Search
Close this search box.

“Depresyon ve Demokrasi!”-Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Nobel ekonomi ödülü sahibi liberal ekonomist Paul Krugman’ın 11 Aralık 2011 tarihli The New York Times’ta “Depresyon ve Demokrasi”

başlıklı bir yazısı yayınlandı. Paul Krugman, bu yazısında ekonomik çöküşle birlikte gelen sorunları sıraladı:

 

hbascil@anafikir.gen.tr

Amerika ve Avrupa’da işsiz sayısı feci şekilde yükseldiğini, yöneticiler ve kurumların hızla yıprandığını ve inanırlıklarını kaybettiğini,

Euro krizinin Avrupa hayalini öldürdüğünü ve ortak para biriminin ülkeleri birbirine     bağlama yerine ülkelerde kaygı verici bir duruma dönüştüğünü,

Avrupa ülkelerinde gittikçe artan kemer sıkma programlarının ekonomik büyümeye   yol açmadığı gibi var olan tahribatları daha da arttığını,

Yaşanan adaletsizlikler karşısında Avrupa halklarının kızgınlıklarının arttığını belirtiyor.

Krugman yazısında, bu gelişmelerin de demokratik değerlerde önemli kayıplara yol açtığı, sağcı popülist politikaların yükselmesine neden olduğunu da belirtiyor. Avusturya’da Neonazi düşüncesine yakın Özgürlük Partisi’nin oy oranının geleneksel partilere yaklaştığını, Finlandiya seçimlerinde yabancı düşmanı politikaları savunan Gerçek Finliler Partisi’nin geçen Nisan ayında önemli bir oy oranına ulaştığına işaret ediyor. Bu iki zengin ülkenin ekonomilerinin iyi durumda olmasına rağmen bu partilerin oylarını arttığını, asıl kaygı verici gidişatın ise Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde görüldüğünü söylüyor.

Geçen ay, Avrupa Bankası belgesinde, Berlin duvarının yıkılması sonrasında AB’ye üye olan Doğu Avrupa ülkelerinin içine düştükleri ekonomik kriz nedeniyle bu ülkelerde halkın demokrasiye olan inançlarının azaldığı ve demokratik sisteme yönelik desteklerinin de düştüğüne yer verildiğini söylüyor. Bunun da sürpriz olmadığının altını çiziyor.

Macaristan, “ortak para birimi” Euro’ya geçmemekle birlikte büyük dış borçları ve önceki sol liberal bir parti olan Macar Sosyalist Partisi iktidarı dönemindeki kötü yönetim ve yolsuzluklar nedeniyle geçen seçimlerde merkez sağ parti Fidesz’in ezici bir üstünlük sağladığını belirtiyor. Avrupa’nın göbeğinde ince bir demokrasi cilası altında otoriter bir rejim yaratıldığını ve bu partinin de yaptığı anayasa değişiklikleri ile iktidarını sürekli kılmak istediğini söylüyor.

Paul Krugman, Macaristan’daki gelişmeleri yakından izleyen Princeton Hukuk ve Kamu İşleri Müdürü Prof. Kim Lane Scheppele’den ülkedeki gelişmelere ilişkin bir yazı istiyor. Lane Scheppele de 19 Aralıkta The New York Times’te ki yazısında Macaristan’daki gelişmeleri kısaca şöyle özetliyor:

Fidesz partisi oyların % 53 ile meclisteki sandalyelerin % 68’ine sahip oluyor.

Anayasayı tek başına değiştirme gücüne ulaşıyor ve tam 10 kez değiştiriyor.

Başsavcılık ve Sayıştay iktidara devrediliyor. Yargı bağımsızlığı kaldırılıyor.

Anayasa Mahkemesinde yargıç sayısını artırarak yeni koltuklara Fidesz’e yakın         isimler getiriliyor. Mahkemenin bütçeyi, vergileri, kemer sıkma planlarını içeren    yasaları denetleme görevi elinden alınıyor.

Yeni kurulan, Ulusal Yargı Ofisi yoluyla tek bir kişiye tüm hâkimleri atama ve        görevlendirme yetkisi veriliyor. Hangi yargıcın hangi davaya bakacağına da aynı      hâkim karar veriyor.

Seçim yasa değişikliği ile seçim sistemi Fidesz’den başka bir partinin kazanmasını     imkânsız hale getiriyor.

Yalnızca Fidesz Partisi üyelerinden oluşan ve başkanı başbakan tarafından atanan bir          basın denetim kurumu kuruluyor. Bu kurum tüm medyanın “politik olarak     dengeli” yayın yapıp yapmadıkları konusunu inceleyebiliyor ve yayın    kuruluşunu iflasa zorlayacak kadar ağır para cezaları verebiliyor.

Anayasa’daki “Ulusal Ant” başlıklı metin, “Tanrı Macarları kutsasın” sözleriyle başlıyor ve “Hıristiyanlığın ulusumuzu korumadaki rolünü tanıyor ve aynı zamanda ülkemizin farklı dinî geleneklerine değer veriyoruz” diyerek dinin siyasi alandaki önemini vurguluyor.

1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek bu anayasa ile tüm siyasi güç iktidar partisinde toplanıyor

Neoliberalizm, Demokrasi, Özgürlük!..

Paul Krugman’ın yazısına ülkemizdeki bazı ekonomi haber siteleri, yazının temel mesajı yerine sadece ekonomi ile ilgili kısımlarını cımbızlayarak yer verdiler. Böylelikle onun ekonomik gidişat ile demokrasi arasında kurduğu bağı görmezden geldiler. Scheppele’nin yazısına da bazı basın organları ve haber.sol.org.tr vb. siteler ilgi gösterdi. Onlar da ekonomi ve demokrasi arasında kurulan bağa gereken önemi vermeksizin Macaristan’da yapılan anayasa değişikleri sonunda ortaya çıkan tablo ile ülkemizde referandum sonucunda yapılan anayasa değişiklikleri arasındaki benzerliğe vurgu yaptılar. Bir bütünlük oluşturan iki yazı arasındaki ilişkiyi (yani ekonomik sistem ile demokrasi ilişkisini)  gözden kaçırdılar.

Nuray Mert, köşe yazısında Scheppele’nin yazısına atıf yaparak bir yorumda bulundu.  27 Aralık tarihli “Macaristan’ın Demokratik Diktatörü” başlıklı yazısında,  liberal ekonominin dünyayı özgürlük ve demokrasi ile tanıştıracağı tezinin çöktüğünü belirtiyor.

Aslında neoliberal sistemin demokrasi ve özgürlüklere yol açacağına ilişkin “tez” bir illüzyondan başka bir şey değildi. Bir tez için geçerli olabilecek hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı gibi, dünyanın hiçbir köşesinde de iddiasına uygun bir gelişme de yaşanmamıştır.

Emperyalist sitemin ülkelere dayattığı neoliberal politikaların planlamasını yapan, mali ve teknik desteği sağlayan Dünya Bankası, IMF’de uzun süre çalışan bazı uzmanlar, birçok ülkede uygulamaya konulan ekonomik politikaların iyi bir pazarlama stratejisi ile birlikte yürütüldüğünü söylüyorlar. Demokrasi ve özgürlük söylemleri de bu ekonomik pazarlama stratejisinin bir diğer ayağını oluşturuyordu. Şili’de Salvador Allende iktidarının (CIA ve Şili Genel kurmay Başkanı Pinochet’in işbirliği ile öldürülen) Maliye Bakanı iktisatçı Ornando Letelier, neoliberal politikaların hiçbir demokratik değerle bir arada yürümeyeceğine dikkat çekiyordu.  Hatta bu ekonomik politikaların ancak anti demokratik uygulamalarla (devlet terörü, işkence, insan hakları ihlalleri vb olmaksızın) hayata geçiremeyeceğini vurguluyordu.

Günümüzde serbest piyasa adı altında devletin küçültülmesi gerekliliği vurgulanarak tüm kamusal varlıklar uluslararası tekellere devrediliyor. Devlet küçültülürken tekeller büyütülüyor. Ekonomik sistemin ve pazarın tek hakimi haline gelen tekellerin aynı zamanda siyasi sistemi de buna uygun olarak biçimlendirmek istemelerinden doğal ne olabilir?

AKP Hükümeti’nin son anayasa referandumu ile yaptığı değişikler yasama, yürütme ve yargının tek merkezde toplanmasını pekiştirmesi, devletin hemen hemen tüm kurumlarına yandaş kadrolar atayarak ele geçirmesi, demokratik kamuoyunda tıpkı Macaristan’daki gibi otoriter bir rejime gidiş olarak görülüyor. Ülkemizde AKP’nin TBMM’deki desteğine dayanarak anayasada ve yasalarda yaptığı anti-demokratik düzenlemelerle emperyalist politikaların bölgemizde hayata geçirilmesini esas aldığını biliyoruz. Aynı şekilde Fidesz’in yeni anayasayı katılımcı bir süreç ve geniş mutabakat arayarak yapmak yerine parlamentodaki çoğunluğuna güvenerek çıkarması dünya kamuoyunda ve Macaristan’da Fidesz’in kendi rejimini kurması olarak değerlendiriliyor.

Ülkemizdeki farklı siyasi görüşlere sahip bazı kesimler AKP’nin yaptığı anti demokratik adımları ve kendisine karşı yapılanmalara yönelik girişimleri yeni bir rejim kurma çabaları olarak değerlendirmektedir. Bu yeni rejimi de AKP’nin kendi siyasi hesapları ve ideolojik yaklaşımlarının ürünü olarak görmektedirler. Bu anlamda, liberal Paul Krugman’ın çeşitli ülkelerde yaşanan ekonomik krizler ile demokrasi arasında  kurduğu (eksik ve yetersiz) bağın dahi gerisine düştükleri söylenebilir.  Dolayısıyla AKP veya Fidesz’in anti demokratik (anayasal ve yasal) düzenlemelerini bu partilerin çıkarcı, fırsatçı davranışlar olarak değerlendirmek ekonomik sistem ile demokrasi arasındaki bağı gözlerden gizlemeye hizmet etmektedir. Diğer bir deyişle tekelci kapitalizmin tekelci bir siyasi sisteme doğru yönelişini açığa çıkarmaya, gözler önüne sermeye değil, tam aksine gözlerden kaçırmaya yol açmaktadır.

Köklü demokratik rejime sahip ülkelerde dahi neoliberal politikalarla birlikte uluslararası terör ve ülke güvenliği gibi kavramlar ile kişi hak ve hürriyetlerine (seyahat, haberleşme vb) yönelik kısıtlamalara gidildi. Kişisel bilgilerin gizliğinin ihlali, kişilerin ve toplumun izlenmesi vb. düzenlemeler demokratik kesimlerde kaygılar yaratmaktadır. Tüm bu anti demokratik girişimleri her bir ülkenin kendi öznel sorunları olarak görmek yerine genel bir politikanın unsuru olarak değerlenmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu anlamda Slavoj Zizek, “…Kapitalizmin bir şekilde kendisiyle birlikte demokrasi getirdiğine inanılıyordu, şimdiyse kapitalizm ile demokrasi arasındaki evlilik ilişkisi yavaş yavaş bir boşanmaya doğru gidiyor “ tespitiyle buna dikkat çekiyor.

Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir