Seçimlerde Neler Oldu?- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

30 Mart 2014’te harika (!) bir seçim oldu. Siyasi partiler, adaylar, birbirine demediğini bırakmadı, yurttaş şaşırmadı, herkes boyunun ölçüsünü aldı, ortalık sakinleşti, demokrasimiz muhteşem (!) bir zafer kazandı.   

Uzmanlardan, eski bakan ve milletvekillerinden oluşan Temiz Seçim Platformu’nun seçim sonrası yayınladığı raporda: 2014 yerel seçimi öncesi 2 milyondan fazla seçmenin Adrese Dayalı Nüfus sisteminden çıkarılarak oy kullanamaz hale getirildiğini, 766 binden fazla seçmenin Nüfus Kayıt Sistemine eklendiğini; belediyelerin numarataj çalışmasıyla yeni adresler oluşturarak taşıma/sanal seçmen yığdığını; var olan bir adrese gerçekten o adreste oturmayan kişiler yazdırılarak bindirme seçmen yaratıldığını; sandıklara mühürsüz oy pusulaları atıldığını, yanlış sandıklara oylar attırıldığını,  görev belgesi olmayan kişilere oy kullandırıldığını, önceden mühür basılmış oy pusulaların sandıklara konulduğunu, seçim sonuç tutanaklarında oy kaydırmaları, yanlış toplamalar olduğunu, seçim sistemine dışarıdan müdahale edildiğini saptar.  

AKP iktidar olduğundan bu yana, bu ülkede ne doğru ve dürüst bir sınav yapılabiliyor, ne de bir seçim olabiliyor! Bolca dinden imandan söz ediyorlar, Müslüman Müslümanın kardeşidir diyorlar, amma Müslüman millete etmediklerini bırakmıyorlar. Bu ülkede, hiçbir yaşamsal sorun konuşulmuyor. İktidar eften püften nedenlerle gündem yaratıp, toplumu oyalamaya devam ediyor. Örneğin bir iktidarın başı paralel bir yapı tutturdu, onca yıldır birlikte iş yaptığı bu yapıyla gölge boksu yapıyor; yasamaya, yürütmeye egemen olmanın, yargıyı susturmanın, yazılı ve görsel basını etki altına almanın etkisiyle olsa gerek önüne gelene “alçak, namussuz, şerefsiz” damgasını yapıştırıyor; bir fırtına gibi sağı solu vuruyor; sanki Mısır’daki devrik Mursi’ye özeniyor; sonu benzer mi bilinmiyor (!), yaşananlara bakılırsa geleceği pek de iç açıcı görünmüyor(!)

Yüksek Seçim Kurulu, 30 Mart 2014 Yerel Yönetimler Genel Seçiminde, Nüfusu 76.667.864 olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, 52.695.831 seçmen olduğunu, bunların 48.055.316’sının mahallelerde, 820.194’sinin beldelerde,  3.820.32’sinde köylerde oy kullanacağını belirler.   

Seçime katılma oranının %85’i aştığı söylenir, kesin sonuçlar açıklanıp, resmi gazetede yayınlanmadığı için de net bir rakam vermek olanağı yok. Kesin olmayan seçim sonuçlarına göre belde, ilçe, il, büyükşehir belediye başkanlıklarında, siyasi partilerin ve bağımsız adayların aldıkları oy ve oranları şöyle:

(Kaynak: İnternet/Cihan Haber Ajansı)

Partilerin tamamı bütün belediye başkanlıkları için aday gösterememiştir, kimisi aday bulamamıştır, kimisi aday göstermenin anlamsız olacağını düşünmüştür, kimisinin parti örgütü, çalışacağı üyesi yoktur. Bu gerçekler ışığında, tabloya göre, 30 Mart 2014 Yerel Yönetim Genel Seçimi’nde en çok oyu AKP’nin aldığı, ikincinin CHP, üçüncünün MHP olduğu, bunları sırasıyla BDP, SP, HDP, BBP, Bağımsız ve DP’nin izlediği anlaşılıyor.     

Seçimin, partiler ve adaylar açısından eşit ve özgür bir ortamda gerçekleştiğini kimse söyleyemez. Bir yanda hazineden yardım alan, medyayı sınırsızca kullanan, çıkar çevrelerince desteklenen siyasi parti ve adaylar, öte yanda seçime katılma hakkı olmasına karşın hazineden bir kuruş yardım alamayan, genel olarak merkez medyada yer bulamayan, ekranda görülemeyen parti ve adaylar.

Seçim döneminde parlamentoda temsilcisi bulunan siyasi partilerin hazineden yardımı alması, seçime katılma hakkı olan diğer siyasi partilere göre daha avantajlı olarak seçim yarışına katılması demektir. Bunun eşit ve adil olduğunu hiç kimse iddia edemez.  Seçime kaç partinin katıldığını, bu partilerin hangi düşünceyi, hangi sınıfsal kesimi temsil ettiğini genel olarak seçmen bilmiyor. Yazılı ve görsel basın ve yayın organları (Medya), bu seçime dört parti katılmış gibi bir algı yarattı, bir yayın politikası izledi. Parti liderlerinin atışmalarını ekrana yansıtmaktan fazla da bir şey yapmadı. Konuşmacı, tartışmacı olarak ekranlara çıkanlarda genel olarak iktidar yandaşıydı. Devlet kurumu TRT, iktidarın borazancısı oldu. Seçimlerin adil ve eşit olmasını gözetmesi gereken Yüksek Seçim Kurulu ise,  bu haksızlığa, adaletsizliğe sessiz kaldı, “Ya hepsine yer vereceksiniz ya da hiçbirine!” demedi,  yalnızca izledi.(!)      

Bazı partiler, bu gerçekleri ileri sürerek, seçimde başarılı olamadıklarını söyleyebilirler, haksızda sayılmazlar; ancak bu durum seçim sonuçlarının gösterdiği gerçekleri görmezlikten gelemezler. Birincisi, her zaman olduğu gibi seçmen güçlü görünenlerden yana tavır almıştır, ikincisi yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık savları halkın umurunda olmamıştır,  üçüncüsü iktidar mağduriyet rolünü iyi oynamış, muhalefeti dar alana hapsetmiştir.    

Seçimlerde iktidarın başı, bir “paralel yapı” çıkardı, hayali düşmana karşı konuştu da konuştu. Sanki bu “paralel yapı”yla on bir yıldır ortaklık yapmamışlardı, birlikte oynayıp gülmemişlerdi.  Ne kadar kötü iş olmuşsa hepsini “paralel yapıya” yıktı, onca konuşma tapesine, görüntü kasetine karşın, büyük oranda seçmeni uyuttular, mağduriyet söylemiyle tabanı ve partiyi diri tuttular.(!)

Başbakanın, bakanların ve oğullarının ticari ilişkileri, hırsızlılık, yolsuzluk, rüşvet konuşmaları, ayakkabı kutularında ele geçen milyar dolarlar, para sayma makineleri ve kasa görüntüleri ortaya çıkınca, mütedeyyinlerin iktidardan yüz çevireceğini sanan muhalefet partileri, hırsızlık, yolsuzluk, hukuksuzluk savlarını sıkça yineledi; hatta ana muhalefetin lideri,  Mısır’daki Şeriatçı Müslüman Kardeşlerin simgesi Rabia işaretini kullanan iktidarın başına,  aynı işaretle karşılık vererek,  “Çalan dört bakan, bir baş çalan,”dedi, meydanlar inledi, mütedeyyinlerin kılı oynamadı, bilerek, isteyerek iktidara sahip çıktı(!)

İktidarın başına göre, “paralel yapı”, Ak Parti’nin akça pakça iktidarını lekelemiş, konuşmalarını montajlamış, kumpaslar kurarak ülkenin askerini, siyasetçisini, bilimcisini, gazetecisini içeri tıkmış!  Bu olaylarla, bu davaların savcısıyım diyen, Libya’da Kaddafi’ye kıyan, Irak’ta Saddam’ı boğazlayan, Suriye’yi dağıtarak Esat’ı vurmaya kalkan emperyalizmin yandaşı, “Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı”nın bir ilgisi yokmuş; elhamdülillah pürü pakmış(!)  

Nitekim iktidar yandaşları, “Çalıyorlarsa çalıyorlar, ama bize de veriyorlar”, “Konuşma ve görüntü kasetleri montajdır, kumpastır, Kemal Kılıçtaroğlu’nun, Devlet Bahçeli’nin iftirasıdır,” diyerek, dini bütün halkı ikna etmişler(!)  İktidarın başı, umduğunun üstünde oy alıp destek bulunca havalara fırladı, balkondan, “Millet beni akladı,” dedi, yandaşlarına, yargıya Rabia işaretini gösterdi(!)    

Ana muhalefet CHP’nin lideri, emekliye, işçiye, çiftçiye, esnafta, iş adamına seslendi; “Emeklinin aylığını yükselteceğini, işçiyi taşeron elinden kurtarıp kadrolu yaparak ücretini artıracağını, çiftçiye 5 liralık mazotu 2 liraya vereceğini, esnafın vergi yükünü indireceğini,  sanayicinin önünü açacağını, tüccarı destekleyeceğini, yoksullara yardımın artarak devam edeceğini, aç ve açıkta kimsenin kalmayacağını” vaat ederek; eşitlik, özgürlük ve demokrasi söylemiyle destek istedi, oyunu biraz artırsa da etniksel, inançsal, duygusal engeli aşamadı, önyargıları yıkamadı, umduğunu bulamadı;  hem içerinden hem dışarıdan ideoloji yoksunluğu, üniter yapı suskunluğu, cemaat işbirlikçiliği eleştirilerine uğradı; Anadolu’da basmadığı yer, konuşmadığı alan bırakmamasına karşın,  hala, “Halka kendimizi yeterince anlatamadık,” dedi, durdu(!)

MHP lideri ise, iktidarı ve başını hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet suçlamasıyla hedef aldı, “ülkeyi bölünmeye götürdüklerini” savladı, “mutlaka hesap soracaklarını, yüce divanda yargılayacaklarını” açıkladı; vatan, millet vurgusunu öne çıkardı, bölünmeye karşı mücadelede kararlı olduklarını söyledi, iki milyonun üstünde oyunu artırdı, seçimin en kazançlı partisi oldu.  

BDP/HDP ise, etnisite vurgusu yaparak, “demokratik özerklik” söylemi tutturarak, savaş tehdidiyle sosyalistçe barış türküleri söyleyerek gücünü korudu, ama umduğunu bulamadığı söylenir oldu. BDP milletvekili Altan Tan’ın  “Bu oy gücüyle özerklik olmaz,” saptamasına karşın, bir ham hayalin (!) peşinde, bıkkın kitleleri koşturdu, durdu…    

Saadet Partisi, BTP, Millet Partisi, Hüda-Par, Hak-Par gibi dinci cemaatçi, BBP gibi ırkçı cemaatçi, DP, DYP, LDP gibi liberal görünümlü partilerin oy almaları, bazılarının oylarını artırması ise, ırkçılığın, dinciliğin toplumda kök saldığını, halkın tutuculaştığının göstergesi oldu.    

Demokratik Sol Parti (DSP), lider partisi olmanın sıkıntısını yaşadı, Ecevit’in ölümünden sonra düzen tutturamadı,  varlık içinde eridi(!)

İşçi Partisi, Kemalizmin temsilcisiymiş havasına girdi, emekli askerleri safına kattı, anti-emperyalizm, bağımsızlık, laiklik vurgusu yaptı, iktidardan çok ittifak kuramadığı CHP’ye  “Cemaatle işbirliği yapmak, bölünmeye hizmet etmek” suçlamasıyla çattı, CHP’li belediyelerin bulunduğu il, ilçe ve beldelerde coştu, ortalığı birbirine kattı; umduğunu bulamayınca da hiç bir şey olmamış gibi sustu, yeni bir konu bulana kadar kış uykusuna yattı(!)

EHP/ÖDP/TKP/Halkevleri ise, seçime sol blok olarak katıldıklarını açıkladılar, bazı yerlerde ortak aday çıkardılar, yerel ittifaklar kurdular, bunun sonucu olarak Tunceli’nin Ovacık ilçesinde TKP, Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde ÖDP başkanlık kazandı.  Nevşehir’in Avanos ilçesinde ÖDP’li CHP adayı olarak seçime katıldı ve aldı. Karadeniz’de ve özellikle Artvin’de blok vurgun yedi, ama sosyalistlerin birlikteliğini geleceğe taşıdık savını sürdürdü(!)

Halkın Kurtuluşu Partisi (HKP), ilk kez seçime katıldı, ne umut ne umutsuzluk oldu(!)

Osman Pamukoğlu’nun başkanlığındaki HEPAR’a, Sadettin Tantan’ın başkanlığındaki Yurt Partisi’ne oy verenler olmuş; ancak bu partilerin toplumda ideolojik, sosyolojik bir karşılığı var mı bilemiyorum; olduğunu da sanmıyorum.     

Suç oluşturan görüşmelerin, konuşmaların görüntü kasetlerinin ortaya saçıldığı, denetimsiz hazine harcamalarının, ödeneklerin su gibi akıtıldığı, kamu mallarının yağmalandığı, yolsuzluğun, hırsızlığın, ahlaksızlığın zirve yaptığı, suç kapatmak için siyasi iktidarın polise, savcıya, yargıca baskı uyguladığı, yargının elinin kolunun bağlandığı, savcı buyruklarının polisçe uygulanmadığı, savsaklandığı bir dönem, söylentilerle çalkalanan bir seçim süreci hiç anımsamıyorum(!)

Tarihi bilmeyenler, halkını tanımayanlar, matematikten anlamayanlar, toplumsal mücadelede kalıcı başarı beklemesin. Biliyoruz ki 1876’da Meşrutiyetten ilanından bu yana bu topraklarda seçim yapılır. II. Abdülhamit’in istibdadına karşı isyan bayrağını açan, hürriyet devrimini gerçekleştiren (1908) İttihat Terakki bile, seçimle iktidara gelmiştir. Cumhuriyet döneminde “açık oy gizli sayım” bile yapılmıştır (1946); ama hiçbir seçim AKP iktidarı dönemlerinde yapılan seçimler kadar kitleleri bölmemiş, üzmemiş, hile ve şaibe savları artarak sürmemiştir.   

Bu seçimi bittirdik, önümüzde 10 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı, 2015’te genel milletvekili seçimleri var. Bu seçimlere de hile karışacağı korkusu, kuşkusu, şimdiden toplumu geriyor! Önlem alınmaz, hile, şaibe kuşkusu giderilmezse,  kimse özgür iradeden söz etmesin! İktidar aklını başına almalı, hileden uzak durmalı, koşullandırmaktan kaçınmalı, yargıyla uğraşmamalı, özgür iradeye saygılı olmalı; yoksa ortada ne huzur, ne seçim güvenliği, ne adalet duygusu kalır, halka da ülkeye de çok yazık olur!  

Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir