Siyaset mi Yapıyoruz, Yoksa Siyaset Yaptığımızı mı Sanıyoruz?-Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Toplumsal mücadelede devrimci önderlik “gerek şart” ise devrimci önderliğin arkasındaki halk da

yeter şart”tır. Brisinden birisi olmazsa kalıcı sonuç doğamaz. Halk deyince, tarihi belirleyen, kafamızdaki tarihi yapan,en azından düşüncemizde şekillendirdiğimiz mücadeleyi veren halkı anlamalıyız.

hzabci@anafikir.gen.tr

SİYASET Mİ YAPIYORUZ, YOKSA SİYASET YAPTIĞIMIZI MI SANIYORUZ?

Yirmi beş sene kadar önce haftalık bir dergi projesinin üstesinden gelememenin yarattığı düş kırıklığıyla “Türkiye Sorunları Kitap Dizisi”nin çıkmasına katkıda bulunduk. O zaman yapılan tartışmalarda, “halka ulaşmanın yollarını aramak” yönündeki öneri “önce mevcudu toparlamak lazım” diye eleştirilmişti.

Gel zaman git zaman, daha birkaç hafta önce, yine, benden küçük genç bir arkadaşımla aynı minval üzerine tartışırken, “önce mevcudu toparlamak lazım” ifadesiyle karşılaşınca deliye döndüm; “ulan, bu ne toplanamaz mevcutmuş, yirmi beş senedir toplanamıyor” demekten kendimi alıkoyamadım.

“Mevcuttan bir şey olur mu, olursa ne gibi bir şey olur?” diye kendime defalarca soruyorum, ama kendi soruma kendim yanıt veremiyorum. Sizlere sormak gereğini duyuyorum. “Gerçekten mevcuttan bir şey olur mu, ya da, mevcut politika üretebilir mi?

Kuruçeşme toplantılarından başlayarak, çıkış yolu tartışmaları bugüne kadar sürdü, sürmeye de devam edecek. Çünkü çıkış yolu hala bulunamadı. Bu doğrultuda partiler kuruldu, grup mutabakatları yapıldı, kendini üretmek yerine Kürt Hareketinin yedeğine takılarak var olma yolunu seçenler oldu, mutabakatlar dağıldı, “çatı”laşmalar” başladı…

Politika üretememek, solun örgütlenmesinde sadece heyecan ve coşkunun sönmesine, karamsarlığın ve isteksizliğin artmasına neden olmakla kalmaz; daha da vahimi, önce yapay ayrılıklara, akabinde peş peşe yok oluşlara yol açar. Mevcut kof yapılanmalar, son ferdi ortadan kalkıncaya kadar varlıklarını tüketirler ve sözde örgütlenmelerini yok ederek kısa ömürlerini tamamlarlar. Daha da acısı, tükenenlerin, inatla varlıklarını sürdürebilmek için tekrar sahne aldıkları siyaset arenasında yine aynı hazin sonu yaşadıkları, kalıcı olabilmek için ne yapılması gerektiği konusunda hiçbir çağdaş yaratıcı çabaya giremeyip yine önceden saptanmış kalıpların içini doldurmakla yetindikleri görülmekte…

Açık olan şu ki, bugünün Türkiye’sinde sol siyasetin toplumsallaşamadığı, kast haline gelen “mevcut solcular”ın ve onlara “takılanlar”ın ancak kendilerini örgütleyebildikleri; partileşme yerine kulüpleşmenin doğurduğu dar siyaset kaosuna sürüklendikleri gözlenmektedir. Sözün Türkçesi, sol siyaset üretememektedir.

O halde, nedir siyaset?

Siyaset, zaman akışı içinde kendi ülkelerinde ve dünyada oluşan somut olaylar, değişimler, kurulan yeni dengeler arasındaki illiyet bağını algılayan ve doğru değerlendiren; olayların ve değişimlerle kurulan yeni dengelerin arasındaki bağlantıları sorgulayan ve taraf oldukları kesim adına çözümlemeye çalışan; aidiyet bağlamında iktidarı hedefleyen ve de bunun için strateji belirleyen bir düşünce ve eylem biçimidir. Bir sanattır. Bir ustalıktır.

Ustalık, halkın iktidarı yolunda uygulanabilir politikalar üretmekle ölçülür. Bu da siyasi yaratıcılıktır.

Siyasi yaratıcılık ile zaman arasında yaşamsal bir bağ vardır. Deriz ya, mutlak olan tek şey değişimdir; başka hiçbir şey mutlak değildir. Bugün dünden, yarın da bugünden farklı olacaktır. Hatta bizlerin de geçmiş organizmalarımızla bugünkü organizmalarımız farklıdır: Çağdaşlığı liberalizm diye yorumlayan kimi eski solcular, liberalleşerek sisteme entegre olurlarken; çözümleme yapamayıp eskinin argümanlarıyla bugünü değerlendirmeye çalışan ve bu nedenle çözümsüzlüğe çakılıp kalanların da tükenme sürecine girdiklerini izlemek tarifi zor bir hüzün yaşatmakta bizlere.

Bir siyasi örgütlülüğün önemi onun devamı ile doğru orantılıdır. Siyasette devamlılık, zamanı sürekli yakalamakla ancak mümkün olabilir. Zamanı yakalamak da devrimci önderliğin çok yönlü gücüyle, yani, hem teoride hem de pratikteki etkinliğiyle ancak mümkün olabilir.

Dünya ve Türkiye ölçeğinde yaşanan/yaşanacak olan köklü değişikliklerin oluşturduğu/oluşturacağı yeni dengelerin belirlediği/belirleyeceği emperyal dünyanın kendini yeniden üretme sürecine sosyalistlerin müdahil olmayı işlevsel hale getirip sürekli kılması, devrimci siyasetin vazgeçilmez ve ertelenemez temel özelliğidir. Zamanı yakalayamazsanız, sürece müdahil olamazsınız.

Sürece müdahil olabiliyorsanız, ancak o zaman, siyasi önderliğiniz siyasi otoriteye dönüşebilir.

DÜNYA VE TÜRKİYE TAHLİLİ ÜZERİNE EĞİLMEK

Siyasetin güncel boyutundaki yeni dengeleri, yani, toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimleri tahlile çalışıp; siyasetin ideolojik boyutuna katkıda bulunmak, başka bir deyişle ideolojik netliğe gitme yolunu açmak amaç, ilke, strateji ve taktik belirlemenin ipuçlarını verecektir.

Yakalayacağımız “zaman”ı objektife doğru yansıtabilirsek “strateji” belirlemede rol oynayacak doğru politikaları belirlemek de mümkün olacaktır.

Bu doğrultuda yapılacak çalışmalar beraberinde, emperyalizmin yeni politikalarını, neoliberalizm gibi, irdelemeyi de getirecektir. Türkiye açısından önemi yadsınamaz Ortadoğu ile başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin bölgedeki tasarruflarının açığa çıkartılması; bu tasarruflarda Türkiye’nin siyasi iktidar vasıtasıyla üstlendiği görevin deşifre edilmesi, böylelikle mümkün olacaktır.

Statik yaklaşımlardan kaçınılmalı, yani, önceden düzenlenmiş şematik kalıplara itibar edilmemeli… İzlenecek yol, “dinamik yaklaşım tarzı” olmalıdır. Hedef, mevcudu onarmak değil, onu değiştirmenin yollarını aramayı önüne koymalıdır. Bunun için, statükonun kalıplarının kırılması; mevcut sistemin kendini yeniden üretmek için sakladığı, tahrif ettiği “yaşam parçacıkları”nın bulunması; bunların bütünleştirilerek bir sonuç çıkartılması üzerine durulması gerekir.

Marksizmin durağanlaştırılmasının Marksizme ihanet olduğu bilinciyle, devrimci siyasi politikaların oluşturulmasının ilk ayağını yoğun araştırma, inceleme ve tahlillerin oluşturacağını kabullenmek zorundayız. Bu, işin, olmazsa olmaz yanıdır.

Marksizmi Marx ile sınırlayamazsınız. Lenin olmasaydı “Emperyalizm teorisi”yle tanışabilir miydiniz? Mao olmasaydı “halk savaşı tezlerini” nasıl öğrenecektiniz? Castro, Che ve Ho Chi Minh size gerilla savaşıyla halkın zaferini sahnelemedi mi? Çayan ile “emperyalizmin üçüncü bunalım dönemi ve yeni sömürgecilik” konularıyla karşı karşıya gelip “evrim ile devrimin iç içeliği”ni tartışır olmadınız mı? Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Sözün kısası Marksizm durağan değildir. Yeni koşullara göre yeni katkılarla gelişir ve çözüm üretebilir hale gelir.

Şimdi yapılacak olan Yirmi birinci yüzyıl koşullarının enine boyuna incelenip elde edilen bilgilerin tahliliyle Marksizm’e katkıda bulunmak.

KAVRAM KARGAŞASI KISKACINDA GERÇEĞİ SU YÜZÜNE ÇIKARMAK

Gerek solun dağınıklığı ve ideolojik yetersizliği, gerek egemenlerin, başta görsel medya ve yayın kuruluşları olmak üzere üniversiteler dahil eğitim kurumları ile sivil toplum kuruluşları niteliğindeki araştırma merkezlerinin yarattığı bilgi kirliliği ve dezenformasyon müthiş bir kavram kargaşası yaratmaktadır. Bu kargaşa, son günlerde ortaya atılan “bilgi demokrasisi” kavramıyla daha da azgınlaşmıştır. Demokrasi maskesi altında iktidar yalakalığı ile “tek tipleme”yi medya dürüstlüğü diye yutturmak şimdilik gelinen son nokta oluşturmuştur. Göreceklerimiz de çabası…

Biliyoruz ki, “gerçek”, devrimcilerin elindeki en büyük silahtır. Bilgiyi kirlendirerek, onu çarpıtarak, bu silahı onun elinden almak için statüko kurumlarıyla yoğun bir çaba içine girer. Gerçeği su yüzüne çıkaracak, onu anlamlaştıracak siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel kavramları yeniden, günün koşullarını değerlendirerek doğru tanımlamak gerekir. Çoğu kez tanık oluyoruz, kırk tane demokrasi tanımı çıkıyor karşımıza; herkes kendi zaviyesinden bir tanım yapıp piyasaya sürüyor. Onu allıyor, pulluyor, elaleme yutturmaya çalışıyor. Liberal tezleri sosyalist tezler diye lanse edenlerden tutun da emperyalizmi kapitalizmden soyutlayarak devletler arası diplomatik bir olgu olarak görenlere kadar insanı şirazeden çıkaracak ölçüde yanılsamalara tanık oluyoruz.

Bu nedenlerle, egemenlerin yarattığı bilgi kirliliğini kıracak bir ansiklopedik kavram sözlüğü çalışmasının gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir. Böyle bir çalışma, yalan ve aldatmacalarla çatışmayı hedeflerken diğer yandan da bilgisizliğin önüne geçmeyi bir görev olarak kabulleniyor olmalı.

Gerçeği bulup çıkarmak kadar, onu söylemek cesaretini göstermek de esastır. Gerçek, inkar edilemez şekilde ortaya konabilirse ancak o zaman bir anlam ifade eder. Anlaşılır olmak için popüler bir dil kullanılmalı. Dil öyle bir organizmadır ki, doğru kullanıldığında açılmaz kapıları açar, yanlış kullanıldığında ise oluru olmaz yapar.

Ancak, bu çabaya girerken egemen ideolojinin popülizme yüklediği anlamlar da bir bir ayıklanmalı. Boş inançlar, boş gelenekler, görünmez güçlerle yaratılan aldatmacalar karşı durulması gereken öğeler olmalı.

Muhatabımız halktır. Halk deyince, tarihi belirleyen, kafamızdaki tarihi yapan, en azından düşüncemizde şekillendirdiğimiz mücadeleyi veren halkı anlamalıyız. Bundandır ki, popüler kavramı, kavgacıdır, mücadelecidir.

Görüldüğü gibi, mücadele konusunda açık seçik bir irade beyanımızın olması gerekli. Bu irade her ne kadar içinde bulunduğumuz dönem kesitinin temel dinamiklerini aşamazsa da, bu dinamikleri kullanarak geleceğe yönelik büyük işler başarılabilir. Sosyalistlere düşen görev, dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini ayrıntılarıyla görebilmek için yoğun bir çaba içine girmeleridir. Bilgiyi kullanılabilir hale getirecek olan dünya görüşüne, yani Marksizme sahip olmanın sonsuz avantajı, onu dogmalardan arındırılarak, gelişimine katkı yapılarak kullanılmalıdır. Süreç uzun bir süreçtir, bizden sonra gelecek kuşağa da büyük iş düşmektedir.

Nasıl tanımlıyorduk Marksizmi? Marksizm bir bilim diyorduk, zira toplumların tarihi ile ilgili gelişimleri sistemleştirmiştir. Ama ilave ediyorduk; Marksizm aynı zamanda köklü bir felsefedir. Dünyaya ve toplumsal gelişmelere bilimsel bir bakış için gerekli olan yöntemi belirler. İşte bizim sıkı sıkıya yapıştığımız çözümlemelerde bize yön veren bu yöntemdir. Marksist yöntemle dünün, bugünün ve yarının zaman ve mekan değişkenleri ile birlikte irdelenmesi şarttır.

Özetlersek, Marksizm halkın, sınıf mücadelesi ekseninde kurtuluşu ve kendisinden yana bir düzenin kurulmasının strateji ve taktiklerini belirleyen bir siyaset teorisidir.

İşte, uzun uğraşlar sonunda elde edilebilecek bilgi ve gerçekleri bu teorinin süzgecinden geçirerek çözümlemelere gitmek çıkış yolunun anahtarıdır.

Marksizm’i ana omurgası olan zaman ve mekan olgusundan soyutlayarak durağanlaştıranlarla ve yönünü sağa kaydırıp liberalleşen solcularla ideolojik mücadeleye girmekten kaçınılmamalı.

SOLUN TOPLUMSALLAŞMASINDAKİ ENGELLERİ AŞMAK

Sosyalizmi benimseyen pek çok kişi, ezilenden, yoksuldan yana oldukları için bu yolu seçtiler ve olgunlaşıp piştikçe onlarsız devrim olamayacağını gördüler. Onları örgütlemeye soyundular. Kısmi başarılar da sağladılar. 12 Eylül faşizmi ile birlikte başarılarının tamamına yakını kayboldu, sonrasında da yaşama şansı bulamadı. Hatta Yirmi birinci yüzyıla girildiğinde, ezilenlerin ve yoksulların, “ezilen ve yoksullardan yana olanların” karşısında oldukları bir fotoğraf çıktı agrandizörden. Bu süreç incelendiğinde, liberalleşen solcuların büyük katkılarıyla sınıf mücadelesinden kimlik kazanım arayışına giden postmodernizmin inşa edildiğini gördük. Dahası, sosyalistlerin de onarılmaz bir kafa karışıklığı içinde debelenip bu sürece sessiz kaldıklarına tanık olduk. Pratikteki güçsüzlüğü, idelojideki yetersizliği ve bu özelliklerinden kaynaklanan özgüven bunalımını hep birlikte yaşadık. Sınıf mücadelesinin terk edilmesinin ya da terke zorlanılmasının yanı sıra ülkeye yerleştirilmek istenen ABD patentli ılımlı İslam projesine de liberalleşen solcular tarafından destek verildiğini gördük.

Bir zamanlar emek ortak paydasında yer alan kır ve kent yoksulu, toplumsal mücadelenin mihenk taşıydı. 12 Eylül sonrası, bir yandan postmodernizmin şekillendirdiği Kürt, Alevi, çevreci, feminist gibi karakteristik kimlik arayışları,  öte yandan peş peşe gelen devletin ve kurumlarının reorganizasyonları ve AKP hükümeti aracılığıyla bu kurumların emperyal güçlerin kontrolüne sokulmaları, mevcut işleyişi fütursuz hale getirdi. Geleceği ipotek altına alınan ülkede, toplumsallaşamayan solun bir kısmı, kendilerini kulüp düzeyine indirgeyerek Avrupa Birliği gibi küresel projelerin yedeğine takılıp sükût ettiler. Ulusal politika izleyenler de kapitalizmden medet umarak ulus devlet ekseninde laiklikten öteye gidemeyen ittifak arayışları içinde bocalayıp durdular.

Halkın devrimci mücadelesi ekseninde antiemperyalist tavrı benimseyen solcular ise, eksene yerleştirilecek “halk” ile organik ilişki kuramamanın handikabıyla kendi içinde kısa devre beyin jimnastiği yapmakla yetindiler.

Yoksulu, yoksuldan yana olanın karşısına dikme projesi emperyalist politikaların en önde gelenidir. Türkiye’de AKP iktidarı aracılığıyla İslam motifli, sadaka içerikli ayni ve nakdi yardımlarla çok geniş bir döküntü ile geçinen yalaka toplum yaratıldı. Parti teşkilatı, bağlı belediyeler, Gıda Bankası statüsüne sokulan Deniz Feneri, İnsani Yardım Vakfı (IHH) gibi tarikat vakıf ve dernekleri ile bizzat devletin sosyal fonlarından karşılanan bu sadaka organizasyonuyla, bilimsel adı “saprofit kültür” olan bir kemik yalayıcıların kültürü yaratıldı.

Bir zamanlar, yetmişli yıllarda, Dünya Bankası’nın hibe ve kredileriyle etkisizleştirilmeye çalışılan yoksullar, bu sefer, sadaka marifetiyle İslam harcı kullanılarak üç kuruşa köleleştirildi, etkisizleştirilme bir yana, düzene bağlı düzen koruyucuları haline getirildi.

Sınıftan kimlik politikalarına geçişi hızlandıran, kimlik arayışlarını sosyalizm diye yutturanlar başarılarından dolayı ne kadar övünseler azdır.

Yaşı ilerlemiş olanlar, altmışlı-yetmişli yıllarda Türk ve Kürt devrimcilerinin kol kola faşizme ve emperyalizme karşı nasıl direndiklerini mutlaka hatırlayacaklardır.

Böylece, solun toplumsallaşması daha da zor bir kulvara girdi.

Saprofit kültür nasıl çatırdatılacak?

Yaşam birliği ortak paydasında emekten yana olanlar nasıl bir araya gelecek?

Devrimci mücadelenin yeni demokratik koordinatların nasıl çizilecek?

Bu soruların yanıtlarını vermeye çalışarak solun toplumsallaşmasına çözümler getirmek kendisine devrimciyim diyen her sosyalistin vazgeçilmez görevidir. Ve bütün olumsuzluklara rağmen geleceğe aydınlık bakmak onun mücadele azminin bir gereği olmalıdır.

Hakkı Zabcı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir