ve Yeni Soğuk Savaş, Michel Chossudovsky

[8] KREMLİN YİNE, YENİDENhttp://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-5748/kremlin-yine-yeniden.html

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir