Search
Close this search box.

Sahte Barışa Karşıyız-M. Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

emperyalizmin yönettiği savaşa karşıydık…

 emperyalizmin zorladığı barışa da karşıyız…

“SAHTE BARIŞ”IN BAŞTAN ÇIKARICI RAHATLIĞI

Hey maşallah!  Demokrasi geldi, barış kapıda, başka şey isteseydik o da olacakmış, bir de piyango bileti alsaydık bari… gibilerden bir hal sardı ortalığı ama, temel eğilimleri düşünenler de eskisi kadar az değil. Temel eğilimlerden kast ettiğimiz şey bölgede Osmanlı mirasının paylaşımının daha uzun süre devam edecek olması. Bu paylaşım İsrail’in hedefleri, su-enerji kaynakları ve büyük güçlerin stratejik mevzilenme endişeleri gibi konularla daha da karmaşık hale geliyor. Yani, bu iş öyle birkaç kişinin iradesine filan bağlı değil. Bölgenin toptan düzenlenmesi, birçok halkın kaderinin çizilmesi söz konusu. Malum koroya rağmen hala basından bile farklı sesler çıkıyor. Hatta giderek artıyor. Şöyle ağız tadıyla barışın, kardeşliğin keyfini çıkarttırmıyor münafıklar.

Senaryo çok zaman önce yazıldı, kaç kez gözden geçirildi. Gerildi boşaltıldı, birkaç kez tekrarlandı, -son pazarlığın ne olduğu dışında- pek gizli tarafı kalmadı. Fon müziğini oluşturan liboşlar korosu bile artık yıprandı. Yönetmenin gözünden düşmemek için çırpınıp duruyorlar. Yardımcı yönetmen “su koymayın, hepinizi atarız” diye uyarıyor. Danışmanlarda hafif bir telaş. Muhasebeciler içeride yevmiyeleri hesaplıyor. Yönetmen yeni sahnelerin direktifini veriyor. Mesajlar ışık hızıyla yayılıyor ama etrafta o kadar çok kamera var ki, çekim sırasındaki aksaklıklar mutlaka bazılarına takılıyor. Kimilerinin eli ayağı dolanıyor. Her şey düzgün gitmiyor. Liboşlar korosunun ahengi biraz daha bozuluyor.

Bu çağda komploları tezgahlamak kolaylaştı ama her şey aynı şekilde daha çabuk açığa çıkıyor. Sorun olaylarda değil bunların algılanma şeklinde düğümlenir oldu adeta.

Yeni Osmanlıcılık Balonu

Yeni Osmanlıcılık diye bir şey çıkardılar ama bu da insanların kendilerini kandırmaları için ortaya atılmış bir şey sanki. Yani Türk milleti lafını devreden çıkarırsak, o zaman eski Osmanlı milletleri koşup gelecek, yeni bir uzlaşma ve birliktelik oluşacak gibi bir şey. Buna kargalar bile inanmaz. Pandora’nın kutusu açılmış bir kez. Cin de şişeden çıkmış, bir daha girmez. Milliyetçilik bir başladı mı geri gitmez. Bu sözde “Yeni Osmanlıcılık” olsa olsa Almanların bir zamanlar Enver’e zokayı yutturmak için öne attıkları “Büyük Turancılık” ile karşılaştırılabilir. Ne var ki Türk Ordusu Azerbaycan’a girer girmez kriz çıkarmışlardı. Yani, Yeni Osmanlıcılık ile daha büyük bir Türkiye’yi kurduracaklarına inananın aklından kuşku duymak gerekir. Bu bir zihin karıştırmacadan ibarettir. Amacı üniter devletin tasfiyesine muhalefet edebileceklerin gardını düşürmek, sayısını azaltmaktan başka bir şey değildir. Aaah! sen ne kurnazsın Sam Amca, artık İngilizler bile eline su dökemez.

Devlet kademelerinde…

Özellikle de dışişleri bakanlığında “ABD ve İsrail” ile birlikte davranırsak uzun vadede daha karlı çıkarız düşüncesi var. Bunlar “tilki ile sansar kümese girdi, onlara yardım edelim de bize dokunmasınlar” diyen horozlara benziyor. Yaşasın Yeni Osmanlılar. Önce Viva Novum Ottomanum sonra çal bir Ottomana Nova. Hem, Süleyman Şah’ın mezarı da Suriye’de kalmamış mıydı? Öte yandan, Türkiye ile İsrail ilişkileri en derinden zaten devam ediyordu. Obama zorlamalı özür, sadece görüntüyü kurtardı, senaryo ilerlemeye devam etti. Vee (trampet hızlandı, projektör sahneyi aydınlattı) işte barış. Pek saaayın İmralı Bey imzaladı, saaayın Kandil Bey de onaylarsa vatana millete (pardon, o eskidendi) ümmetimize, cemiyetimize hayırlı olsun. Akiller de etrafta gezinip figürasyonu tamamlayacak (gözden düşen liboşlar listeye girme şanslarını yitirdiler, çift kaşe alacaklardı, ne üzülüyorlardır ama). Biz de bir şeylerin eksikliğini yıllardır derinden hissederdik, meğerse akil adamlarmış. Her bölgeye lazımdı zaten. Hatta her mahalle de kendi akil adamlarını seçsin. Ne güzel olur. Evlere gelsinler, bize barışı anlatsınlar. Çay ve sempati olsun, empati yaparız. Teyzeler börek açar, halalar kek pişirir. Köftehorlar, müstakbel hayatımızdan bir “enstantene” (bu laf ses uyumu için, “manzara” kelimesi aynı vurguyu yapmıyordu) gördünüz, keyfiniz yerine geldi değil mi? Ben mi? Beni mi soruyorsunuz? Çay demli olduktan sonra benim için de pek sorun yok. Bir de mahalleden akil adam seçilirsem kimse değmesin keyfime.

Kardeşlik de istemiyorum…

Bu barışı istemiyorsam, bari kardeşlik de istemeyeyim dedim. Bi farklı ses olsun. Ne Edirnelisiyle ne de Karslıyla kardeş olmak istiyorum. Ne mi istiyorum. Tabii ki hukuk devleti içerisinde yurttaşlık bağı istiyorum. O kadar kardeşi kaldıramam. İyice kafam karışır. Ama yurttaşlığa varım. Yani ben zaten yurttaşım da onların çoğu değil. Edirneli tekstilciler zehirli sularını yeraltı kuyularına ve Ergene Nehri’ne veriyorlar. Onlarla kardeş olamam. Ama yurttaş olmayı, yani kanunlara uyup temiz olmayı kabul ederlerse eyvallah! (Öte yandan Edirnelilerin Çevre Komitesi’nde saygıdeğer hukukçularımız da var, onlara saygım sonsuz.) Bak Konyalılar atıklarını Tuz Gölü’ne dökmekten vaz geçiyorlarmış. Birden kanım ısındı. Zaten pideleri de güzel. Şimdi tek tek illeri saymayayım, yemekleri saymaya başlarım. Tokat kebabı, Malatya kayısısı, Besni üzümü, Denizli kirazı abooov! Yurttaşlar, ne zengin ülkemiz var. Kardeşlik diyerek arkadan hançerlemek yerine, paşa paşa yurttaş olalım, işimize bakalım. Çok samimiyetten maraz doğar (yoksa başka bir şeyden miydi, her neyse). Daha emperyalizmle görülecek hesabımız var. Eskiden her hafta ant içerdik. (Mehmet Ali, hatırlamayanlara yardım et n’oolur) Unutmayan kaç kişi kaldı. Bu iş daha 70-80 sene sürebilir. Afaki bir rakam. Daha az da olabilir, çok da. Üstelik yurttaşlıkta şöyle şeyler de var: “yurttaşlar görev başına” ya da “yurttaşlar barikatlara” gibi filim sahneleri, “yurttaşlar, adalet ve özgürlük için” gibi tumturaklı laflar. Kardeş deyince laubali olunuyor. “Kardeş şu çocuğu bi dakka tutarmısın” (otobüs molasında), “kardeş bi baksana” (adres soracak), “Kardeşim dikkat etsene” (bu galiba kaldırımda çarptığın adam olsa gerek, dikkat!, biraz daha sinirlenirse girişecek, çok diklenme suyuna git).

Emperyalizmin boyunduruğu altındaki bir ülkede barış olmaz

İşte her şeyin özeti bu. Haa!, bunu isteyenler yok mu. Hem de ne kadar. Hepsi işbirlikçilikten nema umuyor. Bazıları da iyi kazanıyor. Gelsin vakıflardan paralar. İki dandik yazı attırdık mı iki zarf, iki de seyahat. Kırk yıldır yazıyorum daha kimseden en ufak bir teklif almadım. Kahve ısmarlayan bile çıkmadı. Acaba nerede hata yapıyorum. Yoksa kardeşlik ve barış mı istesem. Niçin her dönemde açıkta kalıyorum, çalım yiyorum. Bir akil adam olsa. Bolca aklından biraz da bana verse, bir güzel danışsam. Bir de demli çay olsa… Üşenmeyip kendim mi demlesem.

M. Tanju Akad

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir