12 Temmuz 2016
Dünyaca ünlü gazeteci Seymour Hersh, bir dizi röportajda ve kitapta, Obama Yönetimi’nin Suriye’yi işgal etmek için bahane olarak kullanmaya çalıştığı sarin gazı saldırısı nedeniyle gerçek dışı bir şekilde Suriye hükümetini suçladığını açığa çıkardı.
Ünlü gazeteci, Hillary’nin Esad’ı suçlamak ve Suriye savaşını başlatmak için isyancılara sarin göndermeyi onayladığını söyledi.
Matt Agorist
The Free Thought Project
2013 yılının Nisan ayında İngiltere ve Fransa, Birleşmiş Milletlere Suriye’nin isyancı güçlere karşı kimyasal silah kullandığını gösteren güvenilir kanıtların olmadığı bilgisini verdi. Yalnızca iki ay sonra, Haziran 2013’te Amerika Birleşik Devletleri Suriye hükümetinin gerçekte muhalefet güçlerine karşı savaşta kimyasal silah kullandığı değerlendirmesini yaptı. Başkan Obama bu kimyasal saldırıyı derhal işgal için bahane olarak kullandı ve Beyaz Saray’a göre ABD’nin isyancılara doğrudan askeri yardımda bulunmasına izin verdi.
ABD’nin bu ‘ılımlı isyancıları’ finanse etmesinden bu yana 250 binden fazla insan öldürüldü, 7 milyon 600 bini aşkın insan ülke içinde yer değiştirdi ve 4 milyondan fazla insan ülkeyi tamamen terk etmek zorunda kaldı.
Şimdi bize, ABD hükümeti tarafından finanse edilen ve silahlandırılan sadist bir isyancılar ordusunun gerçekleştirdiği bütün bu ölüm ve yıkımların temelinde olan şeyin tümüyle fabrikasyon olduğu söyleniyor.
Dünyaca ünlü gazeteci Seymour Hersh, bir dizi röportajda ve kitapta, Obama Yönetimi’nin Suriye’yi işgal etmek için bahane olarak kullanmaya çalıştığı sarin gazı saldırısı nedeniyle gerçek dışı bir şekilde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini suçladığını açığa çıkardı.
Eric Zuesse’in Strategic Culture sayfasında izah ettiği gibi, Hersh, İngiliz istihbaratından gelen ve kullanılan sarin gazının Esad’ın stoklarından gelmediğini söyleyen bir rapora işaret ediyordu. Hersh aynı zamanda 2012 yılında Obama Yönetimi ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar liderleri arasında, bir sarin gazı saldırısı sahneleyip Esad’ı suçlama ve bu şekilde ABD’nin ülkeyi işgal edip Esad’ı devirebilmesine olanak tanıma yönünde bir anlaşmaya varıldığını söylüyordu.
“Anlaşma hükümleri gereği finansman Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan geliyordu; CIA, MI6’in desteğiyle, silahların Kaddafi’nin cephaneliklerinden Suriye’ye getirilmesinden sorumluydu.”
Zuesse’in haberinde izah ettiğine göre Hersh, bu ‘silahların’ arasında Libya’daki stoklarda bulunan ve sarin hazırlamakta kullanılan öncü kimyasalların bulunup bulunmadığını söylememişti. Ancak eski Libya lideri Kaddafi’nin bu tür stoklarının olduğunu ve Bingazi’deki ABD konsolosluğunun da Kaddafi’nin ele geçirilmiş silahlarının Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderilmesi için bir “gizli hat” işlevi gördüğünü söyleyen, çok sayıda bağımsız haber hazırlanmıştır.
Hersh her ne kadar özel olarak ‘Clinton’un gazı aktardığını’ söylemediyse de, onu sarin gazının parçası olduğu silahların ‘gizli hattının’ doğrudan doğruya içine yerleştiriyordu.
Hersh, Hillary Clinton’un dahli konusunda AlterNet sitesine konuşurken, Bingazi’deki büyükelçiliğe düzenlenen saldırıda ölen Büyükelçi Christopher Stevens hakkında şunları söyledi:
“Tek bildiğimiz şey onun [Hillary Clinton] dönemin CIA direktörü Petraeus’a çok yakın olduğu. (…) O devre dışı değildir, bir örtülü operasyon yapıldığında bunu bilir. Öldürülen büyükelçi, anladığım kadarıyla, CIA’in ayağına dolanmayacak biri olarak tanınıyordu. Daha önce yazdığım gibi, misyon gününde CIA’in üs şefi ile ve nakliye şirketiyle görüşüyordu. İşin içindeydi, olan biten her şeyin kesinlikle farkındaydı. Ve bu denli hassas bir mevkide olup da belli bir kanal aracılığıyla patronuyla konuşmayacak olan kimse yoktur.”
Hersh’ün iddialarını destekleyen bir diğer isim de, araştırmacı gazeteci Christof Lehmann. Lehmann, saldırılardan sonra Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, CIA Direktörü John Brennan, Suudi İstihbarat Şefi Prens Bender ve Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı’na uzanan kanıt izleri bulmuştu.
Lehmann’ın izah ettiği gibi, Rusya’dan ve başka ülkelerden uzmanlar pek çok defa, kimyasal silahın Suriye’ye ait standart kimyasal silahlardan olamayacağını ve eldeki bütün kanıtların – kurbanlara ilk yardım sağlayanların zarar görmemiş olması dahil — sıvı, ev yapımı sarine işaret ettiğini belirtti. Suriye’de ve Türkiye’de bu türden kimyasallara el konulmuş olması da bu bilgiyi pekiştiriyor.
Bunun her şeyi izah eden bir sihirli değnek olmadığı açıksa da, bu sonuç önemsiz görülmemelidir. Free Thought Project’in geçmişte kapsamlı bir şekilde aktardığı üzere, başkan adayı Clinton, kendisini ve kocasını on yıllardan beri finanse eden suç kartelleriyle uluslararası bağlara sahiptir.
Hillary Clinton 2009 yılında dışişleri bakanı olduğu zaman William J. Clinton Vakfı, Beyaz Saray’ın talebi üzerine bağışçılarını açıklamayı kabul etti. Politifact tarafından açığa çıkarılan bir mutabakat muhtırasına göre vakıf, mevcut ilişkilere sahip olduğu veya hibe programı yürüttüğü ülkelerden bağış toplamaya devam edebildi.
Kayıtlar, Clinton Vakfı’na yıllar içinde 5 milyon dolardan fazla katkı yapan 25 bağışçı arasında altı yabancı hükümetin olduğunu, en büyük katkı yapanın da Suudi Arabistan olduğunu gösteriyor.
Suudi Arabistan’ın Clinton’un finansmanında oynadığı rol muazzam. Son yarım yüzyıldaki Suriye-Suudi ilişkileri de, bu iç savaşın esas sebeplerini ortaya koyuyor.
Zuesse’in Strategic Culture sayfasındaki makalesinde işaret ettiği gibi:
Muhabir, “Arkasından gelecek olan iktidar boşluğunun Suriye’de her türden cihatçı grubun önünü açacak olmasını” gerekçe göstererek Hersh’e neden Obama’nın Suriye’de Esad’ı devirme konusunda bu denli saplantılı olduğunu sorduğu zaman Hersh, bunun yalnızca Obama için değil, Genelkurmay için de geçerli olduğunu söyleyerek “kimse bunun nedenini kestiremiyor” dedi ve ekledi: “Bizim politikamız her zaman ona [Esad’a] karşı oldu. O kadar.”
Bu yalnızca Esad’ın başında olduğu Baas Partisi’nin 1957 yılında CIA tarafından kendisini devirmeyi amaçlayan bir darbeye maruz kalmasından beri böyle değil; gerçekte CIA’in Suriye’deki ilk darbesi 1949 yılında gerçekleştirilmiş, demokratik yoldan seçilmiş bir lider devrilmişti ve amaç, Suudi petrolünün Suriye üzerinden dünyanın en büyük petrol pazarı olan Avrupa’ya ulaşmasını sağlayacak bir boru hattı inşa etmekti; boru hattının inşası da ertesi yıl başladı.
Fakat bunun ardından Suriye’de bir dizi başka darbe (yabancı güçlerin gerçekleştirmediği, ülke içi darbeler: 1954, 1963, 1966 ve en sonunda 1970) gerçekleşti ve en sonunda 1970’deki darbeyle Hafız Esad iktidara geldi. Suudilerin uzun zamandır planladığı Trans-Arabistan Boru Hattı da inşa edilemedi.
Dünyanın en büyük petrol şirketi olan Aramco’nun sahibi olan Suudi kraliyet ailesi daha fazla beklemek istemiyor. Obama, Suriye’de uzun zamandır arzulanan “rejim değişikliği”ni ciddi ciddi gerçekleştirmeye çalışan ilk ABD başkanı ve buradaki amaç yalnızca Suudilerin Trans-Arabistan Boru Hattı’nın inşa edilmesini sağlamak değil, aynı zamanda Katar’ın sahibi olan Sani kraliyet ailesinin (Suudilerin dostlarının) burada inşa etmek istediği Katar-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı’nı Suriye üzerinden inşa etmek.
ABD, Suud ailesinin (ve onların dostu olan Katar, Kuveyt, BAE, Bahreyn ve Umman kraliyet ailelerinin) müttefikidir. Rusya ise Suriye liderlerinin müttefikidir – tıpkı Rusya’nın geçmişte İran’da Musaddık’ın, Guatemala’da Arbenz’in, Şili’de Allende’nin, Irak’ta Hüseyin’in, Libya’da Kaddafi’nin ve Ukrayna’da Yanukoviç’in müttefiki olması gibi. Suriye’deki Baas Partisi hariç olmak üzere bunların hepsi ABD tarafından devrilmiştir.
Çev: Selim Sezer
www.medyasafak.net