Ekonomi, İktisat ders kitaplarında “alternatif uçlar arasında kıt kaynakların tahsisi çalışması” olarak tanımlanır. İnsanların, istekleri sınırsız, kaynaklarınsa sınırlı olduğu söylenir. Bu yüzden kaçınılmaz sonuç kıtlıktır. Kıtlık teorisi bu çerçevede devreye girer. Tüm uygarlık sürecini belirler, hatta uygarlığın ortaya çıkış nedenidir.
İstediğimiz her şeye sahip olamayız, bu yüzden sahip olmak istediğimiz şeyi iyi seçmeliyiz. Her tüketim eylemi aynı zamanda bir vazgeçme, inkar eylemidir. Ne kadar tüketirsek, o kadar mahrum kalırız. Dolayısıyla da ekonomik varlıklar olarak bizim işimiz, gelirlerimiz ile satın alabildiğimiz nispeten az şeyden mümkün olan en büyük keyfi elde etmeye çalışmaktır. Aklını kullanan, rasyonel davranan, doğal olarak varlıklı, rekabetçi, en ufak ihtimali bile hesaplayan ve sürekli kendi refahının yollarını arayan, karşılaştığı fırsatları bu çerçevede değerlendirmesini bilen, atacağı adımlarda bir saniye tereddüt etmeyen bir insan tipine ihtiyaç duyulur. Akılcı ve özçıkarı peşinde, ekonomik çıkarlarını en fazla değerde sağlamak amacıyla hareket ettiği öngörülen, Klasik iktisatçılar tarafından yaratılmış bir insan tipidir bu. Homo Economicus, Ekonomik İnsan.
Savunucuları için evrensel bir olgu olarak görülen bu kavram, kapitalist kültürün insanlar arasında ve insanlar ile dünyanın geri kalanı arasında cereyan eden garip ilişkileri haklı çıkarmaya yarayan bir inanç sisteminin merkezinde yer alır.
Tekil insan yaşamını daha erken yaşlarda belirlemeye başlar. Kendimizce en yüksek geliri elde edebileceğimiz bir iş için, gerekli eğitimi alabilmek için küçük yaşlarda yarışa katılırız. Bunu başarabilenlerimiz ise elde ettiği geliri en akılcı şekilde nasıl harcayacağı uğraşı ile ömrünü tüketir. Daha fazla şey istemenin, biriktirmenin, istifçiliğin doğal bir insan özelliği olduğuna, ekonomik dünyanın işbirliği ve istikrara değil, rekabete ve genişlemeye dayandığına inanırız.
Bu inanç sistemi, mevcut ekonomik örgütlenmeyi, kaynak kullanımını ve servetin dağılımını haklı gösteren bir işleve de sahiptir. Sınıf ayrımlarını kaçınılmaz olarak ve doğayı ekonomik büyümenin ve teknolojik ilerlemenin motorunu beslemek için kullanılacak “doğal kaynaklar” olarak görür. Kapitalist ekonomide malların bireyler arasındaki dağılımının eşitsizliği, “dağıtımın marjinal verimlilik teorisine” göre doğrulanır. Toplumun toplam ekonomik ürününe daha fazla katkıda bulunanlar, daha küçük bir miktar ekleyenlerden daha fazla pay almalıdır.
Bireyler toplumsal, sosyal ve tarihsel koşullardan soyutlanmış, kıt kaynaklar için birbirleri ile yarışan, üreticiler ve tüketiciler olarak ele alınır.
Bu işlerin gerçekleştiği, en doğru sonuçların alınacağı yerler Piyasalardır.
Ama, gerçek yaşam bu teorinin uygulandığı ana merkezlerde dâhil böyle işlemez.
Dört çeşit piyasa yönlendirmesinden ve modelden söz edilebilir.
Birincisi, Devletin başat olduğu, piyasanın kolaylaştırıcı olduğu,
İkincisi, Piyasanın başat olduğu, devletin kolaylaştırıcı olduğu,
Üçüncüsü, Devletin tüme egemen olduğu,
Dördüncüsü, Piyasanın tamamen egemen olduğu.
Bu dört modelden ilk üçüne örnek bulmakta zorlanılmaz. Ama sonuncunun bir örneği yoktur. Yaşama uygun değildir. Devlet ile yakınlık, uzaklık ilişkisi dışında; bir kişinin diğerinden daha fazlasını üretmesini sağlayan tarihsel ve sosyal koşullar hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Kalıtsal zenginlik, örneğin, bir kişiye daha fazla sermayeye erişim hakkı verir ve bu nedenle, marjinal ürünü genellikle daha az ayrıcalıklı koşullara sahip bir kişiden daha yüksek olacaktır. Genel olarak, daha fazla eğitime sahip olan – yine, genellikle aile koşulları nedeniyle – daha yüksek marjinal ürüne ve dolayısıyla daha az eğitimli olandan daha yüksek bir gelire sahip olacaktır.
Bu inanç ve içine gömülü insan doğası görüşleri insan kültürleri arasında bir anormalliktir esasen.
İki farklı itiraz ve olgu hemen göze çarpar.
Biri, 20 yy’a damgasını vuran emek ağırlıklı bir temelden kalkan ve yeni insanın ortaya çıkacağını savlayan hareketliliktir. Bu hareketliliğin gerçekleştirdiği birçok deney, toplumun yeniden örgütlenmesi aşamalarında irade yitimine uğramaya başlamış, sonunda da sorun diye gördükleri noktaya geri dönmüşlerdir. Bu sonuçta bu hareketliliğin tarihsel olarak ortaya çıkmış Piyasa ve insan doğası teorilerine temelden bir eleştiri getirmeyişlerinin payı büyüktür.
İtirazın temeli değeri yaratanın kim olduğu sorusuna verilen farklı cevaplardadır.
Klasik yorum, kafa emeğine vurgu yapar.
Muhalif bakış ise, kol emeğine.
Çöken de budur. Teknolojik gelişmeler bu gelişmeyi oldukça hızlandırmıştır.
Oysa itiraz sadece emek türlerinden birinden birine yaslanmanın üzerinden, emeğin derecelendirilmesinden değil, kurgunun tamamına yapılmalıdır.
İnsan tarihini bölüp ayrıma tutmaktan, tarihi devletin ortaya çıkışı ya da tarıma ve yerleşik yaşama geçişle başlatmaktan vazgeçip, bütünsel olarak bakmaya başladığımızda, yeryüzünün tamamında geçerli bir sistem olarak ortaya çıkan ve günümüzde de varlığını devam ettiren bir sistem ve insan tanımı hemen göze çarpar.
Avcı toplayıcılar.
Avcı toplayıcı “ekonomik olmayan insanı” temsil eder. Bu topluluklar üretimi, dağıtımı ve yaşamı organize etmenin çok farklı yollarına sahiptirler. Avcı toplayıcı toplumların sadece varlığı ve özellikle de tarihsel başarısı, rekabetçi pazarlar dışında üretim ve dağıtımı organize etmenin birçok başarılı yolunun olduğunu kanıtlamaktadır.
Yapılması gereken yerleşik yaşam koşullarında bu işleyişi yeniden sistemsel olarak, hem fikri hem de pratik olarak örebilmektir.
Teknolojik gelişmelerin, egemen sistemin direncinin kırılması koşulu ile bunu gerçekleştirecek bir dönemi başlatabileceğini söylemekte doğru olacaktır.